Dr. Gündüz Tezmen

Annem kanser mi?

10 Mart 2003
<B>BEN</B> yurtdışında bir öğrenciyim. Beni çok derinden üzen bir konu hakkında yardımınızı rica ediyorum. Annemin sağ böbrek alt polünde 9 cm. çapında bir tümör görüldü ve böbrek ile beraber tümör alındı. Doktorlar çok başarılı bir ameliyat olduğunu söylediler. Aldığımız patoloji sonucuna göre tümör kapsülle sınırlıymış. Doktorumuz bize ‘‘Çok şanslısınız, görünen tümörü aldık, görünmeyen tümörler için her şeyi zaman gösterecek’’ dedi ve bir takip planı verdi. Şimdi benim sorularım şunlar:

1- Neye göre biz altı ayda bir kontrole geliyoruz? Bu süre neden mesela 2 ay ya da 10 ayda bir değil?

2- Biz bu tahlilleri ne zamana kadar yaptırmalıyız? Hayatı boyunca her 6 ayda bir yapacak mıyız bu tomografiyi? Çünkü tomografi biliyorsunuz ki çok radyasyon içeriyor. Onun için de endişeleniyorum.

3- Habis tümörün kötücül anlama geldiğini öğrendim. Ancak tümör kapsülde sınırlıymış. Annem için hálá tehlike devam ediyor mu? Yoksa annem %99 iyileşti diyebilir miyiz?

4- Bu durumda annemin rahatsızlığının aynı yerde ya da farklı yerde tekrar nüksetme olasılığı var mı? Sormaktan en çok korktuğum sorumu şu an size soruyorum. Annem kaç yıl aramızda kalacak. Lütfen doktor bey beni bu konularda aydınlatırsanız çok sevinirim. Anlatamayacağım kadar çok üzgünüm. Bu hastalık kanser mi?

Rumuz:Öğrenci

Tümörler habis veya selim olarak ikiye ayrılırlar. Habis olanlar başka dokuları istila etme ve hızla gelişme özelliği gösterdiği için tehlikelidirler. Habis tümörler de kaynaklandıkları dokuya göre kanser, sarkom vb. isimler alırlar. Sonuçta hepsi habis özellik göstermelerine rağmen, büyüklükleri, organın neresinde yer aldıkları, hücre karakterleri gibi özelliklere göre tehlike derecesi her hastada farklı olarak ortaya çıkar. Annenizin tümörü habis olmakla beraber, kapsülle sınırlı olduğu, etrafa yayılmadan önce tedbir olarak böbrekle beraber alındığı için, şanslı bir vaka olarak kabul edilir. Kontroller, ameliyat öncesi tohum saçılması gibi, çevre dokulara ulaşmış ama henüz gelişme fırsatı bulmamış tümör hücrelerinin bulunması ihtimaline karşı yapılmaktadır. Kontrol sıklığı, bilgi ve deneyimlerin ışığında hastanın durumunu ele alarak, her vakada hekim tarafından belirlenir. Tomografi sırasında kullanılan röntgen ışını nedeniyle alınan radyasyon çok düşüktür, anneniz için bir risk oluşturmaz, kaygılanmayın. Kontroller normal bulundukça sıklıkları azaltılır. Genellikle 5 yıl geçince hastalığın tamamen iyileştiği kabul edilir. Tıpta çok kesin konuşmak pek mümkün değildir ama ben de annenizin şanslı olduğunu kabul ediyorum. Tedbirli olun, kontrolleri aksatmayın ama kaygılanmayın.
Yazının Devamını Oku

Hastanelerin tıbbi malzeme sıkıntısı

7 Mart 2003
<B>GEÇEN </B>günkü yazımda devletin ucuz ilaç ve ucuz sağlık malzemesine yönelmesi kararı karşısındaki kaygılarımı aktarmıştım. Devletin ucuz stent alma ve daha önce satılmış stentler nedeniyle ‘‘Neşter’’ adıyla operasyon düzenleyip bazı tıbbi malzeme satıcılarını tutuklamaları üzerine de görüş belirtmiştim.

Devlet, SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur gibi kurumlara, hastalar için gerekli olan sağlık malzemesinin her hasta için açılacak ihalelerle alınmasını karara bağladı. Ayrıca anlaşmalı sağlık kuruluşlarına da belirlenen protokol fiyatlarını aşmayacak şekilde fatura etmesi şartını getirdi.

Ancak bu uygulamalar, hastanelerin tıbbi malzeme teminlerini tıkanma noktasına getirmiş.

Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi İhale Komisyonu Başkanı, Maliye ve Sağlık Bakanlıklarına da gönderdikleri yazının bir örneğini göndererek konunun duyurulmasında aracı olmamı istedi.

Hastane başhekimliği yazdığı yazıda, satın alınan tıbbi malzemelerde satın alma, stoklama, faturalama, tahsil edilememe riski, enflasyon, kur farkı gibi nedenlerle hastanelerin ek yükler altında kaldığını belirtiyor. Bu maliyetleri karşılayabilmek için % 25 genel işletme, % 10 araştırma fonu ve % 9 hazine payı olmak üzere toplam % 44 gibi bir oranda ekleme yapmak ya da bu malzemeleri protokol fiyatlarının bu kadar altında almak zorunluğunun olduğunu da ekliyor.

Yeni düzenlemeler nedeniyle tek taraflı olarak belirlenen protokol fiyatlarının, kaliteli bir malzeme alımı halinde indirime, hatta bırakın indirimi, bazen bu fiyata bile mal vermeye imkán vermediği de bir gerçek. Böyle olunca hastanelerin hizmeti sürdürmeleri imkánı kalmıyor.

Daha önceki dönemde fiyatların yüksek olması nedeniyle tıbbi alet satıcısı firmalar, hastanelerin bu fon ihtiyacını karşılayabiliyorlarmış. Bu bazen doğrudan ödeme şeklinde, bazen de hastanenin bir yatırımını karşılama şeklinde yapılmış. Ancak bu da yolsuzluk olarak nitelendirilerek dava açılmış durumda.

Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Başhekimliği, ilgili bakanlıklara gönderdiği yazıda, kalp kapağı temin edilemediği için acil olarak yapılması gereken ameliyatların ertelendiğini ya da trafik kazası geçirerek omurgası kırılan kişilere müdahale edilemediği haller olduğunu da belirtiyor.

Tıbbi malzeme temin edilemediği hallerde hastalara reçete yazılarak malzemesini kendisinin temin etmesi isteniyor, o zaman da firmalar aradaki farkı hastadan tahsil ediyorlar. Hastaların ya da hasta sahiplerinin böyle acil bir durumda başka seçenekleri kalmadığı için, denize düşenin yılana sarıldığı gibi, kaç para isteniyorsa ödemek durumunda kalıyorlar.

Devlet, vatandaş için vardır. Herkese kaliteli sağlık hizmeti sunulması devletin temel görevidir. Beceriksiz kararlar ve uygulamalar nedeniyle tek bir vatandaşın bile mağdur olması halinde, en azından ben, sesimin yettiğince buna karşı çıkacağım.
Yazının Devamını Oku

Prostat tahliline güvenebilir miyim?

6 Mart 2003
BEN orta yaşı geçmekte olan erkeklerin çoğu gibi prostat konusundan kaygı duyuyorum. Çevremde birkaç kişide prostat kanseri teşhis edildi. Bilmiyorum, bu kanser eskiye göre daha mı fazla görülüyor. Bir kan tahlilinden bahsediliyor. Bana da yaptılar. Bu PSA denilen tahlil prostat kanseri olup olmadığımı kesin olarak ortaya koyar mı?

K.ERDOĞDU/İSTANBUL

50 yaşın üzerindeki erkekleri tehdit eden sağlık sorunlarından biri olan prostat kanseri, kan tahliliyle de teşhis edilebiliyor. Bunu sağlayan tahlil size de yapılan ve kısa adı PSA olan bir tahlil. Prostat spesifik antijen (PSA), menide bol miktarda bulunan ve jel halindeki meninin sıvılaşmasını sağlayıcı bir enzimdir. Bu da sperm hücrelerinin meni içinde yüzebilmesini sağlamaktadır. Sağlıklı bir erkeğin kanında PSA çok az miktarda bulunur. Eğer prostatta bir sorun olursa, bir mililitre kandaki PSA miktarı 4 nanogramın üzerine çıkar. Eğer kandaki değer 10'un üzerine çıkmışsa prostattaki sorunun kanser olması ihtimali çok daha yüksektir. Kan tahlili ile prostat kanseri teşhisinde en önemli sıkıntı, kandaki PSA değerinin 10'un altında olması halinde doğmaktadır. Tıp bu alanda da gelişmeler sağladı. Bu durumda PSA'nın proteinlere bağlanmamış serbest şekli (Free PSA) yardımcı oluyor. Prostat kanseri olmayan erkeklerde PSA'nın yüzde 75'i bağlı, yüzde 25'i serbest haldeyken, prostat kanseri olanlarda bu oran yüzde 90 bağlı PSA'ya karşılık, yüzde 10 gibi serbest PSA olmaktadır.

Yani sizde yapılan tahlilde, kanınızdaki PSA değeri 4'ün altındaysa ve ayrıca yapılan Free PSA oranı da uygunsa, prostat kanseri olma riskiniz çok az. Toplam PSA değerinin 4'ten yüksek olduğu hallerde de Free PSA oranı teşhis konusunda yardımcı oluyor.

50 yaşını geçmiş erkeklerin periyodik sağlık kontrollerinde kolayca yaptırabilecekleri bir kan tahlili ile prostat kanserini başlangıç halinde teşhis etmeleri mümkün olabiliyor. Ancak ürolog bir hekimin yapacağı muayeneyi de ihmal etmemek gerekir. Prostat kanseri, erken teşhis ve uygun bir tedaviyle, başarılı olarak tedavi edilebilen bir hastalık türüdür.

Son yıllarda çevrenizde, prostat kanserli hastalara daha sık rastlamanızın nedeni, bu hastalığın çoğalmasından değil; bir yandan teşhis imkánlarının çoğalması ile mevcut kanserlerin daha sık teşhis edilmesine, diğer yandan da sağlık koşullarındaki gelişmeler nedeniyle insanların daha uzun yaşaması ve toplumdaki yaşlı nüfus oranının artışına bağlıdır.
Yazının Devamını Oku

Sağlıkta tasarruf tedbirleri

5 Mart 2003
<B>TOPLUMLARDAKİ </B>yaşlı nüfusun giderek artması tüm dünyada sosyal güvenlik sistemlerinin üzerindeki yükü ağırlaştırıyor. Sağlık hizmetlerinin giderek daha yüksek teknolojiye dayanması, daha etkili ilaçların piyasaya verilmesi, sağlık harcamalarını da artırıyor. Yönetimlerin de bu konuda önlemler almaya çalışmaları çok doğal.

Ancak dikkatten kaçırılmaması gereken konu, tasarruf yapılmaya çalışılan kısmın insan hayatıyla bağlantılı olduğu. İnsan hayatının söz konusu olduğu bir yerde sadece israftan kaçınabilirsiniz.

Son zamanlarda bu konu değişik şekillerde gündeme geliyordu, en son bütçede birçok harcama kaleminde tasarrufa gidildi.

Reçetesiz olarak satılabilecek ilaçların belirlenip ödeme dışı bırakılmasını ben de bir süreden beri savunuyordum. Bu belki dar gelirli kesimde bir ölçüde sıkıntı yaratabilecek bir durum ama sigorta ve devlet hastanelerinden, sadece bu grup ilacı reçeteye yazdırmak için gelmiş olanların kalabalığının azalacağı, hastanelerin daha önemli hastalıklarla ilgilenebilmek için daha fazla zaman bulabileceği düşünülürse bir anlamda yararlı etki sağlayacağı da düşünülebilir.

Benim kaygım, eşdeğer ilaç ve sağlık malzemesi uygulamalarında yoğunlaşıyor.

Bir süre önce yazdığım seri yazıda, bazı ilaçların kimyasal olarak aynı formüle sahip olmalarına rağmen, hastaya kullanıldığında aynı etkiyi göstermeyebileceğini belirtmiştim. Bunu, çok iyi pişirdiğiniz bir yemeği tarif ettiğiniz arkadaşınızın, aynı malzemeyi kullanmasına rağmen aynı lezzeti verememesine benzetebiliriz. İlaçta aynı etkiyi sağlayamamak, kuıllanılan hammaddeden ve üretim tekniklerinden kaynaklanabilmektedir. Hastaya kullanıldığında aynı etkiyi sağladığı (biyoeşdeğer), yapılan çalışmalarla kanıtlanmamış, bu belgeyi almamış olanların, ucuz ilaç uygulamasına alınmaması hayati önem taşımaktadır.

Ucuz tedavi konusunda bir başka uygulamayı geçtiğimiz aylarda, kalp-damar hastalıklarının tedavisinde kullanılan stentlerde yaşadık. Sosyal Sigortalar Kurumu'nun belirlediği tek fiyattan mal satanlar, sattıkları malın kaliteli ya da kalitesiz olduğuna bakılmadan tümüyle suçlandılar ve bir kısmı tutuklandı. Buna gerekçe olarak da piyasada çok daha ucuz fiyata stent bulunabiliyor olması öne sürüldü. Eski bir bakanımız televizyona çıkıp stenti tükenmez kalem yayına benzetti. Piyasada bulunan ucuz stentlerin kalitesi ve güvenliği konusunda elinizde güvenilir veriler olmadan halka bunların takılmasını zorlarsanız, en azından halk sağlığını riske sokmuş olursunuz. Nitekim bu tartışmaların olduğu, ‘‘Neşter’’ operasyonlarının yapılıp devlete, devletin belirlediği fiyattan mal satanların Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce tutuklandığı sıralarda aynı hükümetin Sağlık Bakanı'na pahalı fiyattan stent takıldı. Bu acaba, halka layık görülen stentlere aynı hükümetin Sağlık Bakanı'nın güvenmemesi anlamına mı geliyordu, yoksa eski sağlık bakanımızın da ‘‘Neşter’’cilerin oyununa geldiği anlamına mı?

Ülkemizin yaşadığı ekonomik krizde tasarrufa önem verilmesi çok doğal ve alkışlanacak bir davranış, ama insan hayatıyla oynanmaması şartıyla.
Yazının Devamını Oku

Biyolojik silah olarak çiçek hastalığı (2)

4 Mart 2003
<B>DÜNKÜ </B>yazımda çiçek hastalığını tanıtmış, bulaşma ve korunma yollarından bahsetmiştim. Çiçek virüsü biyolojik silah olarak kullanılırsa, temas eden kişilerde hastalık oluşma riski mevcuttur. Virüs bulaştıktan sonra 7-14 gün kadar süren bir kuluçka dönemi mevcuttur. Hastalık bundan sonra belirir. Döküntüler ortaya çıktıktan sonra da başkaları için bulaştırıcı olmaya başlar.

Hastalıktan korunmak için virüsle temastan kaçınmak ve aşı olmak gerekir. Ancak hastalık ortadan kalktığı için 1976 yılından sonra aşı uygulamasından da vazgeçilmişti. Bu tarihten önce doğanlara aşı yapılmış olmasına rağmen aşının kesin koruyuculuğunun 5-10 yıl kadar olduğu da bir gerçek. Daha uzun süre geçmiş olanlarda hastalık oluşsa bile hayati tehlike yaratma ihtimalinin azaldığı biliniyor.

Dünya üzerine şu anda sivil halka yönelik bir aşılama kampanyası yürütülmüyor. Amerika, cepheye göndereceği askerlere ve biyoljik saldırı halinde ilk yardım uygulayacak görevlilere aşı uyguluyor. Halkı aşılamak için yeterli aşı stokları hazırlanıyor. Böyle bir saldırı ve salgın riski halinde aşılama kampanyaları başlayabilecek. Aşı, virüs alındıktan sonraki üç gün içinde yapıldığı takdirde de koruyucu olabiliyor.

AŞININ YAN ETKİLERİ OLABİLİYOR

Aşının daha önceden herkese ya da her isteyene yapılmama nedeni, aşı uygulamasının da bazı yan etkiler gösterebilmesi. Aşı, egzaması olana, bağışıklık sistemi bozuk olana ya da bu sistemi etkileyecek kortizon, kemoterapi (kanser tedavisi) gibi tedaviler görenlere ve gebelere uygulanamıyor. Bazı kişilerde aşı bütün vücuda yayılıp döküntü ve izlere yol açabiliyor. Bazen aşı yerinde iltihaplanmalar ya da aşının derinleşip ciddi doku hasarına yol açma ihtimali de var. Döküntünün gözde olması halinde körlük ortaya çıkabiliyor. Aşı olan her bir milyon kişinin bininde yan etki ortaya çıkma ihtimali var. Bunlardan 14-52'sinde ortaya çıkan yan etki, beyin iltihabı (ensafalit) gibi hayati tehlike yaratacak türde. Geçmiş yıllardaki aşı uygulamalarında aşının yan etkisi nedeniyle hayatını kaybedenler milyonda 1-2 kişi civarında.

İşte bu nedenlerle her isteyene aşı uygulanmıyor. Zaten bu aşı dünyanın hiçbir yerinde piyasada satılmıyor. Risk görüldüğü zaman ülkelerin sağlık bakanlıkları alacakları kararla uygulamaya başlıyorlar.

Amerikan Sağlık Bakanlığı, kendi halkı için yeterli aşı stoklarken, dünyanın başka bir yerinde çıkabilecek salgın riskine karşı aşı desteğinde bulunma kararı da almış durumda.

Şu anda aşı için paniklemenin anlamı yok. Amerika'da Beyaz Saray'dan yapılan açıklamaya göre İsrail sadece askeri personelini ve sağlık görevlilerini aşılamış durumda. İngiltere'de toplam aşılanmış kişi sayısı 1000 civarında. Dünya Sağlık Örgütü ve ülkelerin sağlık bakanlıkları bu konuyu yakından izliyorlar. Böyle bir tehlike anında dünyanın tüm ülkeleri bu konuda güçbirliği yapacaktır. Bulaşıcı hastalıklar ülkelerin kendi sağlık sorunu olarak kısıtlı kalmaz. Diğer ülkeler de sorun kendilerine sıçramasın diye bulaşıcı hastalığı görüldüğü yerde yok edebilmek için çaba göstermektedirler.
Yazının Devamını Oku

Biyolojik silah olarak çiçek hastalığı

3 Mart 2003
<B>SON </B>günlerde internette çiçek aşısı ile ilgili yazılar dolaşıyor. Bu yazılarda Amerika'nın aşı uygulamaları nedeniyle bizde de herkese çiçek aşısı olması gerektiği belirtiliyor. Herkesin kafasını karıştıran bu konuda gerçekleri açıklamak gereğini duydum. NASIL BULAŞIR?

Virüslerle oluşan bu hastalık, yüksek ateş, yaygın baş ve vücut ağrısı, ciltte döküntülerle kendini gösterir. Döküntüler sıvı ve cerahat dolu püstül adı verilen oluşumlara dönüşür. Bu püstüller kabuklanır, daha sonra da bu kabuklar dökülerek hasta %70 olasılıkla iyileşir. Çiçek hastalığında ölüm ihtimali % 30 civarındadır. İyileşenlerde özellikle yüzde daha fazla olmak üzere ciltte izler kalabildiği gibi körlükler de oluşabilir. Hastalığın bugün için bilinen kesin bir tedavi olanağı yoktur. Cidofovir isimli bir ilacın olumlu etkileri olabileceği yolunda bazı bulgular olmakla beraber kesin tedavi konusunda yardımcı olma ümidi vermemektedir. Hastalık hastalardan sağlamlara bulaşır. Doğrudan temas, aksırık, öksürük ve çarşaf vb. bulaşmış malzemenin teması ile bulaştığı bilinmektedir. Hastalar, döküntülerin ortaya çıktığı andan, ciltteki son kabuklar yok oluncaya kadar bulaştırma riski taşırlar.

KORUNMA

Tedavisi olmayan hastalıklarda korunma daha da önem taşımaktadır. Korunmak için hastalardan en az 2-3 metre uzak durmak ve virüs bulaşmış malzeme ile temas etmemek ya da aşılanmak gerekmektedir.

YOK OLMUŞTU

Tarih boyunca çok sayıda insanın ölümüne yol açmış olan bu hastalık, dünya üzerinde uygulanan yaygın aşılama kampanyaları sayesinde kontrol altına alınmıştı. Hastalık insandan insana bulaştığı için, herkesin aşılanması ve hasta kimsenin kalmaması halinde bulaşma olanağı bulamaz. Dünya üzerinde doğal yollardan oluşmuş son hasta 1977 yılında kayda geçti. 1980 yılında hastalığın yok olduğu resmen ilan edildi. Daha sonra İngiltere ve Rusya'da laboratuvar ortamından kaynaklanan bulaşma belirlendiyse de bunlar ciddi salgın yaratmadan kontrol altına alındı. Hastalık yok olduktan sonra aşı uygulamasından da vazgeçildi. Son yıllarda bu virüsün, bazıları tarafından biyolojik savaş ve terör aracı olarak üretildiği belirlendi. Hastalığın yok edildiği ilan edilip aşı uygulamasına son verildiği için toplum bu hastalığa karşı korunmasız olduğundan böyle bir saldırı önemli tehlikeler yaratabilir. Böyle bir durumda önlem alınmaya çalışılması doğaldır. Amerika Birleşik Devletleri, Beyaz Saray'dan yapılan resmi açıklamaya göre Irak'ın elinde biyolojik savaş aracı olarak çiçek hastalığı virüsünün bulunmasının, kesin olarak doğrulanmamasına rağmen, mümkün olduğu açıklanmıştır. Yaklaşan Irak savaşı sırasında çiçek virüsünün biyolojik savaş aracı olarak kullanılması karşısında ne gibi durumlar ortaya çıkabileceği ve buna karşılık ne gibi önlemler alınmakta olduğu yolundaki bilgilere yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Diyet tavsiye etmiyorum

28 Şubat 2003
P.AKCAN/ANKARA

18
yaşında bir genç kızın kilosuna dikkat etmesine hak veriyor ve destekliyorum. Büyüklerinizin dediği, ‘‘gençlikte kilo önemli değil, nasıl olsa ileride verirsin’’ görüşüne ben katılmıyorum. İnsan bir kere şişman hale gelirse, vücudundaki yağ hücresi sayısı artacağı için, ileride çok kolay kilo alan biri haline gelecektir. Bu nedenle gelişme çağından itibaren ideal vücut ağırlığını korumakta yarar var.

Sizin beklediğiniz gibi mucizevi zayıflama reçetelerine de karşıyım. Bu tür reçetelerle 3 kilo verip, daha sonra 4 kilo almak, sonra tekrar diyete girmek ve hayat boyu bu kısırdöngüden kurtulamamak...

Sizin yapmanız gereken, yağları, tatlıları ve unluları azaltarak düşük kalorili beslenme alışkanlığına girmek, bu beslenme tarzını ömür boyu sürdürmek ve düzenli egzersiz ya da spor yaparak kalori harcamasını sürekli yüksek tutmak. İşte sadece bu sistemle ömür boyu kilo sorunu olmadan yaşayabilirsiniz.


Kan beni ne demek?


KAMİL M./İSTANBUL

TIP
dilinde hemanjiom olarak adlandırılan, ciltteki kırmızı renkli benler ya da kırmızı renkli alanlar bu bölgedeki kan damarlarının genişlemesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. İleride kanserleşmesi gibi herhangi bir tehlike söz konusu değildir. Ancak bu bölgede damarlar geniş olduğu için, çarpma, kesilme, yaralanma gibi hallerde fazla kanama gibi riskle karşılaşılabilir.

Sizin sırtınızda da bu tür bir ben varmış. Çamaşırınızda gördüğünüz kan lekesi, bu hemanjiomun neden olduğu bir kanamaya bağlanmış. Endişe etmeyin, sağlığınız açısından hiçbir risk söz konusu değildir. Şu anda herhangi bir tedavi gerekmez. Eğer sık sık tahriş olur ve kanama yaparsa, deri hastalıkları uzmanı bir doktora tekrar başvurun. Elektrikle ya da lazerle yakılması gibi yöntemlerle bunun ortadan kaldırılmasını sağlayabilirler.


Çocuğum olmayacak mı?


M.K./ANKARA

ERKEKTEKİ
sperm hücre sayısının az ya da canlı hücre oranının düşük olduğu durumlarda, sperm hücreleri alınıp özel yöntemlerle eşin yumurta hücresine aşılanmaktadır. Böylece oluşturulan zigot adı verilen döllenmiş yumurta rahim içine yerleştirilerek gebelik başlatılabiliyor. Bu yöntem, halk arasında ‘‘tüp bebek merkezi’’ olarak bilinen birçok merkezde uygulanabiliyor. Eğer bu merkezlerden birine başvurursanız, yapılabilecekler konusunda ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Spor yararlı da...

27 Şubat 2003
<B>SPORUN </B>insan hayatındaki yararları tartışılmaz. Ancak bazen gazetelerde jogging yaparken ölen kişilerle ilgili haberlerle de karşılaşılabiliyor. Böyle olunca okuyanların kafası karışabiliyor. Acaba spor yapmak yararlı değil mi? Çağdaşlaşmanın getirdiği hareketsiz yaşamın, kalp ve damar başta olmak üzere sağlık alanında olumsuz etkiler yarattığının belirlenmesi üzerine, herkese spor yapma önerisinde bulunulmaya başlandı.

Jogging adı verilen spor türü de bu öneriler üzerine başladı. İzin günü ya da benzeri nedenle olanak bulan, spor ayakkabılarını giyip koşmaya başladı.

Ancak bir süre sonra, jogging yapanlar arasında ani kalp ölümlerinin sık görülmesi üzerine olayın doğruluğu sorgulanmaya başlandı. Bunun üzerine geniş çaplı araştırmalar başladı. Bu araştırmaların sonucunda jogging yapanlar arasındaki ani kalp ölümlerinin sık görüldüğü de belirlendi.

Jogging yapanlarda kalp ölümlerinin sık görülme nedeni, bu tür bir sporun vücut için stres yaratması. Stres, her ne kadar dilimizde ruhsal zorlanma karşılığında daha yaygın olarak kullanılıyorsa da, bedensel zorlanmalar da aslında stres tanımına uyar.

Şimdi bir insan düşünün ki, bütün hafta boyunca hareketsiz bir yaşam sürüyor. Kapıdan arabaya binip işe gidiyor, asansörle yukarı çıkıyor, televizyonu bile uzaktan kumandayla açıp kapatıyor. Belki alkol ve sigara da içiyor. Bu insan izin gününde lastik ayakkabılarını giyip koşuya çıkıyor ve toksin atıyor(!). Bütün hafta boyunca belirli limitlerde çalışmaya alışmış bünye koşuya zorlandığında, nabzı hızlanıyor, tansiyonu çıkıyor, geçici olarak kanında şeker ve yağlar artıyor. Bütün bu hazırlıklar, zorlandığı koşu sırasında gerekli enerjiyi sağlamak amaçlı olarak yapılıyor. İşte bütün bu zorlanma ya da diğer deyişle stres, damar içindeki henüz sorun yaratmayan damar sertliği plaklarının yırtılıp ani damar tıkanmalarının görülmesine yol açıyor.

Konunun ilginç olan tarafı, jogging yapanlarda koşu sırasında değil, koşu bitip dinlenmeye geçildiği sıralarda kalp krizlerinin daha sık görülmesi.

VÜCUDU ALIŞTIRMAK GEREKİR

İnsan bünyesindeki her türlü zorlanma yeni bazı sorunların çıkmasını kolaylaştırır. Spor yapmak adına bünyeyi alışmadığı derecede zorlamak da bazı riskleri göze almak demektir. Bütün sporcuların düzenli olarak antrenman yaptığını görürsünüz. Bunun amacı bünyede mevcut olan limitleri aşma çabasıdır. Bünyeyi limitlerinin üzerine, fazla zorlanmadan yavaş yavaş alıştırmak gerekir. Spora başlarken ısınma da bu limitlere yaklaştırma açısından önemlidir. Aynı şekilde yoğun sporlardan sonra dinlenmeye birden geçmek yerine sporun temposunu azaltıp vücudu yavaş yavaş soğutmak da öneriliyor.

Alışkanlığı olmayan, haftada birkaç gün düzenli egzersiz yapmayan kişilerde jogging doğru bir spor değil. Tempolu yürüme, yüzme ya da bisiklet gibi fazla zorlamayan sporlar tercih edilmeli.
Yazının Devamını Oku