Müzeleri, sergileri geziyoruz. Peki, gördüklerimiz hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? Bu açıdan sanat tarihi, resim ve heykel üzerine bizi düşünmeye çağıran kitapları okumalıyız.
Hepimiz evimizde, kütüphanemizde küçük bir rafı bu kitaplara ayırmalıyız.
Elif Dastarlı’nın ‘Yan Kapıdan Girenler-Modern Türk Resminin Analizi’ kitabının zamanlamasını bugüne uygun buldum.
Kitabın ilk sayfasında ‘Umut Burnundan Dolaşarak’ kitabından bir alıntı var:
“Adnan Benk: Klasik bir resmin yapısı, düzenlemesi neden bize yabancı gelsin?
Ömer Uluç: Çünkü burada yaratılmamış. Bambaşka bir kültürün zincirleri içinde yaratılmış. Onun bir öncesi ve sonrası var. Bizim girişimiz yandan oluyor.”
‘Sunuş ya da Bir Sanat Tarihi Tartışması’ yazısını okuduğunuzda da Türk resminin modernleşmesi üzerine bilgiler ediniyorsunuz.
Yazının ilk cümlesi, kitabın gelişim çizgisini sezdiriyor: “Yıllar önce Nazmi Ziya’nın (Güran) Taksim Meydanı resmini görüp üzerine düşündüğümde, yakın tarihimizdeki paradigma değişikliğini araştırmaya dair bir heyecan duymaya başlamıştım.
Seçiciler Kurulu aşağıdaki adlardan oluşuyordu:
Armağan Ekici
Besim Dellaloğlu
Hatice Aynur
Sevengül Sönmez
Tuncay Birkan
Kurul, Atiye Gülfer Gündoğdu’nun ‘Yazının Önünde’ kitabını ‘İnceleme ve Araştırma’ türünde, Eray Çaylı’nın ‘İklimin Estetiği’ kitabını ‘Deneme ve Eleştiri’ türünde ödüle değer buldu. Her iki ödül, oyçokluğuyla verildi.
‘90. Yaşına Girerken Cevat Çapan’a Armağan - Özel Sayı’
Giriş’ten bir bölüm:
“Bu sayımız yine Cevat Çapan’ın iki güzel şiiri ve bir çevirisiyle açılıyor.
Ama sonrası alıştığımız sayılardan değil. Çünkü Cevat Çapan, bu yılın 18 Ocak’ında 89. yaşını doldurup 90’a giriyor.
Yazarlarımızdan Cevat Çapan’ın hayatı boyunca uğraş verdiği şiir, çeviri tiyatro, gölge oyunu ve sinema alanlarından birinde yazacakları bir yazısıyla bu armağan sayımıza katılmalarını istedik. Bütün yazılanlardan bir sonuç çıkaracak olursak, Cevat Çapan’ın en büyük hünerinin hayatın her alanını şiire dönüştürebilme olduğunu söyleyebiliriz.”
Özel sayıda kimlerin yazıları var:
Enis Batur
Geçen iki yıl sağlığın insanın yaşamında ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğrendik. Tıp camiasının da iyi bir yıl geçirmesini diliyorum, sağlığımız onların sağlığına bağlı.
Saat 24.00’ü geçer geçmez yaşanan önlenemez coşkuyu olağan karşılarım.
“Niçin?” diye sorarsanız, çünkü o sırada ajandalarıma gelecek yıl yapacaklarımı yazıyorumdur.
Takvimdeki zaman aralıkları insanoğluna bir girişim gücü aşılar.
Elbet geçen bir yılı da gözden geçirin ama yarını da planlayın. Yapamadıklarınızı yapmaya odaklanın, geçmişte geleceği eritenlere hep şunu derim: Direnen, yarının yeni bir zaman olduğunu düşünenler, kendileri için de çevreleri için de mutlulukla ışıldarlar.
Ama edebiyat alanından birkaç örneği anmazsam, yeni yıl yazım eksik kalır.
Tarık Buğra’nın, ustalığının simgelerinden biri olan ‘Yarın Diye Bir Şey Yoktur’u unutamam.
Aşkınızı, düşüncenizi söyleyin, yaşamın cesareti eşlik etsin size her dem.
- ‘Birdenbire İstanbul’, Selçuk Demirel, YKY
Selçuk Demirel’den bir İstanbul kitabı: Kız Kulesi, Boğaz, Galata Kulesi... Kimi zaman karanlık, kimi zaman huzur verici... Edebiyatçıların İstanbul metinleri eşliğinde...
- ‘The Swimmers’, Julie Otsuka, Domingo
‘Tavan Arasındaki Buda’nın yazarı Julie Otsuka’dan ‘The Swimmers’ mayısta Duygu Akın çevirisiyle raflarda olacak.
- ‘Shylock Operasyonu’, Philip Roth, Monokl
- ’The Hollow Ones’, Guillermo del Toro-Chuck Hogan, Remzi
Ünlü yönetmenin ortak yazarı olduğu fantastik dedektif romanı… Ümran Özbalcı çevirisiyle…
Oysa benim için en iyi hediye kitaptır.
Gazetelerin sanat ekleri yılın en çok beğenilenlerini, okunanlarını bir liste halinde sunuyorlar. Hiç kuşkusuz başı en çok satanlar çekiyor.
Kitapların yanına dergilerin özel sayıları da konulmalı bu listelere, onlar da saklanması gereken çalışmalar.
Edebiyat dışında çeşitlenme yapılmasını öneriyorum.
Yeterince müzik kitapları yayınlanıyor. Müzikseverlerin bunları öğrenmeleri de bir gereksinim. Halk müziğinden operaya kadar konserlerin, festivallerin yapıldığı ülkemizde bu kitapların da adı verilmeli.
Teknoloji, CD’leri vitrinlerden çekti ama LP’ler ilgi görüyor. Pikaplar satılıyor. İnternette müzik üzerine bilgiler yüzeysel, özellikle operalar hakkında yetersiz.
Ne yazık ki artık abonelik dışında yabancı klasik müzik dergileri gelmiyor.
Sesli kitaplar son günlerde revaçta.
‘İstanbul’dan Bizans’a - 1800-1955’ sergisinin kataloğunu okuyunca, dünden bugüne birçok konuyu derinlemesine öğreniyoruz.
Türk ve yabancı uzmanlar, bu aralıktaki tarihte neler olduğunu mimari ve siyasal açıdan incelerken, bir imparatorluğun uluslararası ilişkilerine de ışık tutuyorlar.
Brigitte Pitarakis, ‘İstanbul’dan Bizans’a Yeniden Keşfin Yolları – 1800–1955’ yazısında şehrin önemini özetler:
“Postmodern bir metropol olan İstanbul, zengin kültürel miras katmanlarının üstünde yer alır ve Boğaz’dan durmaksızın geçen gemiler Doğu ve Batı’nın kesişim noktasındaki bu şehrin asırlar boyunca taşıdığı ekonomik ve jeopolitik öneme işaret eder. Şehrin modern taşımacılık ağının temelleri Berlin-Bağdat Demiryolu’nun inşası ve Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla on dokuzuncu yüzyılın sonlarında atılmaya başlanmış, aynı dönemde coğrafi ufukların genişlemesi, bilimsel araştırmalarda ve teknolojideki yaşanan gelişmelerle birlikte geçmiş uygarlıklara ve bugün ‘öteki’ olarak adlandırılan insanlara yönelik yeni bir merak ortaya çıkmıştır.
Pera Palas Oteli (1895) Konstantinopolis’i ve Şark’ı keşfetmeye hevesli ilk konuklarını ağırlamadan birkaç yıl önce, otelin mimarı Alexandre Vallaury, Gülhane Parkı ve Topkapı Sarayı’nın arasındaki alana İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin (1891) neoklasik üsluptaki binasını inşa etmişti.”
Ayasofya: Bir İmparatorluğun Vitrini
İmparatorluğun Görkemi ve Eklektik Zevki
Ayasofya: Bir İmparatorluğun Vitrini
Tanıtım notu: “Yıldırım Gürses, uzun bir aradan sonra sesiyle, yorumuyla yeniden sevenleriyle. 1965-1988 yılları arasındaki daha önce hiç yayınlanmamış Necip Sarıcıoğlu arşiv kayıtlarından oluşan bu albümde eşi Ayla Gürses de iki şarkısıyla yer alıyor.”
Ali Can Sekmeç’in LP’nin içinde yer alan ‘Hoş Sada...’ yazısından bir bölüm:
“1960’lı yıllarda yükselen güçlü bir ses, önce radyo mikrofonlarında sonra da gazino sahnelerinde alışılagelen solist geleneğini sarsmayı başardı. Batı müziği tarzı güçlü bir sesti ondaki... Bu güçlü sesin sahibi Yıldırım Gürses adlı genç bir solistti...
Yıldırım, lise döneminde Bursa Türk Musikisi Cemiyeti’nin değişmez elemanlarından biriydi. Öğrencisi olduğu Bursa Ticaret Lisesi’nde küçük konserler de veriyordu. 18 yaşında Bursa’nın ses kralı oldu. Ankara Radyosu’nun açtığı yetiştirilmek üzere sanatçı sınavını da yine birincilikle kazandı. Radyoda Ayla ile tanıştı, 1962’de evlendiler.
Yıldırım, 1965’te Muhayyerkürdi makamında bestelediği ‘Gençliğe Veda’ adlı şarkısıyla adını geniş kitlelere duyurmayı başardı.
Aynı yıl Hürriyet gazetesinin açtığı ‘Altın Mikrofon’ yarışmasında, 297 Batı müziği yarışmacısı arasında tek Türk müziği sesi olarak 24 kişilik Türk ve Batı müziğinden oluşan çok sesli orkestrasıyla birinciliği kazandı.
Yıldırım Gürses