Her ikisi benim de içinde yer aldığım 1950 Kuşağı’nın edebiyatçıları.
Onat Kutlar ‘İshak’ kitabıyla ödül aldığında hepimiz o ödülün sevincini yaşamıştık.
Okurlarım bilir, bir kentin ruhunu edebiyatçıların yansıttığına inanırım. İkisi de Gaziantep’i bütün özellikleriyle, yaşamıyla yazdılar.
Onat Kutlar, öyküleri dışında sinema yazılarıyla, düzyazılarıyla da edebiyatımıza unutulmaz ürünler bıraktı.
Ülkü Tamer, şiirlerinin yanı sıra çevirileriyle, düzyazılarıyla da edebiyata kalıcı yapıtlar armağan etti.
Kitapta ‘Takdim’i Belediye Başkanı Fatma Şahin yazmış.
Kitaptan bazı satırlar:
Yeteneğin genlerle geçip geçmediğini düşünürüm.
Edebiyatçı babaların edebiyatçı çocukları örnekleri olsa da çok azdır. Türkiye’de aklıma ilk Bener Ailesi gelir. Behçet Necatigil’in kızı Ayşe Sarısayın da tanıdıklarımdan. Ahmet Ağaoğlu’nun oğlu Samet Ağaoğlu ve Samih Rifat’ın oğlu Oktay Rifat ve torun Samih Rifat’ı da saymak gerekir.
‘Beş Romancı Tartışıyor’ kitabını hatırladım. Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Mahmut Makal, Orhan Kemal ve Talip Apaydın baba kavramını tartışıyorlardı. Merkezlerine Balzac’ın ‘Goriot Baba’sını almışlardı.
Türk edebiyatında belleğimde canlananlar şöyle:
- Reşat Nuri Güntekin / Yaprak Dökümü.
- Yusuf Atılgan / Aylak Adam.
- Orhan Kemal / Eskici ve Oğulları.
- Oğuz Atay / Tutunamayanlar.
Semtler genel değişimin en iyi yansıdığı, gözlemlendiği birimler. Eski semtleri yenilerle karşılaştırmak ilginç sonuçlar ortaya koyuyor.
Ben Harbiye’den Kocamustafapaşa’ya, Ayaspaşa’dan Fatih’e, Ataköy’e çeşitli semtlerde ya oturdum ya da kütüphanelerimi kurdum. Hiç kuşkusuz Babıâli, Cağaloğlu, Sirkeci gibi çalıştığım mekânların da bulunduğu yerlerin benim için önemi büyüktü.
İstanbul, tarihte birçok olayın ve yaratıcılarının tanığı. Eski zamanlarda sadece Pera ve Suriçi’nden ibaret bu şehir hem siyasal tarihimiz hem yaşama biçimimiz açısından çok önemli bilgiler içeriyor. Ama bir de köyleri var. Büyük ve doğal bir liman olma özelliğiyle ticaret ve sanayi şehri kabul edilmesinin yanında bir tarım kenti aynı zamanda.
İBB Yayınları’ndan çıkan ‘Köyleriyle İstanbul’ bu konuda bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı eser olma iddiasında. Kitap şehrin, gerçek köy statüsünde olan yerleşim yerlerini hikâyesiyle ele alırken bir zamanlar sadece ‘köy’ olarak geçen şimdilerin büyük ilçelerini anlatıyor.
‘Köyleriyle İstanbul’un sunuş yazısı Ekrem İmamoğlu’na ait. Kitabı hazırlayan Adil Bali de ‘Önsöz’de şunları paylaşıyor:
“Dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan İstanbul’un yanı başında sıralanan bu köylerin tarihi ve hikâyeleri kent yaşamını daha iyi anlamak için bize ışık tutacak. Bir dönem şehrin sebze, meyve, balık ve hatta kömür gibi ihtiyaçlarını karşılayan köyler, kentin giderek büyümesiyle coğrafi olarak şehrin içinde kaldı.
Türkiye genelindeki birçok köy gibi İstanbul’un aldığı göçlerden dolayı kentsel alanların kırsal alanlara doğru taşıp köyleri yutmasıyla kır yerleşmeleri
Kudüs dini, siyasi ve tarihi anlamda çok önemli bir simge. Güncelliği de her dem taze.
HECE dergisi Kudüs için özel bir sayı hazırlamış.
Bu özel sayının ‘İslam Şehri Kudüs’ başlıklı sunuş yazısı İbrahim Demirci’nin:
“Kudüs şehrini çeşitli yönleriyle farklı bakış açılarından tanımak ve tanıtmak, din, tarih, siyaset, sanat ve hayat cephelerinden yansımalarını sergilemek gayesiyle hazırladığımız bu özel sayıya çalışmalarıyla katkıda bulunan bütün yazarlara, Arapça ve İngilizceden yapılan tercümelerin mütercim ve musahhihlerine teşekkür ediyoruz.”
Özel sayının konu başlıkları içerik zenginliğini gösterecektir:
1.Bölüm:
Din
Beytülmakdis’in İslam’daki Yeri ve Önemi
Yalnız büyük kentler değil, semtler de edebiyatçılarla anılıyor. Benim için Ankara, ‘Türk Dil Kurumu’ kurultaylarına gittiğimde tanıdığım dostlarımdan ibaretti. Başta Cahit Külebi, Mustafa Şerif Onaran.
İzmir denilince elbette Halikarnas Balıkçısı. İstanbul’da yaşadığım için bu kentte dost sayısı çoktur.
Florya, Şenlikköy, daha sonra Soğuksu yazlık yerlerdi. Geçenlerde Ateş Yalazan’ın köşesinde o dönemin yazlıklarını okudum. İstanbul dışında yazlıkların ortaya çıkmasını anımsadım.
Gülsüm Cengiz’in Önsöz’ünden satırlar:
“Küçükçekmece geçmişten günümüze, ilçede yaşasın yaşamasın edebiyatçıların ilgisini çekmiştir. Küçükçekmece’de, mahallelerinde ya da Bakırköy ilçesine bağlı olmakla birlikte Küçükçekmece’nin Menekşe’ye sınır komşusu olan Basınköy’de de ülkemiz edebiyatının önde gelen şair ve yazarları belli bir süre de olsa yaşadılar ya da kiminin yolu buradan geçti.
Yolu Küçükçekmece’den geçen edebiyatçılar arkalarında iz bıraktılar. Kimi doğrudan buradaki kendi yaşamından kaynaklanan romanlar, şiirler yazdı; kendisiyle birlikte semt insanının yaşadıklarına, döneme ve çevreye tanıklık etti. Kiminin yapıtlarına dolaylı olarak yansıdı, kimi de yapıtlarında adından söz etti. Bu kitaptaki ilgili bölümlerde, araştırmalarımız sonucunda ulaşabildiğimiz bilgi, tanıklık, anı vb. anlatımların yanı sıra şiir, öykü, roman alıntılarına ve fotoğraflara da yer verilmiştir.”
Anmanın bu yılki sloganı: ‘Bir Kere Doğmuşum/Ölmek Yasak’
Tarih: 15 Haziran Çarşamba. Saat 18.00 Şişli Belediyesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi
Program:
1.Oturum
19.00-20.00
Konu: Attila İlhan ve Sanat
Moderatör:
Erdinç Şenyaylar, Hakan Dedeler ve Engin Gürkey’in kurduğu 3 Hisar grubu, geleneksel Türk müziği motiflerini klasik Batı müziği formlarıyla birleştirerek özgün bir sound yaratıyor.
Parça Listesi
Albümdeki ‘Gün Olur’ ve ‘Birdenbire’ eserleri, Orhan Veli Kanık’ın sözlerinin bestelenmesiyle ortaya çıktı. ‘Aşk’ parçası ise Yunus Emre’nin bir şiiri.
KLASİK TÜRK MÜZİĞİNDE MUSEVİ BESTEKÂRLAR
Albümün adı: ‘Türk Müziğinde Museviler’ (Gözlem)
“15. asrın son yılları ile 16. asırda İspanya ve Portekiz’den Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşen Museviler, birinci derecede ticaretle uğraşmışlardır. Ancak Endülüs’te kazandıkları ilim, sanat ve hünerleri de beraber getirmişlerdir. Yahudiler kısa zamanda tıp alanında da parlamışlardır, padişah hekimbaşılığına kadar yükselen birçok Musevi hekimi vardır.
Museviler Türk müziğine de faal şekilde iştirak etmişlerdir. Osmanlı topraklarına yerleştikten sonra sinagoglardaki dualar Türk makamlarında bestelenip okunmaya başlanmıştır. Günümüzde Sefarad (İspanya kökenli) sinagoglarında bu gelenek halen sürdürülmektedir.
Bu nedenle özellikle sinagog mugannileri (hazanlar) görevlerini başarıyla sürdürebilmek için Türk müziği makamlarını öğrenmişler ve bu konuya özel ilgi duyanlar arasından çok sayıda müzisyen ve bestekâr yetişmiştir.
Özellikle pandemi günlerinde aksatmadan çalışmamızı sağlayan sahaflara teşekkür borçluyuz. Masamın üzerindeki kitaplara bir yenisi daha katıldı: ‘Sahaflar Kitabı-Son İstanbullu Sahaflarla Konuşmalar’ Hazırlayanlar: Fulya İbanoğlu, Filiz Dığıroğlu, İsmail Kara.
İbanoğlu ve Dığıroğlu’nun Sunuş’undan bir bölümü okuyalım:
“Bu eserin vücut bulmasında sahaflar ve deneme-hatırat yazarları kadar -belki onlardan önce- Hocamız İsmail Kara’nın rehberlik ve emeğinin tesiri büyüktür. Zira bizde bu fikirleri ilk gençliğimizden itibaren mayalayan, çalışmanın kisve-i tab’a bürünmesi sürecinde her seferinde kendisiyle istişare ettiğimiz, kitabın muhteva ve tertibinde bize yeni ufuklar açan hep o olmuştur. Onunla çalışmak büyük zevk, ucu bucağı görünmez bir ders mesabesindedir. Öyleyse artık bazen bir yelkenli, bazen bir ada, bazen bir tekke,
bazen de henüz keşfedilmemiş bir evrene dönüşen sahafın dünyasını okumaya başlayabiliriz.
O dünyanın tamamı mütevazi bir kitabın sayfalarına sığdırılamaz elbette. Ama kitaba da sığmazsa, sığınmazsa sahaf nereye sığar?”
İsmail Kara’nın yazısının başlığı şu: ‘Sahaflar Arasında-Bir İki Hatıra, Birkaç Söz.’
“Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı.”
İsmail Kara’nın yazısı sahaf mesleğinin niteliğini, araştırmacının hayatındaki yerini, sahafları ve sahaf dükkânlarındaki atmosferi ustaca bize aktarıyor.