İki kitabın adları:
- ‘Cumhuriyet’in 100 Günü: İnkılabın Ayak Sesleri’
- ‘Cumhuriyet’in 100 İsmi: Büyük Devrimin Portreleri’
Kitapların oluşum, yazılış süreci benim dikkatimi çeker. Bu yazıdan çalışma yöntemi, kaynaklara, belgelere yaklaşımı, değerlendirmesi anlaşılır. Cumhuriyet’le ilgili kitaplar bugünlerde mutlaka okunmalıdır. Bugünü anlamak için dünün tarihini okumalıyız.
Gürkan ne diyor?
Bir imparatorluktan Cumhuriyet’e geçiş 19 Mayıs 1919’la başlamaz, bazı tarihler öne çıkar ama altını, arkasını beslemek şartıyla.
Ayrıca inceleme, sadece sınırlarımız içindeki değerlendirmelerle de yetinmiyor.
Ailem yazlığa ben kütüphaneye giderdim. Kitaplarımdan, long play’lerimden, kırtasiyelerimden uzak olunca kendimi çok yalnız hissediyorum.
Sıcak, bir yandan eve kapatıyor insanları.
İstanbul’u dolaşıyorum. Rehberlerim ne?
İstanbul üzerine şarkı besteleyenler, İstanbul’u yazanlar, bu şehri yeniden tanımamı sağlıyorlar.
Her semtin bir şarkısı vardır. Onlar yalnız müziğin değil, yaşama biçiminin de tanıklarıdır.
Hemen hemen hepsini dinledim, belleğime kazındı.
Örnek vermeliyim.
Büyükada’ya giderken
Osman Müftüoğlu her gün beden sağlığımızı düşünürken cumartesi günleri de ruh sağlığı üzerine tavsiyelerde bulunuyor. Gerçekten de günümüz insanının müziğe ihtiyacı tartışılmayacak derecede önemli.
Ruhun gıdası müzik denince acaba “Hangi müzik?” sorusu aklıma geliyor. “Her türlü müzik” yanıtını verenler biraz daha düşündükten sonra karar versinler.
Müzik terapisi imparatorluklardan bugüne gelen bir tedavi yöntemi.
Evliya Çelebi’nin Edirne Darüşşifası’nı anlattığı satırlar bugüne kadar geliyor.
Charles Baudelaire’i intihardan kurtaran müzikmiş.
İki kitap tavsiyesinde bulunacağım:
1- ‘Müzik Terapisi’
Rachel Darnley-Smith, Helen M. Patey
Unuttuğumuz semtler, unuttuğumuz alışkanlıklar böyle günlerde yeniden canlanıyor.
Caddelere baktığımda uzun yıllar önce Ara Güler’in çektiği fotoğraflar canlanıyor belleğimde. Biriken iş yoğunluğundan Müzik Festivali’nden bazı önemli konserleri kaçırdım, solistleri dinleyemediğim için üzgünüm.
Konserlere giden dostlarım doluluk oranının yüksek olduğunu söylediler, sevindim.
Eskiden Bayram Gazetesi çıkardı, o da artık yayınlanmıyor.
Saatlerce süren uzun yolculuklara dayanamadım, hayatımda öğrendiğim tek şey, mihneti kendine zevk etmek.
Zaten yazlık yerleri kışın severim, büyükşehirlerdeki yalnızlık, terk edilmişlik beni etkiler.
Bazı şehirleri tanımak için bazı yazarları okumak gerekir. Konu İstanbul’sa Sermet Muhtar Alus mutlaka okunmalı.
Ona dair bir kitabı varakladım.
Tatilde ne okumalıyız?
Bu liste bence çok dikkatle hazırlanmalı. Çoğumuz o yıl ilgi gören kitapları tavsiye ediyoruz.
Araya ödül kazanan kitapları da katıyoruz.
Bu yöntemle iyi bir okur kitlesi kazanacağımıza inanmıyorum. Altyapısı olan biri o kitabı okuyacak, daha önceki kitaplarını bilmiyorsa, yazarın gelişim çizgisini öğrenemeyecek.
Tatil kitaplarını hazırlarken okul çağındaki çocuğunuzun zevkine göre de kitap seçmelisiniz.
Genelde yaz günlerinin dağınıklığında sanırım ciddi kitaplara pek yer yoktur. Bence polisiye kitapları sıralamada öne almak gerekir.
Hiç kuşkusuz ödül kazananları da almalı, Türk edebiyatının seyri onlardan öğrenilebilir.
Küçük bir kütüphane her evin ihtiyacıdır. O kitaplıkta bir edebiyat tarihi ile antolojiler yer almalıdır. Çünkü edebiyat tarihi bir ülkenin edebiyatının gelişim çizgisini gösterir, önemli adlarını öğretir.
Rahşan Apay/Viyolonsel/Çello
Önsöz’den satırlar:
“Hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Her şey bir gün buluşması gerekenle buluşuyor, zincir tamamlanıyor. Bu albümün hikâyesi de öyle. Yıllar önce bir gün annemle Prof. Dr. Hüsrev Hatemi’nin muayenehanesindeyik... Hoca bana dönüp ‘İsminin anlamını ve nereden geldiğini biliyor musun?’ dedi. Sonra Rahşan isminin Pers dilinden geldiğini ve diğer dillerdeki karşılıklarından birinin de Roxana olduğunu anlattı.
Yıllar sonra yolum besteci Armağan Durdağ ile kesişip kendisine bu anekdotu anlattığımda Büyük İskender’in Roxana’yı Pers topraklarında bulup nikâhlı tek eşi olarak aldığını anlatmasıyla, ‘Roxana’ Viyolonsel Konçertosu’nun tohumları ekilmeye başlamıştı. Durdağ’ın müziklerindeki tını zenginliğini, yani orkestrayı binbir renkle donatabilmesini, birbiriyle konuşan çalgıların gizli katmanlar oluşturmasını, ritim ögesine duyduğu özel ilgiyi, yerel Türk ögelerimizle yetinmeyip 1980’lerden bu yana özellikle Amerikan çağdaş klasik müziğinde etkin olan Yeni-Romantik akımı müziğine katmasını ve yavaş müziklerindeki mistik lirizmini daima çok sevdim. Bu nedenle kendisinden bir konçerto yazmasını rica ettim. Müziğindeki bu özelliklerle, çağdaş bir Türk bestecisi olarak viyolonsel repertuarına eser vermesi biz çellistler için büyük bir kazanç olacaktı.
Böylece 2012 senesinde ‘Roxana’ aynı zamanda benim de doğumumdur.
Hayatımda benim de geçtiğim evreleri anlatan, Roxana’nın dilinden bir konuşmadır; gerçek ile yalanı ayırt eden, hayatı küçük ya da büyük yaşamayı kıyaslayan bir iç hesaplaşmadır.
Kıymetli Cumhuriyet’imizin 100. yılında, birinci kuşak Türk bestecilerinden
Elbet zevklere göre değişir deyip genel bir giriş yapalım.
Ama şu soruyu da kendimize sorabiliriz?
Niçin müzik dinliyoruz?
Daha derin bir soru, müzisyen niçin müziği seçer?
Santurunu dinlediğim, kitaplarını okuduğum Sedat Anar’ın müzikle ilgili yazılarının seçkilerinden oluşun bir kitabı yayımlandı.
Adı:
‘
Büyük sanatçıların çocuksu yanlarını çok severim, dünyaya iyilikle bakarlar.
Tanınmış yabancı besteciler kadar Türk bestecilerini de çaldı, onları dünyaya tanıttı, yaptığı kayıtlar bu açıdan çok sesli müziğimize büyük hizmettir.
Onun her konseri bana iyi bir sanatçının icrası kadar dünyaya açılan çok sesli bir müzik şölenini yaşatır.
Cana Gürmen’in eşlik ettiği konserini dinlerken, müzikten anlayan bir arkadaşım, bilinçaltından bilince çıkan bir saptamasını bana iletti:
“Ben ne zaman Suna Kan’ın konserine gitsem, onun yüzü bana Cumhuriyet kültürünü çağrıştırır, Cumhuriyet kızları galerisinde yerini almıştır.”
Hoşuma giden bir yorum.
İdil Biret