Fatih Çavuş’un ‘Taşların Öteki Hikâyesi’ - ‘Osmanlı mezar taşlarından yaşanmış hikâyeler’ kitabı geçmişten bugüne aktardığı bilgilerle ilgimi çekti.
Bakın hangi soruların yanıtlarını bulacaksınız?
- Türklerin ilk sözlüğünü kaybolmaktan kurtaran kimdir?
- Dünyadaki ilk araba vapuru icat eden Şirket-i Hayriye müdürü kimdir?
- Elçilik görevi sırasında yasak aşk yaşadığı hizmetçisinin hamile kalması sebebiyle utancından intihar eden paşa kimdir?
- İdam edildikleri için başı ve gövdesi farklı yerlere gömülen paşalar kimlerdir?
- Kaldırım taşı meselesi yüzünden suikastla öldürülen İstanbul şehremini kimdir?
- Ruam hastalığına tedavi ararken hastalığı kapıp şehit olan askeri hekimlerimiz kimlerdir?
Kitabı yazma amacını da önsözde açıklıyor:
“Şehir, eski devirlerden bu yana sürekli bir cazibe merkezi olmuş ve çevresindeki topluluklarca arzulanmıştır. Çevre uygarlıklar bu gözde mekâna gayet görkemli isimler vermişlerdir. Bulgarlar “Çarigrad” yani çarın şehri, Araplar ise “el-Mahrusa” yani gözetilen, korunan kent unvanını yakıştırırken, şehre sahip olanlar da ellerindeki cevherin farkında olduklarını yine kullandıkları başka sıfatlarla göstermişlerdir, İmparator Konstantin, temellerini attığı kente ‘Nea Roma’ yani Yeni Roma diyerek ilkçağ dünyasının en görkemli kentinin veliahttı olan bir yerleşimde hüküm sürdüğünü ilan eder. Bir diğer Doğu Roma imparatoru olan ve devlete altın çağını yaşatan Justinyanus ise şehri ‘Ebedi kent’ olarak nitelendirir. Osmanlılar da payitahtlarına ‘Dersaadet’ yani mutluluk kapısı demeyi tercih ederler.
TARİH BOYUNCA KİLİT KONUMDA
İstanbul, tüm bu unvanları fazlasıyla hak eder. Zira kent, Megaralılar tarafından temellerinin atıldığı ilk anlardan itibaren kilit konumunu muhafaza etmeyi bilmiş ve bir metropol olma özelliğini korumuştur. Pers-Yunan savaşlarında ve sonrasında Yunan sitelerinin kendi aralarındaki Peleponnes savaşlarında rol almış, Roma devrinde çıkan iç isyanlarda taraf olmuş, hatta bu isyanların birinde muhalefet ettiği Septimius Severus tarafından büyük bir zarara uğratılmıştır.
Ancak gerek bu hükümdar gerek sonraki Roma imparatorları kentten vazgeçememişler ve bunun neticesinde Büyük Konstantin, şehri Roma imparatorluğunun merkezi yapmıştır. Hz. Muhammed’in hadisine konu olan şehir, Batı Hıristiyanlarının da düşlerini süslemiştir. 1204’te büyük bir yağmaya sahne olurken, 1453’te şehre giren Osmanlılar, Bursa ve Edirne’yi bir yana bırakarak İstanbul’u saltanatlarının merkezi haline getirmişlerdir. Şehirdeki Osmanlı iktidarının ilk hükümdarı olan Fatih, tıpkı şehre adını veren Büyük Konstantin gibi, yeni başkentine farklı yerlerden nüfus getirtmiştir. Kenti pagan devri ve Hristiyanlık döneminin abidevi eserleri ile donatan Konstantin’le yarışırcasına, o ve vezirleri birbiri peşi sıra külliyeler etrafında gelişen mahalleler inşa etmişlerdir.
KEYİFLİ BİR ŞEHİR TARİHİ
Elinizdeki eser, genel okuyucu kitlesine hitap etmektedir. İstanbul hakkında yapılan pek çok çalışma popüler ya da bilimsel dergilerin, armağan kitaplarının ya da yayınların içinde kalmakta, bu veriler genel okur kitlesine ulaşamamaktadır. İstanbul üzerine kaleme alınan söz konusu çalışmalardan hareketle 22 bölümlük bir İstanbul tarihi yazma ihtiyacı duymamın temel hareket noktası hem bu çalışmaların okurlarla paylaşılması hem de keyifli bir şehir tarihinin ortaya çıkarılmasıdır. Dönemlerin sınıflandırılmasında şehrin tarihine damgasını vurmuş belli başlı olaylar, geçiş devreleri, değişim-dönüşüm ya da kırılma evreleri esas alınmıştır. Eser, İstanbul’u tüm yönleriyle ele alma iddiasında değildir; zira bunun zorluğu ortadadır. Çalışmayı kaleme alırken, okurlarımla paylaşmayı arzuladığım bazı ilginç hadiseler ve gelişmeler arasından bir seçki yaptım. Bu noktada, mesleğimin de bir etkisi olsa gerek. Her öğretmen mesleğini icra ederken, tarihin bazı evrelerine değişik noktaları ön plana çıkararak yaklaşır. Doğal olarak bu kitap da yazarının bir İstanbul seçkisi niteliğindedir.”
Yıllar önce Kahire’ye bir kongre için gitmiştim. İki rahmetli dostum da oradaydı; Sevgi Gönül ve Nevzat Atlığ. Bir de aziz dostum Ekmeleddin İhsanoğlu da kongreye gelmişti.
Nevzat Atlığ’ın yönettiği koronun konserini dinlemiştim.
O günlerde de Giuseppe Verdi’nin Aida operası temsil ediliyordu, eserin geçtiği yerde, piramitlerde icra ediliyordu.
Daha önce dinlediğim Aida’nın müziği daha bir somutluk kazanıyordu sanki, o etkiyi yaşadım. Piramitlerin arasından iki bine yakın askerin dönüşü görkemliydi.
Trajik sonu da belleğimizde iz bırakmıştı. Şimdi dinlerken görüntüler canlanıyor gözümde.
Frankfurt Operası’nda Mozart’ın Sihirli Flüt’ünü seyrettim, alabildiğine sade bir dekor yapmışlardı. Kahire’deki zevki aldım.
İkisini de daha önce dinlemiştim.
Salona girerken operanın metnini seyirciye verirler, meraklı bir seyirci önce konusunu okur.
Bugün size üç sözlük tanıtacağım:
İlki Yusuf Çotuksöken’in Türkçe Sözlük’ü.
Dış kapağında şunlar yazılı:
- Türkçe
- Kardeşlik
- Eğitim
- Demokrasi
- Adalet
Buluşmalarda, toplantılarda bir gün olsun onu sert bir söylemde görmedim. Eleştirinin bile güler yüzle, kırmadan yapılabileceğini ispatlayan bir yönetici, bir yazardı.
Yaşamın güzelliğini överdi, bunu kendi yaşamında da ispat etti.
Yazılarını okur, televizyon programlarını seyrederdim, müziğin yaşamımızdaki vazgeçilmezliğini bu programlarda ispatladı.
Sedat Ergin’in Hürriyet’te yayımlanan, “Güneri Cıvaoğlu’nun Ardından – Kanserle de Zarafetle Mücadele Etti” yazısını okumanızı salık veririm.
İyi, emek verilmiş bir biyografi örneği idi.
İyi gazetecilerin gündelikten bugünlere uzanan siyasal tarihimizi kitaplaştırmalarını bir kez daha anımsatırım. Her karşılaştığımızda onun güler yüzü benim belleğime yer etti. Konuşmasında gökyüzünün mavisinin onu nasıl mutlu ettiğini, gündelik dertlerden azade kıldığını söylemişti.
Bu yanıtı okurken Sabahattin Eyüboğlu ile Yaşar Kemal’in birlikte hazırladıkları ‘Gökyüzü Mavi Kaldı’ başlıklı antolojiden dizeler dökülmeye başladı.
Urfalı oldukları belirtiliyor, belki de oranın neşvesini Batı’nın melodileriyle birleştirmişti. Tiyatro bir dram bir komedi olarak karşımıza çıkar, aslında hayat ikisinin karma varlığıdır.
Bütün müzikseverlerin bildiği, dinlediği Timur Selçuk kitabını görünce sevindim, bir eksiğin tamamlanmış olduğunu gördüm.
Kitabın adı: Timur Selçuk- Sana Bir Gün Tepeden Baktım Aziz Türkiye
İlk yazı Feridun Andaç’ın: Müziğe Adanmış Bir Ömrün Tanıklığı
50. yıl konseri öncesiydi, buluştuğumuzda, artık Adam Sanat’ta yayınlanan müzik yazılarını kitaplaştırmanın zamanı geldiğini kendisine söylemiştim. Dergideki yazılarının birer kopyasını çıkarmış dosyalayarak Timur Selçuk’a vermemin üzerinden bir hayli zaman geçmişti. Konser sonrası yazdığım yazıyı okuduktan sonra aramıştı. Müzikteki 50. yılına dair şunları yazmıştım:
Şarkılarla bir ömür... Kaç zaman oldu onun şarkılarındaki tınıya, renge, ezgi denen duyguya döneli… Yitmeyen, yitirilemeyen bir dostlukla andı gibi; bir yerlerde belleğinize filizleniverir Timur Selçuk ezgileri.
Onun 50. yıl konserini izlemeye kendimi birkaç gün öncesinden hazırladığımı söylemeliyim. Müzik yolculuğunu tam da 30. yılında TOBAV tarafından düzenlenen “Timur Selçuk’a Saygı Gecesi”nde sunulacak bir armağan kitabı hazırlarken kendisiyle uzun uzun konuşmuştum.
Arşivinin bir ucuna, fotoğraflarına göz atmış;
“Ankara Yazıları kırk yıldır yaşadığım bu güzel şehrin tarihidir. Hayat bilgisidir. Gazetelerde, dergilerde yayınlanmış olan ‘Ankara Yazılarım’dan seçtiğim bir Ankara seçkisidir.
Kentin geçmişinden bugüne tarihini, nüfus yapısını ve imar durumunu da bu kitapta ele aldım. Büyük usta Neşet Ertaş’ın dediği gibi kentin ‘evvelini ve ahirini’ anlatmaya çalıştım. Kentin kültür bilinci, sinema, tiyatro, kültür ve sanat izleyicisinin niceliği ile doğru orantılıdır.
‘Ankara Yazıları’ kentte yaşayanların gözünden kentin bugününü, yarınını ve geleceğini değerlendiren yazılardan oluşan bir çeşit şehrengizdir.
Kentin semalarında sözler kanat çırptığında kentimizin belleğinde sadece Ankara kalacaktır.”
İçindekiler:
Yakup Kadri’nin Ankara’da Üç Mahallesi
Çıkıkçılar Yokuşunda Bir Gün
Ankara’nın Kuleleri
Bu konuda bir kitabı görünce, merakımı giderecek bir kaynağa ulaştığım için hemen okumaya başladım.
Doğa sevginiz varsa, onunla ilgili bilgi edinmek istiyorsanız size bir kitap tavsiye edeceğim:
Şükrü Karatepe’nin ‘Şehir Ağaçları’ kitabı.
Önsöz:
“Ağaçlar hakkındaki ilk bilgileri, henüz çocuk yaşlarımda, bahçıvan olan babamdan ögrendim. Lisans öğrenimimi ve akademik çalışmalarımı Kamu Hukuku alanında yaptım. Fakat ağaç konusuyla heveskâr bir amatör olarak ilgilenmeyi hiçbir zaman ihmal etmedim. Sürekli okuyarak ve gördüğüm özellikli ağaçları inceleyerek bilgilerimi geliştirmeye çalıştım. Ağaçlar üzerine çıkan yayınları yakından takip ettim, kütüphanemde Anayasa ve İdare Hukuku kitapları kadar da ağaç kitabı birikti. Şehir ağaçları kitabı hazırlamamın ise, akademik ilgilerimden çok, belediye başkanlığımda karşılaştığım pratiklere dayanan nedenleri vardır.
.
Görevim gereği sıkça gittiğim yurtdışı seyahatlerimde, dünyanın önde gelen şehirlerinin cadde, meydan ve parklarındaki ağaçları yakından tanıma fırsatı buldum. Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya’nın düzenli gelişen ve fiziki görünümleri hayranlık uyandıran şehirlerinde ağaçlar, beton ve asfaltın insanlar üzerindeki baskısını azaltan mimari bir unsur olarak mekanla birlikte tasarlanıyor. Bahçe, park, cadde, sokak ve meydanlara dikilen ağaç türleri, bölgenin iklim şartları, toprak yapısı, mekânın genişliği, sokakların yönü, binaların boyutu dikkate alınarak seçiliyor. Kalabalık, kirli ve güvensiz şehir ortamının risklerine karşı özenle korunan ağaçlara düzenli bakım yapılıyor, gübre, ilaç, su ihtiyaçları zamanında karşılanıyor.
Ülkemizde