Az bilinen bu hastalıkla ilgili bilgi veren Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin Akçay, hastalık ismi Yunancada ‘morumsu pigment’ anlamına gelen ‘porphyra’ kelimesinden aldığını, çünkü atak sırasında hastaların idrar ve dışkılarının bu rengi aldığını söyledi. Prof. Akçay, hastalıkla birlikte ışığa duyarlılık olduğunu söyledi.
BELİRTİLERİ NELER
“Amerikan devrimi sırasında Britanya Kralı George III’ün yaşadığı benzer delilik atakları, diğer yönleriyle edindiği iyi izlenimi gölgelemiştir. İçinde bulunduğu durumun belirtileri kralınintermittent porfiriya hastası olduğunu göstermektedir” diyen Prof. Dr. Akçay, şöyle anlattı:
“Ani başlayan şiddetli karın ağrısı, bulantı, kusma gibi gastrointestinal sistem bulguları, halüsinasyonlar, anksiyete zihin bulanıklığı, depresyon ve paranoya gibi nöro-psikiyatrik belirtiler, anemiye bağlı çarpıntı ve taşikardi, hipertansiyon, göz kararması ve bayılmanın yanı sıra güneş ışığına karşı aşırı duyarlılık ve ciltte su toplanması, kol, bacak ve sırtta ağrı, böbrek fonksiyonlarında azalma ve dişlerde anormal renklerin oluşması. Bazı ilaçların kullanımı, açlık, sigara ve alkol, enfeksiyonlar, vücutta fazla demir birikimi, emosyonel ve fiziksel stres ve güneşte kalma; porfiriya ataklarını tetikleyebilen faktörler. Özellikle anestezi gerektiren cerrahi müdahale ve diş tedavilerinde, güvenli anestezik ajanı kullanılabilmesi için mutlaka hekime porfiriya tanısı belirtilmelidir. Porfiriya tanısı, kan, idrar ve dışkının biyokimyasal analiziyle konur.”
KARIŞTIRILIYOR
Bu hastalıklara sebep olan risk faktörlerine değiştirilebilir ve değiştirilemez olarak ikiye ayıran Prof. Ergene, risk faktörlerinin büyük kısmının önlenebilir olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Ergene, şunları söyledi:
RİSK FAKTÖRLERİNE DİKKAT
“Sigara, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, şeker hastalığı, obezite belli başlı önlenebilir risk faktörleridir. Temel ve önlenebilir risk faktölerinde birincisi ve en önemlisi sigaradır. Özellikle son 20 yıl içerisinde belirgin olarak değişmiş olan beslenme şeklimiz kalp hastalıklarına zemin hazırlamaktadır. Aşırı miktarda ve tuz, yağ, karbonhidrat ihtiva eden ‘fast-food’ yiyecekler, kızartmalar, salamura gıdalar, uzun raf ömrü sağlamak için koruyucu madde kullanılarak hazırlanan besin maddeleri; yüksek tansiyon, şeker hastalığı, obezite gibi hastalıkların ve risk faktörlerinin gelişmesine sebep olmaktadır. Yüksek miktarda tuz, yağ ve kalori içeren besin maddelerinin tüketilmemesi, kan şekeri takibinin düzenli yapılması, obeziteden sakınılması, düzenli fizik aktivite yapılması; kalp ve damar hastalıklarının gelişmesini önleyen birincil koruma tedavisi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Haftada üç gün yarım saatlik orta tempolu yürüyüş, önerilen asgari egzersiz programıdır.”
BELİRTİLER NELER?
Tıbbi bitkilerle tedavi dünya çapında ve binlerce yıldır tıp sistemlerinin içerisinde yer almıştır. Tıbbi bitkiler ile tedavi şekli, Uzakdoğu’da özellikle Çin ve Hindistan başta olmak üzere, Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında, Afrika ve Okyanusya’da Şamanlar’ın her zaman başvurduğu yöntemler olmuştur.
Fitoterapist Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Hekimi Dr. Serdar Özgüç, şöyle anlatıyor:
“Fransız hekim Henry Leclerc (1870 – 1955) tarafından tıp bilimine dahil edilmiştir. ‘Tedavi edici, hastalıkları iyileştirici ve hastalıkları önleyici olarak bitki kısımlarından hazırlanmış bitkisel ilaçlardan yararlanarak tedavinin gerçekleştirilmesi’dir. Bu tanım Avrupa birliğini kapsayan tüm ülkelerce geçerli ve kabul edilmiş bir tanımdır.
30 YILDIR YÜKSELİŞTE
Fitoterapiye olan ilgi son otuz yıl içerisinde artmıştır. Bitkisel ilaçların 1970’li yılların sonunda hızla önem kazanmasında, modern tıbbın özellikle kronik olgularda zaman zaman yetersiz kalması, bazı felsefi görüşlere aykırı bulunması, patent haklarının ilaç fiyatları üzerindeki aşırı etkileri, son yıllarda sentetik moleküller üzerindeki yeni formülasyonlarda oluşan tıkanıklıklar gibi faktörler rol oynamıştır.
1976 senesinde tıbbi bitkilerin ruhsatlandırılmasına başlayan Almanya, bugün yüzde 60’lara varan bitkisel ilaç kullanım oranıyla Avrupa pazarında yüzde 38’lerle en büyük paya sahiptir. Almanya’yı yüzde 28 ile Fransa takip etmektedir. Ayrıca Avusturya, İsviçre bitkisel kökenli ilaçlarla ilgili yasal düzenlemelere büyük önem vermektedir. Almanya’da doktorlar cevap alacaklarını düşündüklerinde tedaviye çoğunlukla bitkisel ilaçlarla başlamaktadırlar.
TAMAMLAYICI OLARAK
Kardiyovasküler Akademi Derneği, şimdiye kadar görülmemiş bir hızla değişmekte olan global bir dünyada dijital çağa ayak uydurmak, kardiyovasküler alanında çalışma platformları oluşturmak ve genç hekimlere eğitim ve araştırma desteği sağlamak amacıyla genç kardiyolog hekimlerin öncülüğünde kuruldu.
Bu yılki kongrede konusunda duayen hocalar, deneyimlerini ve gelişmeleri genç kardiyolog hekimlere aktaracak. Ayrıca bizzat genç kardiyologlarca Türkiye’de yönetilen ve yürütülen kalp-damar sağlığı ile ilgili güncel verileri ortaya koyan bilimsel çalışmalar da tartışılacak.
ÖLÜMLERDE İLK SIRADA
Kongre önce konuştuğum Kardiyovasküler Akademi Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, dünyada her 33 saniyede bir kişinin kalp krizinden hayatını kaybettiğini, Türkiye’de de kalp-damar hastalıklarından ölümlerin birinci sırada geldiğini söyledi. Türkiye’de hizmet veren hastanelerden yaklaşık 850’sinin devlet, 550’sinin özel hastane olduğunu hatırlatan Ergene, “Bu hastanelerde çalışan kardiyoloji uzmanı genç meslektaşlarımız kalp hastalarımızın yüzde 80’inden fazlasını tedavi ediyor” dedi. Ergene, kongrenin bilimsel programında güncel bilgilerin yanı sıra hekimlere sıkça sorulan ‘spor salonuna yazılsam mı’, ‘oruç tutabilir miyim’, ‘kalsiyum işe yarar mı’ gibi sık sorulan soruların cevaplarının yer alacağını da sözlerine ekledi.
Türk halkı
çok farklı
KONGRENİN Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ömer Kozan ise çok önemli bir konuya parmak basarak, Türk halkının kalp-damar sağlığı politikalarının yabancıların verileriyle belirlenmeye çalışıldığını ifade etti. “Artık ulusal verilerle konuşmanın zamanı geldi” diyen Kozan, şöyle devam etti: “Kongremizde Türk halkının demografik özelliklerini yansıtan çarpıcı veriler ve araştırma sonuçlarını sunacağız. Türk insanının diğer ırklardan farklı olduğu düşüncesiyle yola çıkılarak, Türk halkının demografik verilerine göre elde edilen sonuçlar, insanlarımız için daha uygun tedavi yöntemlerine de ışık tutacak.”
Yapılan araştırmalar, yoganın fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal sağlık üzerinde olumlu etkileri olduğunu kanıtlıyor. MS’ten kalp-damar rahatsızlıklarına, konsantrasyon bozukluklarından kaygıya, kas-iskeletten sinir sistemine onlarca hastalıkta yoganın iyileşme sürecini hızlandırdığı, artık bir sır değil.
Yoganın sağlık üzerine etkilerini konuşmak için İzmir’deki Alsancak Yoga’nın kurucusu, aynı zamanda Ege Yoga Derneği’nin kurucusu ve halen Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sürdüren Gizem Gümüşay ile buluştum. Gümüşay, yoganın pek çok rahatsızlığın iyileşmesinde modern tıbba önemli katkılar sağladığının uzun yıllardır bilinen bir gerçek olduğunu ifade ederken, henüz bir sağlık sorunu olmayan bireylerin yaşamlarını hastalanmadan sürdürebilmeleri açısından da eşsiz olduğunun altını çizdi.
DOKTORLAR FAYDANIN FARKINDA
Şehir yaşamının getirdiği zorlukların, mesleki şartlar ve kaygıların, ekonomik koşulların ve hızlı sosyal değişimlerin insanların hem fiziksel hem de ruhsal sağlıklarını olumsuz yönde etkilediğini hatırlatan Gümüşay, tüm bunların sonucunda ciddi rahatsızlıkların ortaya çıktığını belirtti. Üstelik bu baskıdan kurtulabilmek için kişilerin alkol, sigara, uyuşturucu madde kullanmak gibi zararlı alışkanlıklara yöneldiğini belirterek, doktorların ve uzmanların bu durumlara düşülmemesi için de yogayı önerdiklerini anlattı.
Yoga için merkezine başvuran kişilerin son yıllarda doktorlar tarafından daha yoğun bir şekilde yönlendirildiğini dile getiren Gümüşay, “Çünkü doktorlarımız biliyor ve takip ediyorlar ki yoganın rahatsızlıklar üzerine olan etkileri, her geçen gün daha fazla bilimsel çalışmalarla destekleniyor” dedi. Bir yoga eğitmeni olarak pek çok kez gönüllü olarak bilimsel çalışmaların içinde yer aldığını ve etkilerini kendisinin de doğrudan gözlemlediğini kaydeden Gümüşay, şöyle devam etti:
DEÜ’NÜN MS VE YOGA ÇALIŞMASI
“Örneğin geçen yıl Dokuz Eylül Üniversitesi Nöroloji Ana Bilim Dalı ile MS hastaları üzerine altı ay süren bir çalışma yaptım. Ben ve ekibimizde kendisi de MS hastası olan yoga eğitmeni arkadaşım, doktorları tarafından gruplandırılmış MS hastaları ile haftada bir gün yoga seansları yaptık. Psikologların ve fizyoterapistlerin gözlemlediği ve takip ettiği bu çalışmalarımızın neticesi hem şaşırtıcı hem de harikaydı. Şaşırtıcıydı; çünkü, çalışmanın başında ve sonunda denge, yürüyüş, ağrı, yorgunluk, hareket korkusu ve depresyon değerlendirildi. 6. ayın sonunda hastaların yaşam kalitesinin zihinsel bileşeninde artış, depresyon ve yorgunluk seviyelerinde azalma ve yürüyüş değerlendirmesinde iyileşme görüldü. Harikaydı; çünkü, MS gibi ömür boyu süren bir hastalıkta sadece 6 ay gibi kısa sürede kişilerin yaşam kalitelerinde anlamlı ve olumlu etkiler görmek, açıkçası paha biçilemezdi. Yaptığımız çalışmaların benzerleri yurtdışında da pek çok hastalıkta yapılıyor. Örneğin Boston Üniversitesi’nden Chris Streeter ve arkadaşları, tüm majör beden fonksiyonlarını etkileyen vagus sinirinin uyarımının yoga ile düzenlenebildiğini ortaya koydu. Bu tür bilimsel çalışmalar, farklı hastalıklar için farklı yoga tekniklerinin insan fizyolojisini olumlu yönde nasıl etkilediğini gösteriyor. Hasta olanlar için bu olumlu etkiler varken, sağlıklıysak da sağlığımızı uzun vadede korumak ve dengede tutmak adına yogaya yaşamımızda yer açmak akıllıca bir yatırım gibi görünüyor. Yani yoga uygulamaları yapmak, daha iyi bir sağlığa, daha mutlu bir bireye ve topluma sahip olmak için doğru bir seçim.”
Beykent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu Prof. Dr. Haluk Hayri Öztekin ‘10 soruda PRP ve Kök Hücre Tedavileri Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar’ı şöyle sıraladı:
* PRP ve Kök Hücrenin birbirinden farkı yoktur: PRP veya TZP, trombositten zengin bir kan ürünü olup doku iyileştirici hormonlar içermekte ancak kök hücre içermemektedir. Kök hücreler ancak kemik iliğinden ya da yağ dokusundan elde edilebilmektedir.
* PRP ve Kök Hücre her hastalığa iyi gelmektedir: PRP ve Kök Hücre mucizevi bir yöntem değildir. Bu konuda uzmanlaşmış hekimler tarafından, doğru endikasyonla doğru sayıda yapılırsa yararlı olabilecek bir yöntemdir.
* PRP ve Kök Hücre yaşlılığı engeller: Yaşlanma sürecinin yavaşlaması veya engellenmesi şu an tıbben mümkün değildir. Tedavi yapılan dokularda geçici iyileşmeler beklenebilir.
* Her PRP yöntemi aynıdır: Piyasada satılan PRP hazırlama kitleri çok çeşitli olup, uzman doktorunuzun önerdiği kitin kullanılması en doğrusu olacaktır. Bilimsel olarak makbul gören preperat, lökositten fakir PRP dir.
Bu sorular kalp ve damar hastalıkları ile ilgilenen doktorların hemen her gün defalarca işittiği sorular. Birçok insan, toplumdaki her iki kişiden birinin ölümüne neden olan kalp damar hastalıklarından korkar, sakınmak için önlemler almak ister ama çoğu kez bu konuda başarılı olamaz. Zira bilinçaltımız
bize şunu telkin eder: “Aman gidelim bir doktora muayene olalım, bize bazı testler yapılsın da hasta olmadığımızı görelim, rahatlayalım.” Sonrası adeta halk arasındaki tabiri ile “eski tas eski hamam”dır. Kaldığımız yerden devam edelim. “Vur patlasın,çal oynasın.” Maalesef rutin bir poliklinik gününde, defalarca tekrar edilmiş (birçok laboratuvar neticesi elde var) ve kolesterol yüksekliği olduğu neredeyse onlarca kere görülmüş, ancak bu problemin çözümü ve dolayısı ile kalp hastalığından korunmak adına gerekli adımlar atılmamış; hekimler önerilerde bulunmuş olsa bile gereği yerine getirilmemiş pek çok hasta bulunmaktadır... Öyle düşünüyorum ki pek çok kişi doktora giderek, o an için bir kalp damar hastalığı olmadığı cevabını doktordan duymak istiyor ve bu şekilde içini rahatlatmayı hedefliyor. Asıl önemli olan önlem alınması eylemi savsatıyor. Bu aslında bir insan olarak anladığım bir davranış biçimi olmakla birlikte, kesinlikle tasvip edilmemesi gereken bir durum.
ÇOK İYİ ANLATILMALI
Özel Tınaztepe Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Ozan Kınay konuyla ilgili şu bilgileri verdi:
“Biz hekimlerin hastalarına kalp damar hastalığını, risk faktörlerini çok iyi anlatması gerekir. Bu risk faktörleri çoğu kez hastalar tarafından direkt hastalık sebebi olarak algılanabiliyor. Kendi klinik pratiğimde, kalp damar hastalığının gelişimini kolaylaştıran risk faktörlerini hastalarıma anlatır iken, bir tarla ya da bahçenin bir çiftçi tarafından bakımının yapılması eylemine benzeterek söze başlarım. Birçok insan bilir ki bir tarlada bir tohum ya da fidenin ekilmiş olması, her zaman o tarladan iyi ürün alacağımız anlamına gelmez. Tarladaki tohumu genetik yatkınlığa benzetirsek, o tarlanın gübrelenmesi, sulanması veya çapalanması gibi bakım işlemlerini risk faktörlerine benzetirim. Eğer tarlada tohum olsa bile (biz genetik olarak kalp damar hastalığına yatkın olsak bile), bu hastalık tohumunun yeşermesi için kolaylaştırıcı bakım işlemlerinin yapılmaması, hastalık tohumlarının çimlenmesinin önüne geçecektir.
NELER YAPILMALI
İzmir’in bütün ilçelerinde 3 yıl devam etmesi planlanan proje kapsamında, Sağlık Bakanlığı tarafından hizmete sunulan, içinde dijital mamografi cihazının da olduğu araç ile memei, rahim ağzı (serviks), kalın bağırsak (kolon) kanseri taramaları yapılmakta. Sonuçları riskli görülen vatandaşlara, tanı ve tedavi süresince gerekli olabilecek her türlü maddi ve manevi destek sağlanmaya çalışılarak, zorlu olabilecek bu sürecin daha kolay geçmesine gayret gösterileceğini söyleyen İl Sağlık Müdürü Dr. Bediha Salnur, şu bilgileri paylaştı;
“Şu anda Karabağlar’da süren bu taramalarda amaç kanseri oluşmadan, erken evrede yakalayabilmek. Kadınlarda meme, erkeklerde kolon en sık görülen kanserler. Erken evrede yakalanan kanserlerde kişinin yaşam şansını devam ettirme imkanı doğuyor. Aksi takdirde kanser yayılıyor ve hasta kendini çok sıkıntılı tedavi süreçlerinde buluyor.”
Bugüne kadar İzmir’de 5 sabit KETEM ve 1 mobil ile ulaşılan kadın sayısının toplam 33 bin 015 olduğu belirtildi. Ulusal mamografi okuma merkezinin raporları sonucunda toplam bin 461 kadın ek tetkik (ultrason, cerrahi müdahale vb.) için 2. ve 3. basamak sağlık kuruluşlarına yönlendirildi.