Bülent Katarcı

Kişisel deprem planınız var mı?

18 Haziran 2017
Ülkemizin yüzde 95’i deprem kuşağında. Bu gerçekten yola çıkarak depremin bir doğa olayı olduğunu kabul etmeli ve hazırlıklı olmalıyız.


Devletin farklı kurumlarının yaptıkları var. Bunun yanında biz vatandaşların da alması gereken önlemler var. Bu önlemlere ‘kişisel eylem planı’ deniyor.
Herkes İçin Acil Sağlık Derneği Başkanı Dr. Ülkümen Rodoplu, ‘kişisel eylem planı’nı şöyle anlattı:

”HERKES YAPMALI”

İster evde, işyerinde, okulda olun, ister yolda ya da aracınızın içinde, yaşadığınız ve bulunduğunuz ortamlarda deprem ya da başka bir afet anında ne yapacağınızı, nereye saklanıp nereye kaçacağınızı önceden düşünün. Eviniz ve evinizin bulunduğu zemin sağlamsa, o zaman evde kalabilirsiniz; ancak başınızı, yüzünüzü korumalısınız. Eviniz ve zemin sağlam değilse, binanın kuvvetli bir depremde yıkılma olasılığı varsa, ya binayı terk etmek ya da bina içinde çamaşır makinesi, çelik kasa, bulaşık makinesi, sağlam koltuk takımı, mutfak tezgahı gibi dayanıklı eşyaların önüne sığınmak, yan yatıp cenin pozisyonunda kalmak, sarsıntının geçmesini beklemek sizi kurtarabilr. Marmara, Düzce, Dinar, Van Erciş depremlerinde tamamen yıkılan binalardan sağlam çıkarılan kişilerin bu tür eşyaların yanına sığındığına tanık olduk. Pencereden atlamak hem riskli hem de binanın üst katlarından düşebilecek eşyalar, malzemelerin yaratacağı tehlike nedeniyle önerilmiyor. Apartman boşlukları, merdiven boşlukları, asansörler, balkonlar, deprem sırasında en tehlikeli alanlar.
Evlerimizde bulunan eşyalar da bizleri yaralayabilir. Cam vitrinler, dolaplar, mutfaklarımızda bulunan, tezgah üstü dolaplar devrilip bizleri yaralayabilir. Bunların duvara sabitlenmesi, olası birçok yaralanmayı önlemeye yeter.”

 

İlkyardımın önemi

Yazının Devamını Oku

Retina dekolmanında erken müdahale önemli

13 Haziran 2017
20 yıldan fazla zamandır retina hastalıkları, retina ve vitreus cerrahisi alanlarında hizmet veren Kaşkaloğlu Göz Hastanesi’nden Prof. Dr. Tansu Erakgün, erken müdahalenin çok önemli olduğunu vurguladı.

Beyin dokusunun devamı olan retinanın ‘hassas’ olduğunu belirten Prof. Erakgün, “Retina dokusunun yenisiyle değiştirilme şansı yoktur. Retina dekolmanında erken müdahale bu yüzden çok önemlidir” dedi. Retina dekolmanlarının gözün en önemli acillerinden biri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tansu Erakgün, erken müdahale edilmeyen vakaların körlükle sonuçlanabileceğine dikkat çekti. Yılda ortalama 10 bin kişide bir görülen retina dekolmanının, gözün sinir tabakası olan ve aynı zamanda en iç duvarını oluşturan retina tabakasının yırtılması sonucu meydana geldiğini belirten Erakgün, “Özellikle yüksek miyoplar, gözüne darbe almış kişiler, daha önceden katarakt ameliyatı olanlar ve ailesinde bulunanlarda görülme sıklığı daha fazladır” diye konuştu.

 

LAZERLE TEDAVİ MÜMKÜN

Retina dekolmanı oluşmadan önce retina yırtılmasının gözlendiğini dile getiren Erakgün şu açıklamada bulundu; “Retina yırtılması sırasında hasta, sıklıkla gözü önünde aniden oluşan uçuşmalar görür. Bunu örümcek ağlarına ya da kurum yağmasına benzetebiliriz. Bir diğer şikayet de ışık çakmasıdır. Yıldız kayması ya da flaş patlaması gibidir. Bu çakmalar anlık olur. Birkaç saniye sürer. Retina yırtılmasından bir süre sonra retina dekolmanı oluşur. Bu süre, saatler ile günler arasında değişir. Alttan ya da üstten görme alanı daralmaya başlar, karanlık bir perde gibidir. Bir süre sonra görme merkezi de etkilenir. Tamamen körlük oluşur.” Retina dekolmanı oluşmadan yırtık saptanırsa ‘lazer’le de tedavi edilebileceğini vurgulayan Prof. Erakgün, “Retina dekolmanı oluştuktan sonra ise cerrahi tedavi gerekir. Tedavide vitrektomi denilen ameliyat uygulanır. Küçük kesilerden iğne kalınlığında kanüllerle göz içindeki sıvı temizlenir. Retina yırtığı kapatılır ve lazer uygulanır. Erken müdahale ile başarı şansı oldukça yüksektir. Geç kalındığı takdirde başarı şansı düşer” dedi.

 

EMEKLİ HEMŞİREDEN ANLAMLI BAĞIŞ

HASTA olarak geldiği Ege Üniversitesi’nde 40 yıl hemşirelik yapan Şükriye Kabak, doktorlara ve kurumuna vefasını tek mal varlığı olan evini genç hekim adaylarını destek sağlayan Ege Tıbbiyeliler Derneği’ne bağışlayarak gösterdi. Duygusal anların yaşandığı törende Ege Üniversitesi mensuplarından oluşan “Grup Her Telden” müzik ziyafeti sundu. Programda Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anaokulu 5 yaş grubu öğrencilerinin mini şapka defilesi ve yine anaokulu öğrencilerinin “Hayatımızdaki Melekler” adlı resim sergisi de yer aldı. Şükriye Kabak, hekimlerin kendisini hem tedavi ettiğini, hem de meslek sahibi olmasına yardımcı olduklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı.

Yazının Devamını Oku

Uzuv kaybı yaşayanlara Robotel elini uzatıyor

4 Haziran 2017
ROBOTEL Türkiye Platformu’nun İzmir gönüllüleri, geçen ay El Mikrocerrahi Ortopedi ve Travmatoloji Hastanesi’nde (EMOT) yaptıkları tanışma toplantısının ardından tüm sürecin yer aldığı atölye çalışmalarını Zeytince Derneği’nin İnecik köyündeki Zeytin Okulu’nda gerçekleştirdi.

EMOT doktorlarından Robotel gönüllüsü Dr. İnan Aysel, atölye çalışmasıyla ilgili şu açıklamalarda bulundu.


SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ
Robotel hareketi öncelikle bir sosyal sorumluluk, sosyal farkındalık projesidir. Dünyada, protez ihtiyacı duyan bireylere kişiye özel ölçü ve niteliklerde üç boyutlu yazıcılarla üretilmiş, ekonomik ve kullanılabilir robot el uygulamalarının paylaşıldığı ‘Enabling The Future’ isimli bir platform mevcuttur. Robotel Türkiye hareketi enable hareketinin ülkemizde vücut bulmuş şeklidir.
Amacımız, dünyadaki örneklerden esinlenerek üç boyutlu yazıcı teknolojisinin insan hayatına nasıl etki edebileceğini göstermektir. Robotel Türkiye hareketi şu anda gönüllülerden oluşan kocaman bir aile haline gelmiştir. Robotel Türkiye ile ülkemizin her köşesinde ihtiyaç sahiplerine özellikle çocuklara ulaşabilmeyi hedefliyoruz. El ve parmak deformasyonu olan çocuklarımıza Robotel dediğimiz mekanik aletleri üç boyutlu yazıcı ile yaparak tamamen ücretsiz olarak teslim ediyoruz.


UCUZ VE FONKSİYONEL

Yazının Devamını Oku

Kötü beslenme şekere yakalanma

29 Mayıs 2017
Obezite ve fazla kilonun öne çıkan tedavi yöntemlerinden biri bariatrik cerrahidir.

Yani midenin bir bölümünü çıkararak veya midenin bağırsaklarla birlikte anatomilerini değiştirerek yapılan ameliyatlar. Kişinin midesi küçüldüğü ve bağırsakların emilim kapasitesi azaldığı için tüketilen besinler, dolayısıyla kalori alımı azalır. Böylece kilo verme süreci hızlanır ve kolaylaşır.
Endokrinoloji Uzmanı Dr. Sinan Altıner, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şu bilgileri paylaştı:

RİSK ELBETTE VAR
Bu ameliyatlar sonucunda sadece kilo fazlalığı değil, aynı zamanda şeker hastalığı, kolesterol ve hipertansiyon da önemli oranda iyileşebilir. Üstelik, özellikle şeker hastalığı durumunda, kilo verilmeye başlanmadan bile gözle görülür iyileşme gerçekleşebilir ve şeker ilaçları bırakılabilir. Obezite ve fazla kilo için yapılan bu ameliyatlar risksiz değildir. Öncelikle, her ameliyatta olduğu gibi cerrahi komplikasyonlar gelişebilir. Bunların önüne geçmek için cerrahlar hastalarını ameliyat sonrasında belirli aralıklarla yakından takip eder. Ancak, cerrahi komplikasyonların yanında bu ameliyatlardan sonra metabolik komplikasyonlar da ortaya çıkabilir. Özellikle vitamin ve mineral eksiklikleri, hipoglisemi ve ‘dumping sendromu’ sanıldığından daha yaygındır. Hastalar çok çeşitli belirtiler sergileyebildikleri gibi bunların farkına da kolayca varamayabilirler. Ayrıca ameliyatın üzerinden yıllar geçtikten sonra şeker hastalığı yeniden belirebilir. Bu metabolik komplikasyonları ortaya çıkmadan önlemek veya ortaya çıkmışsa, en kısa sürede tedavi etmek son derece önemlidir.

VİTAMİN VE MİNERAL
Genellikle bu ameliyatlar sonrasında hastalara vitamin, mineral ve kansızlığı önlemek için demir takviyeleri verilir. Ancak standart multivitamin tabletlerdeki dozlar çoğu durumda yetersiz kalır. Hastanın gösterdiği belirtileri dikkate alarak ve kan düzeyleri ölçülerek teşhis edilir. Örneğin D vitamini eksikliği yorgunluk, kas ve kemik ağrıları olarak ortaya çıkarken, çinko eksikliği deride döküntüler, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve saçların kırılgan olması ile ortaya çıkabilir.

DUMPİNG SENDROMU

Yazının Devamını Oku

Kornea nakli yüz güldürüyor

21 Mayıs 2017
Trafik kazasında yaşamını yitiren 22 yaşındaki bir erkeğin korneası, 20 yıldır bekleyen Ayşe İlbasan’a takıldı.

Yıllar sonra yeniden gören İlbasan, “7 yaşında gözümnde oluşan enfeksiyon nedeniyle bir gözüm görmüyordu. Tekrar yaşama döndüm” dedi. Ameliyatı yapan Prof. Dr. Esin Başer ve Doç. Dr. Göktuğ Seymenoğlu, bu gibi durumlarda doku uyumu aranmadığını belirterek, “Ulusal Kornea Bankası’nın sisteminden sıraya girmiştik” dedi.

Prof. Esin Başer, şöyle konuştu; “Kornea gözümüzün ön kısmında bulunan ince, saydam ve hassas bir doku. Saat camı gibi düşünebiliriz. Görünürlük için şeffaf ve düzgün yapıda olmalıdır. Gerek saydamlık kaybı (opaklaşma), gerekse kornea normal şeklinin bozulması -gözün diğer kısımları sağlam olsa bile- görme kaybına yol açar. Yaygın olarak göz nakli diye bilinen gözün kornea tabakasının nakli (keratoplasti) ile korneada sorunlara bağlı görme kaybı yaşayanlarda görme yeniden kazandırabilir. Kornea nakli günümüzde tüm dünyada en sık uygulanan ve en başarılı nakildir.”


DAHA EMNİYETLİ
Keratoplasti ameliyatları sonucunda elde edilen görsel sonuçların büyük oranda kesilerin ve dikişlerin düzgünlüğüne bağlı olduğunu belirten Prof. Dr. Esin Başer, yüksek ve düzensiz ‘astigmatizma’nın, keratoplasti sonrası ciddi bir sorun olduğunu belirtti. “En iyi cerrahların elinde bile ameliyat sonrası yüksek astigmatizma olabilmekte ve nakil edilen doku saydam bile olsa astigmatizma nedeniyle görme arzu edilen düzeylere çıkamayabilmektedir. Bu durumda da hastanın tekrar gözlük-kontakt lens kullanması gerekebilir veya laser ile düzeltme yapmak gerekebilir” diyen Prof. Başer şunları söyledi:


İDEAL BİRLEŞME HATTI

Yazının Devamını Oku

Akapunkturla ağrılara son

14 Mayıs 2017
ÇANKAYA Tıp Merkezi Akupunktur Uzmanı Dr. Alpaslan Bilen, bu tedavi yönteminin bilimselliğinin bir kez daha kanıtlandığını belirtti.

Nanoteknolojinin birçok tıp alanında olduğu gibi, akupunkturla sağlığa kavuşturma çalışmalarında da öne çıktığını vurgulayan Bilen, “Çıplak gözle bakıldığında fark edilmeyecek kadar küçük iğneler; çelik, altın, gümüş ve titanyumdan yapılmış 3-15 santimetrelik akupunktur iğnelerinin yerini aldı. İğne korkusu veya ağrı eşiği düşüklüğünde bazen oluşan nahoş durumlar tamamen ortadan kalktı” dedi.

İleri tıp teknolojisinin önderliğinde akut veya kronik sağlık sorunlarında iki ayrı cins ve renkte, üstlerinde onlarca görünmez iğneler olan flasterler kullanıldığına dikkat çeken Dr. Alpaslan Bilen, “İğnelerin taşındığı flasterlerden en üst düzeyde yararlanabilmek için uygulamaları bir akupunktur uzmanının yapması gerekir. Bu teknoloji, akupunktur tıbbının en son ulaştığı yerdir ve akupunktur noktalarına, akupunktur tıp teorisi ışığında ve prensipleriyle uygulanır” diye konuştu.

SON DERECE ETKİLİ

Mikrokoni teknolojisinin Japonya’da geliştirildiğini ve ağrı terapilerinde kolaylıkla uygulandığını kaydeden Dr. Bilen, “Ürünler, özel mikro çıkıntıları ile kati bir ağrı ve akupunktur nokta terapisi sunar. Özel olarak tasarlanmış mikro disklerin üzerinde bulunan mikrokoniler ilgili noktaları ve ağrının bulunduğu bölgeleri uyararak ağrı ve gerginliği azaltır” vurgusunu yaptı.
Bilen, bu tekniğin malzemesinin, özel olarak geliştirilmiş, üzerinde mikrokoni şeklinde mikro-çalıntıları olan dairesel şekilde tasarlanmış bantlar olduğunu kaydetti, ani ve akut ağrılarda, zonklama ve karıncalanma şeklindeki ağrı ve belli bir noktada yoğunlaşan ağrılarda son derece etkili olduğunu dile getirdi.
Amacın, her türlü ağrıyı azaltmak, ortadan kaldırmak olduğunu belirten Dr. Bilen, “Bu tekniğin iğneleri, mikrokonileri son derece küçüktür ve ilgili akupunktur noktasına, ağrının bulunduğu noktaya yapıştırılarak kullanılır” dedi.

SPOR SIRASINDA DA

Antiflojistik (iltihabı azaltıcı), ağrı kesici (analgetic), kan dolaşımını regüle ederek ağrıyı kesici, uygulanan bölge veya nokta üzerinde yoğunlaşan rahatlatıcı bir etki gösterir. Tendonların gergin olduğu ve her türlü ağrının hissedildiği bölgelere direkt olarak uygulanabilir. Egzersizler ve spor faaliyetleri sırasında kullanımı uygundur. Ağrı baş göstermeden önceki süreçte, önleyici olarak kullanılabilir. Ayak tabanına uygulanabilir.

Yazının Devamını Oku

Düzensiz kalp atışında yeni tedavi yöntemi

7 Mayıs 2017
DOKUZ Eylül Üniversitesi Kardiyoloji Kliniği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Ergene, “Kalp atışlarının düzensiz olması ve kalp kasılma düzeninin bozulduğu durum” olarak tanımladığı ‘atriyal fibrilasyon’un (AF), düzensiz kalp ritmine ve küçük cep şeklindeki yapı içinde kan pıhtısı oluşmasına neden olduğunu vurguladı.

Bu kan pıhtısının kopup beyne gitmesi durumunda damarları tıkayıp beyinde hasara yol açtığını ve ‘felç-inme’ye neden olduğunu belirten Prof. Ergene, “Bu durum, geçici veya kalıcı hasar meydana getirebiliyor” dedi. Atriyal fibrilasyonu olan hastaların normal ritimli hastalara göre felç geçirme riskinin 5 kat daha fazla olduğuna dikkat çeken Ergene, “Atriyal fibrilasyon görülme sıklığı yaş ile artmaktadır. 60 yaşta görülme sıklığı yüzde 4 iken, 80 yaşta her 10 kişiden 1’inde karşılaşmaktayız. 85 ve üzeri yaşta ise bu oran yüzde 18’lere kadar yükselmektedir. Şu anda dünya nüfusunun yüzde 1.5-2’sinde atriyal fibrilasyon teşhisi olduğu tahmin edilmektedir” vurgusunu yaptı.

Kan sulandırıcı ilaç
Atriyal fibrilasyonlu hastalarda felç riskini azaltmak için hastanın durumuna göre farklı tedaviler uygulandığını dile getiren Prof. Ergene, “Temel tedavi yaklaşımımız, kan sulandırıcı ilaçlarla kan pıhtısının eritilmesi ve yeni kan pıhtısı oluşumunun engellenmesidir. Uzun yıllardır bu tedavi oral antikoagülan denen ve ağızdan alınan ilaçlarla yapılmaktadır. Ancak, oral antikaogülan tedavisinde kanama riski, en önemli yan etkilerden biri olmaya devam etmektedir” dedi.

Risk oranı düştü
Bu kanamaların kafa içinde olması durumunda ölümcül olabildiğini kaydeden Oktay Ergene, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Son 5 yılda piyasaya sürülen yeni oral antikuagülan ilaçlarla risk eskiye oranla daha düşüktür. Son yayınlarla yapılan çalışmalar, özellikle atriyal fibrilasyonu olup kanama nedeniyle oral antikoagülan ilaç alamayan hastalarda kalp içindeki bu cebin (apandiksin) kasıktan girilerek nitinol bir cihazla kapatılmasının kanama sorunlarını ortadan kaldırdığını bizlere gösterdi. Aynı zamanda bu tedavi, oral antikoagülan kullanmasına rağmen tekrarlayan felç geçiren hastalar için bir umut haline geldi. İşlem anjiyografik yöntemle yapıldığından iyileşme süresi de cerrahi yöntemlere göre daha kısadır.”

-----------------


Yazının Devamını Oku

Kornea nakli için ilk 6 saat önemli

30 Nisan 2017
Karşıyaka Göz Hastanesi’nden Prof. Dr. Esin Başer, gözün ön kısmında bulunan ince, saydam ve hassas bir doku olarak tanımladığı ‘kornea’nın şeffaf ve düzgün yapıda olması gerektiğini belirterek “Bu dokuyu bir saatin camı gibi düşünebiliriz” dedi.

 

Saydamlık kaybının (opaklaşma) ve korneanın normal şeklinin bozulmasının

- gözün diğer kısımları sağlam olsa bile- görme kaybına yol açacağını vurgulayan Prof. Başer, “Yaygın olarak göz nakli diye bilinen kornea tabakasının nakli (keratoplasti) ile korneada sorunlara bağlı görme kaybı yaşayanlarda görme yeniden kazandırabilir” şeklinde konuştu.
DOKU UYUMU ARANMIYOR
Korneada farklı nedenlerle saydamlık kaybı ve şekil bozuklukları görülebildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Esin Başer, kornea naklinin de bugün tüm dünyada en sık uygulanan yöntem olduğunu kaydederek, bunun nedenini, ‘Korneanın damarsız bir doku ve diğer organ-doku nakillerine göre ret riskinin çok daha düşük olması’ olarak açıklayarak, alıcı kişi ile verici arasında doku uyumu şartının aranmamasının da önemli olduğunu belirtti.


GÖZÜN TÜMÜ ALINMIYOR

Yazının Devamını Oku