Bülent Katarcı

Sarı kantaron nasıl kullanılır

11 Temmuz 2022
BİTKİSEL tedavi çoğu uzman tarafından günümüzde yabana atılmayacak bir etki alanına kavuştu, ancak bu alanda da bilinçli ilerlenmesi gerekiyor.

 Kimyasal ilaç kullanmayı sevmeyen, doğal ve bitkisel tedavi yöntemlerini tercih edenlerin baş tacı... Her derdin ilacı gibi görülen sarı kantaronun yağı, tableti ya da çayı evlerde baş köşede. Cilde, saça, mideye, yanıklara, depresyona iyi geldiğine inanılıyor. Peki gerçekten sanıldığı gibi tüm bu dertlerin devası mı yoksa bu ilgi fazla mı abartılıyor? Konuyu uzmanı ile, Homeopat/Fitoterapist Dr. Serdar Özgüç ile konuştuk.

BİNDEBİRLİK OTU
Özgüç, Türkiye’nin birçok yerinde yetişen ve oldukça popüler hale gelen ve “binbirdelik otu” olarak bilinen sarı kantaronun, antidepresan, antiseptik ve yara iyileştirici etkisinin olduğunu, tıbbi çay, çeşitli yöntemlerle standardize edilmiş tabletler (özüt) ve yağlı maserat olarak birçok kullanım şekli bulunduğunu söyledi. Ancak kullanan kişilerin bazı yanılgılara düştüğünü önemle vurgulayan Özgüç, bu konuda bilgi kirliliği olduğunu belirten Özgüç, bitkinin kullanım alanine ilişkin şu bilgileri verdi:
“Sarı kantaron tıbbi bitkisinin özel olarak hazırlanmış tentürleri ve standardize edilmiş özütleri hafif-orta dereceli depresyonda kullanılırken, zeytinyağı ile masere edildiğinde haricen kullanımda ciltteki yangılar, yaralanmalar, dermatit, egzama, hemoroid, romatoid artrit, hafif yanık ve güneş yanıklarında etkilidir. Yangı gidericidir. Bu oluşan karışım yaralarda, diyabetik ayakta, hemoroid tedavisinde, iltihaplı romatizma ağrılarında, cilt yanıklarında çeşitli formülasyonlar şeklinde haricen kullanılır. Ayrıca bu yağlı maserat hem kendi başına hem de aynısefa veya kudret narı yağlarının karışımı ile ağızdan oral yolla alındığında da mide ülseri ve gastritte de tedaviyi destekleyici özelliğe sahiptir. Sarı kantaron maseratı ile birlikte oral yolla alınan alkolde çözünmüş propolis ürünlerinin kullanılması egzama ve sedef hastalığında tedaviyi etkinleştirir.Sarı kantaronun standardize edilmiş özütleri, gerginlik, sinirsel huzursuzluk, depresyon, çocuklarda gece idrar kaçırma ve özellikle menopozun yarattığı sıkıntı durumlarda ağızdan oral yolla kullanılır. Sarı kantaronun özütü “hiperisin” içerir, hafif ve orta derecede depresyonda etkinliği kanıtlanmıştır.

İLAÇLA KULLANIRKEN DİKKAT
Sarı kantaronun serotonin miktarını artırmasından dolayı antidepresan ilaçlarla aynı anda alınmaması gerektiğini belirten Özgüç, “Bununla beraber sarı kantaron özütleri, doğum kontrol hapları, tansiyon ilaçları, astım ve kanser ilaçları ile birlikte kullanılmamalıdır” dedi. Depresyon için de muhakkak doktor tavsiyesi ile kullanılması gerektiğini dile getiren Özgüç, tıbbi çay olarak kullanılmasının da doktor kontrolünde olması gerektiğini aktararak, “Kontrolsüzce ve yüksek dozlarda sarı kantaron çayının içilmesi hipertansiyon krizlerine ve karaciğer işleyiş bozukluklarına sebebiyet verebilir. Sarı kantaron çayının içilmesi depresyon ve sinirsel gerginliği gidermez. Tıbbi çayının antidepresan özelliği bulunmamaktadır” diye konuştu.

AÇIKTA SATILANLAR

Yazının Devamını Oku

Prostat kanserine ameliyatsız çözüm

4 Temmuz 2022
YAŞ ilerledikçe büyüyebilen, iltihaplanabilen hatta kanserleşebilen minik bez, erkeklerin yaşam kalitesini ciddi ölçüde bozabiliyor. Bu nedenle özellikle 50’li yaşlardan sonra her erkeğin yıllık sağlık kontrollerine “prostat incelemes”ni de eklemesi gerekiyor.

 


Tarama testlerinin yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte prostat kanseri saptanma sıklığı son yıllarda giderek artıyor. Erkeklerde en sık görülen ikinci kanser olup, erken evrede tanı aldığında tedavi edilebilen bir hastalık. Yapılan basit kan testleri ve muayene ile hiçbir semptom göstermeyen hastalarda bile tanı koyulması mümkün hale gelmiştir. Özellikle erken evrede tanı alan hastalarda çok sayıda tedavi seçeneği bulunmaktadır. Prostat kanserinde robotik cerrahinin kullanımı tedavide çığır açmıştır. Hastada yaratılan cerrahi stres en düşük düzeye indirilirken, hastanede yatış süreleri bir güne kadar indirilmiştir. Prof.Dr. Fatih Altunrende, konuyla ilgili şunları anlattı:

ROBOTİK CERRAHİ İLE
“Sürekli gelişen teknoloji tıp dünyasında da etkisini hissettirmektedir. Çağımızın en büyük sağlık sorunu olan kanserin tedavisinde de bu gelişmeler kullanılmaktadır. Son 10 yılda ise prostat kanserinin tanı ve tedavisinde çok önemli gelişme kaydedilmiştir. Robotik cerrahi, füzyon biyopsi gibi teknolojiler öncelikle prostat hastalıklarında kullanılmıştır. Son dönemde ise prostat kanserinin lokal tedavisi için yollar aranmaya başlanmıştır. Prostatın bir bütün olarak tedavi edilmesi yerine sadece kanserli kısmın lokalize edilerek tedavi edilmesi bir çok komplikasyonun önlenmesini sağlayabilir.

AMELİYATSIZ ÇÖZÜM HIFU
Yüksek yoğunluklu lokalize ultrasonografi yani kısa adıyla HIFU teknolojisi son yıllarda prostat kanserinin tedavisinde kullanılmaktadır. Bu teknolojiyle prostatın tamamı yok edilmeden sadece kanserli doku ve çevresi tedavi edilmektedir. Bu sayede radikal cerrahinin yarattığı stresten kurtulan hastalar prostatın tamamen çıkartılmasının oluşturacağı yan etkilerden korunuyor. HIFU teknolojisi özellikle erken evre prostat kanseri olan hastalarda kullanılmaktadır.

AVANTAJLARI NELER?

Yazının Devamını Oku

Çocukta böbrek sağlığı

27 Haziran 2022
 AĞRI, sık tuvalete gitme, bulantı ve kusma gibi şikayetlerle çocuklarda kendini gösterebilen böbrek hastalıkları bazen hiç belirti vermeyerek sessizce ilerleyebiliyor. Çocuklarda büyüdükçe böbrek yetmezliğine kadar gidebilecek ciddi sorunların önüne geçilmesi için anne babaların erken dönemde koruyucu önlemler alması büyük önem taşıyor.


Pediatrik Nefroloji ve Romatoloji uzmanı Prof. Dr. Sevgi Mir, çocuklarda böbrek sağlığını şöyle anlattı:
“Son yıllarda ülkemizde böbrek yetmezliği hızlı bir artış gösteriyor. Böbrek yetmezliği olan kişiler yaşamını ya diyalize bağlı olarak sürdürmekte ya da organ nakli yapılarak sağlıklı bir yaşama kavuşabilmekte. 2018 yılı içerisinde böbrek fonksiyonları bozulmuş ve böbrek yerine geçecek tedavi yöntemleri kullanan yeni hasta sayısı milyon nüfus başına 150 yeni hastadır. Bunun üzerine yüzde 24’ü (36 tanesi) çocuk hastadır. Özellikle çocuklarımızın böbreklerinin sağlıklı olması için nelere dikkat etmeliyiz. Ülkemizde çocuklarda böbrek yetmezliğine yol açan en önemli hastalıklar sırasıyla tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, doğumsal böbrek hastalıkları, idrar yolları ve idrar kesesi çalışma bozukluğu, hipertansiyon(kan basıncı yüksekliği) ve, nefrit gibi hastalıklardır. Bu hastalıkların erken tanınması ile hastalığın ilerlemesi önlenebilir. Asıl hedef çocukların bu hastalıklardan korunması olmalıdır.

NASIL KORUMAK GEREKİR
Öncelikle yeni doğan döneminden itibaren çocuğun boy ve kilo alması yakından izlenmeli, nasıl büyüdüğü doğum ağırlığına dayalı büyüme eğrisine uygun büyüme gösterip göstermediği sorgulanmalı, doğum ağırlığına dayalı büyüme eğrisinde düşme olduğunda doktora danışmalı nedeni ve nedenleri öğrenilmelidir. Sağlıklı her bebeğe altıncı ayda kan analizi yanısıra mutlaka idrar incelemesi yapılmalı, anneler bebeğin bezinde turuncu ve pembe gibi renklenme saptandığında mutlaka doktora başvurmalıdır. Erkek ve kız bebekler idrar yaparken gözlenmeli idrar yaparken huzursuzluk olduğunda doktora bildirilmelidir. Bir yaşından itibaren her çocuğa yaşına uygun kan basıncı ölçüm aleti kullanılarak kan basıncı ölçülmelidir. Böbrek hastalığı (taş, kistik hastalık, gibi) aile öyküsü olan çocuklarda doktora bilgilendirme yapılmalıdır ve karın ultrasonu incelemesi ile değerlendirilmelidir. Yeni doğan döneminden itibaren kız çocuklarında önden arkaya sadece sui le perianal temizlik yapılmalıdır (ıslak pamuk ile temizlik.)

 

Yazının Devamını Oku

Kanser ilacında alerji

20 Haziran 2022
KANSER ilaçları bir arada kullanıldığı için bazen hangisinin alerji yaptığı tam olarak anlaşılamaz. Böyle durumlarda alerji testi yapılarak sorumlu ilaç belirlenir, gereksiz yere diğer ilaçların kesilmesine gerek kalmaz. Bazen ilacın reaksiyon yapacağı önceden tahmin edilebilir. Koruyucu olarak hastalara ilaç uygulanmadan önce alerji ilaçları uygulanabilir. Ege Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, İmmunoloji ve Alerjik Hastalıklar Uzmanı Doç. Dr. Özlem Göksel, şunları anlattı:

 

YAN ETKİLERİN BAZILARI
“Kemoterapi ilaçlarına karşı beklenen yan etkilerin çoğu bulantı, kusma, elde, ayakta, yüzde şişme ya da ciltte geçici, değişken döküntüler gibi yakınmalardır. Bu semptomlar hastayı sıkıntıya sokmakla birlikte, hayati tehdit eden durum yaratmamaktadır. Çoğu gerçek ilaç alerjisi olmayan bu geçici yan etkiler, kemoterapi sırasında onkoloji ve alerji uzmanlarının yakın desteğiyle tam kontrol edilebilir ve hastalar tedavilerine devam edebilir. Ancak söz konusu olan kemoterapi ilacına bağlı hayatı tehdit eden, solunum, kalp durması, entübe edilerek solunum cihazına bağlanma gibi gerçek ilaç alerjisi ile ilişkili olan çok daha ciddi reaksiyonlar olduğunda bu önemli sorunun çözümü ancak kemoterapi desensitizasyonu tedavisi ile olmaktadır. İlaç alerjisi tedavisi, kemoterapi ilaçlarına karşı alerji gelişen hastaların ihtiyaç halinde alerji gelişen ilacı yeniden alabilmelerini sağlayan bir tedavi yöntemidir. Ancak konusunda özelleşmiş merkezlerde uygulanabilen bu tedavi yöntemiyle kanser ilaçlarıyla bu ilacı yeniden kullanmasına engel olacak düzeyde ciddi alerji gelişen, doktoru tarafından tedavisi kesilmek zorunda kalan ya da kendisi çok korktuğu için yeniden aynı ilacı almak istemeyen, ancak mevcut kanserinin tedavisi için de mutlaka alerji gelişen ilaçlara ihtiyaç duyan hastalar, ilaçlarını yeniden ve sorunsuz bir biçimde alabilme şansını elde edebilmektedirler.

EGE BU KONUDA GÜVENİLİR
Ege Üniversitesi Tıbbi Onkoloji, Göğüs Hastalıkları, İmmunoloji ve Allerji Uzmanlarından oluşan deneyimli Desensitizasyon Ekibi son 7 yılda 100’ün üzerinde yumurtalık, kolon ve benzeri farklı organ kanser türlerine sahip olan ve ciddi ilaç allerjisi gelişen hastada; 1000’i geçen başarılı kemoterapi kürü ile kanser hastalarının sorunsuz olarak ihtiyaç duydukları ilacı yeniden alabilmelerini sağlamıştır. Bu hastaların çoğu kullanılan kemoterapi ilaçlarına bağlı solunum, kalp durması, hipotansiyon, bilinç kaybı ile solunum cihazına bağlanma öyküsü olan hastalardır. Bölüm 2019 yılı itibari ile artık sadece bölgesinde değil, ülkemizin gelecek hedefi olan Sağlık Turizminin bir parçası olarak Bulgaristan gibi komşu ülkelerden üniversitemize refere edilen yabancı hastalara da hizmet vermeye başlamıştır.
Bölgesinde rutin hasta hizmeti veren tek merkez olan Ege Üniversitesi Göğüs Hastalıkları AD, 2019 yılı itibari ile alanında yetiştirmeye başladığı İmmunoloji ve Allerji Yan Dal Uzmanları ile bu tedavi yönteminin tüm ülke genelinde ihtiyacı olan hastalar için yaygınlaşarak uygulanabilmesini hedeflemektedir.”


Yazının Devamını Oku

Alerji ve çocuklar

13 Haziran 2022
İLKBAHARLA birlikte doruğa ulaşan ve bahar nezlesi, saman nezlesi gibi isimlerle anılan alerjik rinit bilindiği gibi polenlere bağlı gelişiyor. Konuyla ilgili bilgi veren ve çocuklar için neler yapılması gerektiğini belirten Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Yılmaz Bay, çayır, çiçek, tahıl, ağaç ve yabani otların en önemli polen kaynakları olduğunu, bahar nezlesinin de çocuklarda 4-5 yaş dolaylarında başladığını, 12-15 yaşlarında görülme sıklığının en yüksek düzeye ulaştığını kaydetti. Her beş çocuktan birinde alerjik yatkınlık olduğunu kaydeden Bay, çocuktaki alerjik nezle belirtilerini şöyle saydı:


“Hapşırık, burunda, dudakta, damakta, boğazda kaşıntı, burun tıkanıklığı, su gibi berrak bir burun akıntısı, bazen burun kanaması, boğaz temizleme isteği, öksürük, gözlerde kızarıklık, kaşıntı, sulanma, göz altında morluk, bağ ağrısı, yüz ağrısı, ağızdan soluma, tat ve kokuda bozukluk, yorgunluk, uyku bozukluğu, uzun süreli te tekrarlayan atakları olan çocuklarda üst damakta çukurlaşma ve diş gelişiminde bozulma.”

ÖNLEM ALABİLİRSİNİZ
Alerjiye karşı önlem alınabileceğini kaydeden Dr. Bay, çocuğun bulunduğu ortamda kesinlikle sigara içilmemesi, yünlü ve tüylü giysiler giydirilmemesi, polenlerin en yoğun olduğu 05.00-10.00 saatleri arasında sokağa çıkarılmaması, çıkarılacaksa maske takılması, şapka ve gözlük kullanılması, her gün yeni giysi giymesi ve giysileriyle aynı odada uyumaması, pencerelerin kapalı tutulması, yatmadan banyo yaptırılması, burun dış kısmına ve göz kenarlarına vazelin sürülmesi, giysilerin mümkünse kurutma makinesinde ya da kapalı ortamda kurutulması, yatak odasında bitki bulundurulmaması, odanın 20-22 derece sıcaklık ve yüzde 45-50 neme sahip olması ve hazır gıdalardan uzak durulması gerektiğini dile getirdi.

NEDEN OLAN MADDE

Yazının Devamını Oku

Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi 75’inci yılını kitapla kutladı

6 Haziran 2022
İZMİR’in göz bebeği Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, tüm çocuk doktorlarına yönelik bir kitap çıkardı. Dr. Behçet Uz tarafından 23 Nisan 1938 tarihinde temeli atılan ve 1947 yılında hizmete giren ve 75 yıldır sadece İzmir’in değil ülke genelinde çocuk sağlığını korumayı ilke edinen hastane, hastalara hizmet verirken yüzlerce de çocuk doktoru yetiştirmiştir. Günümüzde Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İzmir Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi olarak sadece asistan değil tıp öğrencilerine de eğitim veren kurumun, en önemli özelliği kent merkezindeki konumu nedeniyle acil durumlarında en kolay ulaşabilen şifa merkezi oluşu.


Başhekim Prof. Dr. Behzat Özkan’ın önderliğinde geniş eğitim kadrosunun bilgi ve deneyimini paylaşmak amacıyla hazırlanıp, bir yıl gibi kısa sürede baskıya giren kitabın yazarları da, Behçet Uz Çocuk Hastanesi bünyesindeki öğretim üyelerinin yanısıra Türkiye’nin dört bir yanında görev yapan doktorlar. Başhekim Prof. Dr. Özkan, ‘Pediatri’ kitabının yayınlanması ile Dr. Behçet Uz’un emanetine sahip çıkmak için bir adım daha atılmış olduğunu söyledi.

 

KİMDİR?
1893 yılında Denizli’nin Buldan kasabasında doğup eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi, asistanlığını Şişli Çocuk Hastanesi’nde yapan Behçet Uz, 1920’de İzmir’e dönerek Memleket Hastanesi, Fransız Hastanesi ve Süt Damlası poliklinik ve servislerinde çalıştı. 1922 yılında 17 kişilik hekim grubu ile Verem Savaş Derneği ve Dispanseri’nin kuruluşunu gerçekleştiren, Dr. Behçet Bey, aktif kişiliği nedeniyle siyasete ilgi duymuş, 1930 yılında Atatürk’ün İzmir ziyareti sırasındaki söylemlerinden etkilenerek belediye başkanı adayı olmaya karar vermiş. 1931 yılında seçimi kazanmış ve tam 10 yıl süre ile İzmir Belediye Başkanlığı yapmıştır. Daha sonra Milletvekilliği, Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı görevlerinde bulunan Uz, 19 Mayıs 1986 tarihinde 93 yaşında vefat etti.

ÇOCUK HASTANESİ
FİKRİ NASIL DOĞDU?

Yazının Devamını Oku

Böbrek taşını azaltmak için

30 Mayıs 2022
EĞER böbrek taşı sorununuz varsa yediklerinize ve içtiklerinize daha fazla özen göstermeli, bol miktarda su içmelisiniz. İşte rahatsızlığı olanlar için daha az tüketilmesi gereken yiyecekler ve dikkat edilmesi gereken hususlar listesi. İstinye Üniversite Hastanesi Bahçeşehir Liv Hospital Üroloji Kliniği’nden Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Ayhan Karaköse anlattı:

 


“Toplumda çok sık görülen böbrek taşları yaşam kalitesini önemli oranda etkileyen hastalıkların başında yer almaktadır. Erkeklerin yüzde 12’si, kadınların ise yüzde 6’sında görülen taşlar şiddetli ağrılara sebep olarak pek çok kişinin hayatını kabusa çevirir. Hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, az su içilmesi, cinsiyet, iklim ve coğrafi şartlar, mesleki risk faktörleri, aşırı tuzlu beslenme, ailesinde taş hastalığı olanlar, yüksek protein ağırlıklı beslenme ve obezite, en önemli böbrek taşı oluşum nedenleri arasındadır. Böbrek taşları tedavi edilmediği takdirde böbrek fonksiyonlarında kalıcı hasarlara kadar varabilen ciddi sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Böbrek taşı oluşum risklerinin ortadan kaldırılması böbrek taşını önlemede en önemli basamaktır.

ÖNCELİK BOL SU
Dr. Karaköse öncelikle bol su içilmesinin altını çizerek, “Günlük alınması gereken sıvı miktarı iklime ve kişiye göre farklılık göstermektedir. Böbreklerden atılan su miktarı arttığında taş oluşuma neden olan kristallerin böbrekte çökerek taş oluşumunu azaltmakta, kristallerin vücuttan atılmasını sağlamaktadır. İçilen su miktarı idrar çıkışına göre düzenlenmelidir. Tuz çok zararlı. Sağlıklı bir kişinin günlük tuz ihtiyacı ortalama 5 gramdır. Kilo kontrolü çok önemli. Obezite böbrek taşı oluşum riskini artıran en önemli faktörlerden. Sağlıksız beslenmeden uzak durulması ve kilo vermek amaçlı protein ağırlıklı diyetlerden uzak durulması son derece önemlidir. Protein içerikli besinlere dikkat. Hayvansal protein içerikli besinler yerine tarımsal protein tercihi daha doğru olacaktır. Kırmızı et, tavuk gibi hayvansal besinler sitrat miktarını azaltarak böbrek taşı oluşum riskini artırmaktadır. Bu nedenle aşırı hayvansal protein tüketiminden uzak durulmalı hayvansal ve bitkisel protein tüketimi dengelenmelidir.”

DENGELİ BESLENME ŞART
Akdeniz tipi beslenmenin böbrek taşı oluşum riskini azalttığını kaydeden Karaköse, şöye dövam etti: “Yüksek oranda karbonhidrat alımı böbrekten kalsiyum atılımını artırarak böbrek taşı oluşum riskini yükseltir. Böbrekte taş oluşumuna neden olan en önemli maddelerden biri de oksalattır. Oksalat ıspanak, bamya, pancar, pazı, taze fasulye, domates, patates, mısır, maydanoz, dereotu, roka, kırmızı erik, çilek, böğürtlen, incir, ahududu, badem, ceviz, yer fıstığı, fındık, susam, hardal, soya, kakao, çikolata, çay kahve ve alkolde bulunmaktadır. Oksalat içeriği yüksek besinlerden uzak durulması taş oluşum riskini önemli oranda azaltmaktadır. Fazla alkol tüketimi böbrekten kalsiyum atılımını ve kanda ürik asit miktarını artırarak taş oluşumunu arttırır. Taze sıkılmış portakal suyu ve evde yapılan limonata böbrek taşı oluşumunu engellemede önemli içeceklerdir. Özetle günde 2 litre idrar çıkartacak şekilde su içilmesi, aşırı tuz tüketimin kısıtlanması, aşırı protein içeriği yüksek hayvansal gıdaların kısıtlanması, sitrat içeriği yüksek besinlerin tüketilmesinin arttırılması, düzenli olarak spor yapılması, düzenli doktor kontrolü böbrek taşı oluşum riskini azaltmaktadır.”

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı yaşam önerileri

23 Mayıs 2022
SAĞLIKLI ve uzun bir hayat herkesin hayali...

Ancak bu hayalin gerçekleşmesi için genç yaşlarda önlem almak gerekiyor. İşte uzmanından sağlıklı yaşam için öneriler: Karataş Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği’nden Op. Dr. Umut Sakarya, sağlıklı yaşam önerilerini anlattı:
Sağlıklı olmak insan yaşamının belki de en önemli ögesi. İnsanın mutlu bir yaşam sürmesinde çok öncelikli bir unsur. Ancak sanılanın aksine sağlık kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değil. Sağlıklı olmak amacıyla bireylerin çaba göstermesi gerekiyor. Bu çabalar genellikle günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay çabalar. Bunlardan en temel olanları temizlik, sağlıklı beslenme, düzenli yaşam, bağımlılık yapıcı maddelerden uzak durma ve sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanarak stresten uzak kalabilmektir. Bütün bunlar hepimiz tarafından gayet iyi bilinmesine rağmen bilgilerimizi eyleme dökmek noktasında sıkıntı yaşamaktayız. Örneğin el hijyeni ve el yıkama alışkanlığı olarak dünyanın birçok ülkesine göre en ön sıralarda yer almamıza rağmen, sigara gibi sağlığa ciddi zararları kanıtlanmış bir maddenin bağımlılık oranı hala toplumumuzda çok yüksek oranlardadır. Toplumun küçük bir kesimi sağlıklı yaşamın gerekliliklerini gündelik hayatının bir parçası haline getirmiştir. Bu nedenle bence sağlıklı yaşam, hastalıklardan korunmayı içerdiği gibi hastalıkların erken tedavisini de içermektedir.

DÜZENLİ KONTROL ŞART
Düzenli sağlık kontrolü yaptırmak, henüz erken dönemde iken belirti vermeyen hastalıkları saptamaya ve bunlara karşı erken önlem almaya olanak sağlar. Düzenli sağlık kontrolleri hem yaşam süresi hem de kalitesi açısından son derece önemlidir. Basit bir check-up muayenesi ile yüksek tansiyon, şeker hastalığı, damar sertliği, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıklar; hepatit, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar ve birçok kanser türünün erken dönemde tanısı konulabilir. Bu hastalıklarda erken tanı ile vücutta herhangi bir organ hasarı oluşmadan tedavi sağlanabilir. Son yıllarda ülkemizde sayıca artan sağlık kuruluşları ve yine artmış sağlık hizmet kalitesi nedeniyle çoğu hastalığa eskisine göre daha erken dönemde tanı konulup tedavisi sağlanabilmektedir.

BESLENMEDE ÇİĞNEME
Bir kulak burun boğaz uzmanı olarak kendi alanımla ilgili bir uyarıda bulunmak isterim. Bizlerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşamalarından biri çiğnemedir. Aldığımız besinleri iyice çiğneyip tüketmeliyiz. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz, gıdaları hızlı tüketme alışkanlığımız bizi çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğneme bizim için biyomekanik bir olaydır ve vücuttaki bazı sistemleri harekete geçirir. Parçalanan gıdalar daha kolay hazmedilir. Gıdaları iyi çiğnememek hazımsızlık gibi birçok mide ve barsak rahatsızlığına yol açar. Bunun yanında hızlı yemek alışkanlığı obeziteye ve bunun yanında getirdiği birçok sağlık sorununa davetiye çıkarmaktadır. Yemek yemeye vakit ayırmalı ve gıdaları iyice çiğneyerek tüketmeliyiz. Bunun sayesinde tokluk hissi ortaya çıkacak ve kişiyi ölçüsüz yemek yeme alışkanlığından ve obeziteden uzak tutmaya yardımcı olacaktır.
Son yıllarda gerek görsel gerek yazılı basın gerekse internet daha sağlıklı bir yaşama ulaşabilmek adına yol gösterici rol oynamaktadır. Ancak bu çabalar toplumda farklı nedenlere bağlı olarak gerektiği ölçüde henüz karşılık bulamamıştır. Dileğimiz tüm toplumda bu yöndeki farkındalığın hızlıca artması ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarının nesiller boyunca iletilmesidir.”

Yazının Devamını Oku