Bilerek ya da bilmeyerek pek çok sorunumuzu strese bağlıyoruz. Haksız da sayılmayız. İşin uzmanları da stresin kanserden kiloya, kalp krizinden felce, gastritten kolite her şeyle ilgisi olduğunu söylüyor. Dahası taşikardi atakları, uyku sorunları, tansiyon düşme veya yükselmeleri, baş dönmeleri, kulak çınlamaları, kısacası aklınıza gelen pek çok şey stresten kaynaklanabiliyor.
Yaşadığımız dünyada pek çok terslikle karşılaşsak da öyle güzel detaylar var ki insan hala ‘iyilik ölmemiş’ diyor. Bunun en güzel örneklerinden birisi de Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortapedi Kliniği’nde yaşanıyor. Sağlık kendimiz ve aile bireylerimiz için son derece önemli. Hele ki en değerli varlıklarımız olan çocuklarımız için yapamayacağımız hiçbir şey yok. İşte Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Kliniği’nde ameliyat olacak çocuk ortopedi hastaları için hayata geçirilen proje bu açıdan ayrı bir takdiri hak ediyor. Ameliyathaneye götürülürken, ebeveynlerinden ayrılırken korku ve stres yaşayan çocuklar artık akülü arabalarla eğlenerek giderek yaşadıkları stresi ve heyecanı yenebiliyor.
Projenin detaylarını Ege Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Aktuğlu şöyle anlattı:
ARTIK KORKU YAŞAMIYORLAR
“Ameliyathaneye giderken ebeveynlerinden ayrılan çocuklar stres yaşayabiliyor, korkabiliyor. Bunu engellemek için kullanmaya başladığımız akülü araba oldukça işe yaradı. Çocukların ameliyat korkusunu yenmek için geliştirdiğimiz bu proje kapsamında sedye yerine akülü araba kullanıyoruz. Çok olumlu dönüşler aldık. Hastane ve ameliyathane çocuklarda ister istemez bir korkuya yol açıyor. Ameliyathaneye giderken ebeveynlerinden ayrılan çocuklar stres yaşıyor ve ağlıyordu. Bunu engellemek için akülü araba aldık. Çocuklar şimdi eğlenerek gidiyor ameliyathaneye. Çocuk hastaların tedavileri sırasında travma yaşamalarını istemiyoruz. Hekimlerimiz ve diğer sağlık çalışanlarımız güleryüzlü ve sıcak davransa da elbette bir korku oluyor. Bu korkuyu tamamen engelleyemesek de artık çocukların ağlamadan, korkmadan ve eğlenerek ameliyathaneye girmelerini sağladık. Bu durumdan aileler de oldukça memnun. Projemizi sosyal sorumluluk projesi haline getirip geliştirmeyi ve örnek bir uygulama yapmayı planlıyoruz.”
Bu projeyi düşünenleri, çocuklarımızı sağlıklarına kavuştururken en az stresi yaşamalarını sağlayan hocalarımızı gönülden tebrik ediyorum.
Sağlıkla kalalım, sağlığımızı koruyalım.
Hapşırınca ‘çok yaşa’ diyenin yanında muhakkak ‘iyi yaşa’ diyen de vardır. Zira çok yaşamak kadar sağlıklı yaşamak, mutlu ve stresten uzak yaşamak da çok önemli. Hepimiz daha sağlıklı, daha mutlu bir yaşam isteriz. Bu isteğimizi gerçekleştirmek yine kendi elimizde. Bunun için oldukça basit birkaç adıma dikkat etmemiz ve uygulamamız yetiyor. İşte, sağlıklı bir hayat için dikkat etmemiz gerekenleri, sağlıklı yaşama konusunu akapunktur, fizik tedavi ve rehabilitasyon alanında Uzm. Dr. Alpaslan Bilen’e sordum. Bakın Dr. Bilen neler anlattı:
ORGANİK BESLENME
“Bundan 20-30 yıl önce sağlıklı yaşam kavramı pek dillendirilmiyordu. Organik beslenme diye bir konu ve bunlara bağlı endüstriler yoktu. Çünkü her şey organikti ve lezzetli yemekler ve onların kuşaklardan beri gelen tarifleri vardı. Gıda maddelerinin her yöreye göre adresleri vardı: İzmir’de Balçova domatesi, Bornova bamyası aranırken, Gaziantep’te Orul köyü patlıcanı, Nurgana ilçesinin eriği, Afyon’un manda kaymağı, Kars’ın balı gibi lezzet adresleri vardı. Hiçbir gıda maddesinin içinde koruyucu kimyasallar yoktu. Buğdayın boyu iki karıştı, ekmekler lezzetliydi, Karakılçık buğdayı ile çiğköfte yoğurmak emek isterdi. Konya bulguru ile yapılan pilav sapsarı olur, yemeye doyulmazdı.
Türkiye’nin nüfusu 40-45 milyon civarındayken kendi tükettiğini üretecek yeterlilikteki 7 ülkeden biriydi. Ancak daha sonra artan nüfusla birlikte üretim biçimleri de değişti. Marketler raflarında böreklik, kepekli, pidelik, somun ekmeklik, pasta için çavdar, yulaf unu paketleri caka atmaya başlamıştı. Artık ekmeğin içine iyice şişsin, kabarsın, bembeyaz olsun, güzel koksun, çabuk pişsin ve nar gibi görünsün diye bir çok kimyasal konuyor. Glüten alerjisi, hipoglisemi, insülin direnci, sürekli kabızlık, beklenilmediği kadar obezite de bunun sonucu olarak ortaya çıkıyor.
TÜTÜNDE DE BOL ŞEKER
Sigara ve tütünde de değişimler yaşandı. Yerli tütünün yerini bol şeker ihtiva eden Virginia tütünü ve 300 çeşit kimyasal aldı. Günümüzde suni yemler, ilaçlar ve hormonlarla beslenen tavuk etinden fabrikasyon üretimdeki yumurtalara kadar pek çok gıda tartışılıyor. Reçellerden meyve sularına, sebzelerden meyvelere pek çok gıdanın üretim koşulları sağlığı tehdit eder hale geldi. Hava kirliliği, elektromanyetik dalgalar, gürültü gibi etkenler de yaşam kalitesini ciddi ölçüde etkiledi. Sağlıklı olabilmek, yaşlanmamak için bilimsel değeri olmayan pek çok ürün kullanılıyor. Dünya nimetleri artık 8 milyara ulaşan insanlara yetmiyor. Dünya, insanlara yettiği günlerden bugüne yarı yarıya küçüldü. Paylaşılanlar aynı kaldı ama kirlenerek ve bozularak aynı kalsa da kalite ileri derecede bozuldu. Paylaşılanların ise sayısı giderek artıyor. İnsanoğlu mavi küreyi bozdu ve sağlıklı yaşamama cezasına uğradı.”
Nükleer Tıp’ta elde edilen görüntülere genel olarak “sintigrafi” adı veriliyor. Uygulamalar esnasında ise genellikle ağız veya damar yoluyla düşük düzeyde radyofarmasötik adı verilen ilaçlar uygulanıyor. Nükleer Tıp bölümlerinde hemen her organ sistemiyle ilgili hastalıklarda fonksiyon (işlev) görüntülemesi yapılmakta. Günümüzde neredeyse 100 kadar farklı nükleer görüntüleme yöntemi var. Nükleer Tıp yöntemleri ile görüntülenemeyen herhangi bir ana organ veya sistem mevcut değil. Sintigrafinin daha üst düzeyli 3 boyutlu görüntülerine ise “SPECT (Tek foton emisyon komputerize tomografi)” ve “PET” (Pozitron Emisyon Tomografi) adı veriliyor.
Aynı zamanda tiroid hastalıkları, bazı tümörler ve karaciğer ile kemikleri tutan kanserlerde tedavi amacıyla radyoaktif madde uygulamaları yapılıyor.
PET/BT NEDİR?
Özel Tınaztepe Galen Hastanesi Nükleer Tıp Uzmanı Prof. Dr. İnanç Karapolat, uygulamayı öyle anlattı; “PET/BT dokular ve organlar hakkında metabolik ve anatomik bilgiyi bir arada ve tek bir çekimde elde etmeyi sağlayan, PET (Pozitron Emisyon Tomografi) ve BT (Bilgisayarlı Tomografi) cihazlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş ileri bir Nükleer Tıp görüntüleme yöntemidir. PET/BT ile tüm vücudun fonksiyonel-metabolik aktivitesi ve yapısal (anatomik) özellikleri aynı anda tek bir inceleme ile gösterilebilmektedir. Bu özelliği ile PET/BT birçok patofizyolojik durum ve hastalıkta henüz yapısal değişikliklerin oluşmadığı dönemde metabolik değişikliklerin tespiti ile erken tanıda önem kazanmaktadır. Günümüzde başta kanser hastalıkları olmak üzere kalp ve beyin hastalıklarının tanı ve tedavisinde önemli bir işleve sahip. Kanser hastalıklarının erken teşhis ve takibinde, vücuttaki herhangi bir kitlenin iyi ya da kötü huylu olduğunu belirlemede, kanser nüks ve metastazlarını saptamada, tedavi planlamada (evrelendirme, radyoterapi planlama, biyopsi yeri seçimi), tedavi gören kanser hastalarının tedaviye yanıtlarının saptanmasında ve canlı tümör hücresi mevcudiyetinin belirlenmesinde çok önemli rol oynamaktadır.”
İzmir’deki gelişmelerin başından itibaren hekim ve yönetici olarak görev yapan Dr. Turhan Sofuoğlu, 2004 yılında İzmir’deki ambulanslarda çalışan bir grup deneyimli hekim ile kurulan “Acil Ambulans Hekimleri Derneği”nin de halen başkanlığını yürütüyor. Dr. Sofuoğlu, derneğin amaçlarından birinin de ülkemizdeki sistemi geliştirmek yanında uluslararası projelere katılarak dünyadaki acil, ambulans ve afet hizmetlerine katkı sağlamaktı diyerek şöyle anlatıyor bu serüveni;
DÜNYAYA KATKI SAĞLAMAK
“Bu fırsatı 2008 yılında katıldığımız bir Avrupa Birliği projesi ile yakaladık. Farklı ülkelerden aynı amaçla bir araya gelmiş konusunda yetkin kişilerin neler yapabileceğini daha sonra devam eden uluslararası projelerimizle yaşayarak öğrendik. Geldiğimiz noktada zaman içinde katıldığımız projeler ve dünyadaki gelişmelerinde etkisi ile ‘Acil Afet Ambulans Hekimleri Derneği’ adını alan bu küçük ama büyük idealleri olan kuruluşumuz, geçmişin deneyimlerini, geleceğin teknolojileri ile harmanlayarak çok başarılı çalışmalara imza attı. Uluslararası Katılımlı Ambulans Rallileri, Acil Hizmetlerde Yeni Nesil Teknolojiler Sempozyumları ve Avrupa Birliği projeleri ile artık yurt dışında da adından söz ettiren bir kuruluş duruma geldi.
ULUSLARARASI PROJELER
Bu kısa sürede onlarca uluslararası projede ülkemizi temsil ettik. 2022 yılının ilk 3 ayı halen sürdürdüğümüz Avrupa Birliği projelerinin somut çıktılarının değerlendirildiği toplantı ve tatbikatlar ile geçti. Pandemi nedeniyle onlarca farklı ülkeden sağlık, itfaiye, güvenlik, yazılım ve teknoloji üreticileri ile iki yıldır uzaktan yaptığımız çalışmalar önce İzmir’de daha sonra diğer ülkelerde hayata geçirilmeye başlandı. Bu yılın başında İzmir’de, ASSISTANCE projesi adı altında, acil durum ve afetlerde görev yapan ambulans, itfaiye, kurtarma ve güvenlik ekiplerinin, olay yerinde daha güvenli ortamlarda, daha etkin olarak çalışması ile ilgili yeni teknolojiler, yazılımlar ve eğitim araçlarının denendiği bir tatbikat gerçekleştirildi.
TATBİKAT VE EĞİTİMLER
BELİRTİLERİ NELER
Yaşlandıkça kalp kapaklarının kalınlaştığını ve sertleştiğini, maksimal kalp atım sayısının, soluk alıp verme sayısının azaldığını, ağız hijyeninin bozulması, dişlerin azalması gibi nedenlerle tükürük salgısının dolayısıyla da iştahın azaldığını ifade eden Kumral, ürogenital sistemde de değişiklikler yaşandığını, yaşlılarda beyin ağırlığı ve hacminin yaklaşık yüzde 10 oranında azaldığını, reflekslerin yavaşladığını ve çeşitli duyularda kayıplar söz konusu olduğunu aktardı. Kumral, 20- 30 yaşlarında maksimum düzeyde olan kas kuvvetinin 65 yaşlarında yaklaşık yüzde 80 azaldığına dikkat çekerek, “Yaşlılıkta sıklıkla gözlemlenen değişiklik hareket azlığıdır. Bu kasların az kullanılmasına ve kas hücre kayıplarına yol açar. Bu da kuvvet kaybına neden olur. Kemiklerdeki mineral kayıpları spontan kemik kırılmalarına neden olur. Yaşlı kas mekanik etkilere açıktır. Yaşlanan kaslar kendi kasılmalarından dahi hasar görür ve geç iyileşirler” dedi.
DEMANS VE ALZHEİMER
Kadınlarda menopoz, erkeklerde andropoz geliştiğini, epidermis ve dermişin inceldiğini, saçların dökülüp ağardığını anımsatan Kumral, ortalama insan ömrünün artmasıyla birlikte demans insidansının da yükseldiğini kaydetti. Merkezi sinir sistemindeki nöronların hasarlanması sonucu ortaya çıkan hastalığın dünyada 4. ana ölüm nedeni olduğunu aktaran Kumral, “Demans sıklığı yaşla birlikte önemli bir artış göstermekle birlikte, bu durum normal yaşlanmanın bir özelliği değildir. Birçok kişi bilişsel yıkım gelişmeden yaşlanırken, normal işlevsellik gösteren kişilerde bile bir takım bilişsel değişiklikler tanımlanabilir. Bu değişiklikler yaşlı kişiler arasında değişkenlik gösterir” diye konuştu. Demansın Alzheimer, Pick, Talamik, Wilson gibi pek çok çeşidinin olduğunu anlatan Kumral, şu bilgileri verdi: “Normal yaşlanma ile ortaya çıkan unutkanlık gibi hafif kognitif problemler her zaman ileride alzheimer hastalığı çıkacağına işaret etmez. Son yıllarda yapılan çalışmalar, yaşa bağlı normal kognitif değişikliklerle Alzheimer hastalığı arasında bir geçiş döneminin olduğunu göstermiştir.”
FELÇ VE İNME SEBEP
Afaziye sebep olarak en sık karşımıza çıkan hastalık (yüzde 25-40) inme, yani strok-felç hastalığıdır. Konuşma merkezini etkileyen damar tıkanmaları veya bu bölgedeki kanamalar afaziye sebep olur. Ayrıca beyin tümörleri, kafa travmaları, enfeksiyonlar da afaziden sorumlu olan diğer durumlar. Bazen de dejeneratif ilerleyici nörolojik hastalıklar sebep olur. İnmeye bağlı afaziler genellikle beynin sol tarafını etkiler, bu etkilenme beyin çapraz çalıştığı için sağ kol ve bacakta güçsüzlük de yaratabilir.
Afazi bazen o kadar şiddetli olur ki kişi hiçbir şekilde çevre ile iletişim kuramaz. Ne söyleneni anlar ne de kendini ifade edebilir. Bazen de nispeten daha hafiftir. Bu gibi hafif durumlarda cisimleri isimlendirmede, tanıdıklarının adını söylemede problem yaşar. Kelimeleri doğru şekilde cümle içinde kullanamaz. Afaziye yakalanan çoğu hastanın işlerine devam etmeleri pek mümkün olmaz. İnmeye bağlı afazi, olay sonrası altıncı aydan sonra genellikle pek düzelme göstermez. Sağlık profesyonellerinin görevi afazik hastanın kalan iletişim kanalının olup olmadığını saptamak, varsa bu kanalın daha iyi kullanılıp geliştirilmesi için uygun tedavileri uygulamaktır.
Toplumda çok bilinmese de afazi sık görülen bir hastalıktır. 2016 yılında ABD’de yapılan bir çalışmada toplumun yüzde 9’u afazinin ne olduğunu bilmiş, yüzde 91’i bu hastalıktan habersiz olduğunu belirtmiştir. Görülme sıklığı Parkinson hastalığından daha fazladır.”
BİRÇOK ÜNLÜ YAKALANDI
Çok yeni olarak ünlü aktör Bruce Willis afazi hastalığı nedeniyle kariyerine son vermek zorunda kalmıştır. Afazi hastalığına 2001 yılında anevrizmatik beyin kanaması nedeniyle Temel İçgüdü filmiyle yıldızlaşmış Sheron Stone yakalanmış ve uzun süre kariyerine devam edememiştir. Kendi deyimiyle iki yıl boyunca konuşmayı tekrar öğrenmiştir. Game of Thrones dizisinde “Ejderhaların annesi Daenerys Targaryen” rolünde olan Emilia Clarke ilk sezonun sonunda afazi hastalığına yakalanmıştır. Afazi hastalığını ABD Başkanı Joe Biden de maalesef yakından bilmektedir. İlk eşinden olan üç oğlunun en büyüğü, başarılı Delawere savcısı Beau Biden 2016 yılında Delawere valiliği için seçimlere hazırlanırken gittiği gezilerde konuşmakta ve kelime bulmakta zorlukla başlayan afazi haline yakalanmış ve bu duruma sebep olan beyin tümörü nedeniyle 2015 yılında hayatını kaybetmiştir. Joe Biden bu durumu şöyle açıklamaktadır; “Oğlumun Şükran Günü hazırlıkları sırasında insanların arasına girmekten çekindiğini, vali kelimesini bulamadığı için vali kelimesini tanımlayan başka kelimelere başvurduğunu farkettim. Sağ eliyle de el sıkışırken zorlanıyordu. Oğlum afazi hastalığı ile mücadele etmekteymiş.”
66 MİLYON YIL ÖNCE
Hatırlamakta yarar var. Bundan 66 milyon yıl önce 12 km. çapında bir astreoit çarptıktan birkaç dakika sonra yeşil ve canlı gezegenimiz sessizliğe bürünmüştü. Başta dinozorlar olmak üzere bitki ve hayvan türlerinin yüzde 75’inden fazlası yok olmuş her türlü canlılık belirtisi kaybolmuştu. Saatte 50 bin kilometre hızla Meksika’nın Yucatan Yarımada’sına çarpan astreotin Hiroşima’ya atılan otom bombasının 7 milyar katı güçte bir patlama etkisi yarattığı hesaplanıyor. Çarpmanın etkisiyle deniz kıyıları 10 şiddetinde depremle sarsılırken Meksika Körfezi’nde 100 ile 300 metre yüksekliğinde tsunami dalgaları oluşmuş, binlerce kilometrekarelik ormanlık alanlar yerle bir olmuş, gökten yağan tonlarca kaya geride kalan tüm canlıları yok etmişti.
GÜNEŞ IŞINLARI ULAŞAMADI
Yangınlardan çıkan dumanlar, göğe yükselen parçacıklarla birleşip güneş ışınlarını engelleyince dünyamız soğuk ve karanlık uzun bir döneme girmişti. Yangından doğrudan etkilenmeyen yerlerde, aşırı sıcaklar hayvanların besin kaynaklarını yok etti, asit yağmurları suları zehirledi. Daha da kötüsü, gökyüzündeki toz bulutları güneş ışınlarını engellediğinden bitkiler fotosentez yapamaz hale geldi, besin zincirleri zarar gördü. Öncelikle dinozor gibi büyük hayvanlar açlıktan öldü. Fosil verileri, rakundan büyük canlıların ortadan kalktığını gösteriyor. Küçük canlılar ise hem sayıları daha fazla, hem de az yiyip, hızlı çoğalıp yeni şartlara kolay uyum gösterdiklerinden hayatta kalmayı başardı.
DİNAZORLAR ÖLDÜ İNSAN DOĞDU
Astreod çarpıncaya kadar dünyanın hakimi olan dinozorların ortadan kalkması, yeni canlılar için fırsat yarattı. Memeliler yaygınlaşmaya başladı. Bilim insanları “66 milyon yıl önce dünyaya bir asteroit düşüp o yıkımı yaratmasaydı evrim çok farklı gelişebilir, insan ortaya çıkmayabilirdi” diyor. Son 30 yılda dünyada 178 milyon hektar orman yok oldu. Her yıl 15 milyar ağaç kesiliyor yerine sadece 5 milyar ağaç dikiliyor. Ağaçlık bölgelerin, tarım alanlarının yerinde artık beton ormanları yükseliyor. Ormanlar, tarım alanları olmazsa canlılar yaşamlarını sürdüremez. Dünyayı astreoit çarpmışa çeviren insanoğlu hatasını anladı ama hala önlem almakta hala gecikiyor. Halbuki 20- 30 yılda dünyayı eski haline döndürmenin mümkün olduğunu söylüyor bilim adamları. Ama tam küresel ısınma dünyanın birinci sorunu haline gelmişken Rusya- Ukrayna savaşı çıkıyor ve belki iklim kriziyle mücadele için harcanacak kaynaklar silahlanmaya harcanmaya başlıyor. Halbuki yaklaşmakta olan felaket nükleer savaştan bile yıkıcı, bütün insanlığı yok edecek kadar büyük. Yazık olacak çocuklarımıza, torunlarımıza. Gelecek nesiller büyüklerini hiç affetmeyecek.
SARI NOKTA HASTALIĞI
Doğal yaşlanmayla birlikte yakını görememe, görme hassasiyet azalması, renkleri iyi ayıramama, daha fazla ışığa gereksinim duyma benzeri yakınmaların arttığını belirten Kaşkaloğlu, “Yaşla birlikte halk arasında sarı nokta hastalığı olarak bilinen yaşa bağlı makula dejeneresansı, katarakt, şeker hastalığına bağlı diyabetik retinopati, göz tansiyonu hastalığı glokom, göz yaşı eksikliğine bağlı kuru göz, blefarit ve göz kapağı düşüklüğü oldukça sık görülür” dedi. Kaşkaloğlu, 50 yaş üzerindeki erişkinlerde keskin ve ayrıntılı görmeyi sağlayan görme noktası makulanın (sarı nokta) giderek hasar gördüğünü, yaş ve kuru tip olarak ikiye ayrılan hastalığın tedavisi için erken teşhisin önemli olduğunu, tedavinin ise iğne ile yapıldığını dile getirdi. Önlem için de Akdeniz tipi beslenme ve sigara kullanmamayı öneren Kaşkaloğlu, göz merceğinin saydamlığını kaybetmesi sonucu ortaya çıkan kataraktın da ameliyattan başka tedavisinin bulunmadığını, kötü beslenenlerde, sigara kullananlarda ve diyabetlilerde daha sık görüldüğünü ifade etti.
HİJYENE DİKKAT
Şeker hastalarında gözün sinir tabakası olan retinadaki kan damarlarının hasar gördüğünü, şeker hastalarının hiçbir şikayetleri olmasa da göz muayenesi olması gerektiğini vurgulayan Kaşkaloğlu, diyabetik retinopi tedavisinde de lazer ve iğne tedavisi uygulandığını, erken teşhis ve tedaviyle şeker hastalığına bağlı körlüğün önlenebileceğini söyledi. Kaşkaloğlu, göz tansiyonu olarak da bilinen glokoma önlem olarak da 40 yaş sonrası göz tansiyonunun ölçülmesi gerektiğini, tedavi için ise damlalar ve lazer yöntemlerinin kullanıldığını kaydetti. Kaşkaloğlu, yanma, batma, sürtünme, kızarıklık hatta gözün sulanması belirtilerinin de kuru göz rahatsızlığına işaret ettiğini belirterek kirpik dibi iltihabının da ileri yaşlarda sık görüldüğünü, göz kapağı hijyenine dikkat edilmesi gerektiğini dile getirdi.