Son yıllarda oldukça popüler olan ve bebek liderliğinde beslenme anlamına gelen “Baby Led Weaning” (BLW) hakkında bilgi veren Bay, bu yöntemin Anadolu’da yüzyıllardır uygulandığını, bebeğin doğasına en uygun beslenme yöntemi olduğunu kaydetti. “Elinizde tabak kaşık çocuğunuzun peşinde koşturmaktan vazgeçin. Bırakın çocuğunuz kendi yemeğini kendisi yesin” diyen Bay, 6 aya kadar tek besinin anne sütü yoksa da formül mamalar olduğunu, bu dönemden sonra da ek besine geçildiğini, 6 aylık bebeklerde BLW yönteminin uygulanabileceğini aktardı.
AMAÇ ÖĞRENMESİ VE KEŞFETMESİ
Emekleme, yürüme davranışları gibi kendi kendine beslenmesi için de gerekli ortamın hazırlanabileceğine dikkat çeken Bay, BLW yönteminde amacın doyma değil duyuları uyum içinde kullanarak beslenme egzersizi olduğunu ifade etti. Bay, “Bebeğiniz besinleri eline alacak, ağzına götürecek, şeklini, kıvamını, sıcaklığını, rengini, kokusunu, tadını keşfedecek, oynayacak, başına, yüzüne, gözüne sürecek, belki de sizin yüzünüze, gözünüze fırlatacak, etrafa dağıtacaktır. Tüm bunlar kendi kendine beslenme yönteminin doğal bir akışıdır. Bu dönemde bebekler için önemli olan öğrenmek,eğlenmek ve keşfetmektir” dedi.
YA BOĞAZINA KAÇARSA?
BLW’nin bebeğin destekle ya da desteksiz oturmaya başladığı zamandan başlayacağını, 1 yaşına kadar bebeklerde öğürme refleksi noktasının dilin orta bölümünde olmasından kaynaklı yutamayacakları boyuttaki gıdalarda öğürerek dışarı çıkardıklarını belirten Bay, “Bebeğiniz ilk denemelerinde ağzına yiyeceği sokar sokmaz öğürebilir, öksürebilir hatta kusabilir. Bu hareketler bebeğinizin solunum yolunun açık, korunma reflekslerinin yeterli olduğunu gösterir. Hemen müdahale etmeyin, bırakın bebeğiniz doğal koruma refleksi ile kendini korusun” diye konuştu.
FAYDALARI ÇOK BÜYÜK
Bebeklerin iç güdüleri ile gıdaları seçtiğini vurgulayan Bay, yöntemin el-kol, parmak becererini geliştirdiğini, duygusal ve dil gelişiminin hızlandığını, görmenin netleştiğini, özgüven ve problem çözme yetisinin arttığını ve obezite riskinin en aza indiğini kaydetti. “Anne ve babalar tüm gün tabak, kaşık elde çocukların peşinden koşturmaz, ayaklı kaşık olmazlar diyen” Bay, bu dönemde çiğneme için damak sertliğinin yeterli olduğuna işaret ederek uygulamayı ise şu şekilde anlattı: “Sofrada ne varsa önüne koyun ve çocuğunuzu gözleyin. Eliyle tutamadığı gıdayı siz onun eline vermeyin. Ağzına götürmediği gıdayı siz ağzına vermeyin. Gerektiğinde yardımcı olun. Sabırlı olun, çocuğunuzun yemeğini hemen bitirmesini beklemeyin. Doyma belirtisi gösterdiğinde zorlamayın, ortamın ve kıyafetlerin kirlenmesine hazır olun. Yemeği püre yapıp önüne koymayın.”
Peki; karaciğer yağlanması nedir, neden olur, belirtileri nelerdir? Karaciğer yağlanmasını önlemek için nelere dikkat edilmeli? Karaciğer hücrelerinde normalden fazla yağ birikimine yol açan ve çoğu zaman siroz evresine kadar belirti vermeyen hastalıktan korunma yollarını İzmir Ekonomi Üniversitesi Medicalpark Hastanesi Fonksiyonel Tıp Uzmanı Dr. Kerem Korkut anlattı:
ENDİŞE ETMELİ MİYİZ?
Karaciğerinizde biriken yağlarla ilgili doktorunuzun endişe duymak için mantıklı gerekçeleri vardır. Sindirime yardımcı olan, vücudunuzu temizleyen ve protein üreten bu iri, kahverengi organda biriken yağlardan kurtulmanın bir yolunu bulmanız oldukça önemlidir. Bu durumun nedeni olarak ilk akla gelen fazla yağ tüketimi olsa da bazı örnekler bize tam aksini işaret ediyor. Hayatı boyunca alkol almamış, şeker hastalığı ya da obezite tanısı bulunan çocuklarda karaciğer yağlanması sıklığı oldukça yüksektir. Obezite ve şeker hastalığı ise nişasta ve şeker tüketmeniz ile ilişkilendirilen durumlardır.
NEDEN MEYDANA GELİYOR?
Uzun zamandır karaciğer yağlanmasının alkol tüketimiyle ilişkili olduğu bilinir. Ancak günümüzde bu durumun nedeni daha ziyade yüksek insülin seviyeleri ve obezitedir. Yapılan çalışmalar, şeker ve nişasta yoğunluklu beslenmenin yükselttiği insülin hormonunun karaciğerin yağlanmasına yol açtığını göstermektedir. Tatlandırılmış içeceklere, pastane ürünlerine ve pek çok gıdaya eklenen ve ‘früktoz’ olarak bilinen meyve şekeri de karaciğer yağlanmasının önemli bir nedenidir. Benzer şekilde fast-food, yani hazır-yemek zincirlerinden aldığınız, aşırı ısıya maruz kalmış ve doğallığını kaybetmiş yağları bolca içeren menüler de kolesterol değerinizi yükseltebilir ve karaciğerinizi yağlandırabilir. Diğer yandan kaliteli yağları tercih eder, hafifçe pişirir ya da direkt çiğ olarak tüketirseniz, vücudunuzdaki depolanmış yağlardan kurtulmanız kolaylaşır. Düzenli bir biçimde ve orantılı miktarda doğru yağları tüketmeniz de karaciğer yağlanması açısından faydalıdır.
ŞEKER YAĞA DÖNÜŞÜR
NÜKLEER TIP NEDİR?
Nükleer tıp radyasyon yayan radyoaktif maddeler kullanarak tıbbi görüntüleme ve kanser tedavisi yapan bilim dalıdır. İstenilen görüntüleme, gama kamera ve PET cihazları kullanılarak yapılır. Sintigrafi ve PET görüntüleri elde edilir. Kanserli hastalarda tanı, tedavi ve hastalık tekrarını değerlendirmede sıklıkla F-18 PET/BT görüntüleme yapılır. Ayrıca bazı özellikli kanserlerde PET/BT görüntüleme yapılmaktadır. Bunun en iyi örneği tiroid kanserleri, prostat kanserleri ve nöroendokrin tümörlerdir. Tedavide belirli bir kanser hücresine hedefli molekülü radyasyon yayan radyoaktif madde ile işaretleyerek hastaya veriyoruz. Bu sayede radyoaktif madde kanser hücresine ulaşıyor ve radyasyon vererek öldürüyor. Kişiye özgü akıllı moleküller nükleer tıpta kullanılan ilaçların kanser tedavisinde ön planda yer almasına yol açmıştır. Nükleer tıpta kullanılan ilaçların (ki bu ilaçları akıllı moleküller olarak adlandırabiliriz) en büyük avantajları kanserli alanların tedaviye cevabının öngörülebilmesi, oldukça etkin tedavi yöntemleri olmaları ve yan etkilerinin az olması ya da olmaması, hastaların günlük yaşamlarını sürdürebilmeleridir.
TEMELİNDE NE VAR?
Nükleer tıpta kanser tedavisi temelinde tümöre yönelik radyasyon tedavisidir. Normal doku radyasyona ciddi oranda maruz kalmadığından yan etki oldukça azdır. Tiroid kanserleri, prostat kanserleri, karaciğer kanserleri, nöroendokrin kanserler, kemiklere yayılmış kanseri olan hastalarda ağrı yönetimi en sık kullanılan kanser türleridir. Türkiye’de nükleer tıp dünya ile paralel bir gelişim göstermektedir.
Nöroendokrin tümörlerin tüm kanserler içinde görülme sıklıkları oldukça azdır. Burada görüntüleme ve tedavide tümöre özgü molekül DOTA peptitlerdir. Hastalığın tanı ve tedavi yönetiminde Galyum DOTA PET/BT görüntüleme, metastatik hastalıkta da uygun hastalarda kemoterapi öncesi Lutesyum DOTA bileşikleri kullanımının hastanın yaşam süresinde belirgin uzamaya yol açtığı gösterilmiştir.
Sonuç olarak; tiroid kanseri, prostat kanseri, nöroendokrin tümörler, karaciğer tümörünüz veya ağrılı kemik metastazlarınız varsa bu tedaviler sizin için iyi bir tedavi seçeneği olabilir.
AYRI BİR YER TUTUYOR
Kalp ve kalpten çıkan iki büyük damarın (aort ve akciğer ana atar damarı) kökenleri göğüs boşluğunda iki tabakadan oluşan bir kese içinde bulunur. Bu yapıya ‘perikard’ denilmektedir (peri=çevresinde, kordis=kalp). Bu iki tabaka arasında 10–40 cc sıvı vardır. Bu sıvı kalbin hareketleri esnasında iki tabakanın birbiri üzerinde kaymasını sağlar. Kalp hastalıkları içinde perikart hastalıkları ayrı bir yer tutmaktadır. Perikard yapraklarının doğal yapısını bozan, kalınlaştıran, birbirine yapıştırarak veya iki yaprak arasındaki sıvı miktarını artırarak kalbin fonksiyonlarına etki eden akut veya kronik pek çok neden vardır. Bunların başında enfeksiyonlar gelir. İki yaprak arasındaki sıvı miktarı değişik nedenlere bağlı olarak artabilir. Yavaş yavaş gelişirse 1 litre veya daha fazla olabilir. Eğer çok kısa zamanda oluşmuş ise 200 cc’den fazlasına hasta tahammül edemez. ‘Kalp tamponadı’ dediğimiz bir tablo ortaya çıkabilir, hemen gereken önlem alınmazsa hasta kaybedilebilir.
İKİ YAPRAK YAPIŞIR
Uzun süren vakalarda bu iki yaprak birbirine yapışır ve bu yapışıklıklara kireçlenme de eklenirse kalp adeta bir zırh içine girmiş gibi olur. Karşımıza çok ağır bir tablo çıkar. Buna ‘konstriktif perikardit’ adını veriyoruz. Akut perikarditlerde en sık görülen bulgu ağrıdır. Göğüsün ön tarafında sternum (iman tahtası) arkasında keskin, derin nefes almakla ve sırtüstü yatmakla artar, öne eğilmekle azalır. Nefes darlığı, öksürük de görülen ilave bulgulardır. Kalp atım sayısı hızlanmıştır. Yapan nedene bağlı olarak (enfeksiyonlarda) ateş de olur. Ayaklarda şişlik, karaciğer büyümesi görülür, bu tablo kalp yetersizliği ile karıştırılabilir.
İLERİ TETKİK GEREKEBİLİR
Tanıda elektrokardiyografi ve göğüs röntgeninden faydalanılabilirse de zamanımızda ekokardiyografik tetkikler çok daha olumlu sonuçlar verir. Gereken vakalarda daha ileri tetkiklere de gereksinim duyulabilir. Tanıda iki yaprak arasındaki sıvının alınıp mikrobiyolojik tetkikinden de yararlanılır. Tedavi nedene bağlıdır. Eğer iki yaprak arasında aşırı sıvı birikmişse bunun boşaltılması gerekir. Konstriktif perikarditde tedavi kesinlikle cerrahidir.
Genelde herkeste anestezi korkusu vardır. Anestezi korkusunda en büyük neden uyanamamak ya da bölgesel anestezide felç kalma, iğnenin omuriliğe girme kaygılarıdır. Bu nedenle öncelikle anesteziyi iyi tanımalıyız. Her operasyondan önce anestezi uzmanı tarafından değerlendirilmeniz gerekmektedir. Anestezi uzmanı risk değerlendirmesi yapmak için sizi sorgular, kalp ve akciğerlerinizi dinler, solunum yollarına yerleştirilen endotrakeal tüpün yerleştirimesi sırasında üst solunum yollarına erişim için gerekli muayeneleri yapar. Gerek duyulan kan tetkiki ve radyolojik incelemeleri ister. Bu değerlendirme sırasında sizin için en uygun olan anestezi tekniklerini risk ve faydaları ile anlatır. Sonuç olarak yönteme birlikte karar verirsiniz.
ANESTEZİSTİN ÖNCELİKLERİ NELER?
Anestezi yaklaşımlarında son 30 yıldır hasta güvenliğini en üst düzeye çıkaran bilimsel ve teknolojik gelişmeler oldu. Genel ve bölgesel olmak üzere iki çeşit anestezi var. Artık değişik yaklaşımlar ve teknik imkanlarla risk olmaktan çıktı. İlaçların antidotlarının bulunmasıyla da güvenli bir şekilde hastayı uyandırabiliyoruz. Ultrason eşliğinde yapılan bölgesel anestezi yöntemleri ile daha etkili ve emin bir anestezi yapabiliyoruz. Bir anestezistin önceliği cerraha ve hastasına operasyon boyunca konforlu ve güvenli bir uygulama yapılmasını sağlamaktır. Genel anestezi cerrahi işlemin uygun koşullarda yapılabilmesine imkan tanımak için hastanın bilinci, refleksleri, ağrısı ve solunumunun geçici olarak ortadan kaldırılma halidir. Bu uyku sırasında tüm işlevleriniz anestezi hekimi tarafından karşılanır. Öncelikle solunum yolunu emniyete almak için bir tüp yerleştirilir. Daha sonra solunumunuzun devamlılığı ve derin uyumanız anestezi cihazıyla sağlanır. Bu nedenle bazı hastaların sorduğu gibi sizi o halde bırakıp bir saniye bile yanınızdan ayrılmamız mümkün değil. Gelişen monitörlerle yaşamsal fonksiyonlarınızı devamlı takip ediyor, kayıt ediyor ve stabil bir şekilde uyumanızı sağlıyoruz.
Bölgesel anestezi yöntemleri olan epidural ve spinal yöntemlerle bazı operasyonların yapılması mümkün. Kendi solunumunuza imkan tanıdığı için genel anesteziden daha avantajlı. Uzman ellerde şu an için en güvenilir yöntem. Bu alanda hastalarda belden yapılan iğneden sinir hasarı olup felç kalma korkuları mevcut. Bizim uygulama yaptığımız alanlarda böyle bir risk yok. Ancak operasyon sonrasında şiddetli baş ağrıları görülebilir. İşlem sırasında sırtınızdan bacaklarınıza yayılan bir elektrik çarpması hissedebilirsiniz. Ayaklarınızdaki uyuşukluk 4 saat sonra tamamen geçecektir.
Anestezi uzmanları görünmeyen kahramanlardır. Operasyonun başlamasından önce başlayan süreç operasyon bitimine kadar devam eder. Anestezi uzmanı tüm refleksleriniz tam olarak geri dönünceye kadar yanınızdadır. Yutma refleksi, öksürme refleksi, kendi solunumunuzdan emin oluncaya kadar size yardımcı olur.
ANESTEZİSTİN ÖNERİLERİ NELERDİR?
“El Mikrocerrahi Ortopedi ve Travmatoloji (EMOT) Hastanesi, 2022’de Atakalp Hastanesi’ni yenilemiş ve dönüştürerek EMOT Plus Hastanesi adıyla vermiş olduğu sağlık hizmetini büyütmüştür. Geçen 30 yıl içinde hizmet kalitesi, ekip çalışması ve bilimsel özelliğini hiç yitirmemiş, İzmir’in bir sağlık markası olarak hizmet vermektedir.
TEK ÇATI ALTINDA
EMOT Hastanesi’nin güncel hedefi, kendi dalımız olan kas ve iskelet sisteminin tüm sorunlarını tek çatı altında çözecek bir kurum olmaktır. Hastanemiz, bu hedefi gerçekleştirmek ve hastalarımıza bilimsel, mekansal, teknolojik olarak daha uygun koşullarda hizmet verebilmek için genişleme kararı almıştır. Bu nedenle, yıllardır İzmir’e hizmet veren Atakalp Hastanesi’ni, EMOT ailesine katmıştır.
EMOT Plus Hastanesi, Atakalp Hastanesi’nin, tamamen yenilenerek modern, yüksek teknolojili ve tam donanımlı hale getirilmesi ile ortaya çıkmıştır. İlk ve tek olma misyonumuza bağlı kalarak EMOT Plus Hastanesi bünyesinde İzmir’de ilk defa Omurga Sağlığı Merkezi oluşturulmuştur. Merkezin amacı, dünyada ve ülkemizde olduğu gibi beyin cerrahisi, ortopedi, fizik tedavi, nöroloji, radyoloji uzmanı hekimlerimiz ve diyetisyenimiz ile birlikte hastalıkları farklı yönlerden bir bütün içinde değerlendirerek doğru teşhise varmak ve doğru tedavileri sunmaktır.
ÇEŞİTLİ ALTERNATİFLER
Temel fonksiyonu kalsiyum dengesinin sağlamasıdır. Bunun yanında immun sistem, hücre çoğalması, hücresel farklılaşma ve endokrin gibi birçok görevi de vardır. Gebelikte ise immun tolerans sağlar ve fetüsün atılmasını engeller. Ayrıca antimikrobial etkinlik gösterir. Gebelikte D vitamini etkisiyle anne bağırsağından kalsiyum emilimi yüzde 35 artar. Vitamin D seviyesi düşük anneden doğan bebek raşitizme yatkın oluyor. Eksikliğinin erken doğum ve düşük doğum ağırlığına yol açtığı çeşitli çalışmalarla gösterilmiştir. Eksiklik varsa doğan bebeklerde ileri dönemlerde öğrenme ve bellek problemleri yaşandığı görülmüştür. VitD, pankreatik β hücreleri uyararak insülin sekresyonunu düzenlemede ve insülin direncini azaltmada etkilidir. VitD antienflamatuar etkinliğiyle metabolik sendrom ve DM’daki enflamasyon sürecinde rol oynuyor olabilir. Vitamin D yetmezliğiyle gebelik diyabeti arasında anlamlı ilişki var. Yetersizlik yaşanan gebelerde postpartum depresyon daha sık olarak görülmektedir.
HAYAT BOYU ÇOK ÖNEMLİ
Sadece hamilelik süreci için değil, tüm hayatımız boyunca önemli olan bir vitamin türü ancak gebeler için yüksek önem arz eder. D vitamininin en önemli kaynağı UV ışınlarıdır. Bu nedenle anne adaylarının her gün açık havada ve güneşli bir bölgede en az 15-20 dakika yürüyüş yapmaları gereklidir. D vitamininin kalsiyum metabolizmasındaki bilinen fonksiyonları dışında immünmodülatör, anti-enflamatuar ve endokrin fonksiyonları vardır. D vitamini eksikliği ciddi bir sağlık sorunudur. Vitamin D takviye programları yeterli görünmemektedir. Dünyada yaklaşık 1 milyar insanda D vitamini eksikliği olduğu tahmin edilirken, Türkiye’de yüzde 60-70 oranında görülen bu eksikliğin sağlığı ciddi şekilde etkilediği biliniyor. D vitamini desteğinin solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu etkileri olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle pandemi döneminde D vitamini düzeyinin 30 ng/ml’nin üzerinde olmasını arzu ederiz. D vitamini takviyesi hastalığı geçirmemize engel olmaz, ancak hastalıkla savaşırken daha güçlü olmamızı sağlar. Pandemi döneminde evlere kapandığımız, daha az güneş ışınına maruz kaldığımız için D vitamini seviyelerimizin daha da düştüğünü varsayabiliriz.
TAKVİYE NE ZAMAN OLMALI?
Hamilelik süresince D vitamini takviyesine 12’nci haftadan itibaren başlanmalı ve gerekirse tüm hamilelik boyunca devam edilmelidir. Genel olarak ilk 3 ay bitince başlamak gerekiyor. Aç karnına alınmamalıdır. Tercihen akşam yemekte yeşillik ve yoğurt yedikten sonra alınır. Yeşillik ve yoğurdun ardından D vitamini ekmeğe damlatılır ve yenir. Direkt dil üzerine de damlatılabilir. Yağlı olduğundan suya veya süte damlatılırsa cam bardak kenarına yapışır ve yeterince alınmaz. Bardak veya kupada kalır ve eksik alınır.
Kadınlarda sağlıklı yaşamın önemli bir bileşeni meme sağlığıdır. Meme sağlığından söz edebilmek için öncelikle memede görülebilecek hastalıkları, risk faktörlerini, oluşturacağı yakınma ve bulguları tanımak, ardından koruyucu önlemleri bilmek gerekir. Kadınlarda memeye ait görülen en sık yakınma meme ağrısıdır. Meme ağrısı rahatsız eden bir durum olmakla beraber genellikle kanserle ilişkili değildir. Ağrının kaynağı meme dokusundaki fizyolojik değişiklikler, kistik yapı gibi iyi huylu nedenler olabilir. Ancak yakınma varsa meme kontrolü yaptırmak uygun olur.
Memede ağrı dışında dikkate alınması gereken diğer yakınmalar ele gelen kitle, sertlik, deride kalınlaşma, çekinti ya da kızarıklık, meme başından gelen akıntı, koltuk altında hissedilen şişme ve sertlikler olabilir. Bu yakınmaların varlığında da mutlaka doktora başvurmak gerekir. Bu yakınmaların kaynağı meme kanseri olabileceği gibi kistler, iyi huylu tümörler veya iltihabi durumlar da olabilir. Meme kanseri kadın kanserleri içinde görülme sıklığı açısından birinci sırada yer almaktadır. Meme kanseri için en önemli risk kadın olmak ve yaştır. Artan yaşla beraber, özellikle 40’lardan itibaren memede kanser görülme sıklığı artar. Genetik yatkınlık olması ve ailede birinci-ikinci derece yakınlarda özellikle 50 yaş altında en az iki kişide meme/yumurtalık kanseri hikayesi varlığında meme kanseri riski yüksektir. Daha önce meme kanseri nedeniyle geçirilen operasyon öyküsü, biyopside riskli lezyon tanısı, göğüs bölgesine radyasyon öyküsü, erken adet görme, geç menapoz, doğum yapmamış olmak, uzun süreli hormon tedavileri gibi durumlar da farklı derecelerde risk faktörleri arasındadır.
SAVAŞTA 3 ÖNEMLİ ADIM
Meme kanserine karşı savaşımda üç adım bulunmaktadır: Korunma, erken tanı ve tedavi. Korunma yöntemleri diğer pek çok hastalık için geçerli olan önerilerdir. Bunlar sağlıklı beslenme, hareketli yaşam, düzenli egzersiz, sağlıklı beden kitle indeksini korumak, sigara ve alkol kullanmamak olarak sayılabilir. Bu önerilere dikkat etmek önemlidir, ancak risk faktörleri dikkate alındığında meme kanserinden tümüyle korunmak mümkün değildir. Bu nedenle kadın sağlığı açısından önemli olan adım tarama ve erken tanıdır. Kadınlarda meme kanseri için mamografi, rahim ağzı kanseri için smear testi taramada kullanılan yöntemlerdir.
Mamografi meme kanserinin erken saptanmasında etkinliği kanıtlanmış bir tarama yöntemidir. Hastalık klinik bulgu vermediği erken evrelerde mamografiyle yakalanabilir. Erken tanıyla ölümlerin azaldığı gösterilmiştir. Ortalama riske sahip kadınlarımız için 40 yaşından başlayarak 1-2 yıllık periyodlarda meme muayenesi ve mamografi tetkiki yaptırmaları önerilir. Sağlık Bakanlığı tarafından KETEM merkezlerinde bu taramalar 2 yılda bir yapılmaktadır. Bunun dışında kadınların kendi memelerini tanımaları ve oluşabilecek farklılıkları anlamaları çok önemlidir. Bu amaçla 20 yaşından itibaren her ay, adet gören kadınlarda adet bittikten sonraki hafta içinde memelerini kontrol etmeleri, elle yoklamaları istenir. Farklılık saptanırsa mutlaka doktora başvurmak gerekir. Sağlıklı yaşam farkındalık demektir.