VÜCUDÜMÜZUN EKOSİSTEMİ
“İnsan bedeninin ve zihninin ekosistemi, diğer ekosistemlerle yakından ilişkili olarak değişti, hayatta kaldı ve gelişti. Bağışıklık sistemimiz yaşam boyunca mikroplar, biyojenik kimyasallar ve doğal çevre ile yakın ilişki içinde olup, vücudun dengesini korumak ve tolerans gelişimini sağlamak için sürekli kendini yenilemeye çalışıyor. Bize düşen doğaya geri dönüp tarım yapmamız değil ama nefes almak, yemek, içmek ve dokunmak gibi unsurları doğal haliyle günlük hayatımıza sokmaktır.
Dünya her zamankinden daha hızlı şehirleşiyor ve Birleşmiş Milletler 2050 yılına kadar tüm insan nüfusunun yüzde 68’inin şehirlerde yaşayacağını tahmin ediyor. Şehirleşme başta solunumsal, alerjik, romatizmal, metabolik ve zihinsel hastalıklar olmak üzere birçok kronik hastalığa davetiye çıkarıyor. İnsan bağışıklık sistemi, hızla değişen çevreye ve yaşam tarzlarına uyum sağlamaya çalışırken kantarın topuzunu kaçırabiliyor.
Bağışıklık sisteminin sağlıklı gelişmesi için mikroplar tarafından uyarılması gerekiyor. Az yeşil alana sahip asfalt kaplı ortamları ile kentsel yaşam, gerekli mikrobiyal uyarımı bize sağlayamıyor. Kentsel yaşamın getirdiği hava kirliliği, çevresel kimyasallar, gürültü ve hareketsiz yaşam tarzı, hazır besinler, tuzlu ve yağlı yiyecekler, şekerli içecekler ve alkol kullanımı bu durumu daha da artırmakta. Tüm bunlar vücudumuzda yaşayan iyi mikropların (mikrobiyata) çeşitliliğinin azalması ile sonuçlanıyor. Yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz ve dokunduğumuz her şey mikrobiyatamızın bileşimini ve işlevini etkilemekte.
ÇOĞUNLUK İÇ MEKANLARDA
Şehirlerde insanlar yaşamlarının yüzde 90’ından fazlasını iç mekanlarda geçirirler. Hareketsiz yaşam tarzı, modern toplumlarda bilhassa çocuklar için ciddi bir risk haline gelmiştir. Son gözlemler, yeşil çevre eksikliğinin depresyonla ilişkili olduğunu, kişinin çevresindeki yeşillik ve yeşil alanlara yakınlık arttıkça solunum hastalıklarının daha azaldığını göstermektedir. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada, okul mahallelerinin etrafındaki yeşil alanların, öğrencilerin akciğer fonksiyonları üzerinde olumlu etkisi olduğunu göstermiştir. Haftada en az 120 dakika yeşil alanlarda zaman geçirme, sıhhat ve esenlik ile ilişkili bulunmuştur. Elbette yeşil çevrenin yanısıra işlenmemiş yiyeceklerle beslenme ve fiziksel aktivitenin artırılması sağlığımıza olan olumlu etkinin katlanmasına neden olacaktır.
BİOÇEŞİTLİLİK AZALDI
. Yıllar içerisinde iki boyutludan üç boyutlu, günümüzde ise dört boyutlu tedavilere geçiş yaşandı. İzmir Tınaztepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Başkanı ve İzmir Tınaztepe Galen Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölüm Sorumlusu Prof. Dr. Zümre Arıcan Alıcıkuş, özellikle radyasyon onkolojisi alanında son 10 yılda çok önemli gelişmeler yaşandığını söyledi. Alıcıkuş, bu sayede her geçen gün daha iyi ve etkin tedavilerin, daha doğru ve güvenli şekilde uygulanabildiğini kaydetti. Alıcıkuş, şu bilgileri verdi:
MİLİMETRİK HASSASİYET
“Radyoterapi, kötü huylu (kanser) ve bazı iyi huylu tümörlerin yüksek enerjili iyonizan radyasyon ile tedavi edilmesidir. Bu tedavi yöntemi, kanseri ortadan kaldırmak, hastalığın kontrolüne yardımcı olmak veya kansere bağlı ağrı/kanama gibi şikayetleri hafifletmek için kullanılır. Radyoterapide altın kural, kanserli dokuya en yüksek dozu verirken, kanserin etrafındaki sağlıklı doku ve organları mümkün olduğunca korumaktır. Bu şekilde tedavinin başarısı ve kür şansı artırılırken, azalmış yan etkiler nedeniyle yaşam kalitesinin korunabilmesi amaçlanmaktadır. Günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde tümörleri tedavi ederken, sağlıklı dokuyu koruyabilmek ve hastalıklı dokulara daha yüksek dozlar verebilmek için ileri radyoterapi teknikleri kullanılmaktadır. Bu teknikler sayesinde hastalıklı dokunun (hedef) hemen yakınında radyasyon dozları hızla azaltılmakta ve böylelikle normal dokuların daha iyi korunabilmesi sağlamaktadır. Bu sebeple, hedefin ıskalanmaması tedavinin mutlak doğruluğu için kritik öneme sahiptir.”
YÜZEY TAKİP SİSTEMLERİ
Tedavi esnasında hastaların nefes, öksürük, kanser ağrısı gibi nedenlerle bazen istemsiz olarak tedavi pozisyonlarının değişebildiğini dile getiren Alıcıkuş, yüzey takip sistemleriyle hareketlerin izlenebildiğini, hasta pozisyonunun an be an milimetrik olarak kontrol edildiğini ve sadece istenilen doğru pozisyonda iken ışınlamanın gerçekleştiğini, aksi durumda ise tedavinin durduğunu vurguladı. Böylelikle hasta tedavilerinde hastaya ve uygulayıcıya bağlı hataların önlenebildiğini kaydeden Alıcıkuş, “Tedaviler çok hassas bir şekilde uygulanabilmekte, güvenilirliği ve uygulama rahatlığı artmaktadır” dedi.
TEKNOLOJİ
“Pandemi ile birlikte ve insulin direnci, diyabet, tiroid, obezite gibi endokrin hastalıklara sahip hastaların metabolizmalarında olumsuz pek çok patoloji oluşti. Bu konuyla ilgili olarak dünyadaki endokrin merkezleri çeşitli çalışma ve gözlemlerde bulundu. Bunlardan ikisi geniş çaplı çalışma olarak öne çıkıyor. İstanbul merkezli çalışmada 93 bin 571 olgunun yüzde 22,6’sı diyabetli bireylerde 30 günlük mortalitenin (ölüm hızı) 1,6 kat artmış olduğu bildiriliyor. Sağlık Bakanlığı veri tabanı kullanılarak yapılan bir çalışmada da 18 bin 426 hastanın verileri analiz edilerek, diyabeti olmayan hastalara kıyasla daha fazla ölüm olduğu bulunmuştur. Diyabette yer alan mekanizmalardan; kan şekeri regülasyonundaki bozukluklar ve insülin rezistansı, doğal ve adaptif bağışıklıktaki düzensizlikler ve inflamatuvar tepkinin şiddetlenmesi, diyabetik kovid-19 tanılı hastalarda önemli bir mortalite belirleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
BESLENME VE OBEZİTE
Pandemi ile değişen öğün sayısı, beslenme düzeni ve miktarı obezitenin artmasında en önemli faktörlerdir. Karantina sürecinde sosyal hayatın durma noktasına gelmesi, bireylerin farklı ilgi alanlarına yönelmesine yol açtı. Özellikle yemek yapma ve yeni tarifler denemenin popüler olması kaçınılmaz hale geldi. Buna bağlı olarak bireylerin besin tüketimi de artış göstermiştir. Hem yeni lezzetleri keşfetmek hem içinde bulunulan duygu ve durumdan kaçmak, hem de strese bağlı olarak bir şeyler yeme isteğinde artış olması besin tüketimini artırdı. Tercih edilen besinlerin hazır ve paketli gıdalardan, yağ ve karbonhidrattan zengin besinlerden oluşmasına karantina koşullarında fiziksel aktivitenin yetersiz düzeyde olması da eklenince vücut ağırlığında istemsiz artışların olması kaçınılmaz olmuştur. 1036 bireyin katıldığı bir çalışmada, pandemi sürecindeki sosyal izolasyon süreci ve öncesi karşılaştırılmıştır. Çalışma sonucunda katılımcıların yüzde 35’inin vücut ağırlığının arttığı bildirilmiştir.
BAĞIŞIKLIKLA İLİŞKİSİ
Beslenme ve bağışıklık arasında oldukça karmaşık ve güçlü ilişki bulunmaktadır. Epidemiyolojik ve deneysel çalışmalar beslenme, bağışıklık sistemi ve enfeksiyon üçgeninde diyetin önemine işaret etmektedir. Yapılan doğru beslenme müdahaleleri hem makro hem de mikro besin öğeleri alımı ile immün sistemi ve genel halk sağlığını iyileştirmede potansiyel olarak etkili olacaktır. Bu süreçte makro ve mikro besin öğesi gereksinimlerinin yeterli alımını sağlayan bir beslenme planına uyulması, diğer zorunlu tedbirler ile birlikte sağlığın korunmasında etkili olacaktır. Türkiye’ye Özgü Beslenme Rehberi’nde (TÜBER2015) önerilen ‘Sağlıklı Yemek Tabağı’ modeline uygun bir beslenme planı, enerji, makro ve mikro besin öğesi gereksinimlerinin karşılanmasını sağlayacaktır. Bunların yanı sıra yeterli su tüketiminin sağlanması ve günlük beslenmede zeytinyağı kullanılması önerilmektedir. Vitaminler, mineraller ve diğer eser elementler immün sistem devamlılığının korumasında çok önemlidir. İmmün sisteminin optimum düzeyde çalışması için yeterli miktarda vitamin, mineral ve eser element alımı gerekmektedir.”
“Pandemi süreci aradan iki seneyi aşkın bir zaman geçmesine karşın henüz bitmedi. Etken mikroorganizma olan SARS-CoV2’de gelişen mutasyonlar süreç içerisinde çok çeşitli varyantların gelişmesine yol açmış, ortaya çıkan varyantlar hem daha bulaşıcı hem de daha ağır ve ölümcül karakterde olmuştur. Kasım 2021’de Afrika’dan kaynaklanan Omicron varyantı Nisan 2022’ye kadar BA.1 ve BA.2 alt türleri ile tüm dünyada yayılmışken, bu tarihten sonra BA.4 ve BA.5 alt türleri hakim hale gelmiştir. Günümüzde son aylarda vaka sayılarının hızla artmasından sorumlu olan Omicron BA.4 ve özellikle de BA.5 türleridir.”
BA.5’İN ÖZELLİKLERİ
* Bugüne kadarki en bulaşıcı SARS-CoV2 türü olması,
2004 yılında İzmir’de ambulanslarda çalışan hekimler tarafından kurulan Acil Afet Ambulans Hekimleri Derneği’nin (AAHD) kısa sürede önce ülkemizde, daha sonra da yurt dışında katıldığı uluslararası projelerle adını duyurdu. TÜBİTAK’ın da destekleri ile 2008 yılından itibaren yurt dışına açılan dernekte çalışan acil, afet ve ambulans hizmetlerinde görev yapan hekimler, katıldıkları Avrupa Birliği projeleri ile teknolojik gelişmeleri yakından takip ettikleri gibi, deneyimleri ile yeni nesil teknolojiler denilen uygulamalar ve cihazların gelişmelerine de katkı koymuş oldular. Derneğin kurucusu ve başkanlığını yürüten Dr. Turhan Sofuoğlu, şunları anlattı:
BİR DİZİ PROJELER
“8 ülkeden 19 ortak ile üç yıldır sürdürdüğümüz Avrupa Birliği projesi ASSISTANCE bu yıl tamamlanıyor. Acil durum ve afetlerde görev yapan ilk müdahale ekiplerinin, daha güvenli ortamlarda, daha etkin çalışması ile ilgili yeni nesil teknolojiler, yazılımlar ve eğitim araçlarının geliştirildiği bu projenin son altı ayında üç farklı senaryo ile üç farklı ülkede tatbikat ve eğitimler gerçekleştirildi. Bunlardan ilki bu yılın ocak ayında İzmir’de deprem senaryosu ile yapıldı. Enkaz altında kalan yaralılara daha kısa sürede ulaşma ve yaralılara müdahale eden itfaiye, sağlık ve güvenlik ekiplerinin ortamdaki tehlikelerden bilgi sahibi olmaları için geliştirilen drone ve giyilebilir teknolojiler bu tatbikatta denendi. İkinci senaryo kimyasal yangına müdahaleydi ve Hollanda’nın Rotterdam limanında bir tatbikat gerçekleştirildi. Üçüncü ve son senaryo ise terör saldırılarına karşı polis, itfaiye ve sağlık ekiplerinin teknolojik sistemlerin de yardımı ile koordineli müdahalesi ile ilgiliydi. Haziranda İspanya’nın Linares şehrindeki polis eğitim merkezinde gerçekleştirilen tüm ekiplerin katılımı ile yapılan tatbikat sırasında, insansız araçlar (drone ve robotlar) kullanılarak, müdahale eden ekiplerin daha güvenli bir ortamda çalışmaları sağlandı. Proje başarı ile sonuçlandı.”
TEK SAĞLIK EKİBİ
Ülkemizi temsilen projede yer alan Acil Afet Ambulans Hekimleri Derneği’nin tek sağlık ekibi olmasının projeye büyük katkı sağladığını açıklayan Dr. Sofuoğlu, kazandıkları deneyimler ile HAVELSAN’ın koordinatörlüğünde hazırlanan yeni bir Avrupa Birliği projesinde de yer aldıklarını açıkladı. “TeamAware” adlı yeni proje ile yeni nesil giyilebilir teknolojiler ve yapay zeka kullanımı ile gelecekte acil durum ve afetlerin önceden tahmin edilmesi, daha kısa sürede müdahale edilmesi ve ilk müdahale ekiplerin daha güvenli ortamlarda çalışmasının hedeflendiğini ifade etti. Biz de iklim değişikliğinin etkisi ile her yıl artış gösteren başta orman yangınları ve seller olmak üzere her türlü acil durum ve afetlerde bu projelerin katkısı ile olaylara müdahale eden kurtarma, sağlık ve güvenlik ekiplerinin yeteneklerinin artırılması, can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi için uluslararası projelere katılım sağlayarak ülkemizi tanıtan Acil Afet Ambulans Hekimleri Derneği çalışanlarına bir kez daha teşekkür ediyoruz. Gelecekte daha güvenli ve huzurlu bir dünyada sağlıklı olarak yaşamak dileğiyle.
Skolyoz tanısı alan kişilerin, eğriliğin durumunu izlemek amacıyla belirli periyotlarla uzman doktor tarafından muayene edilmesi gerekmektedir. İlerlemesini önlemek için eğriliğin şiddetine ve kemik olgunlaşmasının durumuna yani çocuğun büyüme potansiyeline bakarak skolyoza özgü egzersizler veya korse tedavileri önerilebilir.
Kontrol altına alınmadığı durumlarda cerrahi ile düzeltme gündeme gelebilir. Skolyozu olan bir çocuk ortopedi, beyin cerrahisi, fizik tedavi gibi uzmanların bulunduğu bir ekip tarafından takip edilmelidir.
SKOLYOZ NASIL OLUŞUR
En sık görülen türü, ergenlik döneminde (10-17 yaş) daha önce sağlıklı olan bir omurgada sebebi bilinmeyen bir nedenle ortaya çıkan adölesan idiopatik skolyozdur. Omurganın kendisinden kaynaklanan sorunlara bağlı da oluşabilir. Bununla birlikte, karşılaşılan bir diğer skolyoz nedeni de anne karnındaki etmenler nedeniyle ortaya çıkan ve doğuştan itibaren bulgu veren doğumsal (konjenital) skolyozlardır. Nöromusküler skolyoz ise, sağlıklı doğmuş çocuklarda, sonradan gelişen polio (çocuk felci), serebral palsi veya kas distrofisi (erimesi) gibi hastalıklara bağlı olarak kasların felci sonucunda oluşur.
Yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Muhtemelen hava sıcaklığı daha da artacak ve bizi daha da bunaltacak. Sadece bunaltmakla kalmayacak, hastalanmamıza, hatta hiç arzu etmemize rağmen bazılarımızın ölümüne bile neden olabilecektir. Çünkü yüksek hava sıcaklığı ve sonucunda ortaya çıkan güneş (ısı) çarpması ciddi ve acil durum olup hastalanma, sakatlanma ve hatta ölüm nedenidir.
ÇOK ÖNEMLİ UYARILAR
İşte ben de yazımda siz değerli okuyucularımızla sıcak hava acilleri nedir, neden olur, nelere yol açar, kimler (yangi yaş, cinsiyet ve meslek grupları) sıcak havalardan daha çok etkilenir, sıcak çarpmasından korunmak için ne gibi tedbirler almak lazım, sıcak çarptığını düşündüğümüz kişiyi nasıl tedavi edip kendisine ilk yardım uygulayalım konularını gözden geçirip yazımı sonunda özetleyerek bitireceğim.
Sıcak yaz ayları geldi. Çok haklı olarak hepimizin özlediği, yapmak istediği bazı şeyler var; tatile çıkmak, denize, havuza girmek veya kenarında güneşlenmek gibi. Belki tatil süremiz kısa olduğu için, süratle, birkaç gün içinde güneşlenirken bronzlaşmak veya yaylalara, dağlara çıkıp kamp kurmak gibi hayallerimiz olabilir.
Ama bu haklı beklentilerimizi gerçekleştirirken, bizi bekleyen bazı tehlikelerin de olduğunu unutmayalım. Bu nedenle, olabilecek bu sıkıntıları öngörür, tedbir alırsak daha keyifli daha huzurlu ve sağlıklı günler geçirebiliriz.
SICAK ÇARPMASI NEDİR?
Çalışan hemen herkesin bildiği üzere pazartesi sendromu; haftanın başında ortaya çıkan bir psikolojik durum. Hafta sonu ya da uzun tatilin ardından işe dönmek çok zor gelir ve bu yüzden pazartesileri çekilmez bir hal alır. Hele uzun bayram tatilleri sonrası bu daha da artır. Ancak bazı küçük ipuçları ile bu sendromu rahatlıkla atlatabilirsiniz. İşte pazartesi günleri kabus olmaktan çıkarıp, normal bir gün gibi yaşamanızı sağlayacak önerileri Klinik Psikolog Berkay Ateş anlattı:
CUMA İPLE ÇEKİLİR
Çocukluğumuzdan beri tatilleri severiz. Cuma akşamını iple çekerek büyüdük. Pazartesi ise tatilin bittiğine ve bir sonraki tatile maksimum uzakta olduğumuza işaret ettiği için çocukluktan itibaren sevmemeye koşullandık. Çevreden de böyle bir sendrom olduğunu öğrendik. En basit haliyle özetlersek, pazartesi sabahı basit bir kötü ruh halidir. Pazartesi sendromu psikolojik faktörlerden kaynaklanan ve fizyolojik semptomları olabilecek bir durumdur. Bazı insanların haftanın sonunda veya başında sahip olduğu olumsuz duyguları ve bedensel belirtileri ifade eder. Öğrenciler veya çalışan insanlarda gözlemlenebilir. Daha fazla kendine güvenen, daha çalışkan veya yaptığı işten daha fazla keyif alan insanlar bu semptomdan daha az etkilenebilir veya hiç etkilenmeyebilirler.
Pazartesi Sendromu klinik bir terim değildir, dolayısıyla belirtiler anektotlardan oluşur. Kişinin hayatındaki önemli mutsuzluklara işaret edebilir. İş ortamı, kariyer değişikliği veya çözülmesi gereken bir sorunun varlığı gibi kişinin okuması gereken bir mesaj barındırıyor da olabilir.
Beslenme ve haftasonu alışkanlıkları, bu sendromun bazı belirtilerine sebep olabilir. Haftasonu genelde rutin yeme içme alışkanlıklarından uzaklaşırız. Kendi kurallarımızı çiğnemiş olmamız, pazartesi günü bir takım hazımsızlık sorunlarına yol açabilir. Bu sorunlar da pazartesi sendromunun fiziksel belirtilerini ortaya çıkarabilir. Haftasonu kaçamaklarımızın getirdiği huzursuzluk ve suçluluk hissi eklenince psikolojik olarak kendimizi bu sendromun içinde bulabiliriz. Bayram gibi dönemlerde bunların etkisi artabilir.
ÜSTESİNDEN NASIL GELİNİR?