Normal kilolu kişilerde bile görülebilen karın içi yağlanma, aslında biraz da sinsice gelişiyor diyebiliriz. Çünkü zayıf ya da normal kiloda olsanız bile karın içi yağlanma sorunu yaşayabiliyorsunuz. Peki, beraberinde kalp damar hastalıkları, felç, karaciğer yağlanması, meme kanseri ve yüksek tansiyon gibi sağlık sorunlarına yakalanma riskinizi artırmanın yanı sıra çocuk sahibi olmaya da engel olan abdominal (karın) bölgesindeki yağlanma nedir? Karın içi yağlanmanız olup olmadığını nasıl anlarsınız? Hadi gelin hep birlikte bu sinsi yağlanma hakkında biraz farkındalığımızı artıralım.
KARIN İÇİ YAĞLANMA NEDEN TEHLİKELİ?
Sağlığımızı tehdit edebilecek hastalıklara davetiye çıkaran abdominal yağlanmadan kastımız, bel kısmının derinliklerinde yer alan ve mide, bağırsak, karaciğer gibi organların etrafını sararak, iç yağlanmaya sebebiyet veren yağlanmadır. Aslında en sinsi yağlanma şeklidir. Çünkü zayıf ya da normal kilolu olsanız bile vücudunuzda karın içi yağlanmasının oluşabilmesi mümkündür. Yakalanma riskini arttırdığı hastalıklar göz önüne alındığında bacak, kol, kalça gibi diğer bölgelerdeki yağlanmaya kıyasla çok daha tehlikelidir. Bunun nedeni de karın içi yağ dokusunun vücudun diğer bölgelerinde oluşanlardan farklı olarak birçok hormon ve hormon benzeri madde üretmesidir. Organlar üzerinde depolanan bu yağlar, ayrıca iç organların işlevlerinde bozukluk oluşturarak, hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlar. İç organ yağlanması, çocuk sahibi olmak isteyen kadın ve erkekleri de olumsuz etkileyen önemli bir sağlık sorundur.
SPERM VE YUMURTA KALİTESİNİ OLUMSUZ ETKİLİYOR
Günümüzde birçok kadın ve erkek, iç organ yağlanması nedeniyle çocuk sahibi olma hayalini gerçekleştiremiyor. Çocuk sahibi olmak için uğraşan hastalarda ben de öncelikli olarak iç organ yağlanmaları olup olmadığının ölçümlerini yapıyorum. Çünkü bu yağlar, kötü huylu hormonlar sentezleyerek, doğurganlığı olumsuz etkileyebiliyor. FDA onaylı cihazlarla yaptığımız ölçümler sonrasında hastalarımızda bir iç yağlanma söz konusu ise gerekli tedavilere hemen başlıyoruz. Çocuk sahibi olmalarını etkilemeyecek cihazlar ve özel diyetlerle bu sorundan kurtulmalarını sağlayarak, çok daha kaliteli sperm ve yumurta üretimi elde edebiliyoruz.
YAĞLANMAYA KARŞI HEP TETİKTE OLUN
Maalesef ki, tüm dünyada bir salgın gibi yayılan uykusuzluk sorunu, hem beden hem de ruh sağlığını olumsuz etkileyen önemli bir faktör. Bu konuyu oldukça önemsiyorum. Zira kaliteli bir gece uykusu söz konusu değilse, sağlıklı bir hayat ve güzel yaşlanma süreci pek de mümkün olmuyor. Çünkü uyku sırasında vücudumuz kendini onarıyor, temizliyor ve gelişiyor. Vücudumuzun tamamında ortaya çıkan hasarlar, biriken toksinler ve gelişen diğer sorunlar, ancak biz uykuya geçer geçmez iyileşmeye ve onarılmaya başlıyor. Bu nedenle uykusuz geceler, ne yazık ki yavaş yavaş sağlığımızı da elimizden alıyor. Elbette ki, bazı hastalıklar nedeniyle uyku sorunları yaşanabiliyor. Ancak ben bugün sizlerle sağlık sorunları dışında uykunuzu kaçıran etkenlere değinmek istedim. Çünkü günlük hayatınızda sürekli maruz kaldığınız ve önemsemediğiniz bu sorunlar, geceleri uykusuz kalmanıza neden olabiliyor. İşte deliksiz uyumanızı engelleyen o faktörler ve çözüm önerileri...
BİR NUMARALI ZANLI STRES
Zorlu ve stresli geçen bir günün ardından yatağınıza uzanıp, güzelce uykuya dalmak istiyorsunuz. Ama ne mümkün. Günümüzün en ciddi sağlık sorunlarından biri olan stres, bazı insanlarda uykusuzluğa neden olabiliyor. Hatta insanların karşılaştığı en yaygın sorunun da stres kaynaklı uykusuzluk olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan birçok araştırma, orta düzeyde yaşanan stresin bile uykusuzluğa ve sık sık gece uyanmasına yol açtığını gösteriyor. Eğer stres kaynaklı uyku sorunu yaşıyorsanız, öncelikle zihninizi stresten uzaklaştırmak için ılık bir duş almanızı, meditasyon yapmanızı ya da uykuya dalmadan önce kitap okumanızı öneririm. Özellikle derin nefes alma teknikleri ve yoga stresi azaltmaya yardımcı olur ve gevşemeyi teşvik eder. Düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı beslenmek, size keyif veren aktivitelere yönelmek de stresi azaltmaya yardımcı olduğu için uyku kalitenizin artmasını da sağlar.
PARTNERLERDEN BİRİNİN HORLAMASI
Maalesef ki, kötü bir gece uykusunun en önemli nedenlerinden biri de partnerinizin horlama sesine maruz kalmaktır. Çiftler, genellikle bu konuyu konuşmayı pek sevmezler. Ancak bu sorun, her iki kişinin de uyku kalitesini olumsuz etkiler. Partnerinizin horlaması, büyük bir olasılıkla uyku apnesinin işaretidir ve tedavi edilmezse uzun vadede çok daha ciddi sağlık sorunlarına yol açar. Bu nedenle öncelikle yapmanız gereken şey, eşinizi tedavi olmaya ikna etmektir. Bunun dışında horlayan kişinin yan yatması, geç saatlerde yemek yememesi, biraz olsun horlamayı azaltabilir.
Tabi ki bu sofralarda kızartmalardan, hamur işlerinden, bol yağlı mezelerden, tatlılardan, gazlı ve alkollü içeceklerden kaçınmak pek de mümkün olmayacak. Ancak yılbaşı gecesi tükettiğiniz bu sağlıksız yemekler ve içecekler, ertesi gün mide problemlerine, baş ağrısına, halsizliğe ve kan şekeri düşüklüğü gibi sağlık sorunlarına yol açabilir. Yeni yılın ilk gününde tadınızın kaçmaması için de yılbaşı gecesi dengeli bir beslenme programı izlemeye özen göstermeniz şart. Peki yeni yıla daha zinde, daha enerjik ve daha sağlıklı girebilmek için neler yapmalıyız? Yılbaşı sofralarında hangi yemeklere yer vermeliyiz? İşte ayrıntılar...
DENGELİ BESLENMEYE GÜNDÜZDEN BAŞLAYIN
Yeni yılın ilk gününe sorunsuz girebilmek için işe, gün içinde tükettiğiniz besinlere dikkat ederek başlamanız gerekiyor. Bunun için de öncelikle sabah saatlerinden itibaren bol bol su tüketmeye özen gösterip, çay ve kahve gibi içeceklerden uzak duracağız. Soda, mineralli su veya ayran da faydalı olacaktır. Gece eğlencenizde alkol tüketmeyi düşünüyorsanız da gün içinde B ve C vitaminleri içeren meyveler tüketmeyi ihmal etmeyin. Akşam saatinde çok yemek yiyeceğinizi düşünerek, gün içerisinde kesinlikle aç kalmayın. Bu durum, metabolizmanızın yavaşlamasına neden olur.
IZGARA, FIRIN VE HAŞLAMADAN ŞAŞMAYIN
Yeni yıl için özenle hazırlanan sofralarda maalesef ki ağır yemekler, baş köşede durur. Ancak ertesi gün mide sorunları ile karşılaşmamak için ağır ve yağlı yiyecekler yerine ızgara, fırın, haşlanmış veya buğulanmış yemekler tüketmeye özen gösterin. Ayrıca yılbaşı gecesi sofralarda daha uzun oturulacağı için tabağınıza az porsiyonda yiyecek almayı unutmayın. Gece uzun olunca kuruyemiş tüketimi de ister istemez artar. Kuruyemişler, elbette ki besleyici atıştırmalıklardır ancak yüksek yağ içeriğine sahiptirler. Bu nedenle dikkatli tüketmek gerekir. Yeni yıl sofralarınızda ayrıca şerbetli yerine sütlü tatlıları tercih etmenizi öneririm. Gece boyunca susuzluğunuzu da alkolle gidermeye çalışmayın ve mutlaka tükettiğiniz alkol kadar su için. Ertesi gün daha rahat uyanmanıza yardımcı olan en önemli faktörlerden birinin bol su içmek olduğunu unutmayın.
Çünkü kış ayları dayanıklı sebze ve meyvelerin yetiştiği dönemdir. Her gün sebze ve meyve reyonlarında karşılaştığınız gıdaların hemen hemen hepsi eczanelerden aldığınız takviyeler kadar değerli ve etkili. Özellikle en güçlü antioksidanlardan olan C, A ve E vitaminleri ile magnezyumu kış sebze ve meyvelerinden bol bol alabilirsiniz. Her zaman söylediğim gibi sağlığın şifresi, mevsimsel beslenmede gizlidir. Doğal besinlerin gücüyle sağlığınızı her daim koruyabilir, hastalıklara karşı ise vücut direncinizi güçlendirebilirsiniz. Peki, bu sağlık koruyucu maddeler, hangi sebze ve meyvelerde gizli? İşte size kış sofralarınızdan eksik etmemeniz gereken doğal takviyelerin mini listesi...
KIŞ AYLARININ OLMAZSA OLMAZI C VİTAMİNİ
C vitamini, vücudumuzun sağlıklı olabilmesi için gerçekten vazgeçilmez bir vitamindir. Bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli bir rol oynar ve dışarıdan alınması gerekir. Mesela tam bir antioksidan kaynağı olan ve içeriğinde A, C, E, K vitamini bulunduran kabaktan lezzetli yemekler yapabilirsiniz. Kabak, ayrıca omega-3, demir ve magnezyum yönünden de güçlü bir besindir. Tam bir C vitamini deposu olan kırmızı ve yeşil biber de bağışıklık sisteminin güçlenmesine destek olan sebzelerdendir. Marul, pazı, tere, roka gibi yeşil yapraklı sebzeler de C vitamini bakımından zengindir. Ancak bunları mutlaka çiğ ve keserek tüketmeniz gerekiyor. Blenderdan geçirip, posalı halde içmek de fayda sağlar. Ayrıca portakal, mandalina, limon, kivi, ananas, taze kuşburnu, brokoli, karnabahar, ıspanak ve elmayı da listenize mutlaka ekleyin.
E VİTAMİNİ HANGİ BESİNLERDE BULUNUR?
E vitamini bağışıklık sistemimizin güçlenmesine destek olmasının yanı sıra beyin, göz, cilt ve dolaşım sisteminin sağlıklı olabilmesi için gerekli olan bileşenlerden biridir ve doğal besinlerin birçoğunda bolca bulunur. Yaşlanmanın etkilerini yavaşlatması açısından da değerli bir vitamindir. Bu nedenle güzellik ürünlerinde sıkça kullanılır. E vitamini içeren besinler arasında ise kara lahana, brokoli, ıspanak, kabak, kırmızı dolmalık biber, kuşkonmaz, kivi, mango ve avokado yer alır. Mesela 100 gram kivi tüketildiğinde günlük E vitamini ihtiyacı karşılanabilir. Avokado içerisinde yoğun miktarda E vitamini bulundurur ve bir avokado günlük E vitamini ihtiyacından fazlasını karşılayabilir. Brokoli besleyici bir besin maddesidir ve içeriğinde E vitamini başta olmak üzere çok sayıda vitamin ve mineral bulundurur. Tam bir kış sebzesi olan ıspanağı da bolca tüketebilirsiniz.
A VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNİ CİDDİYE ALIN!
Ancak pratik olmaları ve çekici görüntüleriyle ilginizi çeken bu hazır gıdalar, içerdikleri yapay tatlandırıcılarla, renklendiricilerle, koruyucularla ya da trans yağlar ile yavaş yavaş sağlığınızı da elinizden alıyor. Bu konudaki en büyük sıkıntı ise etiketlerde maddelerin isimlerinin tam olarak yazılmaması. Bir kod şeklinde yazılan katkı maddelerini çoğu zaman iyi bir etiket okuyucusu bile anlamakta zorlanıyor. Bu nedenle gıdalarda kullanılan maddelerin isimlerinin ve en tehlikelilerin hangi kodlarla etiketlerde yer aldığını bilmek önemli. Peki, etiketlerde görünce uzak durmamız gereken gıda katkı maddeleri neler? İşte ayrıntılar...
NEDEN ÜRÜN ETİKETLERİNİ OKUMALIYIZ?
Her gün marketlerden evlerinize taşıdığınız paketli gıdaların etiketlerini hiç okudunuz mu? Mesela paketli dondurulmuş gıdaların, hazır mikrodalga yemeklerinin, hazır çorbaların, sosların, makarnaların, pizzaların, işlenmiş etlerin, bulyonların, ciplerin, paketlenmiş krakerlerin, dondurmaların ya da hazır köfteler gibi ürünlerin etiketlerine göz gezdirdiniz mi? Eğer etiketlerini okuduysanız, o zaman uzun bir bileşen listesiyle karşılaşmışsınızdır. İşte bu liste, ürünün birçok katkı maddesiyle dolu bir gıda olduğunun en önemli göstergesidir. Bu ürünler, raf ömrünü uzatan kimyasalları, renklendiricileri, tatlandırıcıları ve koruyucuları içerir. Market reyonundaki yerlerini alana kadar da yoğun işlemlerden geçirilirler. Sağlığınıza zarar veren ve sayısız hastalığa davetiye çıkaran katkı maddelerinin isimlerini bilmeseniz bile, bu kadar uzun bir bileşen listesine sahip olan ürünlerden uzak durarak, kendinizi koruyabilirsiniz.
E KODLARI NEDİR?
Ürün etiketlerinin üzerinde sıkça gördüğünüz E kodları, Avrupa Birliği tarafından belirlenen kod numaralarıdır. İngilizce Avrupa anlamına gelen “Europe” kelimesinin baş harfi olan E’nin yanına rakam eklenerek, maddelerin neler olduğu belirtilir. Mesela uzak durmanız gereken maddelerin başında gelen aspartam E951 koduyla etiketlerde yer alır. Gıda katkı maddelerinin E numara sistemine göre sınıflandırılması ise şu şekildedir:
-Renklendiriciler E 100-199
Bu nedenle ben de bugün sizlerle hem üşümenizi engelleyecek hem de bağışıklık sisteminizi güçlendirmenize yardımcı olacak bitki çaylarının bazılarından bahsetmek istedim. Çünkü hastalıklardan korunmak için tükettiğimiz kış çayları da içerdikleri bitkiler, meyveler ve baharatlara göre farklı etkiler gösterebiliyor. Peki, hastalıklara karşı daha güçlü olabilmek adına hangi bitki çaylarını tüketmeliyiz? İçinizi ısıtan kış çaylarının faydaları nelerdir? Üst solunum yolu hastalıklarının en can sıkıcı belirtisi olan öksürüğe karşı hangi bitki çayını kullanmalıyız? Hazırsanız, evlerinizde ya da iş yerlerinizde de kolaylıkla yapabileceğiniz bitki çayları tariflerimize geçelim.
KIŞ ÇAYLARININ FAYDALARI NELERDİR?
Bu günlerde her yerde karşılaştığımız kış çayları, genellikle ıhlamur, ekinezya, zencefil, kuşburnu, nane, rezene, elma, limon ve zerdeçal gibi besinlerden oluşur. Etkilerini artırmak ve özellikle bağışıklık sistemini güçlendirmek adına bu çayların içerisine tarçın, karanfil, bal ve Hindistan cevizi gibi antioksidan gıdalar da katılır. Böylelikle hem daha lezzetli hem de daha şifalı hale gelirler. Ancak bu çayları günlük en fazla iki ya da üç bardak içmenizi öneriyorum. Çünkü çok fazla tüketmek karaciğerinizi ve böbreğinizi yorabilir. Bunun yanı sıra bazı bitkiler, ilaçlarla etkileşime de girebiliyor. Bu nedenle bir uzman danışmanlığında bitki çaylarınızı içmeniz çok daha sağlıklı olacaktır. Bitki çaylarının en belirgin faydaları ise şunlardır:
-Bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlayarak, vücudu hastalıklara karşı korurlar.
-Nezle ve grip semptomlarının azalmasına yardımcı olurlar.
-Vücuda enerji vererek, daha zinde olmanızı sağlarlar.
-İçerdikleri antioksidanlar sayesinde vücuttaki enfeksiyonu azaltırlar.
Yani bu sene bol bol kar, soğuk hava ve buzlanma göreceğiz. Bu nedenle araç kullananların yanı sıra yayaların da yollarda yürürken çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü buzlu zeminde ani ve korunmasız bir düşme ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu tarz düşmeler, yere çarpan uzuvlarınızda ezilmelerden kırıklara kadar ciddi yaralanmalara yol açabiliyor. Hatta düşmenin şiddetine ve yere çarpan bölgenize göre iç kanamalar bile oluşarak, ölümcül yaralanmalar meydana gelebiliyor. Bu nedenle ani düşmelerden zarar görmemek için hangi önlemleri alacağınızı bilmeniz oldukça önemli. İşte düşmeden yürüyebilmenin basit ama etkili kuralları...
TOPUKLU VE KÖSELE AYAKKABILARINIZI KALDIRIN
Karlı havalarda düşmemek için öncelikle ayakkabı seçiminize dikkat etmek zorundasınız. Çünkü ayağınızın zemine oturmasını sağlayan ve tabanında çıkıntılar olan bir ayakkabı giymediyseniz, düşmeden yürümeniz pek de mümkün değil. Bu nedenle yüksek topuklu veya kösele ayakkabılarınızı kaldırın ve kauçuk tabanlı ya da altı tırtıklı, tutucu özelliğe sahip ayakkabılarınızı giyin. Ayak bileğinizi korumak içinse özellikle bileğinizi kavrayan botlar tercih etmeniz en güvenli yöntem olacaktır. Eller cepte yürümek, her ne kadar çok rahat bir tarz olsa da bu durum, karlı havalarda ve özellikle buzlu zeminlerde ciddi yaralanmanıza neden olan faktörlerden biridir. Çünkü kaydığınız anda el desteğiyle kendinizi koruma refleksi gösteremezsiniz ve kafa travması geçirme riskinizi artırırsınız. Ayrıca aynı nedenden ötürü yürürken elinizde çanta veya poşet taşımamaya da özen gösterin. Çünkü karlı havalarda düşmenin verdiği hasarı azaltabilmeniz için ellerinize ihtiyacınız var.
PENGUEN TARZI YÜRÜMEYE ALIŞIN
Karlı ve buzlu zeminlerde normal yürümeye çalışırsanız, büyük olasılıkla kendinizi yerde bulabilirsiniz. Bu nedenle penguen yürüyüşü dediğimiz stilde yani minik adımlarla ve sağa-sola denge kurarak, yürümeniz en güvenli yöntemdir. Ayrıca ayaklarınızın yere sağlam bastığından emin olun ve yavaş yavaş yolunuza devam edin. Özellikle merdivenlerden ve yokuşlardan inerken, korkuluklara tutunmayı ihmal etmeyin. Bu tarz alanlarda gövdeniz hafif öne eğik, dizleriniz hafif bükülü ve küçük adımlar atarak, yavaş yavaş yürümeye çalışın. Kar yağdığında mermer ve granit zeminler, çok daha kaygan bir hale gelir. Bu nedenle apartman zeminlerinin, üst geçitlerin ve merdivenlerin düşme riski yüksek yerler olduğu unutulmamalıdır. İş yeri, okul, alışveriş merkezi gibi yerler ile apartmanlarınızın önüne geldiğinizde de dikkatli olmalısınız. Çünkü girişteki zemin, kar veya buz nedeniyle kayganlaşmış olabilir.
CEP TELEFONUNUZLA İLGİLENMEYİN
Bunların üzerine bir de çocuk sahibi olmaya karar verdiyseniz, stres yükünüz siz farkında olmadan artar. Stresin sağlığımızın en büyük düşmanlarından biri olduğunu biliyoruz. Ancak bilmemiz gereken diğer önemli konu, stresin doğurganlığı da olumsuz etkileyebildiği. Yapılan birçok araştırma, stresin hormonal sistem üzerindeki olumsuz etkilerinin hem kadının hem de erkeğin üreme sağlığını bozduğunu göstermektedir. Yüksek stres seviyesine sahip kadınlarda adet düzensizlikleri, ovülasyon sorunları baş gösterirken, erkeklerde sperm kalitesinde azalma gibi olumsuzluklara sıkça rastlanmaktadır. Bu durum, sadece doğal yollarla gebe kalmayı zorlaştırmaz. Ayrıca tüp bebek gibi yardımcı üreme teknikleriyle çocuk sahibi olmak isteyenlerin de başarısız sonuçlar almasına yol açabilir.
STRESİN DOĞURGANLIK ÜZERİNE ETKİLERİ
Geçmiş yıllarda stresin doğurganlık üzerine ne denli etkili olduğu pek bilinmiyordu. Ancak son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, gebeliğin başarılı olmasıyla stres seviyesi arasında önemli bir ilişki olduğunu gösterdi. Bu etkilerin gücü ise elbette ki, stresin miktarına, kronik veya geçici olup olmadığına ve vücudun stresle nasıl başa çıktığına bağlı olarak değişebiliyor. Mesela aşırı stres yaşayan kadınların çoğu, adet dönemlerini olması gereken zamandan daha erken veya daha geç yaşayabiliyor. Bazı kadınlar ise hiçbir şekilde adet göremeyebiliyor. Adet düzensizliğinin baş göstermesi sonucunda ise gebe kalmanız zorlaşıyor. Stres, ayrıca yumurta üretiminin azalmasına neden olan ve başarılı bir döllenmeyi engelleyen ana faktörlerden biri. Öyle ki, günümüzde kadınlarda gelişen kısırlığın yaygın nedeni olarak strese bağlı üreme bozuklukları gösteriliyor.
STRES, SPERM SAĞLIĞINI DA BOZUYOR
Stresin yıkıcı etkileri kadınlarda daha belirgin olsa da erkekleri de olumsuz etkiliyor. Aşırı stres, erkeklerde sperm sayısını ve hareketli sperm oranını azaltarak, spermlerin morfolojisinin bozulmasına neden oluyor. Stres nedeniyle erkeklerde ereksiyon sorunu ve cinsel ilişkide performans azalması gibi faktörlerde ortaya çıkarak, doğal hamilelik oluşmasını önleyebiliyor. Kısacası stresin doğurganlık üzerine oldukça derin bir etkisi var. Bu nedenle çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin stresin yarattığı etkileri anlamaları ve stresi yönetebilmek için bazı adımlar atmaları gerekiyor. Peki, bu kapsamda neler yapılabilir? Stres ile doğal yollarla mücadele edilebilir mi? Stres seviyeniz ölçülebilir mi? Gelin biraz da stresle nasıl savaşacağımıza bir göz atalım. Zira konu oldukça önemli…
GEBELİK SÜRECİNDE STRESİ YÖNETMEK