Ancak bilim dünyası son yıllarda bu inancı temelden sarsacak veriler ortaya koyuyor. Kısacası potansiyel olarak kötü genlerle dünyaya gelmiş olmanız o genleri durduramayacağımız ya da en azından etkilerini azaltamayacağınız anlamına gelmiyor. Evet, genetik altyapımız bize bir harita sunuyor. Ama o haritada hangi yollara sapacağımız, nerede durup nerede hızlanacağımız ve hatta bazı tehlikeli yolları tamamen pas geçip geçmeyeceğimiz büyük ölçüde bizim seçimlerimize bağlı. İşte bunu bize gösteren gelişme ise modern tıbbın en umut verici alanlarından biri olan Epigenetik. Bu her şeyi değiştiren alan, sahip olduğumuz genlerin aktivitelerinin kontrolüyle ilgileniyor ve bizlere sağlığın sadece bir kader meselesi olmadığını, büyük ölçüde yaşam tarzımızdaki seçimlerle de şekillendiğini gösteriyor. Kısacası genetik kaderiniz ne kadar güçlü olursa olsun, sağlıklı alışkanlıklarla bu kaderi değiştirebilir, hatta baştan yazabilirsiniz.
GENETİK KADERİ DEĞİŞTİREN SAĞLIKLI ALIŞKANLIKLAR
Son yıllarda yapılan araştırmalar bizlere gösteriyor ki; beslenme şeklimiz, ne kadar hareket ettiğimiz, nasıl uyuduğumuz, stresle başa çıkma yöntemlerimiz gibi yaşam tarzı tercihlerimiz, genetik mirasımızdan çok daha güçlü belirleyiciler. Özellikle söz konusu kronik hastalıklar olduğunda sağlıklı alışkanlıklar, genetik mirasımızın ötesine geçerek daha uzun, daha sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlayabiliyor. Yani, genetik yatkınlık bir başlangıçtır, sonuç değil. Peki, genetik kaderimizi değiştirebilmek için yaşam tarzımıza hangi sağlıklı alışkanlıkları dahil etmeliyiz? İşte sağlığınızın kaderini değiştiren ve uzun vadede iyileştiren 4 önemli alışkanlık...
GENLERİNİZE DOST SOFRALAR KURUN
Sağlıklı bir yaşamın temeli, doğru beslenmeden geçer. Mesela genetik olarak obeziteye yatkın olabilirsiniz ama bu sizin kaderiniz değil. İşlenmiş gıdalardan, fast food tarzı yemeklerden ve şekerli içeceklerden uzak durmak ve bunların yerine sebze, meyve, tam tahıllar, sağlıklı yağlar ile yeterli protein içeren dengeli bir beslenme düzenine geçmek vücudunuzu korur. Ayrıca brokoli, zerdeçal ve yeşil çay gibi daha birçok besin gen ekspresyonunu olumlu etkileyerek iyi genleri aktive edebilmektedir. Bu nedenle uzun ve kaliteli bir ömür geçirebilmek için öncelikli olarak yediklerimize çok dikkat etmeliyiz. Ayrıca bu tür beslenme tarzına geçerek sadece kronik hastalıklara karşı değil, aynı zamanda kanser gibi ölümcül hastalıklara karşı da kendinizi daha iyi koruyabilirsiniz.
HAREKET ET, YAŞLANMA
Sırtınızı sandalyeye yaslayıp, bileklerinizi klavyeye bırakarak, çalışmaya başlıyorsunuz. İşte o an aslında vücudunuza adeta “Dur” komutunu veriyorsunuz. Artık onun için saatlerce sandalyenin üstünde kıpırdamadan durma zamanı... İşte modern hayatın en tehlikeli düşmanı da burada devreye giriyor. Çünkü gün boyu hareketsiz kalmak siz farkında olmasanız da vücudunuzu adeta yavaş yavaş çökertiyor. Bir gün bir bakmışsınız omuzlarınızda ağrı, başka bir gün belinizin bir tarafında çekilme ya da tutulma, gününüzü çekilmez hale getiriyor. Kötü haber şu ki, aslında bunlar karşılaşacağınız en hafif sorunlar. Zira masa başında hiç hareket etmeden saatlerce oturup çalıştığınızda gelecekte karşılaşacağınız hastalıklar arasında boyun fıtığı, bel kayması, duruş bozuklukları, kas erimesi ile damar tıkanıklıkları da yer alıyor ve emin olun bu liste daha da uzayıp gidiyor. Derken gün geliyor ve kendinize “Neden bu kadar yorgunum ve ağrılarım var?” diye soruyorsunuz. Oysa ki, cevap çok basit. Tek neden hareketsizlik...
SÜREKLİ OTURMAK SİZİ TÜKETİYOR
Modern iş hayatı nedeniyle çalışmayı artık oturmakla eş değer görmeye başladık. Ne kadar uzun süre sandalye üzerinde kalırsak, o kadar verimli olduğumuzu sanıyoruz. Oysa insan bedeni, hareket etmek için yaratılmış bir sistem. Binlerce yıl avlanan, tırmanan, yürüyen, eğilen, yük taşıyan bir bedenin bugün masa başına zincirlenmiş halde yaşaması ise kesinlikle doğasına aykırı. Ancak maalesef ki birçok meslek grubu, günlerinin 8-10 saatini neredeyse hiç kıpırdamadan geçirmek durumunda kalıyor. İşte tehlikede burada başlıyor. Çünkü vücudun bir bölgesi sürekli hareketsiz kaldığında, sadece kaslar değil, sinir ve damar sistemi de olumsuz etkileniyor. Özellikle bel, boyun ve omuz hattı, vücudumuzun en savunmasız bölgeleri. Bu nedenle sorunlar ilk o bölgelerden ortaya çıkmaya başlıyor. Ayrıca hareketsizlik sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik bir çöküşün de habercisi. Çünkü hareket etmeyen bedende mutluluk hormonu olan serotonin ve endorfin üretimi de yavaşlıyor. Yani sadece beden değil, ruh da çöküyor. Ancak, bu durumu vereceğiniz kısa molalar ile kontrol altına alabilirsiniz. Nasıl mı? Hadi okumaya devam...
KÜÇÜK MOLALAR BÜYÜK FARKLAR YARATIR
Eğer masa başında çalışmanızı gerektiren bir iş yapıyorsanız, o zaman öncelikle günde 6 saatten fazla oturmanın, kas iskelet sistemi için ciddi bir risk oluşturduğunu bilmelisiniz. Bu nedenle günümüzde postür bozuklukları, kas kısalmaları ve bel-boyun ağrıları oldukça yaygındır. Ancak iyi haber şu ki, bu gidişatı değiştirmek elimizde. Üstelik bu durumdan kurtulabilmek için hiçbirimizin ofiste saatlerce yoga yapmasına ve iş yerinde mekik çekmesine gerek yok. Yapmanız gereken tek şey, saatte bir kısa molalar vererek, ofiste yürümek ve hafif esneme hareketleriyle vücudunuzu rahatlatmak. Bunlar sadece fiziksel değil, bilişsel performans için de oldukça etkili. Yapılan birçok araştırma da kısa süreli yürüyüşlerin zihinsel yaratıcılığı yüzde 60 oranında artırdığını gösteriyor. İş yoğunluğunuz arasında belki de bu molaların zaman kaybı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak hareket etmek size zaman kaybettirmiyor. Aksine, zihninizi tazeleyip, daha da verimli olmanızı sağlıyor.
ALIŞKANLIKLARI DEĞİŞTİRME ZAMANI
Şimdi, “Ben zaten sabahları uyanınca bir kahve alıp, kendime geliyorum ve yapmam gereken işlerime yoğunlaşıyorum. Daha ne olabilir ki?” diyor olabilirsiniz. Ama aslında sabah rutinlerinizi biraz değiştirerek daha enerjik, daha mutlu ve verimli bir gün geçirebilmeniz mümkün. Çünkü günlük rutinler, hayatımızın en temel yapı taşlarından biridir. Gerek iş gerekse özel hayatımızda edindiğimiz belirli alışkanlıklar, zihinsel ve fiziksel sağlığımız üzerinde büyük bir etki yaratır. Hatta modunuz, verimliliğiniz ve genel yaşam kaliteniz üzerinde de söz sahibidirler. Unutmayın, en iyi rutinler en mutlu insanları yaratır. Eğer siz de daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam istiyorsanız, küçük ama etkili alışkanlıklarla günlük rutininizi şekillendirmeye başlayabilirsiniz. Çünkü her yeni güne sağlıklı bir başlangıç yapmak yalnızca o günü değil, tüm yaşamınızı dönüştürebilir. Peki, sağlıklı bir güne başlamak için neler yapmalıyız? Hadi, bu güzel konuyu birlikte inceleyelim ve sağlıklı rutinlerin gücünü keşfedelim!
ERKEN KALKMANIN GÜCÜ
Güne erken başlamak sağlıklı bir günlük rutininin ilk adımıdır ama bu sadece sabahın erken saatlerinde uyanmakla ilgili değildir. Asıl mesele o saatlerin bize sunduğu fırsatları iyi değerlendirmektir. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak, hem bedeninize hem de zihninize bir şans verir. Çünkü o saatlerde dünya sessizdir, kimse sizi rahatsız etmez, telefonlar çalmaz... İşte tam bu zaman diliminde, kendinize vakit ayırabilir, birkaç derin nefes alabilir ya da meditasyon yaparak güne zinde başlayabilirsiniz. Kısacası erken kalkmak, sabahları stresten uzak kalmanızı sağladığı gibi günün koşturmacasına girmeden önce kendinizi zihinsel olarak da toparlamanıza yardımcı olur. İşte bu yüzden sabahları erken kalkmayı bir alışkanlık haline getirenler, tüm günü daha sakin ve pozitif bir şekilde geçirebiliyorlar. Eğer hâlâ erken kalkmanın faydalarına inanmayanlardansanız, birkaç gün erken uyanıp, nasıl hissettiğinize bakmanızı öneririm.
HAFİF BİR EGZERSİZLE GÜNE BAŞLAYIN
Günlük rutinlerinizi sağlıklı hale getirmek için bir diğer önemli adım, fiziksel aktiviteyi hayatınıza dahil etmektir. Sabah egzersizleri, vücudunuzu harekete geçirir ve metabolizmanızı hızlandırır. Bu, sadece fiziksel sağlığınızı iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda ruh halinizi de yükseltir. Egzersiz, vücudunuzda endorfin salgılar, bu da sizi mutlu ve enerjik hissettirir. Özellikle sabahları yapılan kısa ama etkili egzersizler, gün boyunca sizi dinç tutar ve stresle baş etme yeteneğinizi artırır. Egzersiz yapmak için spor salonuna gitmek zorunda değilsiniz. Birkaç dakikalık yoga hareketleri, hafif bir koşu ya da yürüyüş bile oldukça faydalıdır. Önemli olan, hareket etmeye başlamak ve sabahın ilk saatlerinde bedeni uyandırmaktır.
KAHVALTIYI ATLAYAN KAYBEDER
Çünkü artık birçok kişinin günlük rutini, sabah gözünü açar açmaz telefona uzanmak, bildirimleri, hikâyeleri, beğenileri ve mesajları kontrol etmek oluyor. Birçok kişi ise gece yatağa uzandığında elinde telefon varken uyuyakalıyor. Gün boyunca elimizden düşmeyen bu ekranlar, bizleri sürekli dijital bir akışın içinde tutuyor ve bu nedenle günün çoğunluğu sanal dünyada geçiyor. Peki bu akışın, özellikle de sosyal medyanın, ruh ve beden sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri ne kadar fark ediliyor? Sosyal medya platformlarında geçirdiğiniz her bir saatin size nasıl zarar verdiğini hiç düşündünüz mü? Bu yazıyı okurken “Hocam, nasıl bir tehlike olabilir ki?” diye soruyor olabilirsiniz. Ancak şunu net bir şekilde bilmelisiniz ki, kontrolsüz sosyal medya kullanımı, zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığımızı sinsice tehdit ediyor. Özellikle çocuklar ve gençler için! Ekran başında geçirilen saatler, stres, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi ciddi sorunların sessiz habercisi haline geldi bile. Artık tehlike kapıda değil, çoktan içeri girdi!
GÖRÜNMEYEN SALGIN: DİJİTAL BAĞIMLILIK
Günümüzde sosyal medya, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi ve her yaştan insan üzerindeki etkileri artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaştı. Çünkü dijital dünyada geçirilen saatler, her geçen gün ile birlikte artıyor ve bu durum sosyal medya bağımlılığını da beraberinde getiriyor. Araştırmalar, sosyal medya kullanımının özellikle genç yaş gruplarında dopamin salgısını tetiklediğini gösteriyor. Yani bir beğeni, bir yorum, bir takipçi bildirimi, beyinde “ödül” mekanizmasını çalıştırıyor. Bu ödüller ise zamanla bir bağımlılığa dönüşebiliyor. Sosyal medya bağımlılığı; tıpkı madde bağımlılığı gibi kullanıcıda fiziksel olmasa da psikolojik bir yoksunluk yaratıyor. Bunun sonucunda da bir süreliğine bile telefondan uzak kalmak, gençlerde sinirli ruh hali, huzursuzluk ve dikkat dağınıklığı gibi belirtiler ortaya çıkmasına neden oluyor.
STRES VE ANKSİYETENİN YENİ KAYNAĞI: SOSYAL MEDYA
Sosyal medya günümüzde artık tek kelimeyle yeni stres ve anksiyete nedenlerinden biri oldu diyebiliriz. Çünkü herkesin en mutlu, en başarılı ve en güzel anlarını paylaştığı bu sanal dünya, özellikle genç bireylerin kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslama eğilimine girmesine neden oluyor. Bu kıyaslamalar ise çoğu zaman yetersizlik duygusunu tetikliyor. “Ben neden onlar gibi değilim?” sorusu, bireyin öz güvenini zedeleyip, stres ve anksiyeteyi artırıyor. Ayrıca çocukların psikolojilerini çok ciddi anlamda bozan diğer önemli tehlike ise siber zorbalık. Hakaretler, dışlamalar, kötü niyetli yorumlar; özellikle ergenlik dönemindeki bireyler üzerinde yıkıcı etkilere yol açarak, psikolojik travmalara neden olabiliyor. Dijital zorbalık, gerçek hayattaki gibi kolayca unutulmuyor; kalıcı izler bırakıyor. Tüm bunların sonucunda ise yetersizlik hissi, öz güven kaybı, anksiyete ve stres artışı kaçınılmaz oluyor.
MAVİ IŞIĞIN SESSİZ SALDIRISI
Her mevsimin kendine özgü bir uyku düzeni vardır ve eğer siz de geceleri uykuya dalmakta zorlanıyorsanız, altında farklı bir sorun aramadan önce biyolojik saatinizin baharın etkisi altında olabileceği fikrini düşünmelisiniz. İyi haber şu ki, bu durum vücudunuzun mevsime uyum sağlamasının ardından kendiliğinden geçecektir. Ancak bu süreç yaşam kalitenizi ve sosyal hayatınızı olumsuz etkilemeye başladıysa, o zaman bazı tedbirler ile uyum sürecini kısaltmanızı öneririm. Çünkü sağlıklı bir ruh-beden dengesi için uyku kalitesinin artırılması önemlidir ve uzun süren uykusuzluk; dikkat eksikliği, konsantrasyon güçlüğü, sinirli ruh hali ve günlük performansta düşme gibi sorunları beraberinde getirir.
VÜCUDUNUZU YENİDEN SENKRONİZE EDİN
Baharın gelmesiyle birlikte günler uzar ve daha fazla doğal ışık alırız. Ancak, bu durum uyku kalitesini doğrudan etkilemektedir. Çünkü vücudumuz, ışık ve karanlık döngüsüne bağlı olarak biyolojik saati ayarlar. Biyolojik saatimiz, uyku ve uyanıklık döngülerimizi düzenleyen içsel bir mekanizmadır ve en önemli düzenleyicisi de ışık maruziyetidir. Özellikle sabah saatlerinde güneş ışığına çıkmak, vücudun melatonin üretimini azaltarak, bizi daha uyanık ve enerjik hale getirir. Melatonin, beynimizde salgılanan ve karanlıkla birlikte artan bir hormondur. Uykuyu başlatmak ve sürdürmek içinse kritik bir rol oynar. Bahar aylarında sabah ışığından faydalanmak, bu hormonun doğal döngüsünü destekler ve daha sağlıklı bir uyku düzeni oluşturmaya yardımcı olur. Dolayısıyla, güne erken başlamak ve gün ışığını bilinçli şekilde kullanmak, uyku kalitenizi artırmanın en etkili yollarından biridir. Ancak akşamları dikkat! Çok geç saatlere kadar ayakta kalmamaya özen gösterin ve günde 7 veya 8 saat uyumaya çalışın. Akşam saatlerinde mavi ışık (telefon, bilgisayar, televizyon ekranlarından gelen ışık) maruziyetini sınırlamanız uykuya geçişiniz kolaylaştırır.
UYKU ORTAMINIZI YENİDEN DÜZENLEYİN
Kaliteli ve yeterli bir uyku için öncelikle uyku programınızı yeniden düzenlemeniz şart. Her gece aynı saatte yatıp kalkmak, uyku kalitenizi artırır. Düzenli uyku programı, vücudun doğal uyku-uyanıklık döngüsünü destekleyerek, uykusuzluğu azaltır ve gün içinde daha enerjik hissetmenize yardımcı olur. Ayrıca bahar aylarında sıcaklık değişimlerinin etkisiyle, uyku ortamımızda da bazı düzenlemelere gitmek gerekebilir. Kışın soğuk havada kalın giysilerle uyurken, bahar aylarında daha hafif bir uyku ortamına ihtiyaç duyabiliriz. Ayrıca uyuduğunuz odanın sıcaklık seviyesini ideal bir sıcaklıkta olmasına da özen göstermeyi unutmayın. Genellikle, uyku için en ideal ortam sıcaklığı 18-22°C arasında olmalıdır. Odanız çok sıcak ya da serin olursa, bu durumun uyku kalitenizi olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır. Bunun dışında odanızda hava sirkülasyonunun yeterli olduğundan emin olun ve odanızı her gün havalandırmayı unutmayın.
Polenler, baharın görünmeyen ama etkili yüzü olarak, bağışıklık sistemini adeta bir alarm ziline çevirir. Polenlerin görünmez saldırısıyla birlikte gözler yaşarır, burun akar, enerji düşer. Bu tablo, alerjiye yatkın milyonlarca insanın günlük hayatını bir anda kâbusa çevirir. Peki bu doğal ama zorlu düşmanla savaşmak mümkün mü? Bu bahar senaryosunu değiştirebilir miyiz? Cevap: Evet. Çünkü alerji, yönetilmesi gereken bir süreçtir ve bilinçli yaklaşıldığında hayatınızı sınırlamaz. Beslenmeden ev düzenine, doğayla kurulan ilişkiden günlük alışkanlıklara kadar birçok alanda yapacağınız küçük dokunuşlar, yaşam kalitenizi büyük oranda iyileştirebilir. İşte bahar aylarında alerjiyle barışık yaşamanızı sağlayacak pratik yollar...
ALERJİNİN ALTINDA YATAN GERÇEKLER
Bahar aylarının gelmesiyle birlikte alerjik hastalıkların görülme sıklığı da artış gösteriyor. Bunun en önemli nedeni ise ağaçlardan, çiçeklerden ve çimenlerden yayılan polenler. Alerji, aslında basit tanımıyla normalde zararlı olmayan maddelere karşı vücudun verdiği abartılı cevaptır. Alerjik kişilerin immün sistemi, bazı maddelere karşı oldukça hassastır ve bunun sonucunda da bağışıklık sistemi kontrolden çıkarak, kaşıntı, kızarıklık, şişme, göz yaşarması, burun akıntısı ve hapşırma gibi şikâyetlerin ortaya çıkmasına neden olur. Ve ne yazık ki, bu mikroskobik parçacıklar sadece dışarıda değil, evlerimizin içine kadar sızabilir. Ancak alerjiyle yaşamak bir kader değildir. Günümüzde birçok kişi, birtakım ilaçlar kullanarak alerji sorunuyla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak alerji tedavilerinde bitkisel yöntemlerin yanı sıra akupunktur gibi tamamlayıcı tıp yöntemleri de son derece etkili olabiliyor. Ayrıca yaşam tarzınızı yeniden düzenleyerek ve doğru alışkanlıklar edinerek alerjinizi kontrol altında tutabilir, baharın tadını çıkarabilirsiniz. Nasıl mı? İşte yanıtı...
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ AKILLICA DESTEKLEYİN
Bağışıklık sisteminizin düzgün çalışması, alerjik semptomların şiddetini belirlemede kritik rol oynar. Dolayısıyla ilk kural, her zaman vücut direncimizi yüksek tutmaya özen göstermek. Bunun dışında bazı gıdalar alerjik tepkileri yatıştırırken, bazıları ise tam tersi etkiler yaratabilir. Bu nedenle özellikle vücuttaki histamin tepkisini dengeleyerek, alerjik semptomları hafifletmeye yardımcı olacak besinleri tüketmek önemlidir. İşte bu besinlerden bazıları:
* Doğal Antihistamin ve Anti-inflamatuar Besinler
İlkbahar, vücudumuzun da kendini yeniden inşa ettiği bir dönemdir. Çünkü baharın taze meyve ve sebzeleri, sağlıklı bir yaşam sürdürmek için birçok fırsat sunar. Cildimizden bağışıklık sistemimize, sindirim sağlığımızdan zihinsel huzurumuza kadar pek çok alanda fayda sağlar. Eğer siz de bu günlerde sabahları uyanmakta zorlanıyor, kendinizi sürekli yorgun, halsiz ve mutsuz hissediyorsanız, o zaman ilkbaharın doğal eczanesinden yararlanmayı denemelisiniz. Çünkü baharın sunduğu antioksidan zengini besinlerle yapılan yiyecekler, içecekler ve detoks kürleri, vücudunuzu toksinlerden arındırarak, yaz aylarına çok daha mutlu, enerjik ve zinde girmenize yardımcı olur.
BOL BOL VİTAMİN VE MİNERAL
Havaların yavaş yavaş ısınmaya başladığı ilkbahar aylarında market reyonları da renklenmeye ve değişmeye başladı. Tezgâhlarda artık pek çok sağlıklı meyve ve sebze sergileniyor. Örneğin; nisan ayında taze taze tüketilmeye başlanan marul, sofralarda yerini almaya başladı. İçerisinde bol miktarda protein, karbonhidrat, kalsiyum, sodyum, potasyum, B1, B2 ve B6 vitaminleri bulunan semizotunun da zamanı geldi. Domates ve salatalık neredeyse her mevsim evlerimize girer hale geldiyse de doğru zamanlarının mayısta başladığını ve ağustosa kadar devam ettiğini hatırlamakta fayda var. Ayrıca C vitamini bakımından zengin olan çilek ve kivi, en lezzetli halleriyle pazarda yerini aldı. Nisanda hasadı yapılan kırmızı soğanın ise faydaları saymakla bitmiyor. Yaza kadar bolca bulunabilen kırmızı soğanı, salatalarınıza çiğ olarak kullanmayı ihmal etmeyin. Tropik bir meyve olsa da yaygın şekilde bulunabilen ananas da temmuza kadar taze taze sofralarınıza eşlik edecek.
SİNDİRİM SİSTEMİ VE BAĞIRSAK SAĞLIĞI
İlkbahar sebze ve meyveleri lif bakımından zengin olduğu için sindirim sistemi üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Özellikle enginar ve kabak gibi sebzeler, sindirimi düzenler, bağırsak florasını dengeler ve kabızlık gibi sindirim sorunlarını önler. Ayrıca, taze meyveler de doğal şekerleri ve su içerikleriyle sindirimi kolaylaştırır. Bir diğer sağlık deposu bahar sebzesi olan bezelye de vitamin-mineral açısından oldukça zengindir. İçeriğinde yüksek oranda lif bulunan ve leziz tadıyla birçok yemeğin ana malzemesi olan patlıcan da mayıs ve haziran ayı boyunca tezgâhlarda yerini alacak. Vitamin, mineral ve protein bakımından çok zengin bir içeriğe sahip olan bakla zamanı da geldi. Baklanın mevsimi oldukça kısadır. Kurutulmuş iç bakla, yıl boyunca yemeklerde kullanılabiliyor. Ancak tazesi için ilkbahar aylarını kaçırmamanızı öneririm. Sıcak havaların müjdecileri yeşil erik ve çilek de artık gün yüzüne çıktı. Nisan ve mayıs aylarının en sevilen meyvelerinden olan bu ikilinin faydaları ise saymakla bitmiyor. Bu nedenle mümkün olduğunca mevsiminde bu lezzetli meyveleri tüketmeye çalışın.
DETOKS ETKİSİ VE VÜCUT TEMİZLİĞİ
Kış aylarında vücutta biriken toksinlerden arınmak, sağlıklı bir yaşam sürmek için son derece önemlidir. Doğanın tüm ihtişamıyla kendini yenilediği bu günlerde, enerjinizi yükseltmek ve daha da önemlisi maruz kaldığınız toksik yükünüzü azaltmak için harekete geçmenizi öneririm. Çünkü vücudunuzu yormayan detoks kürleriyle toksinlerinizden arınabilirsiniz. Ayrıca ilkbahar meyve ve sebzeleri, detoks etkisi yaratan besinlerle doludur. Örneğin; enginar ve kuşkonmaz gibi sebzeler, karaciğeri temizlemeye yardımcı olur ve vücudun toksinleri atmasına destek olur. Salatalık gibi su içeriği yüksek meyveler, vücudun su dengesini sağlamak ve toksinleri dışarı atmak için mükemmel seçeneklerdir.
Mevsim geçişiyle birlikte şu anda her üç kişiden biri, halsizlik, yorgunluk, enerji düşüklüğü, uykusuzluk ve konsantrasyon problemleri nedeniyle günlük yaşantısında sorun yaşıyor. Bu şikâyetlere neden olan bahar yorgunluğunun ise hâlâ tam olarak nedeni bilinmiyor. Ancak genel olarak bahar yorgunluğu, kışın soğuk ve karanlık günlerinden sonra vücudun uyum sağlaması için gösterdiği doğal bir tepki olarak kabul ediliyor. Bu nedenle özellikle ilkbahar aylarında yaygın olarak görülüyor. Havanın ısınması, günlerin uzaması ve alerjik reaksiyonlar gibi etkenler de bu dönemde artan yorgunluk hissini tetikleyebiliyor. Peki, vücudumuzun mevsim değişikliğine adapte olmaya çalıştığı bu süreci sorun yaşamadan nasıl atlatacağız? Bahar yorgunluğundan kurtulmanın doğal yolları var mıdır? Eğer siz de şu anda kendinizi yorgun, bitkin ve kas ağrılarıyla baş başa kalmış hissediyorsanız, okumaya devam edin. Çünkü yaşam tarzınızda yapacağınız bazı değişiklikler ile bahar yorgunluğunun üstesinden kolaylıkla gelebilirsiniz.
BAHAR YORGUNLUĞU TETİKLEYİCİLERİ
Bahar yorgunluğu, vücudun mevsim değişikliklerine uyum sağlamaya çalıştığı bir dönemde ortaya çıkan doğal bir durumdur ve belli bir süre sonra kendiliğinden geçer. Ancak, bazı faktörler var ki, bahar yorgunluğunun ortaya çıkmasını tetikleyebiliyor. Mesela şu anda yaşadığımız ani sıcaklık değişimleri vücudun yeni mevsime adaptasyon sürecini zorlaştırarak, yorgunluk hissine yol açabilir. Bunun dışında günlerin uzaması da vücudun biyolojik saatini oldukça fazla etkilemektedir. Bu değişiklik, uyku düzenini bozarak, uyku kalitesini düşürür ve bunun sonucunda da gün boyu yorgunluk hissi oluşur. Polenleri de tabi unutmamak gerek. Bahar ayı ile ortaya çıkan polenler, alerjik reaksiyonlara ve buna bağlı olarak halsizlik, burun tıkanıklığı, gözlerde kaşıntı gibi belirtilere yol açar. Mevsimsel geçişler, vücutta bazı hormonal değişikliklere neden olabilir ki, bu da ruh hali dalgalanmaları ile depresyona eğilimli olma durumunu ortaya çıkarabilir.
BU BELİRTİLERE DİKKAT!
Baharın gelmesiyle birlikte dışarıda da fazla vakit geçirmeye başlarız. Ancak vücudumuz henüz ani fiziksel aktivite artışına alışkın olmadığı için bu hareketlilik, yorgunluk hissini de beraberinde getirebilir. Bunun dışında yetersiz ve sağlıksız beslenme sonucunda ortaya çıkan vitamin ve mineral eksikliği de bahar yorgunluğunu tetikleyen en önemli faktörler arasında yer alır. Tüm bu etkenler ile birlikte halsizlik, yorgunluk hissi ve enerji düşüklüğü baş gösterir. Bahar yorgunluğunun en can sıkıcı belirtileri arasında uykusuzluk hissi de vardır. Bunun dışında konsantrasyon güçlüğü, iş ve günlük aktivitelerde verimsizlik yaratırken, depresif ya da kaygılı hissetmek, ruh sağlığınızı olumsuz etkileyebilir. Kas ve eklem ağrıları ile baş ağrıları da sık karşılaşılan şikâyetler arasındadır. Ayrıca, iştahsızlık veya aşırı iştah gibi değişimler, vücudun ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığını gösterir. Tüm bu belirtiler, bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve genel sağlık durumunun bozulmasına yol açar. Bu belirtilerden birkaçı sizde de varsa, öncelikle endişelenmeyin! Çünkü bu belirtiler, belli bir süre sonra kendiliğinden geçecektir. Ancak şikâyetleriniz iki ya da üç haftadan daha uzun süre devam ederse, bu durumun başka bir sorundan kaynaklanabileceği de düşünülerek, mutlaka bir doktora başvurmayı ihmal etmeyin.
BAHAR YORGUNLUĞUYLA MÜCADELE ETMENİN YOLLARI