Çünkü artık birçok kişinin günlük rutini, sabah gözünü açar açmaz telefona uzanmak, bildirimleri, hikâyeleri, beğenileri ve mesajları kontrol etmek oluyor. Birçok kişi ise gece yatağa uzandığında elinde telefon varken uyuyakalıyor. Gün boyunca elimizden düşmeyen bu ekranlar, bizleri sürekli dijital bir akışın içinde tutuyor ve bu nedenle günün çoğunluğu sanal dünyada geçiyor. Peki bu akışın, özellikle de sosyal medyanın, ruh ve beden sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri ne kadar fark ediliyor? Sosyal medya platformlarında geçirdiğiniz her bir saatin size nasıl zarar verdiğini hiç düşündünüz mü? Bu yazıyı okurken “Hocam, nasıl bir tehlike olabilir ki?” diye soruyor olabilirsiniz. Ancak şunu net bir şekilde bilmelisiniz ki, kontrolsüz sosyal medya kullanımı, zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığımızı sinsice tehdit ediyor. Özellikle çocuklar ve gençler için! Ekran başında geçirilen saatler, stres, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi ciddi sorunların sessiz habercisi haline geldi bile. Artık tehlike kapıda değil, çoktan içeri girdi!
GÖRÜNMEYEN SALGIN: DİJİTAL BAĞIMLILIK
Günümüzde sosyal medya, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi ve her yaştan insan üzerindeki etkileri artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaştı. Çünkü dijital dünyada geçirilen saatler, her geçen gün ile birlikte artıyor ve bu durum sosyal medya bağımlılığını da beraberinde getiriyor. Araştırmalar, sosyal medya kullanımının özellikle genç yaş gruplarında dopamin salgısını tetiklediğini gösteriyor. Yani bir beğeni, bir yorum, bir takipçi bildirimi, beyinde “ödül” mekanizmasını çalıştırıyor. Bu ödüller ise zamanla bir bağımlılığa dönüşebiliyor. Sosyal medya bağımlılığı; tıpkı madde bağımlılığı gibi kullanıcıda fiziksel olmasa da psikolojik bir yoksunluk yaratıyor. Bunun sonucunda da bir süreliğine bile telefondan uzak kalmak, gençlerde sinirli ruh hali, huzursuzluk ve dikkat dağınıklığı gibi belirtiler ortaya çıkmasına neden oluyor.
STRES VE ANKSİYETENİN YENİ KAYNAĞI: SOSYAL MEDYA
Sosyal medya günümüzde artık tek kelimeyle yeni stres ve anksiyete nedenlerinden biri oldu diyebiliriz. Çünkü herkesin en mutlu, en başarılı ve en güzel anlarını paylaştığı bu sanal dünya, özellikle genç bireylerin kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslama eğilimine girmesine neden oluyor. Bu kıyaslamalar ise çoğu zaman yetersizlik duygusunu tetikliyor. “Ben neden onlar gibi değilim?” sorusu, bireyin öz güvenini zedeleyip, stres ve anksiyeteyi artırıyor. Ayrıca çocukların psikolojilerini çok ciddi anlamda bozan diğer önemli tehlike ise siber zorbalık. Hakaretler, dışlamalar, kötü niyetli yorumlar; özellikle ergenlik dönemindeki bireyler üzerinde yıkıcı etkilere yol açarak, psikolojik travmalara neden olabiliyor. Dijital zorbalık, gerçek hayattaki gibi kolayca unutulmuyor; kalıcı izler bırakıyor. Tüm bunların sonucunda ise yetersizlik hissi, öz güven kaybı, anksiyete ve stres artışı kaçınılmaz oluyor.
MAVİ IŞIĞIN SESSİZ SALDIRISI
Her mevsimin kendine özgü bir uyku düzeni vardır ve eğer siz de geceleri uykuya dalmakta zorlanıyorsanız, altında farklı bir sorun aramadan önce biyolojik saatinizin baharın etkisi altında olabileceği fikrini düşünmelisiniz. İyi haber şu ki, bu durum vücudunuzun mevsime uyum sağlamasının ardından kendiliğinden geçecektir. Ancak bu süreç yaşam kalitenizi ve sosyal hayatınızı olumsuz etkilemeye başladıysa, o zaman bazı tedbirler ile uyum sürecini kısaltmanızı öneririm. Çünkü sağlıklı bir ruh-beden dengesi için uyku kalitesinin artırılması önemlidir ve uzun süren uykusuzluk; dikkat eksikliği, konsantrasyon güçlüğü, sinirli ruh hali ve günlük performansta düşme gibi sorunları beraberinde getirir.
VÜCUDUNUZU YENİDEN SENKRONİZE EDİN
Baharın gelmesiyle birlikte günler uzar ve daha fazla doğal ışık alırız. Ancak, bu durum uyku kalitesini doğrudan etkilemektedir. Çünkü vücudumuz, ışık ve karanlık döngüsüne bağlı olarak biyolojik saati ayarlar. Biyolojik saatimiz, uyku ve uyanıklık döngülerimizi düzenleyen içsel bir mekanizmadır ve en önemli düzenleyicisi de ışık maruziyetidir. Özellikle sabah saatlerinde güneş ışığına çıkmak, vücudun melatonin üretimini azaltarak, bizi daha uyanık ve enerjik hale getirir. Melatonin, beynimizde salgılanan ve karanlıkla birlikte artan bir hormondur. Uykuyu başlatmak ve sürdürmek içinse kritik bir rol oynar. Bahar aylarında sabah ışığından faydalanmak, bu hormonun doğal döngüsünü destekler ve daha sağlıklı bir uyku düzeni oluşturmaya yardımcı olur. Dolayısıyla, güne erken başlamak ve gün ışığını bilinçli şekilde kullanmak, uyku kalitenizi artırmanın en etkili yollarından biridir. Ancak akşamları dikkat! Çok geç saatlere kadar ayakta kalmamaya özen gösterin ve günde 7 veya 8 saat uyumaya çalışın. Akşam saatlerinde mavi ışık (telefon, bilgisayar, televizyon ekranlarından gelen ışık) maruziyetini sınırlamanız uykuya geçişiniz kolaylaştırır.
UYKU ORTAMINIZI YENİDEN DÜZENLEYİN
Kaliteli ve yeterli bir uyku için öncelikle uyku programınızı yeniden düzenlemeniz şart. Her gece aynı saatte yatıp kalkmak, uyku kalitenizi artırır. Düzenli uyku programı, vücudun doğal uyku-uyanıklık döngüsünü destekleyerek, uykusuzluğu azaltır ve gün içinde daha enerjik hissetmenize yardımcı olur. Ayrıca bahar aylarında sıcaklık değişimlerinin etkisiyle, uyku ortamımızda da bazı düzenlemelere gitmek gerekebilir. Kışın soğuk havada kalın giysilerle uyurken, bahar aylarında daha hafif bir uyku ortamına ihtiyaç duyabiliriz. Ayrıca uyuduğunuz odanın sıcaklık seviyesini ideal bir sıcaklıkta olmasına da özen göstermeyi unutmayın. Genellikle, uyku için en ideal ortam sıcaklığı 18-22°C arasında olmalıdır. Odanız çok sıcak ya da serin olursa, bu durumun uyku kalitenizi olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır. Bunun dışında odanızda hava sirkülasyonunun yeterli olduğundan emin olun ve odanızı her gün havalandırmayı unutmayın.
Polenler, baharın görünmeyen ama etkili yüzü olarak, bağışıklık sistemini adeta bir alarm ziline çevirir. Polenlerin görünmez saldırısıyla birlikte gözler yaşarır, burun akar, enerji düşer. Bu tablo, alerjiye yatkın milyonlarca insanın günlük hayatını bir anda kâbusa çevirir. Peki bu doğal ama zorlu düşmanla savaşmak mümkün mü? Bu bahar senaryosunu değiştirebilir miyiz? Cevap: Evet. Çünkü alerji, yönetilmesi gereken bir süreçtir ve bilinçli yaklaşıldığında hayatınızı sınırlamaz. Beslenmeden ev düzenine, doğayla kurulan ilişkiden günlük alışkanlıklara kadar birçok alanda yapacağınız küçük dokunuşlar, yaşam kalitenizi büyük oranda iyileştirebilir. İşte bahar aylarında alerjiyle barışık yaşamanızı sağlayacak pratik yollar...
ALERJİNİN ALTINDA YATAN GERÇEKLER
Bahar aylarının gelmesiyle birlikte alerjik hastalıkların görülme sıklığı da artış gösteriyor. Bunun en önemli nedeni ise ağaçlardan, çiçeklerden ve çimenlerden yayılan polenler. Alerji, aslında basit tanımıyla normalde zararlı olmayan maddelere karşı vücudun verdiği abartılı cevaptır. Alerjik kişilerin immün sistemi, bazı maddelere karşı oldukça hassastır ve bunun sonucunda da bağışıklık sistemi kontrolden çıkarak, kaşıntı, kızarıklık, şişme, göz yaşarması, burun akıntısı ve hapşırma gibi şikâyetlerin ortaya çıkmasına neden olur. Ve ne yazık ki, bu mikroskobik parçacıklar sadece dışarıda değil, evlerimizin içine kadar sızabilir. Ancak alerjiyle yaşamak bir kader değildir. Günümüzde birçok kişi, birtakım ilaçlar kullanarak alerji sorunuyla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak alerji tedavilerinde bitkisel yöntemlerin yanı sıra akupunktur gibi tamamlayıcı tıp yöntemleri de son derece etkili olabiliyor. Ayrıca yaşam tarzınızı yeniden düzenleyerek ve doğru alışkanlıklar edinerek alerjinizi kontrol altında tutabilir, baharın tadını çıkarabilirsiniz. Nasıl mı? İşte yanıtı...
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ AKILLICA DESTEKLEYİN
Bağışıklık sisteminizin düzgün çalışması, alerjik semptomların şiddetini belirlemede kritik rol oynar. Dolayısıyla ilk kural, her zaman vücut direncimizi yüksek tutmaya özen göstermek. Bunun dışında bazı gıdalar alerjik tepkileri yatıştırırken, bazıları ise tam tersi etkiler yaratabilir. Bu nedenle özellikle vücuttaki histamin tepkisini dengeleyerek, alerjik semptomları hafifletmeye yardımcı olacak besinleri tüketmek önemlidir. İşte bu besinlerden bazıları:
* Doğal Antihistamin ve Anti-inflamatuar Besinler
İlkbahar, vücudumuzun da kendini yeniden inşa ettiği bir dönemdir. Çünkü baharın taze meyve ve sebzeleri, sağlıklı bir yaşam sürdürmek için birçok fırsat sunar. Cildimizden bağışıklık sistemimize, sindirim sağlığımızdan zihinsel huzurumuza kadar pek çok alanda fayda sağlar. Eğer siz de bu günlerde sabahları uyanmakta zorlanıyor, kendinizi sürekli yorgun, halsiz ve mutsuz hissediyorsanız, o zaman ilkbaharın doğal eczanesinden yararlanmayı denemelisiniz. Çünkü baharın sunduğu antioksidan zengini besinlerle yapılan yiyecekler, içecekler ve detoks kürleri, vücudunuzu toksinlerden arındırarak, yaz aylarına çok daha mutlu, enerjik ve zinde girmenize yardımcı olur.
BOL BOL VİTAMİN VE MİNERAL
Havaların yavaş yavaş ısınmaya başladığı ilkbahar aylarında market reyonları da renklenmeye ve değişmeye başladı. Tezgâhlarda artık pek çok sağlıklı meyve ve sebze sergileniyor. Örneğin; nisan ayında taze taze tüketilmeye başlanan marul, sofralarda yerini almaya başladı. İçerisinde bol miktarda protein, karbonhidrat, kalsiyum, sodyum, potasyum, B1, B2 ve B6 vitaminleri bulunan semizotunun da zamanı geldi. Domates ve salatalık neredeyse her mevsim evlerimize girer hale geldiyse de doğru zamanlarının mayısta başladığını ve ağustosa kadar devam ettiğini hatırlamakta fayda var. Ayrıca C vitamini bakımından zengin olan çilek ve kivi, en lezzetli halleriyle pazarda yerini aldı. Nisanda hasadı yapılan kırmızı soğanın ise faydaları saymakla bitmiyor. Yaza kadar bolca bulunabilen kırmızı soğanı, salatalarınıza çiğ olarak kullanmayı ihmal etmeyin. Tropik bir meyve olsa da yaygın şekilde bulunabilen ananas da temmuza kadar taze taze sofralarınıza eşlik edecek.
SİNDİRİM SİSTEMİ VE BAĞIRSAK SAĞLIĞI
İlkbahar sebze ve meyveleri lif bakımından zengin olduğu için sindirim sistemi üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Özellikle enginar ve kabak gibi sebzeler, sindirimi düzenler, bağırsak florasını dengeler ve kabızlık gibi sindirim sorunlarını önler. Ayrıca, taze meyveler de doğal şekerleri ve su içerikleriyle sindirimi kolaylaştırır. Bir diğer sağlık deposu bahar sebzesi olan bezelye de vitamin-mineral açısından oldukça zengindir. İçeriğinde yüksek oranda lif bulunan ve leziz tadıyla birçok yemeğin ana malzemesi olan patlıcan da mayıs ve haziran ayı boyunca tezgâhlarda yerini alacak. Vitamin, mineral ve protein bakımından çok zengin bir içeriğe sahip olan bakla zamanı da geldi. Baklanın mevsimi oldukça kısadır. Kurutulmuş iç bakla, yıl boyunca yemeklerde kullanılabiliyor. Ancak tazesi için ilkbahar aylarını kaçırmamanızı öneririm. Sıcak havaların müjdecileri yeşil erik ve çilek de artık gün yüzüne çıktı. Nisan ve mayıs aylarının en sevilen meyvelerinden olan bu ikilinin faydaları ise saymakla bitmiyor. Bu nedenle mümkün olduğunca mevsiminde bu lezzetli meyveleri tüketmeye çalışın.
DETOKS ETKİSİ VE VÜCUT TEMİZLİĞİ
Kış aylarında vücutta biriken toksinlerden arınmak, sağlıklı bir yaşam sürmek için son derece önemlidir. Doğanın tüm ihtişamıyla kendini yenilediği bu günlerde, enerjinizi yükseltmek ve daha da önemlisi maruz kaldığınız toksik yükünüzü azaltmak için harekete geçmenizi öneririm. Çünkü vücudunuzu yormayan detoks kürleriyle toksinlerinizden arınabilirsiniz. Ayrıca ilkbahar meyve ve sebzeleri, detoks etkisi yaratan besinlerle doludur. Örneğin; enginar ve kuşkonmaz gibi sebzeler, karaciğeri temizlemeye yardımcı olur ve vücudun toksinleri atmasına destek olur. Salatalık gibi su içeriği yüksek meyveler, vücudun su dengesini sağlamak ve toksinleri dışarı atmak için mükemmel seçeneklerdir.
Mevsim geçişiyle birlikte şu anda her üç kişiden biri, halsizlik, yorgunluk, enerji düşüklüğü, uykusuzluk ve konsantrasyon problemleri nedeniyle günlük yaşantısında sorun yaşıyor. Bu şikâyetlere neden olan bahar yorgunluğunun ise hâlâ tam olarak nedeni bilinmiyor. Ancak genel olarak bahar yorgunluğu, kışın soğuk ve karanlık günlerinden sonra vücudun uyum sağlaması için gösterdiği doğal bir tepki olarak kabul ediliyor. Bu nedenle özellikle ilkbahar aylarında yaygın olarak görülüyor. Havanın ısınması, günlerin uzaması ve alerjik reaksiyonlar gibi etkenler de bu dönemde artan yorgunluk hissini tetikleyebiliyor. Peki, vücudumuzun mevsim değişikliğine adapte olmaya çalıştığı bu süreci sorun yaşamadan nasıl atlatacağız? Bahar yorgunluğundan kurtulmanın doğal yolları var mıdır? Eğer siz de şu anda kendinizi yorgun, bitkin ve kas ağrılarıyla baş başa kalmış hissediyorsanız, okumaya devam edin. Çünkü yaşam tarzınızda yapacağınız bazı değişiklikler ile bahar yorgunluğunun üstesinden kolaylıkla gelebilirsiniz.
BAHAR YORGUNLUĞU TETİKLEYİCİLERİ
Bahar yorgunluğu, vücudun mevsim değişikliklerine uyum sağlamaya çalıştığı bir dönemde ortaya çıkan doğal bir durumdur ve belli bir süre sonra kendiliğinden geçer. Ancak, bazı faktörler var ki, bahar yorgunluğunun ortaya çıkmasını tetikleyebiliyor. Mesela şu anda yaşadığımız ani sıcaklık değişimleri vücudun yeni mevsime adaptasyon sürecini zorlaştırarak, yorgunluk hissine yol açabilir. Bunun dışında günlerin uzaması da vücudun biyolojik saatini oldukça fazla etkilemektedir. Bu değişiklik, uyku düzenini bozarak, uyku kalitesini düşürür ve bunun sonucunda da gün boyu yorgunluk hissi oluşur. Polenleri de tabi unutmamak gerek. Bahar ayı ile ortaya çıkan polenler, alerjik reaksiyonlara ve buna bağlı olarak halsizlik, burun tıkanıklığı, gözlerde kaşıntı gibi belirtilere yol açar. Mevsimsel geçişler, vücutta bazı hormonal değişikliklere neden olabilir ki, bu da ruh hali dalgalanmaları ile depresyona eğilimli olma durumunu ortaya çıkarabilir.
BU BELİRTİLERE DİKKAT!
Baharın gelmesiyle birlikte dışarıda da fazla vakit geçirmeye başlarız. Ancak vücudumuz henüz ani fiziksel aktivite artışına alışkın olmadığı için bu hareketlilik, yorgunluk hissini de beraberinde getirebilir. Bunun dışında yetersiz ve sağlıksız beslenme sonucunda ortaya çıkan vitamin ve mineral eksikliği de bahar yorgunluğunu tetikleyen en önemli faktörler arasında yer alır. Tüm bu etkenler ile birlikte halsizlik, yorgunluk hissi ve enerji düşüklüğü baş gösterir. Bahar yorgunluğunun en can sıkıcı belirtileri arasında uykusuzluk hissi de vardır. Bunun dışında konsantrasyon güçlüğü, iş ve günlük aktivitelerde verimsizlik yaratırken, depresif ya da kaygılı hissetmek, ruh sağlığınızı olumsuz etkileyebilir. Kas ve eklem ağrıları ile baş ağrıları da sık karşılaşılan şikâyetler arasındadır. Ayrıca, iştahsızlık veya aşırı iştah gibi değişimler, vücudun ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığını gösterir. Tüm bu belirtiler, bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve genel sağlık durumunun bozulmasına yol açar. Bu belirtilerden birkaçı sizde de varsa, öncelikle endişelenmeyin! Çünkü bu belirtiler, belli bir süre sonra kendiliğinden geçecektir. Ancak şikâyetleriniz iki ya da üç haftadan daha uzun süre devam ederse, bu durumun başka bir sorundan kaynaklanabileceği de düşünülerek, mutlaka bir doktora başvurmayı ihmal etmeyin.
BAHAR YORGUNLUĞUYLA MÜCADELE ETMENİN YOLLARI
Bayramın coşkusu ile birlikte yine bolca yemek ve tatlı tüketimiyle bu dokuz günü geçireceğiz. Ancak dikkat! Sevdiklerimizle birlikte hoş sohbetler ettiğimiz bu sofralarda yemeği fazla kaçırmamaya dikkat etmemiz gerekiyor. Aksi taktirde uzun süren bir oruç döneminden de çıkıldığı için kilo alımının yanı sıra mide-bağırsak sorunları da kaçınılmaz olabilir. Elbette ki tatlılar, kekler, pastalar ve bol yağlı yemekler, bu özel günlerin vazgeçilmezleridir. Ancak, bu tür yiyeceklerin aşırı tüketimi, neden olacağı sağlık sorunlarıyla bayramı size zehir edebilir. Eğer, siz de bayram lezzetlerinin her birinin tadına bakmak ve bunu yaparken sorun yaşamak istemeyenlerdenseniz, bu yazımız tam da size göre... Hazırsanız, başlayalım... İşte bayramı sağlıklı geçirmek için beslenme önerileri...
BAYRAM KAHVALTISINI ATLAMAYIN!
Bir aylık oruç döneminden sonra kilo alınmasındaki en önemli etkenlerden biri de yavaşlayan metabolizmadır. Bu nedenle bayram süresince az ve sık yiyerek, öncelikle metabolizmanızı yeniden hızlandırmanız gerekiyor. Öğün atlamamak için bayram boyunca güne hafif bir kahvaltı ile başlamaya özen gösterin. Ancak kahvaltıda bir anda sevdiğiniz besinleri fazlaca tüketmeyin. Bu midenizin isyan etmesine yol açar ve size yaşatacağı sorunlarla bayram tatilinizi zehir edebilir. Bu nedenle güne kaymak, börek, poğaçalar, kızartmalar gibi ağır besinlerle değil, hafif olan yumurta, yeşillikler, domates, salatalık, peynir ve meyveler gibi gıdaları tüketmekle başlamalısınız. Özellikle sucuk, salam ve sosis gibi işlenmiş ürünlerden uzak durun. Onun yerine midemizi yormayan ve aynı zamanda sağlıklı olan menemeni tercih edebilirsiniz. Kahvaltınızda nane ve maydanoz gibi yeşil yapraklılara yer vermeyi unutmayın. Ayrıca bu süreçte cevizi de kahvaltınıza dahil etmeniz oldukça faydalı olacaktır.
YAVAŞ VE DENGELİ BİR ŞEKİLDE TÜKETİN
Bayramda oruç sonrası sofralar, genellikle bolluk içinde olur. Uzun bir açlık dönemi sonrası hemen ağır yemeklere yönelmek, sindirim sistemini zorlayarak mide ağrılarına, gaz şikâyetlerine ve mide yanmalarına neden olabilir. Bu nedenle, bayram sofralarına oturduğumuzda yavaş ve dengeli bir şekilde yemeğinizi bitirmek son derece önemlidir. Bu yüzden ilk etapta hafif bir çorba veya salata ile öğününüze başlayın. Ardından porsiyon kontrolü yaparak, yavaşça yemeğe devam edin. Bu yavaşlık, sindirim sistemini rahatlatacaktır. Ana öğünlerinizde kızartmalardan ve aşırı yağlı yemeklerden kaçının. Bunun yerine ızgara, buğulama ve haşlama şeklinde pişirilen yemekleri tercih edin. Sebze yemeklerine ise bolca yer verin. Bozulan bağırsak düzeninizi sağlamak için bayramda posalı besinlerin yer aldığı menüleri tercih edin. Günlük beslenme listenizde önceliği kuru baklagiller ile sebze ve meyvelere verin. Yemeklerinizi eşlik etmesi içinse bulgur pilavı ya da esmer pirinçten yapılmış bir pilav tercih edebilirsiniz.
KİLO KONTROLÜ İÇİN TATLILARA DİKKAT!
Her ne kadar tuz, vücutta önemli işlevlere sahip bir bileşen olsa da dengesiz bir şekilde tüketildiğinde başınıza çok ciddi sağlık sorunları açabilir. Yani, söz konusu tuz olduğunda denge kelimesi oldukça önemli. Çünkü tuzun azı da çoğu da sıkıntı. Tuzu az tükettiğinizde vücudunuz yeteri kadar klor ve sodyum alamıyor ve bunun sonucunda da birtakım sağlık sorunları ortaya çıkıyor. Bu sorunlardan biri, sinir sisteminin etkilenmesi ve beyin ödeminin gelişmesidir. Sodyum düşüklüğü ayrıca kramp, baş ağrısı, kas güçsüzlüğü, bulantı ve kusma gibi belirtilere de neden olur. Ancak toplumumuzda maalesef ki şu anda çok fazla tuz tüketim sorunu var. O nedenle bugün, her gün yemeklerinize eklediğiniz fazladan tuzun vücudunuza nasıl zarar verdiğini mercek altına alacağız. Zira bu alışkanlık, ölümcül sağlıklı sorunlarına VIP’den davetiye çıkartıyor.
GÜNLÜK NE KADAR TUZ TÜKETİLMELİ?
Yemeklere lezzet katmak amacıyla bolca kullanılan tuzun hipertansiyon, kalp hastalıkları, böbrek problemleri ve hatta bazı kanser türleri gibi sağlık sorunlarına zemin hazırladığını artık net bir şekilde biliyoruz. Bu nedenle genel sağlığın korunması adına günlük alınması gereken tuz miktarını dengeli bir şekilde ayarlamak oldukça önemli. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre günde ortalama 5 gram tuz, vücudumuz için yeterli. Bu miktar, bir çay kaşığına denk gelir. Ancak dikkat! Önerilen bu miktar; yemeklere sonradan eklenen tuzu değil, gün içinde tüm besinlerle alınan toplam tuz miktarını ifade ediyor. Ama toplumumuzda günlük tuz tüketimi bu miktardan 2.5-3 kat daha fazla.
TUZUN VÜCUDUMUZA VERDİĞİ ZARARLAR NELERDİR?
Fazla tuz tüketimi, vücutta sodyum seviyesinin artmasına neden olarak, kan basıncının yükselmesine ve damarlarda su tutulmasına yol açıyor. Bu durum da beraberinde ölümcül sonuçlar doğurabilecek hastalıkların gelişmesine zemin hazırlıyor. Tuz tüketimi, özellikle yüksek tansiyon (hipertansiyon) gelişiminde önemli bir etken. Yüksek tansiyon ise kalp hastalıkları, felç ve böbrek sorunları gibi ciddi sağlık sorunlarını beraberinde getirebiliyor. Bu nedenle, tuz tüketimini azaltmak hipertansiyon riskini azaltmada önemli bir adım. Tuzlu beslenme, sadece sistemik kan basıncını yükseltmekle kalmıyor ve böbrek hücreleri içindeki basıncı da artırıyor. Böbrekler de bu durum karşında fazla sodyumu vücuttan atmak için daha fazla çalışmak zorunda kalıyor. Aşırı tuz alımı devam ettikçe de böbrek hasarı ile kronik böbrek hastalıkları ortaya çıkıyor. Yüksek sodyum alımı ayrıca idrarla kalsiyum kaybını artırarak, kemik yoğunluğunun azalmasına neden olabiliyor. Fazla tuz tüketimi, iç kulak basıncını da artırarak, Meniere hastalığı belirtilerini tetikleyebiliyor. Yüksek sodyum içeren beslenme tarzı ayrıca mide mukozasında hasar oluşturuyor. Hasarlanan mukoza da zaman içinde kanserojen maddelere karşı daha hassas hale geliyor ve mide kanseri gibi ciddi bir hastalığa yakalanma riskini artırıyor. Bağışıklık sisteminin zayıflamasına da neden olan aşırı tuz, kısacası sağlığınızı yavaş yavaş elinizden alıyor.
FAZLA TUZ TÜKETİMİNİN BELİRTİLERİ
Çünkü ruh halinizi düzene sokan ve mutluluğunuzu teşvik etmeye yardımcı olan dört temel hormonu aktive etme ve beslenme tarzınızı değiştirme zamanınız gelmiş demektir. Çünkü duygu durumlarımızın değişmesinde 4 hormonumuzun etkisi büyük. Mesela endorfin hormonunuz eksikse kendinizi stresli, dopamin eksikliği varsa unutkan hisseder, oksitosin eksikse yalnızlık duygusuyla baş başa kalırsınız. Serotonin hormonu eksikse de depresif bir ruh hali içine girersiniz. Bu nedenle daha mutlu bir yaşam sürebilmek için bu dört önemli hormonun vücudumuzda yeterli miktarda salgılandığından emin olmamız gerekir. Beslenme konusu ise ruh sağlığımız üzerinde çift yönlü bir etkiye sahiptir. Beslenme şeklimiz, ruh sağlığımızı etkilerken, ruh sağlığımız da beslenme tercihlerimizi değiştirebilir.
BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ RUH SAĞLIĞIMIZI DA ETKİLİYOR
Gün içerisinde tükettiğiniz besinlerin beden sağlığınız kadar ruh sağlığınız üzerinde de söz sahibi olduğunu biliyor muydunuz? Yani yediğiniz her şey, sizin mutlu ya da mutsuz olacağınıza karar verebiliyor. Nasıl mı? Mesela, kısa vadede geçici mutluluk veren basit karbonhidratlar ve şekerli gıdalar tüketmek, her ne kadar anlık olarak sizi rahatlatsa da uzun vadede ruh sağlığınızın bozulmasına neden olabiliyor. Yapılan araştırmalara göre; insanlar, stres ile karşılaştıkları zamanlarda genellikle zararlı yiyeceklere yöneliyor. Bu süreç içinde daha fazla kahve tüketiyor, su içmeyi ihmal ediyor, fast food tarzı besleniyor ve tatlı tüketimini artırmak gibi hatalı seçimler yapıyor. Bu durum, o an için size bir keyif yaşatsa da uzun vadede mutsuzluğunuzun sebebi olabiliyor. Ancak bu durumu tersine çevirebilir, sağlıklı besinler tüketerek, stres ve mutsuzluk ile baş edebilirsiniz.
MUTLULUK KAYNAĞI BESİNLER
Gün içerisinde doğru besinler tüketerek, stresle başa çıkabilir, mutsuz ve depresif ruh halinizi iyileştirebilirsiniz. Çünkü beslenme şeklinizle hem mutluluk hormonlarını aktive edebilir hem de bağırsak sağlığınızı koruyarak, ruh halinizi düzeltebilirsiniz. Çünkü mutluluk gerçekten içimizde saklı... Hadi gelin bu özel hormonlarımızı biraz daha yakından tanıyalım. Adını en çok duyduğunuz mutluluk hormonlarından biri serotonindir. Eksikliği, uykusuzluk, yeme bozukluğu, depresyon, migren, karamsarlık, öfke ve depresif bir ruh halini beraberinde getirir. Yani serotonin olmadan neşemiz de eksilir. Ancak mutluluk veren besinleri tüketerek vücuttaki serotonin miktarını artırmak mümkündür. Çikolata, peynir ve yumurta gibi triptofan içeren gıdalar; muz, çilek gibi meyveler, uskumru, sardalya, palamut gibi balıklar ile badem, ceviz, kabak çekirdeği ve keten tohumu gibi besinler tüketmek, bu hormonu dengelemenize yardımcı olacaktır.
POZİTİF RUH HALİNİN SIRRI: ENDORFİN