Buğra Adil Buyrukcu

Yaz sıcağına karşı mutfağını serinlet

22 Haziran 2025
Anlaşılan o ki bu yaz hepimizi fena bir sıcak bekliyor. Şimdiden klimaları çalıştırmaya başladık, temmuz ve ağustos aylarının nasıl geçeceğini düşünmek bile terletiyor.

Güneş bir yandan yakıyor, nem bir yandan boğuyor. Durum böyle olunca da sadece kıyafetleri hafifletmekle kalmamalı ve sofraya otururken yiyeceklerimizi de ince eleyip sık dokumamız gerekiyor. Çünkü sıcaklar bastırınca vücudumuz da farklı bir moda giriyor. Bunun sonucunda sindirim sistemi yavaşlıyor, iştah azalıyor, terlemenin fazla olması nedeniyle su ihtiyacı artıyor. Ağır, yağlı ve yüksek kalorili yiyecekler tüketmek ise bedenimizi yormakla kalmıyor, fazla kilo, halsizlik, baş ağrısı ve tansiyon dengesizliklerini tetikliyor. Bu nedenle yaz menülerini gözden geçirmenin tam zamanı. Yaz menüsü denilince iş hemen gözünüzde büyümesin. Çünkü sıcak havalarda vücudun ihtiyacı, ne pahalı süper gıdalar ne de karmaşık diyetler. Sadece bol su, taze sebze ve meyveler, doğru pişirme yöntemleri ile biraz özen... Hepsi bu! Peki, kavurucu sıcaklarda ne yemeli, ne içmeliyiz? İşte ayrıntılar...

SAĞLIKSIZ BESLENMENİN FATURASI YAZIN AĞIR OLABİLİR

Yaz sofralarınızı şifalandıracak besinlere geçmeden önce sıcak havalarda yapılan beslenme hatalarının sonuçlarından biraz bahsetmekte fayda var. Zira, faturası ağır olabilir. Çünkü yağlı, ağır, baharatlı ve bol şekerli yiyecekler hem sindirim sistemini zorlar hem de vücut ısısını artırarak terlemeyi ve sıvı kaybını hızlandırır. Bu durum tansiyon düşmesi, mide bulantısı, baş dönmesi ve hatta bayılma gibi sorunlara yol açabilir. Üstelik sıcak havalarda dışarıda uzun süre beklemiş et ve süt ürünleri gibi bozulmaya yatkın besinler, gıda zehirlenmesi riskini artırır. Yazın yapılan bu sağlıksız beslenme alışkanlıkları; halsizlik, kilo artışı ve bağışıklık sisteminde zayıflama gibi daha uzun vadeli sorunlara da neden olabilir. Kısacası, bu mevsimde ne yediğimiz kadar, nasıl ve nerede yediğimiz de sağlığımız için hayati önem taşır. Evet, şimdi gelelim yaz sofralarınızı hem hafifletip hem de şifalandıracak temel beslenme önerilerine...

SUSAMADAN SU İÇMEYİ ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİN

Yazın en büyük ihtiyacımız kesinlikle sudur. Evet, bu konuyu ilk sıraya aldım çünkü gün içinde fark etmeden vücudunuz 2 veya 3 litreye kadar su kaybedebiliyor. Bu nedenle ‘Ben susamıyorum ki’ demeyin; ve susamadan su içmeyi alışkanlık haline getirin. Çünkü su, yalnızca sıvı dengesini sağlamakla kalmaz; aynı zamanda sodyum, potasyum, fosfat, magnezyum ve kalsiyum gibi birçok önemli minerali de vücuda kazandırır. Yaz aylarında kaybedilen sıvıyı yerine koymamak ise baş ağrısı, halsizlik ve kabızlık gibi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu yüzden gün içinde bol bol su içmeyi ihmal etmeyin. Ayrıca susuzluğunuzu gidermek ve serinlemek için soğuk kola, buzlu çay veya limonata gibi içeceklere yönelmemeye de özen gösterin. Çünkü bu içecekler, ilk anda ferahlık hissi verse de aslında hepsi gizli birer şeker bombasıdır. Üstelik içtikten sonra daha çok susatır ve vücudu daha fazla yorar.

Yazının Devamını Oku

Güneşin hediyesi D vitamini

15 Haziran 2025
Yaz geldi ve artık D vitamini depolarımızı doldurma zamanı. Eskiden yalnızca kemik sağlığıyla ilişkilendirilen bu molekül, bugün modern tıbbın en çok üzerinde durduğu konulardan biri haline geldi.

Çünkü artık net bir şekilde biliyoruz ki, bu sessiz oyuncu, bağışıklık sisteminden kalp sağlığına, diyabetten kanser riskine, ruh halinden kas gücüne kadar birçok sistemde kilit rol oynuyor. Kısacası sağlığımız açısından birçok hayati süreci doğrudan etkiliyor. Peki, güneşi bol bir ülkede yaşamamıza rağmen neden toplumumuzda D vitamin eksikliğine sıkça rastlanıyor? D vitamini neden bu kadar önemli? Neden vücudumuzun bu gizli kahramanına ihtiyacı var ve depolarımızı nasıl doldurabiliriz? Gelin, güneşin dost yüzüyle ortaya çıkan ve sağlığımızın vazgeçilmez dostunun faydalarını bugün birlikte keşfedelim.

D VİTAMİNİ NEDİR VE NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?

Güneş ışığı, D vitamini üretiminin ana kaynağıdır ve cildimiz güneş ışınlarıyla D vitamini sentezler. Özellikle çocukların kemik gelişimi ve diş sağlığı için D vitamini olmazsa olmazdır. Yeterince D vitamini alınmadığında çocuklarda raşitizm gibi kemik hastalıkları ortaya çıkabilir. Bu hastalık, kemiklerin yeterince sertleşememesi ve şekil bozukluklarının meydana gelmesiyle karakterizedir. İleri yaşlardaki kişilerde ise osteoporoz yani kemik erimesi riskini artırır. D vitamininin önemi sadece kemiklerle sınırlı değildir. Aynı zamanda kas ve sinir sisteminin sağlıklı çalışmasını destekler, bağışıklık sistemini güçlendirir. Bu sayede enfeksiyonlara karşı vücudu korur, hastalıklara karşı direnci artırır. Ayrıca kalp sağlığını korumada, diyabet yönetiminde ve hatta kanser gelişimini engellemede önemli roller üstlenir.

D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ NEDEN TEHLİKELİDİR?

Günümüzde modern yaşam tarzı, kapalı mekânlarda uzun süre kalma, güneş ışığından yeterince faydalanamama, koyu ten rengi, yaşlılık gibi faktörler, D vitamini eksikliğine yol açar. D vitamini, vücudumuzda birçok önemli fonksiyona sahip olduğu için eksikliği ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirir. Mesela D vitamini, kalsiyumun bağırsaklardan emilimini artırarak kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur. Eksikliği, osteoporoz gibi kemik hastalıklarına yol açar. Bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasında önemli bir katkısı vardır. Bu nedenle eksikliği durumunda sık sık hastalanırsınız. D vitamini, beyin kimyasallarının düzenlenmesinde de kritik bir rol üstlenir. Eksikliği; depresyon, anksiyete ve ruh hali değişikliklerine neden olabilir. Ayrıca kas fonksiyonlarının düzgün çalışmasına yardımcı olan D vitamini, vücudunuzda yeteri kadar bulunmadığı zaman kas zayıflığı, yorgunluk ve düşme riskinin artması gibi problemleri de beraberinde getirir.

D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ BELİRTİLERİ

D vitamini eksikliği genellikle sinsi bir şekilde gelişir. Aşağıdaki belirtiler, eksikliğin önemli habercileridir.

Yazının Devamını Oku

Bayram sonrası beslenme rehberi

8 Haziran 2025
Bayramlar, sevdiklerimizle paylaştığımız keyifli anlar ve zengin sofralarla hafızalarda yer ederken, çoğu zaman günlük beslenme düzenimizin dışına çıkmamıza da neden olabiliyor. Kurban Bayramı gibi tatil dönemlerinde de ister istemez et ve tatlı tüketimi artıyor. Durum böyle olunca kısa süreli bir beslenme değişikliği bile vücutta şişkinlik, sindirim problemleri ve birkaç kilo fazlası olarak kendini gösterebiliyor.

Bayramda biraz kilo almak elbette ki dünyanın sonu değil. Önemli olan bu süreçten sonra kendinize karşı nazik olup, suçluluk duygusuna kapılmadan sağlıklı alışkanlıklarla toparlanmaya yönelmeniz. Peki, bayram sonrası normale dönüş nasıl olmalı? Vücudu yormadan dengeyi yeniden sağlamak için hangi sağlıklı alışkanlıklara yönelmeliyiz? Eğer siz de bayramdan sonra kendinizi toparlamak istiyorsanız, işte size küçük ama etkili bazı öneriler...

EN DOĞAL DETOKS SU İÇMEKTİR

Bayram tatilleri, sevdiklerimizle keyifli vakit geçirdiğimiz, bolca yemek yediğimiz özel günlerdir. Bu birkaç günlük sürede herkesin damak zevkine göre dilediğince yiyip içmesi ve zaman zaman ağır yemekleri biraz abartması, genellikle sağlığı ciddi şekilde etkilemez. Ancak bayram sonrası beslenme alışkanlıklarınızda yapacağınız bazı küçük değişiklikler ve detoks uygulamaları hem vücudunuzu rahatlatır hem de eski enerjinize kavuşmanıza yardımcı olur. Bu uygulamaların en basit ama en etkilisi bol su tüketmektir. Çünkü günde 2-2.5 litre su tüketmek, sindirim sisteminin daha iyi çalışmasını sağladığı gibi yağ metabolizmasını da destekler. Ayrıca yemeklerden yaklaşık yarım saat önce içilen bir bardak su, doygunluk hissi vererek fazla yemenin önüne geçer.

LİFLİ BESİNLERİ SOFRANIZDAN EKSİK ETMEYİN

Kurban Bayramı vesilesiyle sofraların yıldızı tabi ki et yemekleri. Bu nedenle bayram sonrası biraz daha lifli besinlere yönelmeniz oldukça faydalı olacaktır. Çünkü bağırsak sağlığı, kilo kontrolü ve tokluk hissi için lifli besinler olmazsa olmazdır. Meyve, sebze, tam tahıllar ve kuru baklagiller gibi lif yönünden zengin besinleri öğünlerinize mutlaka dahil edin. Lifli gıdalar sadece sindirimi düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda kan şekerini dengeleyerek, ani açlık krizlerini de önler. Ayrıca öğünlerinizi dengeli planlamak hem göz hem mide sağlığınız için oldukça önemli. Tabağınızın yarısının sebzelerden, diğer yarısının ise dengeli oranlarda protein ve bulgur, tam buğday ekmeği gibi karbonhidratlardan oluşmasına özen gösterin. Bu denge hem tok kalmanızı sağlar hem de metabolizmanızın düzgün çalışmasına yardımcı olur.

Yazının Devamını Oku

Sürekli yorgun hissetmenin gizli nedenleri

1 Haziran 2025
“Hiçbir şey yapmasam bile hep yorgunum. Sabah yataktan kalkmak zor geliyor, gün içinde göz kapaklarım ağırlaşıyor ve akşamları zaten bitik bir enerjiyle koltuğa yayılmaktan başka bir şey yapmak mümkün olmuyor.” Bu söylemler size de tanıdık geldi mi? Cevabınız “Evet” ise bugünkü yazım tam da sizin için.

Son zamanlarda bu şikâyetleri birçok kişiden sıkça duyuyorum. Etrafımızda tek kelimeyle bir yorgunluk salgını var gibi. İşin en ilginç yanı da bu yorgunluk halinin çoğu zaman yoğun tempodan, stresten, uykusuzluktan falan kaynaklanmıyor olması. Hatta çoğu zaman bu şikâyetlere neden olacak belirgin bir neden de bulunamıyor. Ancak emin olun ki, vücut öyle durup dururken alarm vermez. Sürekli yorgunluk hali ve halsizlik gibi belirtiler, vücudun size “Benimle ilgilen” deme biçimi olabilir. Herhangi bir hastalık olmadan da vücudunuzda meydana gelen bazı küçük eksiklikler ve düzensizlikler, sizi bu hale sokabilir. Hadi gelin bugün yaşam kalitenizi düşüren yorgunluk bulmacasının parçalarını birlikte inceleyelim. Belki sizinki de basit bir vitamin eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir.

BU ÜÇLÜ EKSİKSE ENERJİ HAYAL OLUR

Vücudumuzda eksikliği ciddi sorunlara davetiye çıkan “Demir, B12 ve Folik Asit” üçlüsü, bu tip yorgunluk sorunlarında aslında ilk baktırılması gereken değerlerdir. Çünkü demir eksikliğinde en sık karşılaşılan belirtilerden biri yorgunluk ve halsizliktir. Bunun temel nedeni, vücudun oksijen taşıma görevini üstlenen hemoglobin adlı proteini üretmek için demire ihtiyaç duymasıdır. Yeterli hemoglobin üretilemediğinde dokulara taşınan oksijen miktarı azalır ve bu da enerji kaybına yol açarak kişide yorgunluk hissine neden olur. Bunu bir araba gibi düşünün. Depoda benzin yoksa, ne kadar gazlasanız da gidemezsiniz. B12 ise sinir sistemi ve enerji metabolizmasında çok önemli bir vitamindir. Eksikliği durumunda yorgunlukla birlikte unutkanlık, baş dönmesi, dikkat dağınıklığı gibi başka şikâyetler de baş gösterebiliyor. Folik asit eksikliği de benzer belirtiler yapabilir. Özellikle vejetaryenler ve bazı mide-bağırsak sorunları olan kişiler bu vitaminlerde daha fazla eksiklik yaşayabiliyor. Kan testleriyle bu üçlüyü kontrol ettirmek hem kolay hem de çok yol göstericidir. Eksikse, yerine konduğunda vücudunuzun nasıl canlandığına şaşırabilirsiniz.

D VİTAMİNİ REZERVLERİNİZ NE DURUMDA?

Maalesef ki güneşi bol bir ülkede yaşayıp, D vitamini eksikliği çeken bir toplumuz. Çünkü yeterince dışarıda vakit geçiremiyor ya da vücudumuzun D vitamini sentezini yapacağı saatlerde dışarıda olamıyoruz. Oysaki, D vitamini vücudumuz için sandığınızdan çok daha değerli bir vitamin ve enerji seviyemiz için de kritik bir öneme sahip. Özellikle bağışıklık sistemimizin düzgün çalışması ve kemiklerimizin güçlü kalması için D vitamini şart. Eksikliği durumunda ise sık karşılaşılan belirtiler arasında kas ağrıları, sürekli yorgunluk hali ve halsizlik yer alır. Özellikle gün boyu kapalı alanlarda çalışanlar ve vücudunu tamamen örten giysiler giyenlerde D vitamini eksikliği yaygın yaşanan sorunların başında gelir. Eksiklik yaşamamak için her gün, özellikle sabah saatlerinde 15-20 dakika güneşe çıkmak çok önemli. Tabi bu sırada koruyucu krem sürmeden güneşlenmek gerekiyor. Çünkü kremler, D vitamini sentezini engelleyebiliyor. Kısa bir süre bile olsa, güneşle temasta bulunmak vücudun ihtiyacını karşılamaya yardımcı olabiliyor. Eksikliği yorgunluk, halsizlik, hatta depresif ruh haliyle bile ilişkilendirildiği için bu vitamin değerinize baktırmanızda fayda var.

Yazının Devamını Oku

Genetik kaderinizi yeniden yazın

25 Mayıs 2025
Uzun yıllar sağlığımızın büyük ölçüde genetik mirasımızla belirlendiğine inandık. “Ailemde kalp hastalığı var, demek ki bende de olacak” ya da “Bu kötü genlerle dünyaya gelmişim” gibi genetik kadere teslim olunması gibi bir durumla siz de sıkça karşılaşmışsınızdır.

Ancak bilim dünyası son yıllarda bu inancı temelden sarsacak veriler ortaya koyuyor. Kısacası potansiyel olarak kötü genlerle dünyaya gelmiş olmanız o genleri durduramayacağımız ya da en azından etkilerini azaltamayacağınız anlamına gelmiyor. Evet, genetik altyapımız bize bir harita sunuyor. Ama o haritada hangi yollara sapacağımız, nerede durup nerede hızlanacağımız ve hatta bazı tehlikeli yolları tamamen pas geçip geçmeyeceğimiz büyük ölçüde bizim seçimlerimize bağlı. İşte bunu bize gösteren gelişme ise modern tıbbın en umut verici alanlarından biri olan Epigenetik. Bu her şeyi değiştiren alan, sahip olduğumuz genlerin aktivitelerinin kontrolüyle ilgileniyor ve bizlere sağlığın sadece bir kader meselesi olmadığını, büyük ölçüde yaşam tarzımızdaki seçimlerle de şekillendiğini gösteriyor. Kısacası genetik kaderiniz ne kadar güçlü olursa olsun, sağlıklı alışkanlıklarla bu kaderi değiştirebilir, hatta baştan yazabilirsiniz.

GENETİK KADERİ DEĞİŞTİREN SAĞLIKLI ALIŞKANLIKLAR

Son yıllarda yapılan araştırmalar bizlere gösteriyor ki; beslenme şeklimiz, ne kadar hareket ettiğimiz, nasıl uyuduğumuz, stresle başa çıkma yöntemlerimiz gibi yaşam tarzı tercihlerimiz, genetik mirasımızdan çok daha güçlü belirleyiciler. Özellikle söz konusu kronik hastalıklar olduğunda sağlıklı alışkanlıklar, genetik mirasımızın ötesine geçerek daha uzun, daha sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlayabiliyor. Yani, genetik yatkınlık bir başlangıçtır, sonuç değil. Peki, genetik kaderimizi değiştirebilmek için yaşam tarzımıza hangi sağlıklı alışkanlıkları dahil etmeliyiz? İşte sağlığınızın kaderini değiştiren ve uzun vadede iyileştiren 4 önemli alışkanlık...

GENLERİNİZE DOST SOFRALAR KURUN

Sağlıklı bir yaşamın temeli, doğru beslenmeden geçer. Mesela genetik olarak obeziteye yatkın olabilirsiniz ama bu sizin kaderiniz değil. İşlenmiş gıdalardan, fast food tarzı yemeklerden ve şekerli içeceklerden uzak durmak ve bunların yerine sebze, meyve, tam tahıllar, sağlıklı yağlar ile yeterli protein içeren dengeli bir beslenme düzenine geçmek vücudunuzu korur. Ayrıca brokoli, zerdeçal ve yeşil çay gibi daha birçok besin gen ekspresyonunu olumlu etkileyerek iyi genleri aktive edebilmektedir. Bu nedenle uzun ve kaliteli bir ömür geçirebilmek için öncelikli olarak yediklerimize çok dikkat etmeliyiz. Ayrıca bu tür beslenme tarzına geçerek sadece kronik hastalıklara karşı değil, aynı zamanda kanser gibi ölümcül hastalıklara karşı da kendinizi daha iyi koruyabilirsiniz.

HAREKET ET, YAŞLANMA

Yazının Devamını Oku

Masa başında sağlıklı kalma rehberi

18 Mayıs 2025
Sabah erken saatlerde alarmın sesiyle uyanıyor, hazırlanıp işinize gidiyorsunuz. Bilgisayarınız açılıyor ve gözleriniz ekranla buluşuyor.

Sırtınızı sandalyeye yaslayıp, bileklerinizi klavyeye bırakarak, çalışmaya başlıyorsunuz. İşte o an aslında vücudunuza adeta “Dur” komutunu veriyorsunuz. Artık onun için saatlerce sandalyenin üstünde kıpırdamadan durma zamanı... İşte modern hayatın en tehlikeli düşmanı da burada devreye giriyor. Çünkü gün boyu hareketsiz kalmak siz farkında olmasanız da vücudunuzu adeta yavaş yavaş çökertiyor. Bir gün bir bakmışsınız omuzlarınızda ağrı, başka bir gün belinizin bir tarafında çekilme ya da tutulma, gününüzü çekilmez hale getiriyor. Kötü haber şu ki, aslında bunlar karşılaşacağınız en hafif sorunlar. Zira masa başında hiç hareket etmeden saatlerce oturup çalıştığınızda gelecekte karşılaşacağınız hastalıklar arasında boyun fıtığı, bel kayması, duruş bozuklukları, kas erimesi ile damar tıkanıklıkları da yer alıyor ve emin olun bu liste daha da uzayıp gidiyor. Derken gün geliyor ve kendinize “Neden bu kadar yorgunum ve ağrılarım var?” diye soruyorsunuz. Oysa ki, cevap çok basit. Tek neden hareketsizlik...

SÜREKLİ OTURMAK SİZİ TÜKETİYOR

Modern iş hayatı nedeniyle çalışmayı artık oturmakla eş değer görmeye başladık. Ne kadar uzun süre sandalye üzerinde kalırsak, o kadar verimli olduğumuzu sanıyoruz. Oysa insan bedeni, hareket etmek için yaratılmış bir sistem. Binlerce yıl avlanan, tırmanan, yürüyen, eğilen, yük taşıyan bir bedenin bugün masa başına zincirlenmiş halde yaşaması ise kesinlikle doğasına aykırı. Ancak maalesef ki birçok meslek grubu, günlerinin 8-10 saatini neredeyse hiç kıpırdamadan geçirmek durumunda kalıyor. İşte tehlikede burada başlıyor. Çünkü vücudun bir bölgesi sürekli hareketsiz kaldığında, sadece kaslar değil, sinir ve damar sistemi de olumsuz etkileniyor. Özellikle bel, boyun ve omuz hattı, vücudumuzun en savunmasız bölgeleri. Bu nedenle sorunlar ilk o bölgelerden ortaya çıkmaya başlıyor. Ayrıca hareketsizlik sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik bir çöküşün de habercisi. Çünkü hareket etmeyen bedende mutluluk hormonu olan serotonin ve endorfin üretimi de yavaşlıyor. Yani sadece beden değil, ruh da çöküyor. Ancak, bu durumu vereceğiniz kısa molalar ile kontrol altına alabilirsiniz. Nasıl mı? Hadi okumaya devam...

KÜÇÜK MOLALAR BÜYÜK FARKLAR YARATIR

Eğer masa başında çalışmanızı gerektiren bir iş yapıyorsanız, o zaman öncelikle günde 6 saatten fazla oturmanın, kas iskelet sistemi için ciddi bir risk oluşturduğunu bilmelisiniz. Bu nedenle günümüzde postür bozuklukları, kas kısalmaları ve bel-boyun ağrıları oldukça yaygındır. Ancak iyi haber şu ki, bu gidişatı değiştirmek elimizde. Üstelik bu durumdan kurtulabilmek için hiçbirimizin ofiste saatlerce yoga yapmasına ve iş yerinde mekik çekmesine gerek yok. Yapmanız gereken tek şey, saatte bir kısa molalar vererek, ofiste yürümek ve hafif esneme hareketleriyle vücudunuzu rahatlatmak. Bunlar sadece fiziksel değil, bilişsel performans için de oldukça etkili. Yapılan birçok araştırma da kısa süreli yürüyüşlerin zihinsel yaratıcılığı yüzde 60 oranında artırdığını gösteriyor. İş yoğunluğunuz arasında belki de bu molaların zaman kaybı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak hareket etmek size zaman kaybettirmiyor. Aksine, zihninizi tazeleyip, daha da verimli olmanızı sağlıyor.

ALIŞKANLIKLARI DEĞİŞTİRME ZAMANI

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı rutinlerle mutluluğu yakalayın

11 Mayıs 2025
Güne nasıl başladığınız aslında tüm günün geri kalanını şekillendiren bir durumdur. İşte bu yüzden, sağlıklı bir günlük rutin oluşturmak, hayatınızın kalitesini doğrudan etkiler.

Şimdi, “Ben zaten sabahları uyanınca bir kahve alıp, kendime geliyorum ve yapmam gereken işlerime yoğunlaşıyorum. Daha ne olabilir ki?” diyor olabilirsiniz. Ama aslında sabah rutinlerinizi biraz değiştirerek daha enerjik, daha mutlu ve verimli bir gün geçirebilmeniz mümkün. Çünkü günlük rutinler, hayatımızın en temel yapı taşlarından biridir. Gerek iş gerekse özel hayatımızda edindiğimiz belirli alışkanlıklar, zihinsel ve fiziksel sağlığımız üzerinde büyük bir etki yaratır. Hatta modunuz, verimliliğiniz ve genel yaşam kaliteniz üzerinde de söz sahibidirler. Unutmayın, en iyi rutinler en mutlu insanları yaratır. Eğer siz de daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam istiyorsanız, küçük ama etkili alışkanlıklarla günlük rutininizi şekillendirmeye başlayabilirsiniz. Çünkü her yeni güne sağlıklı bir başlangıç yapmak yalnızca o günü değil, tüm yaşamınızı dönüştürebilir. Peki, sağlıklı bir güne başlamak için neler yapmalıyız? Hadi, bu güzel konuyu birlikte inceleyelim ve sağlıklı rutinlerin gücünü keşfedelim!

ERKEN KALKMANIN GÜCÜ

Güne erken başlamak sağlıklı bir günlük rutininin ilk adımıdır ama bu sadece sabahın erken saatlerinde uyanmakla ilgili değildir. Asıl mesele o saatlerin bize sunduğu fırsatları iyi değerlendirmektir. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak, hem bedeninize hem de zihninize bir şans verir. Çünkü o saatlerde dünya sessizdir, kimse sizi rahatsız etmez, telefonlar çalmaz... İşte tam bu zaman diliminde, kendinize vakit ayırabilir, birkaç derin nefes alabilir ya da meditasyon yaparak güne zinde başlayabilirsiniz. Kısacası erken kalkmak, sabahları stresten uzak kalmanızı sağladığı gibi günün koşturmacasına girmeden önce kendinizi zihinsel olarak da toparlamanıza yardımcı olur. İşte bu yüzden sabahları erken kalkmayı bir alışkanlık haline getirenler, tüm günü daha sakin ve pozitif bir şekilde geçirebiliyorlar. Eğer hâlâ erken kalkmanın faydalarına inanmayanlardansanız, birkaç gün erken uyanıp, nasıl hissettiğinize bakmanızı öneririm.

HAFİF BİR EGZERSİZLE GÜNE BAŞLAYIN

Günlük rutinlerinizi sağlıklı hale getirmek için bir diğer önemli adım, fiziksel aktiviteyi hayatınıza dahil etmektir. Sabah egzersizleri, vücudunuzu harekete geçirir ve metabolizmanızı hızlandırır. Bu, sadece fiziksel sağlığınızı iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda ruh halinizi de yükseltir. Egzersiz, vücudunuzda endorfin salgılar, bu da sizi mutlu ve enerjik hissettirir. Özellikle sabahları yapılan kısa ama etkili egzersizler, gün boyunca sizi dinç tutar ve stresle baş etme yeteneğinizi artırır. Egzersiz yapmak için spor salonuna gitmek zorunda değilsiniz. Birkaç dakikalık yoga hareketleri, hafif bir koşu ya da yürüyüş bile oldukça faydalıdır. Önemli olan, hareket etmeye başlamak ve sabahın ilk saatlerinde bedeni uyandırmaktır.

KAHVALTIYI ATLAYAN KAYBEDER

Yazının Devamını Oku

Sosyal medyada kaybolan sağlık

4 Mayıs 2025
Hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen sosyal medya, artık bir alışkanlıktan ziyade bağımlılık haline gelmiş durumda.

Çünkü artık birçok kişinin günlük rutini, sabah gözünü açar açmaz telefona uzanmak, bildirimleri, hikâyeleri, beğenileri ve mesajları kontrol etmek oluyor. Birçok kişi ise gece yatağa uzandığında elinde telefon varken uyuyakalıyor. Gün boyunca elimizden düşmeyen bu ekranlar, bizleri sürekli dijital bir akışın içinde tutuyor ve bu nedenle günün çoğunluğu sanal dünyada geçiyor. Peki bu akışın, özellikle de sosyal medyanın, ruh ve beden sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri ne kadar fark ediliyor? Sosyal medya platformlarında geçirdiğiniz her bir saatin size nasıl zarar verdiğini hiç düşündünüz mü? Bu yazıyı okurken “Hocam, nasıl bir tehlike olabilir ki?” diye soruyor olabilirsiniz. Ancak şunu net bir şekilde bilmelisiniz ki, kontrolsüz sosyal medya kullanımı, zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığımızı sinsice tehdit ediyor. Özellikle çocuklar ve gençler için! Ekran başında geçirilen saatler, stres, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi ciddi sorunların sessiz habercisi haline geldi bile. Artık tehlike kapıda değil, çoktan içeri girdi!

GÖRÜNMEYEN SALGIN: DİJİTAL BAĞIMLILIK

Günümüzde sosyal medya, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi ve her yaştan insan üzerindeki etkileri artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaştı. Çünkü dijital dünyada geçirilen saatler, her geçen gün ile birlikte artıyor ve bu durum sosyal medya bağımlılığını da beraberinde getiriyor. Araştırmalar, sosyal medya kullanımının özellikle genç yaş gruplarında dopamin salgısını tetiklediğini gösteriyor. Yani bir beğeni, bir yorum, bir takipçi bildirimi, beyinde “ödül” mekanizmasını çalıştırıyor. Bu ödüller ise zamanla bir bağımlılığa dönüşebiliyor. Sosyal medya bağımlılığı; tıpkı madde bağımlılığı gibi kullanıcıda fiziksel olmasa da psikolojik bir yoksunluk yaratıyor. Bunun sonucunda da bir süreliğine bile telefondan uzak kalmak, gençlerde sinirli ruh hali, huzursuzluk ve dikkat dağınıklığı gibi belirtiler ortaya çıkmasına neden oluyor.

STRES VE ANKSİYETENİN YENİ KAYNAĞI: SOSYAL MEDYA

Sosyal medya günümüzde artık tek kelimeyle yeni stres ve anksiyete nedenlerinden biri oldu diyebiliriz. Çünkü herkesin en mutlu, en başarılı ve en güzel anlarını paylaştığı bu sanal dünya, özellikle genç bireylerin kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslama eğilimine girmesine neden oluyor. Bu kıyaslamalar ise çoğu zaman yetersizlik duygusunu tetikliyor. “Ben neden onlar gibi değilim?” sorusu, bireyin öz güvenini zedeleyip, stres ve anksiyeteyi artırıyor. Ayrıca çocukların psikolojilerini çok ciddi anlamda bozan diğer önemli tehlike ise siber zorbalık. Hakaretler, dışlamalar, kötü niyetli yorumlar; özellikle ergenlik dönemindeki bireyler üzerinde yıkıcı etkilere yol açarak, psikolojik travmalara neden olabiliyor. Dijital zorbalık, gerçek hayattaki gibi kolayca unutulmuyor;  kalıcı izler bırakıyor. Tüm bunların sonucunda ise yetersizlik hissi, öz güven kaybı, anksiyete ve stres artışı kaçınılmaz oluyor.

MAVİ IŞIĞIN SESSİZ SALDIRISI

Yazının Devamını Oku