Buğra Adil Buyrukcu

Ağrı kesicileri doğru kullanıyor musunuz?

27 Ekim 2024
Dünyada en çok satılan ilaçlar listesine baktığımız zaman ilk sıralarda her zaman ağrı kesicileri de görürüz. Bunun da elbette ki, en önemli nedeni, ağrı ile yaşamanın hiç de kolay olmaması…

Hemen hemen hepimiz günlük hayatımızda bazı nedenlerden ötürü ağrı ile karşılaşır ve bunun sonucunda ağrı kesici ilaç almak zorunda kalırız. Bunu yaparken de çoğu zaman hekim önerisi yerine kulaktan dolma bilgiler ya da komşunun tavsiyesi üzerine gelişigüzel ilaç kullanırız. Ancak bu alışkanlık, ağrıdan kurtulmak isterken, başta sindirim sisteminiz olmak üzere iç organlarınızın zarar görmesine neden olabiliyor. Bu nedenle her baş ve diş ağrınızda ya da kolunuz, bacağınız veya beliniz sızladığında şifayı bu ilaçlarda ararken, iki kez düşünmenizi öneririm. Zira bu ilaçlar, hiç de sanıldığı kadar masum değil.

ŞEKER GİBİ İLAÇ YUTMAYIN

İnsanlar, ağrılarını biraz olsun dindirebilmek amacıyla çeşit çeşit ağrı kesici ilaç kullanıyor. Ancak ağrıdan bir an önce kurtulmak isterken, yeni hastalıklara da davetiye çıkardıklarını her zaman göz ardı ediyor. Ağrı kesicilerle ilgili yaşanılan bu sorun, sadece bizim ülkemize has değil. Diğer ülkelerde de durum aynı. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ağrı kesicilerin bilinçsizce kullanılmasının önüne geçmek ve hastaların ilaçların yan etkilerine maruz kalmalarını en aza indirebilmek amacıyla bazı ilkeler geliştirdi. Hadi gelin bugün bilinçli bir şekilde ağrı kesici kullanımının nasıl olması gerektiğini birlikte öğrenelim. Zira, zararsız diyerek şeker gibi yuttuğunuz bu ilaçlar, kalp krizi, felç, karaciğer, böbrek ve kalp yetmezliği, hipertansiyon, mide ülseri ve gastrit gibi hastalıklara yakalanma riskini attırırken, bağımlılık da yapabiliyor.

ZARARI AZA İNDİREN İLKELER

Doğru ilaç kullanım ilkelerine geçmeden önce ağrı konusunda dikkat etmeniz gereken önemli bir ayrıntıyı sizlere hatırlatmak istiyorum. Çünkü vücudunuzun herhangi bir bölgesinde gelişen ağrı, bir hastalığın habercisi olabilir. Bilinçsizce kullandığınız ağrı kesiciler ise ağrıyı baskılayarak, hastalık tanısının gecikmesine veya atlanmasına neden olur. Bu nedenle uzun süren bir ağrı ile mücadele ediyorsanız, yapmanız gereken ilk şey, ağrının nedeninin araştırılması için bir doktora başvurmaktır. Gelelim ilkelere… Öncelikle ağrılarınızı gidermekte tercih edeceğiniz yol, ağrı kesici iğneler yerine ağızdan alınan ilaçları kullanmak olmalıdır. Aslında en doğrusu çok gerekmedikçe ilaç almamaktır. Ancak ağrınız şiddetini artırdıysa ve dayanamayacak hale geldiyseniz o zaman ağız yolundan kullanılan tablet ya da kapsüller tercih etmelisiniz. Ayrıca ağrı kesicilerin farklı etki güçleri vardır. Bu nedenle ağrının şiddetine göre bir ilaç tercih edilmeli, ilacın etkileri göz önünde bulundurularak, hekim kontrolünde kullanıma devam edilmelidir.

AĞRI KESİCİNİZİ BELLİ ARALIKLARLA DEĞİŞTİRİN

Yazının Devamını Oku

Meme kanseri yaşa bakmıyor

20 Ekim 2024
Son yıllarda mühim bir sağlık sorunu haline gelen meme kanserine karşı artık çok daha fazla uyanık olmak zorundayız. Çünkü meme kanseri, sanıldığı üzere sadece 40 yaş üstü kadınları değil, 20’li, 30’lu yaşlardaki genç kadınları ve hatta erkekleri de etkileyebiliyor.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan ve Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafından yapılan bir araştırma da aslında durumun ciddiyetini gözler önüne serdi diyebiliriz. Çünkü 50 ülkeyi kapsayan araştırma verilerindeki en dikkat çekici sonuçlardan biri de meme kanserinin gençler arasında ciddi bir artış eğilimi göstermesi oldu. Diğer bir ilginç detay ise kanser vakalarının neden bu kadar artış gösterdiğinin net olarak açıklanamıyor olması. Elbette ki hastalığın oluşmasında etkili olan bazı risk faktörlerini biliyoruz, korunma yolları hakkında bilgi sahibiyiz. Ancak maalesef ki tüm bu bilgilere rağmen meme kanserine yakalanma riskimizi sıfıra indiremiyoruz, bu nedenle bu hastalığa karşı bilinçlenmeli ve farkındalığımızı artırmalıyız.

MEME KANSERİ VE TARAMALARIN ÖNEMİ

Birçok kanser türüne karşı farkındalık yaratmak amacıyla yılda bir gün etkinlikler düzenliyor. Meme kanserinin ne olduğu ve erken teşhisinin önemini vurgulayabilmek için ise 2004 yılından bu yana tüm dünyada bir ay boyunca (1-31 Ekim) bilinçlendirme ve farkındalık etkinlikleri gerçekleştiriliyor. Bunun da en önemli nedeni meme kanserinin taranabilen bir kanser türü olması. Çünkü tarama programları sayesinde meme kanseri erken bir aşamada tespit edebildiği gibi bazı durumlarda kanserlerin ilk etapta gelişmesi önlenebiliyor. Bu nedenle kadınların şikâyetleri olmasa dahi kanser taramalarını yaptırmaları önemli. Unutmamamız gereken en önemli şey, meme kanserinin erken tanı ve teşhislerle tedavi edilebilen bir hastalık olduğu. Henüz gençler arasında kanser vakalarının neden bu kadar artış gösterdiğini tam olarak bilmiyoruz. Ancak emin olduğumuz şey, giderek daha fazla hastanın belirgin bir genetik yatkınlık olmadan kansere yakalandığı. Bu nedenle hem diğer kanser türlerine hem de meme kanserine karşı artık çok daha fazla bilinçli olmak zorundayız.

ERKEK HASTALARIN SAYISI DA ARTIYOR

Hastalık ile ilgili farkındalığı az olan erkeklerin de artık çok daha dikkatli olmaları şart. Çünkü gün geçtikçe meme kanserine yakalanan erkek sayısı artıyor. Geçmişte her 100 erkekten 1’i meme kanseriyle tanışıyordu. Ancak yapılan araştırmalar, bu rakamın arttığını ve erkek hasta sayısının da giderek çoğaldığını gösteriyor. Kadınlar, genellikle göğüs bölgelerinde bir kitle hissettikleri zaman hemen doktora başvuruyor. Ancak erkekler, hastalık hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları için ellerine gelen kitleyi “yağ bezesi” diyerek geçiştiriyor ve bunun bir meme kanseri belirtisi olabileceğini akıllarına getirmiyor. Bunun sonucunda da meme kanserinin erken belirtilerini değerlendirmekte geç kalıyor ve hastalığı ileri evrede yakalayabiliyorlar.

Yazının Devamını Oku

Genç kızlarda Polikistik Over tehlikesi

13 Ekim 2024
Adet düzensizliği, yağlı cilt, erkek tipi tüylenme, kolay kilo alma ve saç dökülmesi gibi belirtilerle kendini gösteren Polikistik Over Hastalığı (PCO), son yıllarda genç kızlarımızın en sık karşılaştığı sağlık sorunlarından biri olmaya başladı.

Günümüzde genç kızların yüzde 17’si PCO ile tanışıyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), gelecek yıllarda bu rakamın daha da yükseleceğini öngörüyor. Yani durum ciddi. Bu nedenle ben de bugün kızlarımızın yaşam kalitesini düşüren ve hatta ilerleyen yıllarda anne olmalarını bile engelleyebilecek bir etkiye sahip olan Polikistik Over Hastalığı’nın ne olduğuna ve tedavi yöntemlerine bir göz gezdirelim istedim. Çünkü yapılan güncel araştırmalar, bu hastalığın kızlarımızın üreme çağına gelmeden önce bağırsak duvarına yerleşen bazı bakteriler nedeniyle de gelişebileceğini gösterdi. İyi haber şu ki, bu sorunun önüne geçebilmek mümkün...

POLİKİSTİK OVER HASTALIĞI NEDİR?

Yumurtalıkların çok çalışması veya hiç çalışmaması ya da yumurtalıklarda çok fazla yumurtanın bulunması anlamına gelen Polikistik Over Hastalığı, kızlarımızı gelişme çağlarında yakalayarak hem doğurganlıklarını olumsuz etkiliyor hem de pek çok farklı hastalığın oluşumuna zemin hazırlayabiliyor. Bu nedenle önemsenmesi gereken ciddi bir kadın sağlığı sorunu olarak öne çıkıyor. Özellikle üreme çağındaki kadınlar arasında yaygın görülen ve kısırlığa da zemin hazırlayan Polikistik Over; tedavi edilmemesi durumunda ilerleyerek hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer yağlanması, metabolik sendrom, diyabet, uyku bozuklukları ve depresyon gibi pek çok ikincil hastalığa da yol açabiliyor. Hastalığın etkileri ise gelişme çağında olan 13-14 yaşlarındaki genç kızlarımız adet görmeye başladıkları zaman ortaya çıkıyor. Eğer genç kızımız her ay 35 günü geçmeyecek şekilde düzenli adet görüyorsa ciddi bir sorun yok demektir ancak 2-3 ayda bir adet görüyorsa o zaman hastalığın varlığı düşünülerek, hemen bir doktora başvurması gerekir.

BEDEN VE RUH SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYOR

Polikistik Over Hastalığı, beden sağlığı dışında kadınların psikolojilerini de olumsuz etkileyerek, yaşam kalitelerini düşürüyor. Polikistik Over genelde Polikistik Over Sendromu (PCOS) ile karıştırılsa da aslında bu iki kavram, birbirinden farklı. Bir yumurtalıkta 12 ve daha fazla küçük kistik oluşumlar varsa bu tip yumurtalıklara “Polikistik Over” deniliyor. PCOS ise birçok belirti ile seyir eden bir durumu gösteriyor. PCO’nun genellikle ilk belirtisi, ergenlik döneminde adet kanamalarının başlaması ile ortaya çıkıyor. Seyrek ya da hiç adet görememe şikâyeti ise en çok doktora başvurma sebebi diyebiliriz. Adet düzensizliğine ek olarak ayrıca sivilce problemi, ciltte yağlanma, erkek tipi tüylenme, kilo artışı ve kilo verememe gibi belirtiler de hastalığın habercisidir. PCO hastaları genellikle ciddi kilo sorunu da yaşayabiliyor. Her hastalıkta olduğu gibi PCO’da da erken tanı çok önemlidir. Çünkü erken dönemde tespit edilirse tedavisi çok kolay bir şekilde sağlanabiliyor. 

PCO VE BAĞIRSAK DUVARI İLİŞKİSİ

Yazının Devamını Oku

Sonbaharla gelen depresyon

6 Ekim 2024
Bugünlerde birçok kişi, yorgunluk, mutsuzluk, motivasyon eksikliği ve endişeli bir ruh hali gibi depresif duyguların etkisi altında.

Hemen hemen her üç kişiden birinde bu şikâyetler mevcut. Aslında içinde bulunduğumuz mevsimi düşünecek olursak, bu belirtilerin doğal olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sonbahar, bir geçiş mevsimidir ve soğuk kış günlerinin habercisidir. Gündüzlerin kısalması, parlak bir güneş olsa bile ona eşlik eden soğuk rüzgârlar ve her yerde sararan yaprakların uçuşması, maalesef ki depresif duyguların ortaya çıkmasını tetikleyebiliyor. Ancak bilmemiz gereken önemli bir detay daha var. O da sonbaharın sadece ruhumuzu değil, bedenimizi de ele geçirebildiği. Nasıl mı? Mesela havaların soğuması ve gri havayla gelen yağmur, dışarıya çıkma hissinizi elinizden alabiliyor. Ya da sosyal aktivitelere katılmak yerine bedeninizi saracak bir battaniye ile koltuğa uzanmak ve içinizi ısıtacak bir bardak çay içmek, size çok daha cazip gelebiliyor. İşte bu duygu durumları sonbaharın sizi bedensel olarak da ele geçirdiğini gösteriyor.

NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?

Sonbahar depresyonu, genellikle günlerin kısalmasıyla birlikte güneş ışığından yararlanılan sürenin azalması ve gecelerin uzamasına bağlı olarak ortaya çıkan bir durumdur. Güneş ışığının azalması ve havaların giderek daha da soğuması, vücudumuzun biyolojik saatinde değişikliklere neden olur. Gecelerin uzamasıyla birlikte karanlığa daha uzun süre maruz kalan vücudumuzda ise melatonin hormonu üretimi artar. Bu durum da sabahları uykunuzu alamamış gibi kalkmanıza ve tüm gün yorgun olmanıza neden olur. Sonbahar aylarında ayrıca vücudumuzda serotonin dediğimiz mutluluk hormonu üretiminin düşmesi ve vücutta D vitamini sentezinin azalması, depresif ruh halini de beraberinde getiriyor. Çünkü seratonin, ruh halini, iştahı ve uyku düzenini etkileyen bir hormon. D vitamini ise sağlıklı yaşayabilmemiz için elzem bir molekül. Eksikliği birçok hastalığa neden olabileceği gibi dikkatsizlik, unutkanlık gibi bilişsel fonksiyonlarda bozulma ve depresyonun şiddetini arttırmak gibi etkileri var. Dolayısıyla sonbahar aylarında bunalımlı bir ruh haline zemin hazırlayacak çok fazla değişken var.

NE ZAMAN YARDIM ALMALIYIZ?

Mevsimsel bir duygudurum bozukluğu olan sonbahar depresyonu, her 100 kişiden 40’ını etkisi altına alabiliyor. Peki, günlük hayatınızı olumsuz etkileyen, sizi mutsuzluğa sürükleyen ve sosyalleşmenizin önüne geçen sonbahar depresyonunun belirtileri neler?

-Mutsuzluk ve umutsuzluk hissi

-Anksiyete veya öfke gibi duygusal değişimler yaşamak

Yazının Devamını Oku

Sonbaharda nasıl beslenmeliyiz?

29 Eylül 2024
Sonbahar aylarında yaşadığımız ani hava değişimleri ile birlikte üst solunum yolu hastalıkları da kapımızı çalmak için beklemeye başladı.

Özellikle soğuk algınlığı, grip, farenjit, sinüzit, bademcik iltihabı ve orta kulak iltihabı gibi hastalıklara yakalanmamak için vücut direncimizi güçlendirmemiz şart. Çocukları okuldan, yetişkinleri de işten alıkoyan üst solunum yolu hastalıklarına karşı alabileceğimiz önlemlerin başında ise sağlıklı beslenmek geliyor. Elbette ki, beslenmemizde karbonhidrat, protein ve yağ alımını dengeli bir şekilde düzenlemek oldukça önemli. Ancak bağışıklık sistemimizi güçlendirmek ve vücut direncimizi arttırmak için ayrıca ekim ayında tezgâhlarda yerini alan kış sebzelerinin gücünden de faydalanmamız şart. Peki, bu mucize sebzeler neler ve nasıl tüketilmeli? Hadi gelin, bugün tüm yıl hastalanmamak için sofralarımızda neleri eksik etmememiz gerektiğine birlikte bir göz atalım.

BAĞIŞIKLIĞINIZIN ZAYIF OLDUĞUNU GÖSTEREN BELİRTİLER 

Vücudumuz karşılaştığı kötü bakterilerle ya da virüslerle bağışıklık sistemi sayesinde savaşır. Bu savaşın kaybedildiği durumlarda da hastalıklar ortaya çıkar. Doğuştan gelen bağışıklık sistemimiz enfeksiyonları önleyebilir ve hastalıkların yıkıcı etkisini azaltabilir. Ancak vücut direncimizin gücü, maalesef ki bazı faktörlerden olumsuz etkilenerek zayıflar. Bu etkenlerin başında da yetersiz ve dengesiz beslenme gelir. Antikorların yapı taşı olan proteinden düşük beslenme, kötü karbonhidrat tüketimi, mineral ve vitamin eksikliği, obezite ya da aşırı zayıflık gibi sorunlar, bağışıklık sistemini zayıflatarak, dış etmenlere karşı saldırıya açık hale getirir. Sağlıksız beslenme ve ani hava değişimleri bir araya gelince de sonbahar aylarında vücut direncinizin düşmesi kaçınılmaz olur. Özellikle eklem ağrıları, kuru öksürük, ateş, kırgınlık, burun akıntısı, baş ağrısı ya da bademcik şişliği gibi belirtiler, sizi ele geçirdiyse, o zaman dikkat! Çünkü bu durum, vücut direncinizin zayıfladığını gösterir. Bu sorunun önüne geçebilmek içinse yapmanız gereken ilk şey, bağışıklığınızı güçlendirmeye yardımcı olan besinleri günlük beslenme alışkanlığınıza dahil etmektir.

ŞİFA KAYNAĞI KIŞ SEBZELERİ

Sağlıklı beslenmenin ilk adımlarından biri, mevsiminde meyve ve sebze tüketmektir. Mevsim olarak bu konuda oldukça şanslıyız. Çünkü ekim ve kasım aylarında sağlığımız açısından oldukça faydalı sebzeler yetişiyor. Üstelik bu sebzeler, bağışıklık sistemimizi güçlendirerek, bizleri üst solunum yolu enfeksiyonları da dahil olmak üzere birçok hastalıktan koruyabilme özellikleri taşıyor. Ancak bu muhteşem sebzelerden tam anlamıyla faydalanabilmek için nasıl tüketilmeleri gerektiğini bilmek önemli. Çünkü yanlış teknikle pişirilen sebzelerin besin değerleri azalıyor ve sağlığımız açısından faydasız bir hale gelebiliyor. Mesela antioksidan özelliği yüksek olan ıspanak, demir, magnezyum ve kalsiyum bakımından da zengindir. Özellikle süt ürünleri tüketemeyenler, kalsiyum içeriği zengin olan ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzeleri rahatlıkla yiyebilirler. Ancak ıspanağı çiğ olarak tüketmek çok daha faydalıdır. Özellikle salatasını denemenizi öneririm. Ama illa ıspanağı pişirmek istiyorsanız, o zaman sadece iki dakika suda haşlayın, üstüne hafif zeytinyağı gezdirin ve o şekilde tüketin.


Yazının Devamını Oku

Saçlarda sonbahar alarmı

22 Eylül 2024
Saçlarınızı taradığınızda fırçanızda çok fazla saç görmeye başladınız mı? Yastığınızın üstüne normalden daha fazla saç dökülüyor mu? Bunlara cevabınız ‘Evet‘ ise endişelenmeyin!

Bu konuda yalnız değilsiniz. Çünkü bu durum, mevsim geçişlerinin saçlarımız üstündeki doğal bir etkisi. Sonbahar mevsimi, en çok saç dökülmelerinin yaşandığı mevsim olduğu için bugünlerde şiddetli bir dökülme ile karşılaşmış olabilirsiniz. Zayıflayan, yıpranan ve dökülen saçlarınız, sağlıksız görünümleriyle sizleri mutsuz ediyor olabilir. Ancak iyi haber şu ki, eğer saç dökülmesine neden olabilen başka bir hastalığınız yok ise bu sorun, genellikle birkaç hafta ya da en fazla iki ay sürer ve sonrasında kendiliğinden geçer. Her ne kadar mevsim geçişlerinde bu sürece engel olunamasa da beslenmenize dikkat ederek, saçlarınızın daha az dökülmesini sağlayabilirsiniz.

SAĞLIKLI BESLENMEYLE SAÇLARINIZI GÜÇLENDİRİN

Saç sağlığımızı belirleyen birçok faktör olsa da beslenme tercihlerimiz bunların içinde en önemlisidir. Hatta saçınızın miktarı, kalitesi ve yapısı, beslenme alışkanlıklarınızla yakından ilişkilidir. Mesela karbonhidrat, protein ve yağın günlük alım düzeylerini dengede tutarak, güçlü ve sağlıklı saçlara sahip olmanız mümkündür. Özellikle protein alımına çok dikkat etmelisiniz. Çünkü saç yapısı, keratinden oluşur ve keratin de bir protein çeşididir. Bu nedenle günlük protein ihtiyacınızı karşılayacak besinleri mutlaka tüketmeniz gerekir. Kırmızı et, tavuk, hindi eti, deniz ürünleri, süt, yumurta, bezelye, chia tohumu, keten tohumu, mercimek, fındık, badem, peynir, kabak çekirdeği gibi besinler, protein zenginidir. Saçlarınızı içten beslemek ve daha güçlü olmalarını sağlayabilmek adına beslenme listenize ayrıca avokado, mantar, havuç, muz, nar, ıspanak, yoğurt (özellikle ev yapımı) ve somon balığını da mutlaka ekleyin.

SAĞLIKLI SAÇLARIN VAZGEÇİLMEZ DÖRTLÜSÜ

Saç dökülmelerinin ana nedenleri arasında demir, çinko, biyotin ve D vitamini eksikliği sorunları da yer alır. Bu sebeple özellikle mevsim geçişlerinde vücudunuzda bu dörtlünün rezervlerinin dolu olduğundan emin olmalısınız. Bu muhteşem dörtlüyü ister takviye olarak isterseniz de dikkatli hazırlanmış bir beslenme listesi yardımıyla alabilirsiniz. Ancak takviye olarak almadan önce mutlaka değerlerinize baktırmanızı ve doktor kontrolünde ürünleri kullanmanızı öneririm. Özellikle biyotin denilen B7 vitamini, saç sağlığının temelini oluşturur. Biotin eksikliği nadir görülür ancak eksikliği saçların matlaşması, güçsüzleşmesi, saç dökülmesi ve tırnakların kırılgan hale gelmesi gibi temel belirtilerle kendini gösterir. Bu vitamin, vücutta depolanmadığı için besinler yoluyla alınmak durumundadır. Bu nedenle sofralarınızdan yumurta sarısını, baklagilleri, yer fıstığını, fındığı, ıspanağı, mantar ve dana ciğerini eksik etmemenizi öneririm.

Yazının Devamını Oku

Sonbahar yorgunu muyum?

15 Eylül 2024
Tatil havasından çıkıp, iş, okul ve ev hayatına dönenler dikkat! Artık deniz, kum ve güneş üçlüsü yerini sonbaharın dengesiz havasına bırakıyor.

Günlerin yavaş yavaş kısalması ve havaların serinlemeye başlamasıyla birlikte sonbahar yorgunluğu da kapımızı çalmaya başladı. Eğer bugünlerde motivasyonunuzun düştüğünü hissediyorsanız, erken uyumanıza rağmen sabahları güne başlamakta zorlanıyorsanız, yorgunluk gün boyu peşinizi bırakmıyorsa ve bir de bu şikâyetlere baş ve eklem ağrılarınız eklendiyse o zaman sonbahar yorgunluğu ile karşılaşmış olabilirsiniz. Peki, mevsim değişikliği ile birlikte ortaya çıkan ve günlük yaşantımızı kâbusa çeviren bu sorunlar ile nasıl başa çıkacağız? Sonbahar yorgunluğundan etkilenmemek için neler yapmalıyız? İşte yanıtı...

 GÜNEŞ IŞIĞINDAN FAYDALANIN

Mevsim değişikliğiyle birlikte vücudunuzda ortaya çıkan bu sorunlara karşı alabileceğiniz pek çok tedbir var. Bunlardan birincisi kış aylarına girmeden olabildiğince güneş ışığından faydalanmak. Güneşli havalarda her zaman daha enerjik ve pozitif hissederiz. Sonbahar aylarıyla birlikte gündüzler kısalmaya ve havalar da soğumaya başlıyor. Bu iki termal etki, hem ruhsal hem de fiziksel anlamda bizi olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle mümkün olduğunca güneşe çıkmaya özen gösterin. Özellikle sabahları perdelerinizi, panjurlarınızı açın ve evinize güneşin enerjisini davet edin. Ayrıca sabah saatlerinde yapacağınız yürüyüşler, vücudunuzun D vitamini üretimini de uyarır. Konusu gelmişken D vitamini eksikliğinin sağlığımız açısından çok ciddi sorunlara neden olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Çünkü kış aylarında bu değerli vitaminden yoksun kalıyoruz. Bu nedenle herkesin yılda 1 kez D vitamini ölçümü yaptırması oldukça önemli. Sağlıklı kalabilmek için lütfen, D vitamininize sahip çıkın.

 YORGUNLUK VE MUTSUZLUĞUN İLACI: SPOR

Mevsim değişikliğine bağlı olumsuz ruh haliyle başa çıkmak için seratonin ve endorfin salınımını artıran fiziksel aktiviteler yapmanızı öneriyorum. Çünkü yapacağınız her türlü fiziksel aktivite, enerjinizi ve pozitifliği geri kazanmanızda size yardımcı olur. Sonbahar rutinlerinizin arasına spor yapmayı mutlaka ekleyin. Özellikle havalar henüz soğumamışken, açık havada yürüyüşler yapmak size iyi gelebilir. Sporun dışında sevdiğiniz hobilere de yönelmeniz, sonbahar yorgunluğu ile mücadelenizde sizi dinç ve zinde tutmaya yardımcı olur. Mevsim geçişlerinde uyku sorunları da sık yaşanır. Unutmayın, kaliteli bir gece uykusu söz konusu değilse, sağlıklı bir hayat ve güzel yaşlanma süreci pek de mümkün değildir. Bu nedenle düzenli bir uyku sistemine bağlı kalmalı ve her gün aynı saatlerde uyumaya ve sabah aynı saatte kalkmaya dikkat etmelisiniz. Ayrıca günde 7-8 saat uyumaya da özen gösterin.

 BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ GÜÇLENDİRİN

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı beslenme okul başarısını etkiliyor

8 Eylül 2024
Uzun bir yaz tatilinin ardından yarın okullar açılıyor ve milyonlarca öğrenci ilk ders ziliyle birlikte yeni eğitim öğretim dönemine başlayacak. Ancak anne ve babaların çocuklarının okul başarısı kadar dikkat etmeleri gereken çok önemli bir konu daha var.

O da çocuklarının yeterli ve sağlıklı beslenmesini organize etmek. Çocuklarımızı güvenle okula gönderebiliyoruz ancak orada ne yediklerinden ve nasıl beslendiklerinden emin olamıyoruz. Artık net bir şekilde biliyoruz ki, sağlıksız ve yetersiz beslenme çocukların bedensel, zihinsel ve duygusal gelişimini olumsuz etkileyebiliyor. Çocuklarda dikkat eksikliği, algılamada zorlanma ve öğrenme güçlüğü gibi ciddi sorunlara da neden oluyor. Bunun yanı sıra gelişim geriliği, obezite, demir eksikliği anemisi ve diş çürükleri de çocukluk çağındaki beslenme alışkanlıklarına bağlı ortaya çıkan önemli sağlık sorunları arasında. Bu nedenle çocukların her öğünün, bilinçli ve titizlikle hazırlanması şart.

EN ÖNEMLİ ÖĞÜN KAHVALTI

Tatil sürecinde uyku ve beslenme düzenleri değişen çocukların en çok zorlandığı konulardan biri de sabahları erken kalkmak olacaktır. Erken uyanmaları önemli. Çünkü okula giden çocukların derslerde konsantrasyonun düşmemesi için mutlaka sabah kahvaltısı yapması gerekiyor. Bilindiği üzere 5-18 yaş arası çocukların protein, vitamin ve mineral gereksinimi yetişkinlerden daha yüksek. Metabolizmaları da çok hızlı çalışıyor. Bu nedenle sabah, öğle ve akşam öğünlerinde vücutlarının tüm ihtiyaçlarını karşılayacak besinlerden hazırlanan bir menü tüketmeleri gerekiyor. Bu kapsamda kahvaltıda süt ürünleri, yumurta, peynir gibi protein içeriği yüksek besinlerin yanı sıra tam buğday veya çavdar ekmeği; vitamin ve mineral dengesinin sağlanması için salatalık, domates ve koyu yeşil yapraklı sebzelere yer vermenizi öneririm. Patates kızartması, poğaça, börek gibi yağlı yiyecekler ile kola, gazoz, meyve suyu gibi şeker içeriği yüksek besinleri de sofralarınızdan uzak tutmayı ihmal etmeyin.

HER ÖĞÜNÜ BİLİNÇLİ HAZIRLAYIN!

Sabah kahvaltılarına alternatif olarak tam buğday ekmeği ile yapılmış peynirli tost, köy yumurtası ile yapılmış bir menemen veya peynirli omlet de tercih edebilirsiniz. Bunların yanında ayran, taze sıkılmış meyve suyu, açık çay, tuz içeriği düşük zeytin de verilebilir. Çocuklar, teneffüs aralarında da acıkabiliyor. Bu ara öğünler için muz, incir, kuru kayısı gibi meyveler ve sağlıklı yağ asitlerini içeren kavrulmamış badem, ceviz gibi kuruyemişler hazırlayabilirsiniz. İlkokul öğrencileri, 5-6 adet fındık ve 1 su bardağı ayran, ortaokul ve lise öğrencileri de 1-2 ceviz ve 3-4 adet fındık ara öğün olarak rahatlıkla yiyebilirler. Maalesef ki çocuklar, fast food tarzı yemekleri tüketmeyi çok seviyor. Ancak öğle ve akşam yemeklerinde çocukları fast foodlardan, kızartmalardan ve paketlenmiş gıdalardan uzak tutmamız gerekiyor. Ayrıca yemeklerin yanına salata, ayran, kefir veya yoğurt mutlaka ekleyin ve günlük 2 litreye yakın su tüketmelerini sağlayın.

ÖRNEK ÖĞLE YEMEĞİ MENÜSÜ

Yazının Devamını Oku