Çünkü doğru zamanda ve sürede güneş ışınlarına maruz kalmak cildimize fayda sağlarken, gün boyu güneşlenmek erken yaşlanmadan cilt kanserine kadar birçok ciddi sağlık sorununu beraberinde getiriyor. Tüm yılın yorgunluğunu ve stresini geride bırakmak için tatil planları yapılmaya başladı. Güneş, kum ve denizin verdiği huzurlu anlara kavuşmayı eminim ki, birçok kişi sabırsızlıkla bekliyordur. Ancak tatil zamanı plajlarda saatlerce güneşin keyfini çıkarmak her ne kadar bizleri mutlu etse de güneşin zararlı ışınlarına karşı tedbirli olmamız ve bazı önlemler almamız gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Çünkü güneşin bu zararlı ışınları, cilt sağlığınız için geri dönüşü olmayan hatta, hayati öneme sahip sağlık sorunlarına bile yol açabiliyor.
GÜNEŞİN CİLDİMİZE VERDİĞİ ZARARLAR
Güneş ve cildimiz arasındaki ilişki oldukça hassastır ve bu dengenin bozulması hiç de iyi sonuçlanmaz. Çünkü güneşin dost olmayan yüzü, cildimiz için gerçek bir düşmandır. Korunmasız bir şekilde bu düşmanla karşı karşıya kalan cildinizde oluşabilecek sağlık sorunlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
-Deri kanserine yakalanma riskini artırır: Tüm dünyada görülme sıklığı artan ve 7’den 70’e herkesi tehdit eden deri kanserinin en önemli nedenlerinden biri, uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmaktır.
-Güneş yanıkları: Güneşin ultraviyole A ve B ışınlarının deri hücrelerini yakması ve hasara uğratması olarak tanımlanan güneş yanıkları, yazın en sık karşılaşılan sorunlardan biridir. Güneş yanıkları, kesinlikle göz ardı edilebilecek bir durum değildir. Çünkü güneş yanıkları ilerleyen yaşlarda cilt kanserine yakalanma riskini artırır.
-Foto-yaşlanmaya neden olur:
Çünkü güneşin zararlı ışınlarına uzun süre maruz kalmak, erken yaşlanmadan, cilt lekelerine hatta cilt kanserine bile neden olabiliyor. Artık sıcak havalar iyice etkisini göstermeye başladı. Yaz mevsimi ise kapıda. Ancak her ne kadar güneş ışınlarının D vitamini sentezi gibi büyük bir faydası olsa da zararlı UV ışınları da sağlığımız açısından büyük tehlikeleri beraberinde getiriyor. Geçen haftaki yazımda D vitamini sentezini artırabilmek için hangi saatlerde ve nasıl güneşlenilmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlatmıştım. Bugün de güneşin zararlı ışınlarından korunmamızı sağlayan güneş koruma kremlerinden bahsedeceğim. Bu konuyu çok önemsediğimi söyleyebilirim. Çünkü piyasada güneş koruma kremi adı altında satılan ancak hiçbir işe yaramayan ve üstelik içerdikleri maddelerle de sağlığımıza zarar veren ürünler bulunuyor. Bu nedenle bu hafta sağlıklı güneş kremi nasıl olmalıdır, evde doğal malzemelerle güneş koruma kremi nasıl yapılır konularını sizlerle paylaşacağım. Hazırsanız başlayalım.
NEDEN GÜNEŞ KREMİ KULLANMAK ZORUNDAYIZ?
Öncelikle konuya giriş yapmadan önce neden güneş koruma kremi kullanmak zorunda olduğumuzu bir hatırlayalım. Bilmemiz gereken en önemli ayrıntılardan biri, güneşten bize ulaşan UVA ve UVB ışınlarının güçlü bir radyasyon yayarak, cildimizin koruyucu bariyerine hasar verdiğidir. Güneşin bu zararlı ışınlarının cildi erken yaşlandırdığı, lekelenmesine neden olduğu ve cilt kanserlerine yakalanma riskini artırdığını biliyoruz. Öyle ki, az miktarda UV ışınına maruz kalmak bile deri kırışıklıklarının oluşumunu tetikleyebiliyor. Bu nedenle UVA ve UVB ışınlarının genetik zararlara ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olduğunu aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor.
HANGİ GÜNEŞ KREMİ DAHA SAĞLIKLIDIR?
Güneş koruma kremleri, cildi güneşin zararlı ışınlarına karşı koruyup, radyasyon etkilerinin cilde geçmesini engelleyen ürünlerdir. Piyasada satışa sunulan çok sayıda güneş kremi türü bulunuyor. Ancak bunların içinden sağlığa zarar vermeyen ve cilt yapısına uygun olanını seçmek oldukça önemli. Çünkü güneş koruma kremlerinin içinde de gerçekten sağlığımıza zarar veren oldukça fazla madde var. Özellikle oksibenzon veya homosalat maddelerine çok dikkat etmelisiniz. Satın alacağınız güneş kreminin içeriği oksibenzon veya homosalat gibi zararlı madde içeriyorsa, o üründen kesinlikle uzak durmalısınız. Avrupa Birliği standartlarına göre bir güneş koruma kremi içerisinde oksibenzon yüzde 2,2 ve homosalat da yüzde 1,4 oranında olması gerekiyor. Ancak yüzde 15 veya yüzde 6 oranında oksibenzon içeren çok fazla güneş kremi var. Bu nedenle ürünlerin etiketlerini çok iyi okumaya özen gösterin.
KORUMA GÜCÜ YÜKSEK OLAN ÜRÜN HANGİLERİDİR?
Yaz aylarının gelmesiyle birlikte güneşin zararlı etkilerini daha çok konuşuyoruz. Ancak konuşulması gereken çok önemli bir konu daha var. O da güneşin dost yüzü. Doğru saatler ve sürede güneşe çıkmak, vücudumuzun D vitamini sentezi yapabilmesi açısından oldukça önemli. Özellikle yaz ayları, D vitamini depolarımızı doldurabilmemiz açısından çok kıymetli zamanlar. Geçmiş yıllarda D vitamininin sağlığımız açısından ne kadar önemli bir molekül olduğu pek bilinmiyordu. Ancak son yıllarda yapılan güncel araştırmalar, D vitamininin bağışıklık sistemini güçlendirmesine destek olmasının yanı sıra sağlam bir hafıza, güçlü kemik ve kaslar, iyi çalışan kalp ve damar sistemi, kanserden koruma, kan basıncını dengeleme, kan şekerinin düzenlenmesi ve depresyondan koruma gibi görevleri olduğunu da gösterdi. Bu nedenle ona sadece sıradan bir vitamin gözüyle bakmak, büyük bir hata olur.
YILDA BİR KEZ DEĞERİNİZE BAKTIRIN
D vitamin eksikliği, bazı kişilerde belirti göstermez. Ancak çoğunlukla yorgunluk ve genel vücut ağrısı gibi semptomlara neden olur. Ciddi eksiklik durumunda ise kemik ağrısı, yürümekte zorlanma, sık sık hasta olma, eklem ağrıları, değişken ruh hali, depresyon, uykusuzluk, baş ağrısı, saç dökülmesi gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu nedenle herkesin yılda 1 kez D vitamini ölçümü yaptırması oldukça önemlidir. Değerlerinizin düşük çıkması durumunda doktorunuzun önerdiği dozda ve sürede D vitamini takviyesini kullanmanız gerekir. Çünkü her şeyin fazlası zarar olduğu gibi D vitamini değerlerinizin çok yükselmesi de farklı sağlık sorunlarının oluşmasına neden olabilir.
GÜNEŞİN DOST YÜZÜNDEN FAYDALANIN
Diğer vitaminlerden farklı olarak D vitaminini sadece besinlerden karşılamamız mümkün değildir. Yağlı balıklar, yumurta sarısı, sakatatlar ve süt ürünlerinde az miktarda D vitamini bulunur. Ancak vücudumuz için yeterli miktarı karşılamazlar. Bu nedenle güneşin dost ışınlarıyla doğru saatlerde ve sürede vücudumuzu buluşturmamız şarttır. Elbette ki takviyelerle de D vitamini eksikliği giderilebilir. Ancak güneşlenerek ürettiğimiz D vitamini, çok daha etkilidir.
Güncel bir araştırma, uzun süre ultra işlenmiş gıdalarla (UİG) beslenmenin kanser, kalp hastalıkları, zihinsel rahatsızlıklar ve diyabet başta olmak üzere 32 sağlık sorunuyla yakından ilişkili olduğunu gözler önüne serdi.
Dondurulmuş gıdalar, dondurmalar, hazır çorbalar, cipsler, işlenmiş etler ve daha birçok gıda, marketlerin en göz önündeki raflarında yer alarak, albenisi yüksek ambalajlarıyla insanları cezbediyor. Gezmeye çıktığınızda çocuklarınızla birlikte yediğiniz fast food ürünler ve gazlı içecekler ise birçok kişinin beslenme rutininin bir parçası. Ancak hayatınızı kolaylaştırdığını düşündüğünüz bu gıdalar, en tehlikeli sağlık sorunlarına yakalanma riskini de beraberinde getiriyor. “Hocam, bu ürünler her yerde satılıyor. Bu kadar tehlikeli olsa satılır mıydı?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, haklısınız. Her yerde karşınıza çıkıyor. Ancak ultra işlenmiş gıdaların (UİG) neler olduğunu bilmek, satın almamak ve bu konuda bilinçli olmak sizin elinizde. Çünkü bu ürünleri her tükettiğinizde kanser, kalp-damar hastalıkları, diyabet, obezite, zihinsel sorunlar başta olmak üzere 32 ciddi sağlık sorununa yakalanma riskiniz artıyor ve ömrünüz kısalıyor. İngiliz tıp dergisi British Medical Journal'da (BMJ) yayınlanan güncel bir araştırmanın bulguları da bu tehlikeyi bir kez daha doğruluyor.
ULTRA İŞLENMİŞ GIDALARIN DAVET ETTİĞİ HASTALIKLAR
Araştırmanın sonucu, oldukça çarpıcı. Çünkü ultra işlenmiş gıdalarla uzun süre beslenen kişilerin 32 farklı sağlık riskiyle karşı karşıya kaldığını doğruluyor. Listenin üst sıralarında ise kanser ve kalp hastalığına bağlı ölümler, lösemi, merkezi sinir sistemi tümörleri, meme, kolorektal, pankreas ve prostat kanserleri, diyabet, ruh sağlığı sorunları, uyku problemleri, astım, zihinsel bozukluklar, hipertansiyon, Crohn hastalığı, ülseratif kolit, abdominal obezite, hiperglisemi, metabolik sendrom, alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı ve akciğer rahatsızlıkları gibi sağlık sorunları yer alıyor.
PEKİ ULTRA İŞLENMİŞ GIDALAR NELER?
Ultra işlenmiş gıdalar, genellikle kolayca erişilebilen, yağ, şeker, nişasta, tuz ve çeşitli katkı maddeleri içeren gıdalardır. Bu gıdaların içinde vücudumuza fayda sağlayan vitamin, mineral ve lifler bulunmaz. Bu ürünler, raf ömrünü uzatan kimyasalları, renklendiricileri, tatlandırıcıları ve koruyucuları içerir. Market reyonundaki yerlerini alana kadar da yoğun işlemlerden geçirilirler. Bu gıdaları tanıyabilmenin en basit yolu ise iyi birer etiket okuyucusu olmaktan geçer. Çünkü bu gıdaların etiketlerinde uzun bir bileşen listesi bulunur.
Hatta ruh halinizi, davranışlarınızı ve stres seviyenizi etkileyebiliyor. Bu nedenle sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olmak oldukça önemli. Bunu sağlamanın en kolay yolu da bağırsak dostu besinleri tüketmekten geçiyor. Günlük yaşantımızda en çok ihmal ettiğimiz organlarımızdan biri de bağırsaklarımızdır. Oysaki bağırsaklarımız kendisinde bir sorun olduğunu çoğunlukla hazımsızlık, şişkinlik, gaz, ishal atakları, kabızlık, karın ağrısı ya da yorgunluk hissi gibi belirtilerle gösteriyor. Ancak bizler bu sinyalleri normal bir durum olarak görüyor ve önemsemiyoruz. Ama oluşan bu belirtilerin hepsi aslında birer kırmızı alarmdır ve bağırsak florasında dengesiz bir durum olduğunu gösterir. Bu nedenle bu tarz sıkıntıları sürekli yaşıyorsanız mutlaka bir hekime başvurmanızı öneririm. Çünkü son 10 yılda yapılan araştırmalar artık net bir şekilde bağırsaklarda oluşan her türlü rahatsızlığın tüm vücudu doğrudan etkilediğini bizlere gösterdi. Hatta bağırsak sağlığının artık bağışıklık sisteminin zayıflaması, otoimmün hastalıklar, endokrin sistemiyle ilgili bozukluklar, kalp ve damar hastalıkları, Parkinson, Alzheimer, diyabet, sindirim sorunları, alerjik hastalıklar, obezite, psikolojik bozukluklar ve kanser gibi rahatsızlıklarla bağlantılı olduğu biliniyor.
BAĞIRSAKLARIMIZIN DA BİR DENGESİ VAR
Bağırsaklarımızın biyolojik bir dengesi var. Bu denge, faydalı ve zararlı bakteriler ile mantarlar arasında gelişiyor. Bağırsak florasında bulunan ve yararlı etkiler oluşturan canlı mikroorganizmalara probiyotik, faydalı ya da faydasız bakterilerin beslenmesi yani yaşaması ve sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için gerekli olan besin maddelerine de prebiyotik diyoruz. Bağırsak mikrobiyatasının sağlıklı olabilmesi için de probiyotik ve prebiyotiklere ihtiyaç duyuyoruz. Ancak beslenmeyle aldığımız gluten, gluten benzeri protein, kötü huylu şekerler, bitkilerde kullanılan ilaçlar, hormonlar, GDO’lu ürünler, iyi yıkanmadan tüketilen her türlü toksik ürün, dışarıdan aldığımız ağır metaller, antibiyotikler gibi ilaçlar, bağırsak duvarını ciddi bir şekilde yıpratarak, probiyotik dengeyi bozuyor. Bu nedenle beslenme tarzımızda köklü değişiklikler yaparak, bağırsak sağlığımızı korumamız gerekiyor.
BAĞIRSAK DOSTU BESİNLER
Genel ruh halimizin ve beden sağlığımızın artık bağırsaklarımızın durumuyla yakından alakalı olduğunu biliyoruz. Bağırsaklarımızı korumanın ise basit ama en etkili yolu, sağlıklı bir beslenme tarzını benimsemek. Ayrıca bağırsak sağlığımızı koruyan muhteşem gıdalar da mevcut. Üstelik bu besinler, sadece bağırsaklarımızı değil, birçok hastalığa karşı vücudumuzu da koruyor.
Ev yapımı yoğurt
Bu çalışmalardan biri de geçtiğimiz aylarda yayınlandı. Ortaya çıkan veriler ise oldukça çarpıcı. Beynin daha hızlı yaşlanmasına neden olan risk faktörlerinin incelendiği çalışmada; diyabet, trafiğe bağlı hava kirliliği ve alkol tüketimi, en tehlikeli üçlü olarak belirlendi. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de nüfus giderek yaşlanıyor. Çoğunlukla yaşlılık döneminde ortaya çıkan ve hafıza kaybı, düşünme yeteneğinin azalması, dil sorunları, dikkat eksikliği ile kişilik değişiklikleri gibi belirtilerle kendini gösteren demans hastalığı da bu duruma bağlı olarak daha fazla kişiyi pençesine düşürüyor. Bu nedenle hafızamızı bizden yavaş yavaş çalan demans ile mücadele etmek istiyorsak, risk faktörlerinin neler olduğunu çok iyi bilmemiz şart.
ÇOĞU TETİKLEYİCİYİ HAYATINIZDAN ÇIKARABİLİRSİNİZ
Geçtiğimiz aylarda Oxford Üniversitesi’nce yapılan bir araştırma, genetik yatkınlığın yanı sıra değiştirilebilen risk faktörlerinin hastalığın gelişmesinde ne kadar etkili olduğunu gözler önüne serdi. Daha önce bu alanda yapılan çalışmalarda; depresyon, hipertansiyon, işitme bozuklukları, sigara kullanımı, obezite, hareketsiz yaşam, asosyallik ve düşük eğitim düzeyi gibi faktörler, hastalığın tetikleyicileri olarak listelenmişti. Ancak bu yeni araştırmayla birlikte listeye 3 kritik risk faktörü daha eklendi. Hatta bu üçlü, tetikleyicilerin en zararlısı ünvanıyla da kayıtlara geçti.
EN ZARARLI ÜÇLÜ
40 bin katılımcı üzerinde gerçekleştirilen araştırmada; değiştirilebilen etkenler arasında yer alan diyabet, trafiğe bağlı hava kirliliği ve alkol tüketimi, demansı tetikleyen en zararlı faktörler ünvanını aldı. Bu ünvanı hak etmelerinin nedeni ise diğer risklerden yaklaşık iki kat fazla olumsuz etkiye sahip olmaları. Maalesef ki günümüzde hâlâ demansı önlemenin kesin bir yolu ve tedavisi yok. Ayrıca demans sadece bu saydığımız gerekçelere bağlı olarak değil, daha birçok nedene bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Ancak yaşam tarzımızda yapacağımız değişikliklerle ve özellikle de belirtilen risk faktörlerini mümkün olduğunca ortadan kaldırarak, beyin sağlığımızı koruyabilir ve olası bir demans gelişimi durumunda hastalığın ilerlemesini yavaşlatabiliriz.
DEMANSA KARŞI ALMANIZ GEREKEN ÖNLEMLER
Beslenme uzmanları ve doktorların değerlendirmesi ile hazırlanan U.S. News & World Report, bu yıl da en iyi beslenme modelini Akdeniz diyeti olarak belirledi. Genelde kilo kontrolünü sağlamada etkili olduğu düşünülen bu diyet, aslında diyabet ile savaşta en iyi beslenme tarzı olarak görülüyor. Bunun dışında kalp ve damar hastalıklarının, bazı kanser türlerinin, obezitenin, Alzheimer’ın ve depresyonun önlenmesinde de oldukça etkili.
AKDENİZ DİYETİ NEDİR?
Akdeniz tipi diyet, aslında faydası kanıtlanmış geleneksel yaşam alışkanlıklarını da içeren sağlıklı bir beslenme planıdır. Akdeniz havzası çevresinde yaşayan uygarlıkların yeme ve içme kültürlerinden ismini almıştır. Sebze, meyve, tahıllar, kuru baklagiller, zeytin, zeytinyağı ve yağlı tohumlar gibi bitkisel kaynaklı besinlerin ön planda tutulduğu, kırmızı et yerine balığın ağırlıklı tüketildiği bir diyet tipidir. Dengeli kalori, bol vitamin, mineral ve antioksidan içeren bu beslenme tarzı, Akdenizlilerin sağlıklı ve uzun bir ömür geçirmelerinde de oldukça etkili bir rol oynar. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Akdeniz diyeti sadece yeme ve içmeyle ilgili değildir. Akdenizlilerin bazı kültürel unsurlarına da dikkat etmeli ve egzersizin de içinde bulunduğu sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemeniz gereklidir.
SOSYAL İLİŞKİLERİ GÜÇLENDİREN DİYET
Akdeniz beslenme tipi sadece gıdalarla ilgili değildir. Sosyal ilişkileri ve fiziksel aktiviteyi de teşvik eder. Yemek yapmak, aile ve arkadaşlar eşliğinde bol sohbetli masalar kurmak, Akdeniz diyetinin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bu özelliği nedeniyle depresyona da iyi geldiği bilinmektedir. Ayrıca düzenli egzersiz yaparak, vücut ağırlığını korumak da diyetin temel tamamlayıcılarındandır.
AKDENİZ DİYETİ NASIL YAPILIR?
Antioksidan zengini besinlerle oluşturulan detoks kürleri yardımıyla vücudunuzu toksinlerden arındırabilir ve yaz aylarına çok daha mutlu ve enerjik girebilirsiniz. Doğanın tüm ihtişamıyla kendini yenilediği bu günlerde, enerjinizi yükseltmek ve daha da önemlisi kış aylarında maruz kaldığınız toksik yükünüzü azaltmak için harekete geçmeye ne dersiniz? İlkbahar ayları vücudunuzu yormayan detoks programları için en uygun zamanlardır. Kış aylarında maruz kaldığımız yoğun çevre kirliliği, sağlıksız beslenme ve kullandığımız ürünlerdeki kimyasallar, maalesef ki vücudumuzun toksik yükünü artırıyor. Bunun sonucunda da yorgunluk, bitkinlik, aşırı uyku ya da uykusuzluk, kas ve eklemlerde gerginlik, çabuk hastalanma, baş ağrısı, mutsuzluk ve yaşamdan keyif almama hali gibi birçok sağlık sorunu ortaya çıkıyor. Yaşam kalitemizi düşüren bu belirtilerden kurtulabilmek, kışın kirlerini üstümüzden atabilmek ve enerjimizi yeniden kazanabilmek için de detoks kürlerinden yardım almamız gerekiyor.
DETOKS KİLO VERME YÖNTEMİ DEĞİLDİR
Detoks ile ilgili doğru bilinen yanlışlardan biri de kilo verme yöntemi olarak değerlendirilmesidir. Detoks, zayıflama yöntemlerinden biri değildir. Bilinçli gıda seçimleriyle toksinleri vücuttan uzaklaştırmak için yapılan kısa süreli diyetlerdir. Sürekli detoksta olmak çok ciddi şekilde vücut sisteminin ve dengesinin bozulmasına yol açar. Bu nedenle detoks uygulamaları 1, 3 ve 7 günü geçmemelidir. Detokslar, 6 ay içinde 3 defadan fazla yapılmamalıdır. Bir ay içinde toksin yoğunluğunuza bağlı olarak en fazla 1 kere detoks yapılır.
DETOKS YAPARKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
Detoks uygulamalarından başarılı bir sonuç elde etmek istiyorsanız öncelikle sağlıklı beslenmeye sürekli dikkat etmelisiniz. Ayrıca detokslar, kontrollü ve bilinçli yapılmadıkları zaman vücut dengesinin ve sisteminin bozulmasına neden olabilir. Özellikle altta yatan ciddi bir hastalığınız varsa, düzenli ilaç kullanıyorsanız ve hamileyseniz kesinlikle detoks yapmayın ve bu tarz kürler uygulamadan önce mutlaka doktorunuza danışın.
BAŞARILI BİR DETOKS İÇİN BUNLARA DİKKAT!