Bilge Egemen

Ey hayat, maymun ettin bizi

19 Temmuz 2018
“Ay yok artık! Bu ne ya?” diye isyan ederiz ya bazen. Hayatın bize servis ettiği (filmlerde bile uydurulamayacak) hikayeler karşısında.

 

Üstelik, “Artık beni hiçbir şey şaşırtamaz bu hayatta!” ukalalığımızın tavan yapmış olduğu bir sırada.
Hayatın bizi şaşırtma kapasitesi o kadar sınırsız ki, 3 yaşındaki çocuğun annesine, “Seni buradan taaaa Ay’a kadar seviyorum” dediği kadar...
En az...
Al Adnan Oktar’ı mesela. Ver sosyologlara ve antropologlara, çocukluğundan alıp getir 2010’lara... Nerelere koyar, hangi filmlere sığdırırsın?
Gerçekten ilk kez bir belgeselde (diyelim Hindistan’da geçen) karşına çıksa ve izlesen adamın bütün hayatını, inanır mısın?
Hani eski bir Temel fıkrası var. Temel kitap yazmış da Dursun’unki gibi satmamış. Sormuş Dursun’a benim kitabım niye seninki gibi satmıyor usta diye. Dursun da demiş ki; oğlum kitabının içinde merak, asalet, şehvet, din gibi unsurlar olmalı ki, satabilesin. Velhasıl finalde, Temel’in yazdığı kitabın adı, “Allah Allah Kontes’i kim öptü?” olmuş.

Yazının Devamını Oku

Bir çadır bir hamakla yaşar mısın?

12 Temmuz 2018
İZMİR’in ‘Fener Bekçisi’ gibiyim.

 


İstanbul’dan arabasıyla Güney’e inen bütün arkadaşlarım beni arıyor. “Koy kahveyi ocağa, ver ekmeği fırına bir saate sendeyiz. Sende biraz mola verip, Bodrum’a devam ederiz.”
Halbuki İstanbul’da yaşarken böyle miydi ya? Göremezdik böyle kolay kolay birbirimizin gül yüzlerini. Diyelim ki, buluşmak için ip cambazı titizliğinde her şeyi, ama her şeyi ayarladık, gökteki yıldızların açısını bile tam tutturduk... Ama çalışmadığın bir yerden öyle bir tokatlar ki, seni o zalim İstanbul, tak diye çelmesini öyle bir takar ki ayağına, bakarsın yine tökezlemiş ve buluşamamışsın. Hadi canım hadi, başka bir bahara hayırlısıyla dersin arkadaşına. Çabucak konuyu kapatırsın.
Çünkü, ortalama bir insan ömrü yetmez, öyle ha deyince buluşmalara İstanbul’da.
Ebru Keser Erda, arkadaştan da öte kardeş kontenjanından girmiştir defterime. Ta Milattan Önce (M.Ö.) Kanal D’de yıllarca birlikte yaptığımız ve maceradan maceraya koştuğumuz ‘Devriye’ programı sayesinde, dünyanın dört bir yanından öyle unutulmaz anılar biriktirdik ki, heybemizde dolayısıyla Japon tutkalıyla yapıştık birbirimize.
Yurtdışında bir yerlerde tek başıma yürürken ben, yani Ebru yanımda yokken, bir Türk’ün diğerini dürtükleyip beni göstererek “Aaaaa bak Ebru’yla Bilge” dediğini bilirim mesela. Hoppala, ama şu an Ebru yok ki, yanımda! Zeki ile Metin, Edi ile Büdü gibi olmuşuz düşün.

Yazının Devamını Oku

Benim hala umudum var

5 Temmuz 2018
DİDİK didik edersen gazeteleri, en sevdiğin şarkıyı dinleyecekmiş gibi hevesle açarsan haber bültenlerine kulaklarının kepenklerini, çıldırabilirsin.

Ya da en iyi ihtimalle, tarifsiz bir kara bulut çöker böğrüne, hiç beklemediğin bir anda bardaktan boşanırcasına yağmak üzere kalbinin üstüne. Dersin ki kendine; dünya hep mi böyleydi yoksa gözüme toz mu kaçtı kuzum yine? Bir çocuğun daha “kayıp”,  bir köpeğin daha “işkence”, bir askerin daha “şehit” haberini duymaya yer kaldı mı kendi bedeninin akıl ve ruh sağlığı biriminde? 3 kilo soğan, 2 kilo limon almak için hovardaca harcayacak paran var mı cebinde? Ya da halin kaldı mı, koca koca aklı başında sandığın siyasilerin, köşe yazarlarının didişmesini dinlemeye?

Tam da böyle karalar bağlamışken ben, performans sanatçısı Marina Abromovic’le ilgili bir yazı düştü önüme. Açıp Google’larsan onu, 1960’lardan günümüze bir vücut sanatçısı olarak birbirinden ilginç performanslarını okuyabilirsin.

79’daki bir performansında bir masa üzerindeki rastgele seçilmiş objelerin yanında (çiçek, kek, bıçak gibi) kendisini de bir obje gibi sergilemiş. 6 saat boyunca hareketsiz ve pasif kalarak. Seyircilerden önce Abromovic’in saçını okşayanlar, eline masadaki çiçeği tutuşturup, keki yedirmeye çalışanlar çıkmış. Derken biri gelip yanağına ilk tokatı atmış. Arkasından acımasızlıklar çorap söküğü gibi akmış. Bir tokat, bir tokat daha... Elbiselerini yırtmalar, tacizler, bıçağı alıp vücudunu kesmeler... Ta ki biri tecavüze kalkışıncaya kadar... Ve ta ki birbirlerinden destek ala ala kötülüğü büyütenler arasından iyi bir insan çıkana kadar... İyi insan kötülere bağırıp, hareketsiz duran Abromovic’in gözyaşlarını silmiş önce. Başka iyiler onu tekrar giydirmiş. 6 saat bitip de Abromovic hareket ettiğinde seyirciler dört bir yana kaçışmış.

Neyse bak, yine bir teselli bulduk kendimize: Kötüler varsa iyiler de var bu yeryüzünde. Ve dün, yaralı ve kendinde olmayan bir kedi yavrusunu, yolun ortasından kaldırıma taşımaya çalışan başka bir kedi yavrusunu gördüğümde “Şükürler olsun, şükürler olsun...” dedim kendi kendime...

Yazının Devamını Oku

Sen hiç gördün mü 3 kulaklı bir adam?

28 Haziran 2018
SEN gördün mü bilemem ama, 3 kulaklı ya da Gulyabani boylu al yazmalı dev bir insan görmekten belki de daha zordur ‘ezber bozan bir kadın’a rastlamak.

İnan, bu hayatta. Sanki zoru başarmak çok kolaymış gibi, üstüne üstlük bir de o dikenli ve çamurlu yollara ‘kadın’ olarak çıkacaksın demek, al o en zoru 10’la çarp gibi bir şeye denk...
Gazetemizin yazarlarından ve lisemin sıralarından çok eski arkadaşım Ayçe Bükülmeyen bu meseleyle ilgili öyle güzel bir proje başlattı ki, al o projeyi gözlerinden öp. Ama mutlaka bir bebek misali sar pamuklara, koy beşiğe ve büyüt.



Ayçe daha önce de Ege’nin öncü kadınlarını anlatan çok güzel çalışmalara imzasını atmıştı. Şimdiki projesi ‘Ezber Bozan Kızlar’ adından da belli olduğu üzere yine şahane bir proje. Ve Ayçe bu kez işe, ağaç yaşken eğilir misali, meseleyi çocuklara anlatmakla başlamayı hedefliyor. Üstelik, Ezber Bozan Kızlar’ın hikayelerini yaratılan çizgi karakterler ve bebeklerle destekleyip anlatmakla kalmayıp projeden gelen gelirle çocukların eğitimine EÇEV aracılığıyla katkıda bulunulmasına destek oluyor. Yerim dar, lafım koca bir kazanda pişmiş çorba misali.
Eğer sen de ‘dünyayı güzellik kurtaracak’ diyenlerdensen git ve elele tutuş Ayçe ve ekibiyle, projeye destek olmak İçin www.ezberbozankizlar sitesini incele.
Ve kim bilir belki de bu sayede daha ne ezberleri çatır çatır yıkıp, yıkan kızlar göreceğiz ileride.

Yazının Devamını Oku

Sıraya dizdin bizi zaman

14 Haziran 2018
Sen de "Ortaokul 3." Ben diyeyim, "Lise 1'deyim."

 

 

Kendime yeni bir tişört ve kot almışım. Zamanın ruhuna uygun yeşilli ve turunculu. Bir ada vapuru kadar yandan çarklı ve cafcaflı. Alsancak'taki artık günümüzde olmayan bir dükkandan, Tiffany & Tomato'dan.

O yıllarda (ki 80'ler) gardıroplarımız cetvel kıvamında. Bir deri bir kemik güzelliğiyle nam salmış dünyaca şöhretli manken Twiggy'den bile incecik. Düşün, o kıtlıkta.

3-4 tişört ya da gömlek. 2-3 pantolon. O kadar.

AVM'ler yok. Tişörtler ve etekler bir çaput misali, '3 al, 10 öde' değil. Gözlerini gaz lambalarında köreltmiş, dirseklerini okul sıralarında çürütmüş doktor babanın maaşını sarsıp, çalkalayacak kıvamda, tanesi belki de günümüz parasıyla şuursuzca 250 LİRA!.

Yılda bir, taş çatlasın iki defa alışverişe çıkarırlar seni dolayısıyla.

Yani çok mutlu olursun, tek bir yeni tişörte sahip olduğunda. Havai fişekler patlatırsın utangaç ruhunda.

Yazının Devamını Oku

Ve karpuz kabuğu suya düşer

7 Haziran 2018
İSTANBUL’da yaşarken İzmirlilere en çok yaz aylarında hasetlenirdik.


Düşünsene sen, bütün bir sene iş yerinde yarış atı gibi koştur, bir kağıt mendil gibi hırpalan, bir keman yayı gibi geril...
Peki ne için bütün bunlar?
Tamam ekmeğini tüm faniler gibi taşlardan kazıyorsun, ama eninde sonunda, bütün bu çaba epi topu, eni konu 2 haftalık tatile hak kazanasın, kendini buz gibi tuzlu denizlere bırakasın diye de değil mi?
Halbuki bak, bizim Egelilere. Bizimkiler hep Ayşegül ve her daim tatilde.
Cuma akşamı oldu mu, binerler otobüslere ve otomobillerine koşarlar sahillere.
Öyle 2 haftalık tatillere sığmazlar, taşarlar. Sadece yazla kalmayıp, ilkbahar ve sonbahardan da hafta sonlarını çalarlar.

Yazının Devamını Oku

Kraliyet düğününü bir de benden dinle

24 Mayıs 2018
ÇOLUK çocuktuk. Deniz ve güneşe yüksek sadakatimiz sayesinde derimiz yer yer kösele, yer yer marsık gibi parçalı bulutlu, teyzemlerin yazlığında, Çandarlı’daydık.

 

Bütün sahili boydan boya koşup, adı bir çiçek ismi olan kasabanın tek pansiyonunun bahçesine ulaştık. Nefes nefese tahta sandalyelerden 3’ünü kapıp en önde yanyana birleştirdik. Böylece 3 sandalyeye sığabilecek çırpı kollu ve bacaklı çocuk kapasitemizi 7’ye yükselttik. Gazozlar eşliğinde birbirimizi ite kaka, başladık Diana ve Charles’ın düğününü izlemeye. Pansiyon dışında televizyonlar yoktu bırak yazlık evlerimizin içini; zihnimizde bile. Çıtır çıtır çitlenen çiğdemler hariç, tek bir “çıt” çıkaran olmadı içimizde.

MASAL KAHRAMANLARI
O yıllarda dünyamız siyah beyazdı. Tek bir kanal vardı. Prensesler ve prensler hiç bir zaman gelmemişlerdi ve sadece kulaktan kulağa anlatılan masalların içindelerdi. Diana ve Charles televizyonda da olsa gördüğümüz Ay’a ayak basmış astronot misali, ilk canlı ve de kanlı masal kahramanlarıydı. Hayatını yüzbinonbeş farklı açıdan farklı farklı okuyabilirsin. Bir; annenin gözünden. İki; babanın gözünden. Üç; en yakın arkadaşının gözünden. Dört; yaşadığın dönemin olayları ve popüler insanlarının gözsüzlüğünden. Onların seni görmemesi çok normal. Yani her insan ve olaya göre sen, kendi gözünden o günkü kendi hayatına bir başka bakabilirsin.

O HEP MUTSUZDU
Bak sana demem o ki, senin ve benim hayatımı kişi kişi, dönem dönem,ilmek ilmek okur ve dokuruz. Seni ve beni bir Diana döneminden alır, Kıbrıs çıkartmasına, Demirel ve Ecevit’ten Beyaz Kelebekler’e, İlhan İrem’den Dire Straits’e yolculuklardan yolculuklara uğurlarız. Ben bugün benim nesillerim için Diana dönemini seçtim. Bu hafta damat olan oğlu Harry adına. Biz bu Harry’nin annesini biliriz demek istiyorum bir yandan da. Ki biz sıfır teknolojili bir dünyada izlerken onların düğünlerini, ortada bir aşk olmadığı belliydi. Ama yine de düğün günlerinde ilk kez bir masal, uzaydan yeryüzüne inmiş gibiydi. Sonra masalın çatır çatır pulları sararıp soldu. Sonra puf diye yok oldu. Diana hep mahçup, hep mutsuzdu. Yıllar yıllar sonra içini ilk kez açtığında Charles’ın kendisinden önceki sevgilisi Camilla’yı kastederek, “Ortada hep 3 kişilik bir evlilik vardı dememiş miydi” röportajcıya? Sonra erkenden de trajik bir biçimde ölmemiş miydi? Özetle o dönemin biz çocuklarına önce masalların gerçek olabileceğini göstermişti Diana.

AŞK BAKIŞI VAR

Yazının Devamını Oku

Müsamere

17 Mayıs 2018
CEM, kazık kadar oldu.



Ama ben hala tutamıyorum kendimi. Okuluna her gittiğimde. Çocukları sahnede her izlediğimde. Sal diyorum Bilge.
Boşver sal gitsin, tutacaksın da altına mı dönüşecek bu gözyaşları.
Sanırsın ben ekvatorum, gözyaşlarım da muson yağmuru.
Bu arada, sergiledikleri oyun da Kemalettin Tuğcu’dan bol hıçkırıklı ve acıklı bir gupür dantel değil hani. Yooo, dram ne kelime, güldür güldür bir komedi.
Şimdi mevsimlerden müsamere mevsimi ya.

Yazının Devamını Oku