Dev oteller, ultra lüks markalar, kaliteli yemek, dünyanın en büyük şovları, eğlence ve gece hayatının merkezi Las Vegas, aynı zamanda Nevada eyaletinin önde gelen finans, ticaret ve kültür merkezi. Bu ışıltılı şehri tarif ederken gerçeküstü, çok tempolu ve asla uyumuyor dersem yanlış olmaz. Frank Sinatra, Elvis Presley, Dean Martin, Celine Dion gibi ikonik isimlere, dünyanın en pahalı boks müsabakalarına ev sahipliği yapan şehirde göz alıcı restoranıyla Nusr-Et de yerini aldı. Dekoru, iki katlı büyük alanı ve menüsüyle Nusr-Et deneyimini yaşamak isteyenlerin akınına uğrayan restoran, geçen hafta devler ligine yakışır bir açılış yaptı. “Vegas’a Türk bayrağı astık” diyen Nusr-Et’i dünya çapındaki 32 lokasyonuyla dev bir marka haline getiren Nusret Gökçe’yle Las Vegas açılışında bir araya geldim.
◊ Nusret Bey, Las Vegas’tayız. Nasıl hissediyorsunuz?
- Vegas, eğlence sektörünün kalbi. Senede 100 milyar doların döndüğü bir şehir. Şu anda dünyanın kalbinde, eğlence sektörünün en büyük şirketlerinden MGM bizim ev sahibimiz oldu. bizim burada olmamız onları da çok heyecanlandırdı. MGM ve Nusr-Et’in iş birliği, Las Vegas’ta çok büyük ses getirdi. Aylar öncesinden Vegas şehrinde açılacağımız gün konuşulmaya başladı. Buraya ilk geldiğim günden itibaren bu büyük enerjiyi şehir bana her yönüyle hissettirdi. MGM, onlara katacaklarımız ve vereceğimiz enerjinin farkında. Nusr-Et markasına güvenleri sonsuz. Birlikte çok büyük işler yapacağımıza inanıyoruz.
LAS VEGAS DEVLER LİGİ
◊ Whitney Houston ile arkadaşlığınızdan bahseder misiniz?
- Bir sanatçı olarak Whitney Houston’da gördüğüm şey şuydu:
Newark, New Jersey’li genç siyahi bir kadının sanatıyla dünyayı değiştirdiği gerçeği... Genç siyahi kadınlar için mümkün olmayan bir dönemde bunu yapabilmesine her zaman hayran olmuştum. Bu bize ne verdi; bize onun açtığı kapıdan yürüyebilen koca bir nesil yeni şarkıcılar verdi. Sadece bu durum bile beni çok büyülemişti. Bu kitabı yazmamın en önemli sebebi onu kaybetmekten duyduğum kederdi. Ama aynı zamanda bir gazeteci olarak kederimi örtbas etmek zorundaydım. Whitney ile aramızdaki ilişki daha çok hayatım boyunca onu sevmem, sonra onunla tanışıp vakit geçirmem ve 2 gün sonra Whitney’nin ölmesi...
◊ Annesinin güçlü dini inançları ve ailesinden gördüğü baskı konusunda neler söylemek istersiniz?
- Bir ayağı kilisedeydi. İkili var oluşu yaşıyordu. Özellikle büyüdüğü kilise New Hope’a gittiğimde bu düaliteyi düşündüm. Orada büyümenin nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemedim. Sonra hayatın dışarıda olduğunu görüyorsun. Annesi Cissy bir kilise müziği efsanesiydi, evet ama aynı zamanda o kilisenin yaşlı bir üyesiydi. Kilise kültürünü bilmiyorsanız orada büyüklerin ne anlama geldiklerini de bilmiyorsunuz demektir. Çünkü büyükler kilisede konuşur. Dedikodu başlar ve söylenenler etrafta dolaşmaya başlar. Sonrasında da skandal olur.
◊ Peki yaşamının sonlarına doğru Whitney neler yaşadı? Hâlâ dindar bir insan mıydı?
◊ “Blade” ile başlamak istiyorum. İkonik bir film ve ikonik bir karakter. Orijinal filmin hayranı mıydınız?
- Orijinal filmin hayranıydım. Aslında daha çok Wesley Snipes hayranıyım. Sanırım 26-27 yıl geriye gidiyoruz... Wesley’nin etkisi ve yaptığı, yadsınamaz bir gerçekti. Seçimlerine her zaman dikkat ettim. Bu film, ben oyunculuk yapmadan önceydi. Oyunculuğa başladığımda, bırakın bir filmde ya da dizide başrol olmayı, bir filmde düzgün bir rol almanın bile ne kadar zor olduğunun farkına vardım. O yüzden Wesley’e saygım sonsuz.
◊ “Blade” için Marvel ile nasıl bir araya geldiniz?
- “Luke Cage” dizisinin galasındaydım. Menajerime döndüm, “Blade’le ilgili ne yapıyorlar? O karakteri oynamayı çok isterim” dedim. Sanırım 2016’ydı. Eylül-ekim gibi... Marvel ile ilk toplantımız, 2019 yılında gerçekleşti. Nihayet 2019’da filmi yeniden yapmak için ilerlemeye hazırdılar. Ben 2016’da filmden bahsettiğimde o aşamada bile değillerdi. Çekimlere ne zaman başlarsak başlayalım, heyecanlı olacağım. Bütün bu COVID durumu herkesin programını bozdu ve her şey, tüm programımız geride kaldı maalesef.
◊ Sizce ‘Me Too’ hareketiyle birlikte Hollywood ne kadar değişti?
- Bence çok şey değişti. Ama bu iş bitti anlamına gelmiyor tabii ki. Çok ilginç bir zaman diliminden geçiyoruz. Bu hareketle gerçekten gurur duyuyorum. Bu hareketin yapılmasını sağlamak için ayağa kalkan tüm kadınlarla gurur duyuyorum. Ben çocukken, annem her zaman benimle setteydi ve annem tarafından korunuyordum. Ama annemin yanımda olması, uygunsuz şeylerin olabileceği durumlar olmadı anlamına gelmez. Annem o tür şeylerin o kadar çabuk üstesinden gelirdi ki, asla büyümez ve rahatsız edici boyuta gelmezdi.
◊ Peki, sizin birebir tanık olduğunuz değişim var mı?
- Son dizim “Firefly Lane”in setinde gerçekten yürek burkan ve zor bir tecavüz sahnesi vardı. Netflix sete, ‘yakınlık koordinatörü’ getirmeyi garanti etti. Bu kadının görevi, oyuncuyu korumak, kendini güvende hissetmesini, desteklendiğini hissetmesini sağlamaktı. O sahnede oyuncu rahat hissetmediği hiçbir şeyi yapmak zorunda değildi. Şaşırdım, böyle bir şey hiç duymamıştım. Tanrım, neden bu önceden yapılmıyordu? Çünkü bu sahneler oyuncu için rahatsız edici ve zordur. Kendinizi çok çıplak ve çok korunmasız hissedebilirsiniz. Sonunda rahatımızı ve oyuncuyu ciddiye alıyorlar, oyunculara insan gibi davranıyorlar dedim. Sonunda oyuncu sadece senaryoyu canlandıran ve rol yapmak için işe alınan biri muamelesi görmüyordu. O yüzden ‘Me Too’ hareketiyle gurur duyuyorum. Daha yapılacak çok şey olduğundan da eminim. Bence kötü adamlar, kötü adam olarak kalacak ama artık kafalarından geçeni söylemeden ya da yapmadan önce iki kez düşünecekler.
◊ Yönetmenliğe başlamak için bilimkurgu türünü seçtiniz ve “Star Wars” hikayeleriyle kameranın arkasına geçtiniz. Neden drama ya da komedi değil de bilimkurgu?
- Bilimkurgu ve fanteziyi ciddi anlamda seviyorum. Bilimkurgu, benim için hikaye anlatmanın gerçekten heyecan verici hale geldiği yer, çünkü bu filmler hayal gücünün yansıması. Ve artık mümkün olan teknolojiyle bu filmler çığır açıcı boyuta geldi. “Jurassic Park”ı izlediğimde 12 yaşındaydım. Filmi izliyordum ve dinozorlar ekrana geldiğinde ağlamaya başladım. Hikayeye kapıldım, çünkü dinozorları teknolojiyle geri getirmek artık mümkündü. Gerçekte var olmayanı yapabilmek... Merak ettiğim şeyler bu tarz şeyler. Lars von Trier ile ikinci filmimi çektiğimde, görüntü yönetmenimiz Anthony Dod Mantle’ydi. Tony dijital kameralarla ilgilenen ve kırpışma efektinin nasıl elde edildiğini bulan insanlardan biri. Tony, sürekli peşinde olduğum isimdi. Çünkü öğrenmek istiyordum. Bu benim takıntılı olduğum bir şey. Belki de bu yüzden 3 ünite gerektiren filmler yapıyorum. Özel bilgisayar efektleri, görsel efektler ve bunların hepsini gerektiren filmler yapıyorum.
◊ Peki “Star Wars”un özel bir yeri var mı?
- Ben Pinewood Stüdyoları’nda ikinci “Jurassic”i çekerken, çekimlerin sonlarına doğru, onlar da “Star Wars”u çekiyordu. Her fırsatta “Star Wars” tarafına sızmak istiyordum. Çaresizce Millennium Falcon’da oturmak istiyordum. Babam “Solo: A Star Wars Story”yi yönetmeye başladığında, bu şaka değil, babamı aradım ve “Baba senden asla bir iyilik ya da herhangi bir adam kayırma istemedim. Ama sana yalvarıyorum. O sete girmeme ve çekimleri izlememe yardım et” dedim. Babamın cevabı “Hayır, bunu yapmana izin vermezler” oldu. Bu cevabı kabul etmedim tabii. “Lütfen, onlara mektup yazarım, rica ederim” diye yalvardım. Sonunda babam araştırdı, ben de insanlarla bazı konuşmalar yaptım ve sete gidip babamı izlememe izin verildi. O süreçte Lucasfilm’de bazı insanlarla tanıştım. Ve bazı farklı yöneticilerin üzerinde çalıştığı daha küçük projelerde yazar olarak işe alındım. Babamın aslında hiç tanışmadığı o yöneticilerden biri, o küçük projelerden birinde beni yönetmen olarak listeye aldı. Çünkü yazar olarak onlarla birlikte çalışıyordum. “Mandalorian” projesi başladığındaysa Jon Favreau tam olarak o yöneticiye bir yönetmen listesi yapılıp yapılmadığını sordu. Jon beni de o listede istediğini söylediğinde işi aldım. Kulaklarıma inanamadım. O sette olmak muhteşemdi.
◊ O zaman babanızla devam edelim. Babanızın ünlü bir yönetmen olduğunu okulda öğrendiğinizi duydum. Ünlü ve başarılı bir babaya sahip olmanın dezavantajı var mı?
- Dürüst olmak gerekirse, hiçbir dezavantajı olmadı. Ama evet, babamın ünlü olduğunu ilk defa üçüncü sınıftayken anladım. “Alice Harikalar Diyarında” tiyatro oyununu yapıyorduk. Cheshire Kedisi rolünü almıştım ve çok heyecanlıydım. Tuvaletteydim. Okuldan bir grup popüler kız tuvalete geldi ve dedi ki; “Bryce, Cheshire Kedisi rolünü sadece babası ünlü olduğu için aldı. O rolü almasının tek sebebi bu.” O sırada kabinde olduğumu için beni görmediler. Onları duyabildiğimi bilmiyorlardı. Bu olayı hiç unutmadım. Rolü almamın sevinci yarım kalmıştı. Dezavantaj konusuna dönersem, başkalarının ne düşündüğü veya hissettiği konusunda kendi güvensizliğimle uğraşmam bir dezavantajdı.
◊
◊ “Reservoir Dogs” (Rezervuar Köpekleri) filmiyle başlayalım. Hikaye elinize nasıl ulaşmıştı?
- Quentin Tarantino’da o sıralar “Natural Born Killers”ın (Katil Doğanlar) senaryosu vardı. Onu film yapmaya çalışıyordu. Bana “Natural Born Killers”ın senaryosunu verdi. Bu film için notlarımı aldım, üzerinde çalıştım. Ama sonra “Natural Born Killers’ı unut, ben farklı bir şey yapmak istiyorum” dedi. 3 haftada “Reservoir Dogs”u yazdı.
◊ Tarantino’yla nasıl tanışmıştınız?
- “Intruder” adında küçük bir film yapmıştım. Filmde Sam Raimi ve Bruce Campbell vardı.
O filmin yönetmeni, bir yaz partisinde beni Quentin’le tanıştırdı. İkimiz de meteliksizdik. Yolunu bulmaya çalışan, mücadele eden insanlardık...
◊ “Mare of Easttown” dizisi sayesinde hem Emmy hem de Altın Küre ödüllerini kazındınız. Küçük bir kasabadaki cinayeti araştıran dedektifi canlandırdınız. Pandemi döneminde yapılan bir diziydi. Son dönemde izlediğimiz en iyi dizilerden “Mare of Easttown”un hikayesini sizden dinleyelim...
- Çok tereddüt etmiştim. Pandeminin ilk ayları HBO ve AT&T ile sonsuz online konferans görüşmeleri yapıp, işe nasıl döneceğimizi kavramaya çalışıyordum. O günler, işe geri dönmek çok sinir bozucuydu. Ama şunu söylemeliyim ki harika bir pandemi uyum ekibimiz vardı. Her gün sette test olduk.
Tüm set ekibinin maske ve yüz siperi takma zorunluluğu vardı. Biz oyuncular da çekimler dışında her an yüz siperi ya da maske takmak zorundaydık. Seti bölgelere ayırmıştık. Yeşil ve sarı bölge gibi...
Set sabah 6.30’da başlıyorduk ve sadece yeşil bölgeye gelme izni olanlar yanımıza yaklaşabiliyordu. Şahsen benim için en büyük üzüntü, meslektaşlarıma sarılıp sevgi gösterememek olmuştu.
Çok zor 116 günlük bir çekim planlanmıştı. Pandemi başladığında çekimlerin bitmesine 38 gün kalmıştı. İşe geri döndüğümüzde her şey uzadı. Çünkü pandemi yüzünden alınan tedbirler ve ayrıntılarla her şey çok yavaşlamıştı. Öyle bir dönemde bitirdik diziyi.
DALIŞ GERÇEK BİR SANAT
◊ James Cameron’ın “Avatar 2” setinde 7 dakikadan fazla suyun altında kalarak Tom Cruise’un rekorunu kırdınız...
◊ Nereden bağlanıyorsunuz?
- Los Angeles’tayım. Evimde, ev ofisimde...
◊ Favori filminiz var mı?
- Hayır, bana çok sorulur. Filmleri seviyorum ve yüzlerce film izledim. Eleştirmen olmak istemiyorum, sadece film âşığı olmak istiyorum.
◊ Peki kendi yaptığınız filmlerden en çok hangisini seviyorsunuz?
- Bu da çok soruldu. Her film bir çocuk ama öne çıkan “JFK”. Çünkü sisteme karşı bir meydan okumanın zirvesine ulaştı. Şimdi geriye dönüp bakıyorum ve bir araya getirmenin çok zaman aldığı bir filmdi. Filmi düşmanın kim olduğunu bilmeden yapacak kadar gençtim. Ancak yaptıktan sonra bunun gücünü hissettim.