◊ “The Queen’s Gambit”te de, “Last Night in Soho”da da karakteriniz bir “ait olma mücadelesi” içinde. Siz de rekabetin yüksek olduğu bir sektörün parçasısınız. Peki sizin kendi mücadeleleriniz neler?
Anya Taylor-Joy: Ait olma mücadelesi, hepimizin belli bir noktada yaşadığı bir şey. Çocukluğumuzda okula başlarken ya da yeni bir çalışma ortamına girerken hepimiz bir noktada bu hissi yaşıyoruz. O yüzden bu çok evrensel bir konu. Mücadeleme gelirsem... Filmdeki karakterim Sandie’nin açlığıyla kesinlikle bağlantı kurduğumu söyleyebilirim. Onun bu dünyanın bir parçası olmak istemesiyle. Çünkü ben de film endüstrisinde kimseyi tanımıyordum ama bu dünyanın bir parçası olmak istediğimi biliyordum. Bir nevi kendi yolumu arıyordum ve okuduğum her şey aradığımın doğru zamanda, doğru yerde olacağını söylüyordu. İşte şimdi doğru yerdeyim.
◊ “The Queen’s Gambit” dizisi sizi yıldız yaptı diyebiliriz. Öyle büyük ses getiren bir işten sonra proje seçmek zor oldu mu?
- Bilmiyorum, üzerinde çalıştığım her şeyde kendimi çok şanslı hissediyorum. Her gün yaptığım işe daha çok âşık oluyorum. Önemli olan da bu. İş için buradayım. Başarı harika tabii ki. Ama günün sonunda yapmayı en sevdiğim şey; her gün kalkıp işe gitmek. Bunu yapmaya devam edebilmek ve şu anda bu projede birlikte çalıştığım insanlar gibi harika yetenekli insanlarla çalışma şansını elde etmek. Kendimi inanılmaz ayrıcalıklı hissediyorum.
◊ Nereden bağlanıyorsunuz?
- Evden. Santa Barbara’daki ev ofisimden bağlanıyorum.
◊ Yönettiğiniz kısa belgesel “Madness in The Hills” ile başlayalım sohbetimize. Bize biraz bilgi verir misiniz belgesel hakkında?
- Belgesel yapım ortağımla birkaç yıl önce, spor kanalı ESPN’in “30 for 30” serisi için Christian Laettner ve Duke basketbol takımı hakkında “I Hate Christian Laettner” adlı bir belgesel çektik ve çok eğlendik. Sonra Ocak 2018’de, Santa Barbara’da bir trajedi meydana geldi, fırtına ve toprak kaymaları yüzünden üç saat içinde 23 kişi öldü. İklim değişikliğinin yarattığı hava şartlarını hâlâ anlamayan insanlarla dolu bir dünyadayız. O yüzden gerçekten anlatılması gereken önemli bir hikâye olduğunu düşündüm. Cep telefonumda fırtına ve trajedi sırasında çektiğim görüntüler, ardından hayatta kalanlarla yaptığım sohbetlerde korkunç derecede üzücü ve gerçekten dramatik hikayeler dinledim. Bu nedenle bu belgeseli yapmak istedim.
ARTIK BEŞ YILDA BİR FİLMLE GEÇİNMEK ZOR
◊ Nereden bağlanıyorsunuz?
- Santa Monica, Los Angeles’dan.
◊ Hayatta önem verdiğiniz şeylerin başında ne gelir?
- Sabahları kalktığınızda yaptığınız her şeyde bir amacınızın olması önemli. Dünyaya katkıda bulunmak, dünyaya geri vermek önemli. Yaptığım seçimlerle, dünyaya pozitif enerji gönderdiğimi ve dünyaya bir şeyler kattığımı düşünüyorum.
◊ Kötü enerjiden kurtulmak için neler yaparsınız?
- Kötü hislerin çoğu kendimden kaynaklı oluyor. Kendini gerçekten çok zorlayan, her şeyi fazla düşünen ve kafaya takan bir yapım var. Bu benim doğam. İtiraf etmekten nefret ediyorum ama sanırım iyi şeyler değil de her zaman kötü şeyleri düşünen biriyim. Bu yüzden kendimin en büyük düşmanı benim. O yüzden kendime dikkat etmeliyim.
◊ Nereden bağlanıyorsunuz?
Passionflix ofisimden… Los Angeles, California’dayım.
◊ Siz, kardeşleriniz Elon ve Kimbal… Üçünüzün de ortak noktası yapılmayanı yapmanız, sıra dışı düşünme yeteneğiniz. Dünyada sizin için engel yok, sadece fırsat var gibi… Merak ettiğim, nasıl büyütüldünüz. Zihinsel düşünme yeteneğinizde ailenizin etkisi ne yönde oldu?
Çok teşekkür ederim… Harika bir soru. Bu bakış açısı için teşekkürler. Çok küçük yaşlardan itibaren bize, dünyanın küçük olduğu ve gidip her şeyi keşfetmemiz gerektiği söylendi. Annem (Maye Musk) çok güçlü bir kadın. Sağlık-fitness, kendine iyi bakma, güçlü olma konularını şiddetle savunan bir kadın. Bence onun bu özellikleri bizi nasıl büyüdüğümüz konusunda gerçekten etkiledi. Birçok yönden kendi halimize bırakıldık, annem bekar çalışan bir anneydi. Annemle babam, ben çok küçükken ayrılmıştı. İkisi de çok sıkı çalışan insanlardı. Çok genç yaşta bağımsız olmaya, kendimizi beslemeye ve kendimize fırsatlar yaratmaya bırakıldık.
◊ Sizi sahnede izlemeyi çok sevdiğim için sahneyle ilgili planlarınızı sorarak başlamak istiyorum...
- Sahnede performans sergilemeyi ve tek kişilik şovlarımı yazmayı seviyorum. Politik görüşlerimi, felsefelerimi, Amerika’da ve dünyada Latin bir adam olmanın nasıl bir şey olduğunu en iyi sahnede anlatıyorum. Sahne olacak tabii ki...
◊ Pandemiyle birlikte değişen bir dünyada yaşıyoruz. Neler düşünüyorsunuz bu süreç hakkında?
- Yaşadığımız dönem büyüme sancıları gibi. Amerika pandemiyle birlikte nihayet hesap vermek ve kendini düzeltmeye başlamak zorunda kaldı. “Black Lives Matter”ı (ABD’de yaşayan Afro Amerikan kökenli halka yönelik ırkçılığa karşı başlatılan sivil toplum hareketi) gerçek anlamda ilk kez duyduk. Hollywood’da Latin ve siyahilerin olmadığına dikkat çekildi. Şahsen ben, bunun için sürekli savaşan bir insanım. Latinler Amerika’da nüfusun yüzde 20’sini, Hollywood’un olduğu Los Angeles’taysa nüfusun yarısını oluşturuyor. New York’ta beyaz nüfusa eşitiz, Teksas’ta en büyük nüfusuz, pek çok eyalette varız ama kamera önündekilerin yüzde 4’ünden daha azı Latin. Hollywood ve dijital platformlarda anlatılan hikayelerin yüzde 1’inden azı bizim hikayelerimiz. Stüdyo ve dijital platform yöneticilerine şöyle diyorum, eğer 10 oyuncunuz varsa, ikisi Latin olmalı. 10 yönetici varsa, ikisinin Latin olmasını istiyorum. 10 hikaye varsa, bunlardan ikisinin Latin hikayesi olmasını istiyorum. Ancak bu şekilde eşitlik elde edebiliriz.
◊ Filmlerin bilinmeyeni, konuşulmayanı gün ışığına çıkarma gücü hakkında neler söylemek istersiniz?
◊ Röportajımıza nereden bağlanıyorsunuz?
-New York’taki evimdeyim. Köpeğimi mutfağa koydum. Kocam söyleşi için kenara çekildi…
◊ Çok güzel görünüyorsunuz. Rutininiz hakkında bilgi vermek ister misiniz?
-Sigara içmeyi bıraktım. İçki içmem… Güzel bakım kremlerini ve yağları severim. 51 yaşındayım ve her zaman kendime baktım. Yaşlandıkça daha fazla zaman harcıyorum kendim için, cildimi hiç yapmadığım kadar nazikçe temizliyorum. Kayınpederim sevgili Kirk (Douglas), beni her gördüğünde “seni seviyorum” demeden asla asla asla selamlamazdı… İyi görünmesem de “hem için hem dışın güzel, seni çok seviyorum” derdi. Kirk’ün bana ve çocuklarıma söylediği bir şey vardı: “Spor yapmayı, hareket etmeyi bırakmayın ve sakın düşmeyin…” Kirk kelimenin tam anlamıyla 99’uncu doğum gününe kadar spor yapıyordu. Sonra spor hocası öldü. Bir gün hocasının evine gitti, eve geri döndü ve “hocam öldü” dedi. Ben de “kaybın için çok üzgünüm Kirk, kaç yaşındaydı spor hocan” diye sordum. Çünkü genç görünümlü, güçlü bir adamdı. “Ohh 96 yaşındaydı” dedi (gülüyor)… “Spor hocan 96 yaşında mıydı!!!” Tepkim buydu (gülüyor).
Ben de aktif yaşama ritüelini takip ediyorum. Küçük sorunlar için strese girmemeye çalışıyorum. Pozitif kalmak, başkalarına iyilik yapmak ve kibar olmak… Bu nitelikler bizi iyi hissettirir. Kulağa biraz klişe gelecek ama her şey aslında içten. Sağlıklı ve temiz olduğunuzda, kendinizi pozitif hissettiğinizde enerjiniz de yüksek oluyor. Güzellik sadece bakım kremlerinden ibaret değil, bir yaşam tarzı. Ve ayrıca benim güzel annem bana iyi genler verdi.
◊ Kendi hazır giyim markanız Casa Zeta-Jones’u kurdunuz. Kendi tasarımınızı mı giyiyorsunuz?
-Evet, kendi tasarımımı giyiyorum. Casa Zeta-Jones benim kamera önünde ve tiyatroda olmadığımdaki yaratıcı çıkışım. Bu alanda da çok eğleniyorum, birlikte çalıştığım harika kadınlardan oluşan küçük bir ekibim var. İş ortağım, “Shark Tank”dan tanıdığımız Daymond John. Tasarım aşkımı da artık işime dahil ettim. İç mekanlarla başladım, şimdi hazır giyime geçtim. Kadınlar için erişilebilir, bir araya getirilmesi kolay, iyi bir fiyatları olan bir koleksiyon.
◊ Nereden bağlanıyorsunuz?
- Los Angeles’tayım.
◊ “Genius: Aretha” dizisine hazırlanırken, Aretha Franklin hakkında bilmediğiniz neler öğrendiniz?
- Bilmediğim şey; babası komaya girdikten sonra ona nasıl baktığıydı. Babasını hayatta tutmayı o kadar istediğini bilmiyordum. Bu benim için Aretha’nın ne kadar sevecen olduğunu, kalbinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Sonrasında da kalbinin nasıl kırık olduğunu...
◊ “The Pink Floyd Exhibition: Their Mortal Remains”, büyüleyici bir sergi. İlk gördüğünüzde neler hissettiniz?
- Daha önce birkaç başka şehirde sergiledik ama Hollywood’un tamamen farklı bir havası var. Her şey biraz daha acayip. Kullanılacak kelime sanırım bu; “acayip”. Ve ben Hollywood’daki atmosferi çok sevdim.
◊ Sizin için sergide yer alan en değerli parça hangisi? Pink Floyd için değil, sizin için özel olanı soruyorum...
- Hokusai boyalı bateri seti. Yaklaşık 50 yıl önce yapıldı ve bence hâlâ dikkat çekici görünüyor. Boyası şahane ve fırsat buldukça o bateriyi kullanmaya meyilliyim. Muhtemelen favorim o bateri...