Barbaros Tapan

Sohbet etmek mutluluğun büyük bir parçası

23 Ekim 2022
78 yaşındaki Altın Küre ödüllü oyuncu Jacqueline Bisset, Russell Brown’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Loren & Rose” adlı filmde başrolü üstlendi. Loren adlı genç bir yönetmene hayat ve sanata dair tavsiyeler veren tiyatro sanatçısı Rose karakterini canlandıran usta oyuncu film ve kendisi hakkında bilinmeyenleri anlattı.

Filmde çok etkileyici diyaloglar var... Siz de filmdeki karakteriniz Rose gibi çevrenizdekilerle böyle güzel konuşmalar yapar mısınız?

- Evet... Sohbet etmenin mutluluğun büyük bir parçası olduğunu düşünüyorum. Dinlemek ve konuşmak... Bu film için ikisi de çok önemli unsurlardı.

Filmlerinizdeki etkileyici cümleleri daha sonra gündelik hayatınızda kullandınız mı?

- Hayır, çok uzun bir senaryoydu. Hepsini unutmadım ama açıkçası ne söylediğimi unutmaya meyilliyim.

Rose ve Loren’nin sıkı bir dostluğu var. Dostluk kavramının sizin hayatınızdaki önemi nedir?

- Arkadaşlarımla iyi ilişkiler kurma eğilimindeyim çünkü iyi bir dinleyiciyim ve bence bu iyi bir arkadaş olmanın kilit noktası. Sürekli konuşursan, öğrenemezsin. Bu yüzden, yönetmen Russell Brown bana, bu ilişkiye benzeyen, bu tür ilişkilere rehberlik eden epeyce ilişkisi olduğunu söyledi. Ve bu harika senaryoyu, başına gelen birçok durumdan yola çıkarak yazdı.

Yazının Devamını Oku

1930’lar Amerika’sında bir polisiye hikaye

16 Ekim 2022
David O. Russell’ın 7 yıl aradan sonra çektiği ilk film olan “Amsterdam” 7 Ekim’de gösterime girdi. İzleyiciyi 1930’lu yıllara götüren film, tanık oldukları cinayetin zanlısı haline gelen, Amerika tarihindeki en önemli entrikalardan birini ortaya çıkaran üç arkadaşın öyküsünü anlatıyor. Barbaros Tapan, “Amsterdam”la ilgili merak edilenleri David O. Russell ile filmin oyuncu kadrosunda yer alan Margot Robbie, Mike Myers, Rami Malek, Michael Shannon ve Andrea Riseborough’a sordu.

En son filminizden 7 yıl sonra “Amsterdam”la izleyici karşısına çıktınız. Bu film için uzun yıllardır çalıştığınızı biliyorum, neden böyle bir öykü çekmek istediniz?

- David O. Russell: Filmde başrolü üstlenen Christian Bale ve ben, bu filmi yaklaşık 5-6 yıl önce düşünmeye başladık. Onunla orijinal bir karakter icat etmek istedik. Christian; doktor olmak istedi, iyi bir arkadaş, iyi bir sevgili... Buradan yola çıkarak filmin temelini attık.

Tam olarak neyden ilham aldınız?

- David O. Russell: New York’taki Roseland Balo Salonu’nun büyük fotoğraflarına baktık. Orada dans edenlere bakarsınız ve “Şu iki kişiye bakın, onların hikâyesini hiç duymadım” dersiniz. Ben de onların hikâyesini hiç duymadım. Onların hikâyesini anlatmaya karar verdik. Başınıza ne geleceğine dair hiçbir fikriniz yoksa tarihe geri dönmeyi hayal ettik. Bilmediğimiz bir tarih öğrendik ve film için görüştüğümüz herkes bunu yaptı. Ve karakterleri oluşturmaya başladık.

Filme başlamadan önce 5-6 farklı senaryo taslağınız olduğunuzu duydum. Senaryonun son haline nasıl karar verdiniz?

- David O. Russell: Bu filmi ne olursa olsun yapacaktık çünkü tarihe ve bu kalıplara hayrandık. Ve sonra dünya acayip şeyler yapmaya başladı. Biz de, “Pekala, hikâyemize bağlı kalacağız çünkü ilk biz buradaydık” dedik. (Gülüyor)

Tarih de öyleydi. Buraya ilk gelişimiz değil ve film ve bu karakterler bir ilham kaynağı olmalı.

Yazının Devamını Oku

Afganistan’dan eve dönüş

9 Ekim 2022
Afganistan’da ABD ordusunda mühendis olarak görev yapan ve bir patlama sonucu beyninde hasar oluşmasıyla ülkesine geri gönderilen Lynsey’in öyküsünü anlatan “Causeway”, Toronto Film Festivali’nde prömiyer yaptı. Lila Neugebauer’in ilk uzun metrajlı filminde Oscar ödüllü Jennifer Lawrence, Brian Tyree Henry ve Linda Emond rol aldı. Barbaros Tapan, Toronto Film Festivali’nde dörtlüyle bir araya geldi ve merak edilenleri sordu.

◊ İlk uzun metrajlı filminiz “Causeway” ile Toronto Film Festivali’nde yer aldınız. Neler söyleyeceksiniz?
- Lila Neugebauer: Son 15 yılımı tiyatro yönetmeni olarak geçirdim, bu benim ilk uzun metrajlı filmim. Kısa tutmaya çalışacağım, bu filme dahil olan herkes adına konuştuğumu biliyorum, böyle bir büyük bir festivale davet edilmekten ve böyle seçkin film yapımcılarıyla birlikte olmaktan büyük onur duyuyoruz. Kendimi çok duygulanmış hissediyorum. Bu filmi bu kadar içten bir coşkuyla kucakladığınız için teşekkür ederiz.

◊ Filmde çok derin karakterler var. Bu karakterlerle oyuncularınızın nasıl başa çıktığını merak ediyorum... Öncelikle filmin baş kahramanı olarak sizden başlayalım Jennifer Lawrence....
- Jennifer Lawrence: Karakteri senaryoda okuduğumda içimde bir şeyler hissettim. Ben de 14 yaşımdayken evden ayrıldım ve evle olan ilişkim her zaman karmaşık olmuştur. Lynsey’i de kendimle özdeştirdim. O da evini bulmaya çalışıyor. Bu durum beni duygulandırdı.

Yazının Devamını Oku

Çok karanlık ve derin bir dünyaya daldık

2 Ekim 2022
Joanna Hogg’un hem hikâyesini kaleme aldığı hem de yönetmen koltuğuna oturduğu “The Eternal Daughter”, Venedik Film Festivali’nde ilk kez izleyiciyle buluştu. Tilda Swinton’ın başrolünü üstlendiği gizemli drama filmi, boş bir otel haline gelen eski evlerine döndükleri zaman, saklı kalan sırlarla yüzleşen anne ve kızının hikâyesini konu alıyor. Joanna Hogg ve Tilda Swinton filmle ilgili merak edilenleri Venedik’te anlattı.

◊ Sizi bu hayalet hikâyesine ne yönlendirdi?
- Joanna Hogg: Doğaüstü şeylere her zaman ilgi duymuşumdur. Ve aslında, “The Souvenirs” filmimi yapmadan önce bir hayalet hikâyesi çekmek istiyordum. Yine 2008’de beyazperdeye taşımak istediğim bir anne ve kızının hikâyesini düşündüm. Hayalet öyküsüyle ikisi bir araya geldi. Şimdi ise onları birbirinden ayıramıyorum.

◊ Filmde hem anneye hem de kızına hayat veriyorsunuz... Anneler ve kızları arasındaki nesil uçurumları hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Tilda Swinton: Joanna ve ben, annemizin nesli ile bizim çağımızın kadınları arasındaki uçurum hakkında çok konuştuk. Bizim yaşımızın kızları ile annelerimiz arasındaki ilişkinin ne kadar farklı olduğunu fark ettik.
Ve bununla çok ilgilendik. Hep benim Julie’yi oynayacağımı düşündük. Ve bir diğer oyuncu hakkında konuştuk ama bir şekilde bu çok garip dürtü bizi ele geçirdi. Ve elbette, şimdi filmi gördünüz...

Yazının Devamını Oku

80’lerde New York

25 Eylül 2022
“We Own the Night”, “Two Lovers”, “The Immigrant” ve “Ad Astra” gibi filmlere imzasını atan yönetmen James Gray bu kez 1980’lerde New York’ta geçen kendi çocukluk yıllarını “Armageddon Time” adlı yapımla beyazperdeye taşıyor. James Gray’in hayatına otobiyografik bir bakış olan filmin başrollerinde ise Anne Hathaway ve Jeremy Strong var. Barbaros Tapan, James Gray, Anne Hathaway ve Jeremy Strong’la Telluride Film Festivali’nde bir araya geldi ve 28 Ekim’de vizyona girecek yapımla ilgili merak edilenleri sordu.

◊ James Gray, “Armageddon Time” filmi çocukluk yıllarınıza dayanıyor. Filmde kurgu ve gerçek iç içe mi?
- James Gray: Filmi çekerken karşılaştığımız en büyük zorluk buydu, her şeyin gerçeğe yakın olması için çok çaba sarf ettim. Filmde ailemin yemek tabaklarını kullandım, yemek odasındaki avizeyi sete getirdim. Anthony Hopkins, büyükbabamın şapkasını taktı. Beceriksizce tamir etmeye çalıştığım buzdolabımız ve sobamız bile filmde vardı. Kısacası çok uğraştım,

◊ Filmde James Gray’in annesine hayat verdiniz... Karakteriniz hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Anne Hathaway: Bu James’in filmi... Ona annesi hakkında düşünmediği veya görmediği bir şey göstermeyi umdum. James’in filminden ve senaryodan çok şey öğrendim.


OKULDAKİ İLK GÜNÜM TRUMP BENİ SEÇTİ

Yazının Devamını Oku

İlk görüşte aşk gibiydi

18 Eylül 2022
Hollywood ikonu Marilyn Monroe’nun hayatı “Blonde” filmiyle ekrana taşındı. Joyce Carol Oates’in aynı adlı romanından uyarlanan filmin senaryosunu ve yönetmenliğini Andrew Dominik üstlendi. “Knock Knock”, “The Gray Man” ve “James Bond” gibi yapımlarla ün kazanan Ana de Armas’ın Marilyn Monroe’yu canlandırdığı filmde Adrien Brody ve Julianne Nicholson gibi ünlü isimler de rol aldı. Barbaros Tapan, Venedik Film Festivali’nde film ekibiyle bir araya geldi.

◊ Uzun süredir bu filmi hayata geçirmek için çalışmalar yaptığınızı biliyorum. Marilyn Monroe’nun hikâyesini neden bu kadar derinden hissettiniz?
- Andrew Dominik: Bazı projelerle aranızdaki bağ çok güçlüdür. “Blonde” da böyleydi. Gitmeme, pes etmeme asla izin vermedi. Bu yüzden yıllarca ona tutundum çünkü bu filmi hayata geçirmeseydim “Blonde” için fikirlerim olmaya devam edecekti.

◊ Birçok Hollywood yıldızı varken neden Marilyn Monroe rolü için Kübalı Ana de Armas’ı tercih ettiniz?
- Andrew Dominik: Onu ilk kez “Knock Knock” adlı filmde gördüm. Görür görmez de Marilyn Monroe’un o olduğunu anladım. İlk görüşte aşk gibiydi. Ana de Armas bir araya gelmemiz iki yılımızı aldı. İlk kez karşı karşıya geldiğimizde doğru kişi olduğunu anladım.



Yazının Devamını Oku

14 yaşındayken bile sinemanın geleceğim olduğunu biliyordum

11 Eylül 2022
1964 doğumlu Amerikalı oyuncu, yönetmen ve senarist Matt Dillon, kariyeri boyunca birçok başarılı işe imza attı. 2004 yılında “Çarpışma” (Crash) filmindeki ırkçı polis rolüyle Akademi Ödülleri’nde ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ dalında Oscar’a aday gösterildi. 2002 yılında hem senaryosunu kaleme aldığı hem de yönetmen koltuğunda oturduğu “City of Ghosts” isimli filmde Gérard Depardieu ve James Caan ile beraber başrolü paylaştı. 2020’de “Capone” filminde Johnny karakterini canlandırdı. 2021’de ise “Land of Dreams” adlı filmde Alan karakterine hayat verdi. Son olarak Locarno Film Festivali’nde ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görülen Matt Dillon, hakkında bilinmeyenleri ve kariyerinin dönüm noktalarını Barbaros Tapan’a anlattı.

◊ Oyunculukla başladığınız kariyer yolculuğunuza senaristlik ve yönetmenliği de eklediniz...
- Karşıma hep beklenmeyen farklı işler ve fırsatlar çıktı. Bunlar çok heyecan verici şeyler. Sürprizlerden hoşlanmadığımı düşünüyorum ama beklenmedik şeyler gerçekten harika hissettiriyor.

◊ Kariyerinizin hangi noktasında yönetmenlik yapmaya karar verdiniz?
- Aslında hep yönetmenlik yapmak istiyordum, bu konuda birlikte çalıştığım farklı film yapımcılarıyla konuştuğumu hatırlıyorum. Ancak hayallerimiz biz istediğimiz zaman değil, gerçekleşmesi gerektiğinde oluyor. Yönetmenliğini üstlendiğim “City of Ghosts” da hayallerimin gerçekleşmesi için doğru zamandı.

Yazının Devamını Oku

Ateş, kan ve ejderhalar

4 Eylül 2022
2019’da dünyada ses getiren finaliyle sevenlerine veda eden “Game of Thrones”, “House of the Dragon” dizisiyle izleyicileri tekrar Westeros’a götürdü. “Game of Thrones”, Deli Kral Aerys’ın ölümünden sonra yaşananları ele aldı. “House of the Dragon” dizisi ise “Game of Thrones” olaylarından 200 yıl önceyi anlatıyor.George R. R. Martin’in “Fire and Blood” kitabına dayanan “House of the Dragon” dizisinin ilk iki bölümü büyük ilgi gördü. Ejderhaların Savaşı’na giden epik macerayı ele alan dizi, savaştaki kaos ortamını ekrana taşıdı. Dizinin yazarı ve yaratıcısı George R.R. Martin, yapımcı-dizi sorumlusu Ryan J. Condal ile oyuncular Fabien Frankel, Eva Best, Matt Smith, Emma D’Arcy, Steve Toussaint, Olivia Cooke, Paddy Considine, Milly Alcock ve Emily Carey, San Diego’da düzenlenen Comic Con Fuarı’nda Barbaros Tapan’ın sorularını yanıtladı.

“House of the Dragon”ın ilk iki bölümü büyük ilgi gördü. Diziyi izlemeye yeni başlayacakları ne bekliyor?

- Ryan J. Condal: Ateş ve kan. (Gülüyor)

- George R. R. Martin: Ve ejderhalar.

- Ryan J. Condal: Dizi, Targaryen Hanedanı’nın tarihini araştırıyor. Seri, hanedan güç, zenginlik ve nüfuzun zirvesindeyken başlıyor.

Majesteleri Kral 1. Viserys... Demir taht rahat mı?

- Paddy Considine: Çok güzel... O tahtla ilgiliyim ve kimsenin tahta oturmasına izin vermeyeceğim.

Yazının Devamını Oku