* İlk Cannes Film Festivali’nizi hatırlıyor musunuz?
- 1996’da katıldım ilk kez. Daha önce hiç film çekmemiştim, hatta işsizlik yardımı alıyordum devletten. Yapımcılar beni Paris’teki Dior mağazasına götürdü ve muhteşem bir elbise aldılar. Cannes’a geldim ve odaya bir görevli girdi, “Yönetmen gelmiyor, Lars von Trier gelmek istemiyor” dedi. Sonra muhteşem insanlar olan Stellan Skarsgård ve merhum Katrin Cartlidge ile birlikte merdivenleri çıktım. Işıklar kapandığında, “Emily, hayatın sonsuza kadar değişmek üzere” demişti bana ve değişti. Çok etkileyici bir deneyimdi.
* Cannes’a ilk geldiğiniz film, Lars von Trier’ın “Dalgaları Aşmak” (Breaking the Waves) filmiydi. Ondan önce tiyatrodaydınız. Hep oyuncu mu olmak istemiştiniz?
- Çocukken yazar olmak isterdim. Öğrenciyken tiyatro yaptım. Sonra da aklıma bundan başka bir şey gelmedi! Sanki sadece devam etmek, eğlenmek istiyordum. Bütün arkadaşlarım yetişkin olma yolunda adım atıyordu ve ben bunu istemiyordum. “O zaman oyuncu olacağım” diye düşündüm.
*Sinemayla ilişkiniz kariyeriniz boyunca nasıl gelişti?
- Dört yaşındayken film yapmak ve uçak uçurmak istediğimi hatırlıyorum. Ben her zaman çılgın şeyler yapan, en uzun ağaçlara tırmanan bir çocuktum ve tam bir hayalperesttim. Zorunda değildim ama ben de aileme katkıda bulunmak için çocukken küçük küçük işler yaptım, ot kestim, kar küredim... Paramı biriktirip birazını aileme verir, kalanıyla sinemaya giderdim. Ve 18 yaşıma geldim... “Taps” filmini yaptığım zaman “işte gerçekleşiyor” dediğimi fark ettim. İlk defa bir film setindeyim. Hiç film okuluna gitmedim ama filmleri çocukluktan beri biliyordum. Her zaman ne tür filmlerden hoşlandığımı ya da hayatımda ne olmasını istediğimi bilirdim. Duvara hedefler yazardım ve bu hedefler için çalışırdım. İzlediğim filmlerdeki o yerlere gitmek istedim. O insanlarla tanışmak istedim. Hikâye anlatıcılığına her zaman çok meraklıydım. Kariyerim ilerledikçe dünyayı dolaşabildim ve farklı dillerde filmler izlemeye başladım. Bunlar her zaman ilgimi çeken şeyler. Farklı türde sinemayı ve tarihini anlamak önemli. Buster Keaton, Harold Lloyd, Charlie Chaplin ile büyüdüm. Sanki film setlerinde, yazar odalarında ve kurgu odalarında büyümüş gibiyim.
* “Top Gun: Maverick” iki yıl gecikmeli vizyona girdi. Paramount bu konuda taviz vermedi ama size sormak istiyorum, filmi platformda yayınlayalım diye baskı oldu mu?
- Hayır, asla olmadı. Asla da olmayacak.
Breaking Bad dizisinin devam niteliğini taşıyan ve olayların öncesini konu alan AMC yapımı “Better Call Saul”, 2015’de başlayıp günümüzde de hâlâ devam ediyor. Altıncı sezonu ile son kez ekrana gelecek olan dizinin senaristi Peter Gould, yönetmen Michael Morris, yapımcı ve başrol oyunculuğunu üstlenen Bob Odenkirk ile oyuncuları Rhea Seehorn ve Jonathan Banks, Barbaros Tapan’ın sorularını yanıtladı.
◊ Bob, geçtiğimiz yıl geçirdiğiniz rahatsızlıktan sonra sizi görmek güzel…
Bob Odenkirk: Çok teşekkürler. Hepiniz çok iyisiniz. Bana gerçek bir melekmişim gibi davrandılar, bu da aklımı başımdan aldı. Bir şeyleri hatırlamam iki hafta kadar sürdü. Yaklaşık bir buçuk hafta boyunca her gün çocuklarımı aradım, “İnsanların Twitter’da benim hakkımda konuştuğu şeyi görüyor musunuz” diye. Onlar da “Evet baba, gördük...” Ama gerçekten komikti. Eve döndükten sonra bile hafızam tam olarak yerine gelmemişti. Sonra her gün biraz daha hatırlamaya başladım. Korkunçtu. Biliyorum ki herkes sosyal medyayı çoğunlukla kötülerin yeri olarak görüyor ama şu anda, hayatımın bu bölümünde, burası inanılmaz bir sıcaklık, sevgi ve desteğin olduğu bir yerdi. Ve buna inanamıyorum. Aklımı başımdan aldı ve hâlâ öyle. Ve hayatımın geri kalanında benimle olacak. Ve paylaştığınız duygular ve her şey için çok teşekkür ederim.
◊ Peki, şu an nasıl hissediyorsunuz?
Bob Odenkirk: Kesinlikle harika hissediyorum. Gerçekten öyle hissediyorum. Kalbimi temizlediler. İçine bir tel sıkıştırdılar ve çıkardılar. Yani, bir süredir olduğumdan daha iyi durumda olduğumu düşünüyorum.
Oscarlı Hollywood yıldızı Nicolas Cage, bu kez bağımsız bir film olan “Pig” (Domuz) ile seyirci karşısında. Domuzuyla birlikte trüf mantarı avlayan Rob rolünde yine oyunculuğuyla adından söz ettiren Cage, bu kez farklı bir meydan okuma ile karşı karşıyaydı. Oregon’daki bir domuz çiftliğinden getirilen Brandy isimli ‘rol arkadaşı’, hiç oyunculuk tecrübesi olmadığı gibi, sık sık oyuncuyu ısırdı. Cage, yönetmene “Bugüne kadar rol gereği yakıldım, araçlardan atıldım bir şey olmadı ama domuz ısırığından öleceğimi sanırım” dedi.
* Oyunculuğa yaklaşımınızı konuşmak istiyorum. Birçok unutulmaz karakter yarattınız. Tamamen doğal bir performans gibi görünen şeyin ardından nasıl bir çalışma var?
- Bunu sorduğuna sevindim. Öncelikle natüralizmden çıkıp, daha abartılı bir davranış yolunu bulma arayışında olurum. Japon tiyatro sanatı ‘Kabuki’de olduğu gibi. İnsanların en üst düzey davranışlarını ele alırsak... Mesela akıl hastalığı, alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı veya büyük trajedilerle karşılaştıklarında yaşadıkları gerçek duyguların, tuhaf davranışların mekanizmalarını karakterde bulmak isterim. Çünkü bunun arkasında ‘gerçek’ var. Samimiyet var. Mesela sadece vahşilik uğruna vahşi değil, gerçekten vahşi olması gerekiyor. Bu karaktere sahip olan birinin gerçek duygusuna sahip olmalıyım diye düşünürüm.
* Size ilham veren sanat eserlerinden bahsetmiştiniz daha önce. Bazı karakterlerin ilhamının neler olduğunu bilmek isterim…
- Bir sanat formunda yapabileceğinizi, muhtemelen başka bir formda da yapabilirsiniz. Ve eğer film performansını bir sanat formu olarak kabul ederseniz, o zaman bu sanat eşzamanlılığı kavramı geçerlidir. Örneğin, “Wild at Heart”ı yaptığımda insanlar Elvis’i taklit ettiğimi düşünüyordu. Ama gerçek şu ki, bu karaktere Andy Warhol yaklaşımım daha fazlaydı. Çünkü Warhol’un yapacağı şey, bu inanılmaz simgeleri alıp onlardan harika kolajlar çıkarmaktı. Stanislavski, bir oyuncunun yapabileceği en kötü şeyin kopya çekmek olduğunu söylerdi. Stanislavski’nin kitabını okudum ve programını takip ettim. Ama aynı zamanda, biraz asi biri olarak, bununla formumuzu bozup bozamayacağımızı görmek istedim, çünkü bazen yeni şeyler bulmak için kuralları çiğnemek zorundasın. David Lynch’e gidip, “Bir fikrim var” dediğimde, karakterim Sailor’ın giydiği yılan derisi ceketi ikinci el bir dükkanda buldum. Sailor, bu tür bir kanun kaçağı türü olan, 50’lerin tarzı bir adam. Muhtemelen Elvis’i, bir şekilde mücadele ettiği her şeyi atlatmasına yardımcı olacak bir idol olarak kanalize edecektir. Ve David o güzel satırı yazdı, “Bu ceket inancımın, kişisel özgürlüğümün ve bireyselliğimin bir sembolü”. Hepsi Warhol’dan aldığım ilham yüzündendi. Ve bu, onun sunumunu bir film performansına nasıl getirebilirim düşüncesinden çıktı.
Top Gun 1986 yılında sadece bir sinema filmi olarak kalmadı moda dünyasına ve popüler stil tarzına da yön verdi. Gençler, yıllarca Tom Cruise ve Val Kilmer’ın saç tıraşını örnek aldı. O dönem pilot montlar giyildi ve film sayesinde popüler olan Ray-Ban Aviator güneş gözlükleri takıldı.
Barbaros Tapan, “Top Gun: Maverick”in galasına Golden Globe Başkanı Helen Hoehne ile katıldı.
“Top Gun : Maverick”te de Tom Cruise’u ilk filmde olduğu gibi Kawasaki motorun üstünde kask takmadan görüyoruz. Bu görüntüler bize nostaljiyi yaşatıyor.
Önceki gece “Top Gun” sayesinde Cannes Film Festivali’ndeki en büyük galalardan birine şahit olduk. Tom Cruise kırmızı halıda filmin diğer başrol oyuncularıyla yürüdü. Oyuncular kırmızı halıda hayranlarıyla buluşurken üzerlerinde jet uçakları gösteri uçuşu gerçekleştirdi.
1961 yapımı “West Side Story” (Batı Yakası’nın Hikayesi) filmi, sinema dünyasından önce müzikal olarak 1957 yılında sahnelendi. Film çıktığı dönemde büyük bir yankı uyandırmış, sonrasında birçok kez müzikal gösteri olarak sergilenmişti. 20’den fazla Grammy Ödülü ve Akademi Ödülü ile başarısı kanıtlandı. 2021 yılında yeni bir versiyonu beyazperdede sinemaseverle buluştu. Bu kez yönetmen koltuğunda yönetmen, yapımcı ve senarist Steven Spielberg vardı. İlk kez bir müzikal yapan Spielberg, Barbaros Tapan’ın sorularını yanıtladı.
* 50 yıldan fazla oldu, inanılmaz filmler çektiniz ama sizin için de hâlâ ilkler var. İlk kez müzikal yaptınız. Buna nasıl karar verdiniz?
- Daha önce hiç müzikal yapmadım ama hep müzikal yapmak istemiştim. Sanırım yıllar boyunca farklı filmlerimle birçok farklı röportaj verdim. ‘Hep yapmak istediğin ve hiç yapmadığın şey nedir’ diye bana sorulduğunda, her zaman buna ‘müzikal’ diyerek cevap verirdim. Hollywood’un şimdiye kadar ürettiği tüm müzikalleri gördüm, bugün yapılan çağdaş müzikallere hep ilk gidenlerdenim. Müzikal formatını seviyorum. Ve performans sanatçılarının bir müzikalde olmak için, hak kazanmak için sarf ettikleri çabayı seviyorum. Tabii ki rol yapabilmeleri gerekiyor ama aynı zamanda dans edebilmeleri ve şarkı söyleyebilmeleri de gerekiyor. Ve daha önce bu son iki kategoride hiçbir şey yapmamıştım. Tek bir sahne dışında. Karımla tanıştığım “Indiana Jones ve Kıyamet Tapınağı” filmi, Danny Daniel’in koreografisini yaptığı bir dansla başlamıştı.
ÇOCUKKEN İZLEDİĞİM İLK MÜZİKALDİ
* Uzun yıllar “Top Gun” serisinin devamı gelecek dendi. Sonunda nasıl bir araya gelindi?
Jerry Bruckheimer: İlk filmi yaptıktan sonra, bunun başarılı olacağı belliydi. Aradan 30 yıldan fazla zaman geçti ve insanlar hâlâ yeni film için heyecan duyuyor. Bu noktadan yola çıktık. Tom’un anlatmak istediği bir sürü hikayesi vardı. Bu hikayelerin üzerine gittik, başka şeyler ekledik. Ne yazık ki elimizde Tony Scott yok… Ama bizim için harika şeyler yapan Joe (Joseph) Kosinski var! Tony, bence şu anda bize yukarıdan gülümsüyor ve bu filmi hepinize sunmaktan o da heyecan duyacak. Ama sıfırdan bir film çıkarmak çok zor. Kimse bunu seyrederken fark etmiyor. Ekranda her şey harika görünüyor ama bu gerçekten çok çok zor. Maverick’de harika bir karakterimiz vardı, ama hikayesi ne, bize ne anlatmak istiyor? Joe Kosinski’ye teşekkür ediyorum ki çıkageldi ve Tom’un, Paramount’un ve hepimizin heyecanlanabileceği bir yol oluşturdu.
* 1985’ten beri çekim standartları dijital olarak çok değişti. Bugün hangi noktalarda zorlandınız?
Joe Kosinski: Bu filmin mümkün olduğu kadar temelli ve gerçekçi olması gerekiyordu. YouTube’da deniz kuvvetleri (Navy) pilotlarının GoPro ile çektikleri videolar gördüm. GoPro ile yapılmış ve internete yüklenmiş olmasına rağmen, muhteşemdi. Gördüğüm her şeyden daha iyiydi. Bunları Tom’a gösterdim ve “Bu internette ücretsiz olarak mevcut. Eğer bunu yenemezsek, bu filmi yapmanın bir anlamı yok” dedim. O da bunu kabul etti. Ardından kokpite nasıl kamera yerleştirileceğimizi bulmak için 15 aylık bir proje başladı. Sonuçta kokpite 6 IMAX kalitesinde kamera koyduk. Açıkçası bundan sonraki zorluk şuydu; Tom’un her şeyin üstesinden geleceğini biliyordum ama Glen’in (Powell) ve diğer oyuncuların yapması gereken her şeyi yapabilmesini sağlayabilir miydik? Ardından Tom, oyuncuları, deneyimlemek üzere oldukları şeye hazırlanmaları için bir eğitim programı tasarladı.
◊ Öncelikle yeni albümünüz hakkında konuşmak istiyorum… Sizi bu albümü yapmaya ne itti, ilham kaynağınız ne oldu?
- İlk şarkı, 2020’de yazıldı. Duyguların ve düşüncelerin yoğun olduğu bir yıldı, yani bir şarkı yapmak için mükemmel bir zamandı. Herkesin söyleyeceği şeyler vardı. Kimse geleceğin nasıl şekilleneceğinden emin değildi. Kimse birilerini memnun etmeyi umursamıyordu, amacınızın reklam olmadığı bir dönemdi. Şimdiye kadar yaptığımız en akılda kalan albüm bence. Müziği tanımlamak çok zor. Dinlemelisiniz, güzel ve muhteşem bir albüm oldu.
◊ Performanslarınızda Natalie nerede bitiyor, Macy nerede başlıyor? Aynı zamanda size günümüzün müzik endüstrisini sormak, sanatçı haklarından bahsetmek istiyorum. İnsanlar artık müzik için ücret ödemek istemiyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Hayranların bir albüme eskisi kadar para harcamaması güzel bir şey. Ama bu durum birçok sanatçıyı ezdi. Sanatçının daha fazla tur yapması gerekiyor. Elbette bir milyar ücretli indirmeye ulaşırsanız, 80 bin dolar alırsınız. Ama sen o platforma satmak istemiyorsan... Bu, herkesin kendisini tanıtabileceği başka yollar bulmasını sağladı. Bilet fiyatları da çok arttı. Artık 40 dolara bir gösteriye gidemezsiniz. İyi koltuklar 300 dolar. Dolayısıyla herkesin müziğini tamamen bu platformlara satmasının bir hata olduğunu düşünüyorum. Bunu bize sormadan yaptılar. Bu durumdan nasıl kurtulacağımızı bilmiyorum ama benim gördüğüm kadarıyla müzik işini her yönden kesinlikle mahvetti. Natalie ve Macy’e gelince; temelde sadece kendim oluyorum ama sahneye çıktığımda süper bir güce dönüşüyorum.
◊ ‘Wonder Woman’ gibi mi...
- (Gülüyor) Evet onun gibi. Bilmiyorum, oradayken İsa gibisin. Herkes adını haykırıyor, ‘ellerini kaldır’ dediğinde herkes ellerini kaldırıyor. Kendinden daha büyük olduğunu düşündüğün birine dönüşüyorsun.
NFT DÜNYASI