Önümüzdeki seçimlerde kadın aday sayısı fazla ama beklediğim dokunuşu gerçekleştirebilecek biri olacak mı bilemiyorum, tahmin de edemiyorum.
Hangi partiden olursa olsun, ister başörtülü, ister başörtüsüz olsun kadına has davranışlarımız vardır bizim. Ve biz sahip çıkamıyoruz kadınlığımıza. Kadınca davranışları küçümseyen erkeklere meydanı bırakmışız. “Bırakmışız” diyorum çünkü küçümsemelere rağmen sahip çıkamıyoruz…
Özellikle siyaset dünyasında yok oluyoruz kadın olarak. Kabul edilmemekten korkuyoruz belki de. Kadınca davranışlarımızı terk etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bir anlamda cinsiyetimizi terk ediyoruz.
Böyle bir düşünce ortamında, siyasete giren kadın sayısının fazla olmasının çok fazla ehemmiyeti yok şahsım adına.
Bu seçimin önceki seçimlerden farkı; insanların kafalarının bir hayli karışık olması. Peki, ben ne yaptım? “Daha çok karıştırdım”, geldim.
Karadeniz’in ‘dumanı’ meşhurdur. Bir anda bakmışsınız her yeri duman sarmış, hiçbir yer görünmüyor. Gördüğünüz köy görünmez olmuş. Bir adım sonrasını görmekte zorlanıyorsunuz. Öyle ki köyünüze gelen ve orayı hiç bilmeyen misafire “Şu anda görünmüyor ama şu karşıki dağda bir köy var.” deseniz inanmayabilir.
Yüzlerce kere şahit olduğum bu manzara bana “biz”i anımsattı. Son zamanlarda beyinlerimiz duman altında gibi. Gerçeklerimizin, doğrularımızın üstünde bir ‘taraftar’ olma adına duman işgali var. Ne zaman kalkar bilmiyorum ama bazen umutsuzluğa düşmüyor da değilim.
Hepimizin farklı değerleri, doğruları vardır ve her birimiz kendimizce mücadele veririz. Hayat bizi doğrularımıza karşılık, menfaatlerimizle sınar bazen. Kiminin sınavı küçük olurken kimininki büyüktür ama muhakkak herkesin bir tercih yapması gereken sınavı olmuştur.
Arzu kimdir?
Ankara’da doğdum. Ailenin 2. çocuğuyum. Annem ev hanımı, rahmetli babam ise yaşadığı dönemin ve bölgenin en iyi fotoğrafçısı…
Nasıl bir çocuktun?
Çocukluğumda hatırladığım anıların büyük kısmı yaz tatillerinde babamın fotoğraf stüdyosunda geçen günlerime ait.
Bu stüdyoda babama yardım edip, daha küçük yaşta görsel yönden kendimi geliştirmeye ve para kazanmaya başladım.
Bir kez daha teyit edilmiş oldu ki ”Bizim adaletimiz" ama’lıktan kurtulamayacak.
Uygulaması telaffuzu kadar kolay olmuyormuş demek ki.
Öyle ki, uygulamadığımız adaleti bile adaletin temini olarak görebiliyoruz…
Çok şükür ‘Hakkın Adaleti’nin güç durumuna göre güncelleme sorunu yok.
Nasıl bu kadar vicdanımız köreldi bilmiyorum ama insanların acılarını yaşamalarına izin vermememizin bir izahını bulamıyorum.
Ölümlerin siyasi bir misyonu var artık ülkemizde; bu ister “bir terör eylemi” olsun, ister “bir kadın cinayeti” olsun.
Her ölümü sahiplenen bir taraf var. Sorumluluğu karşı tarafa yıkmak için sarf edilen gayret takdire şayan doğrusu.
Öylesine taraf olmuşuz, öylesine öfkeliyiz ki, rahmet bile dileyemiyoruz.
Geçen gün arkadaşlarla Hürriyet okurunun, ‘özür yazısına’ rağmen İsmet Berkan’ı neden affetmediği üzerine konuştuk.
Öncelikli olarak, özür yazısını açıklayıcı ve ikna edici bulmadık. İsmet Bey, yaşandığı iddia edilen bir olayı fazla sorgulamadan okuyucuya aktarmış, neticesinde olay gerçek çıkmayınca zor durumda kalmış bir gazeteci konumunda değerlendirmiş kendini.
Okuyucunun sorguladığı ise, olmayan görüntüler için “izledim” ifadesini neden kullandığı...
Her ne kadar İsmet Bey olayın unutulmasını, okurun teğet geçmesini istiyor olsa da durum pek olumlu görünmüyor.
Okurun neden teğet geçmediğine ilişkin vardığımız netice şudur:
Yazı, geçen gün mahalle esnafımızla aramızda geçen ve beni endişelendiren konuşmayı hatırlattı.
Önce size mahallemi anlatayım biraz. Güzel komşulukların yaşandığı, göçmen ağırlıklı bir mahalleyiz. Eski evler yıkılıp yerlerine ruhsuz binalar dikilip karmalaştık ama yine de zamana yenilmedik. Şu dizilerdeki herkesin birbirini tanıdığı ve selam verdiği moddayız hala.
Her ne kadar Müge Anlı ayarlarımızı bozsa da, hâlâ anahtarı bırakabileceğimiz komşularımız var çok şükür.
Esnafımız da iyidir. Esnaf deyip geçmeyin, iyi olması çok mühimdir. Bizi zarardan kurtarıyorlar mesela.
İktidar kadar seçmen de yıprandı ve yoruldu.
Görünen o ki, bu seçim Ak Parti ve seçmen için sancılı olacak.
Davutoğlu’nun, Arınç ve Gökçek tartışmasını “Kriz bekleyenler sevinmesin.” diyerek geçiştirmesi ve disiplin kuruluna sevk etmemesi seçmenin kafasındaki soru işaretlerine yanıt değil.
Ak Parti yetkililerin oylarımız erir mi, erimez mi derdinden ziyade; kaybedilen güven için tasalanması gerek. Bir paralel düşmanlığı almış başını gidiyor. Kimin paralel olup kimin olmadığı seçmenin birinci derece sorunu değil.