Bundan 45 yıl önce İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki ateşkes anlaşması sonrasında büyük bir katliam yaşanmıştı. Üstelik İsrail’in tarihteki en kanlı katliamlarından biriydi.
Lübnan’ın yeni Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel’in bombalı bir suikastla öldürülmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu, 15 Eylül 1982’de Beyrut’u işgal etti.
Oysa İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki ateşkes anlaşmasına göre FKÖ Lübnan’ı terk edecek, karşılığında da İsrail, Beyrut’un batı kesimine girmeyecekti. Daha anlaşmadaki imzalar kurumadan İsrail ordusu soluğu Batı Beyrut’ta aldı. Bu hareket ateşkesin ihlali anlamına geliyordu. Ama İsrail “amacımız barışı sağlamak” yalanını söylemekten çekinmedi.
Beyrut’un batısındaki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında evlerinden edilmiş binlerce Filistinli mülteci vardı. FKÖ militanları Beyrut’u terk ettiği için kamptakiler genelde kadınlar ve çocuklardı.
İşgalin ikinci gününde, cuma gecesi Hıristiyan Falanjist milisler, İsrail’in himayesinde bu kamplara girdi. İsrail’in bahanesi 40 yıl önce de aynıydı. FKÖ militanlarının bu kamplarda tutulduğunu öne sürüyorlardı. Bunun bir yalan olduğu sonradan ortaya çıktı. Ama bu arada tarihin en karanlık katliamı yaşanmış oldu. Büyük çoğunluğu kadın ve çocuk olan en az 1400 kişi bu vahşete kurban gitti.
‘CESET KÜMELERİ VARDI’
19 Eylül 1982 tarihli Hürriyet’in sürmanşetinde “Vahşet! Müslüman katliamı” başlığı vardı. Beyrut gazetelerinin haberlerine göre, yüzlerce kadın ve çocuk başlarından kurşunlanarak öldürüldü. Evler yağma edildi, birçok aile duvar önlerinde kurşuna dizildi.
Dünyanın en güvenilir ulaşım biçimi olan havacılıktaki bu sarsıntılı günler, 50 yıl önce yaşanan ve ardındaki sır perdesi hâlâ tam olarak aydınlanamayan bir kazayı akıllara getiriyor.
30 Ocak 1975 günü THY’nin Bursa isimli uçağı 18.05’te İzmir’den havalandı. İstikamet İstanbul Yeşilköy Havaalanı’ydı. F-28 tipi jet uçağı sorunsuz bir yolculuğun ardından 18.40 sıralarında İstanbul semalarına ulaşmıştı.
Kuleyle irtibat kuruldu, uçak iniş için tekerlerini açtı, alçalmaya başladı. Tam tekerini piste koyacaktı ki, Yeşilköy Havaalanı’nda elektrik kesildi. Tüm havaalanıyla birlikte pist de bir anda karanlığa gömüldü. Kule, Kaptan Pilot Mehmet Topçuoğlu ile pilot Nusret Demirel’e “Pas geçiniz. Işıklar yanmıyor, pas geçiniz” mesajını iletti. Kaptan pilot pisti pas geçip tekrar yükselmeye başladı.
Yeşilköy’ün jeneratörü 22 saniye sonra devreye giriyordu. Pistte tekrar ışıklar yandıktan sonra kule uçağı beklemeye başladı. Ancak uçakla irtibat kesilmişti. Hiçbir haber alınamıyordu. Bir saat geçtikten sonra uçağın denize düştüğü değerlendirildi.
Deniz Kuvvetleri’ne ait iki hücumbot, polis motorları ve Deniz Yolları motorları Yeşilköy, Hayırsızada, Yassıada önlerinde arama çalışmalarına başladı.
Arama çalışmaları sırasında uçağın koltuklarının su üstüne çıktığı tespit edildi. Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün dört mil açığı ile Ambarlı açıkları arasında denize yayılan uçağın parçaları Petrol Ofisi’ne ait motor tarafından toplandı. Fakat yolcu ve mürettebattan hiçbir iz yoktu.
Ertesi sabah gün aydınlandığında sadece uçağın parçaları çıkmadı su üstüne, skandalın üzerindeki karanlık da kalkmaya başladı.
GÖZ GÖRE GÖRE FACİA
İki yıl önce harekâtın 48’inci yıl dönümünde, “Zaferi en iyi Hürriyet yazdı” başlığıyla o tarihlerdeki haberleri derlemiştim.
Bugün de Hürriyet’in o gün bu zaferi nasıl işlediğine 50’nci yıl perspektifinden bakalım istedim.
Barış Harekâtı, 20 Temmuz 1974 günü başladığında geceden hazırlanan Hürriyet’in normal baskısı “Bu dava bitmeli” manşetini taşıyordu.
Gazete böyle çıkmıştı ama sabah saat 05.00’te TSK’nın Kıbrıs harekâtı başlayınca Hürriyet’in de yıldırım baskı serisi start aldı.
O yıllarda halkın haber aldığı en önemli mecra gazetelerdi. Günde bir kez yayınlanan gazeteler de, böyle çok özel günlerde ek baskılar yapardı.
İşte Hürriyet de 20 Temmuz 1974’teki gelişmeleri tam dört yıldırım baskıyla okurlarına ulaştırmıştı. Birinci yıldırım baskının başlığı şöyleydi:
“Mehmetçik Kıbrıs’ta.”
“Harekât sabaha karşı 5’te başladı. Türk paraşütçüleri yeşil adaya indi.”
AKUT’un kurucu üyelerinden ve Atlas Dergisi Harita Sorumlusu İskender Iğdır, beraberindeki Nasuh Mahruki, Selçuk Kahveci ve Kuvvet Lordoğlu ile birlikte Ağrı Dağı’na tırmanıyordu. İki günlük tırmanışın ardından dört dağcı Ağrı Dağı’nın zirvesini gördü. İniş sırasında dağcılar kaydı. Üç dağcı kazmaların ve çivili botlarının yardımıyla düşmekten güç bela kurtuldu. Iğdır ise buzul yarığına düştü.
Mahruki ve arkadaşları hemen jandarmaya haber verdiler. Ve zamanla yarışılan bir kurtarma çalışması başladı.
Toplam 76 dağcıdan oluşan arama ve kurtarma ekipleri iki gün bölgeyi taradı. 1 Mart saat 16.00’da genç dağcının kanlı anorağı ve bazı eşyaları bulundu. Iğdır ile ilgili umutlar hâlâ sürüyordu. Tecrübeli bir dağcıydı, çantasındaki ekipmanlarla hayatta kalabileceği düşünülüyordu.
ELLERİ GÖĞSÜNDEYDİ
Çektiği filmler, yaptığı sürpriz evlilikler, karıştığı kavgalar, motosiklet yarışçılığından otel işletmeciliğine uzanan farklı meslek denemeleri hep çok konuşuldu. Savacı, tüm bu özellikleriyle Hürriyet arşivinde bolca yer alan bir isimdi.
Savacı’nın ismi, 1989’un son günlerinde vurdulu kırdılı bir hadiseye karıştı.
Pendik’te otomobilini tamire götüren ünlü yıldız, saat geç olunca evlerine bırakmak için otomobil ustalarıyla birlikte Kısıklı’ya doğru yola çıktı.
Ünalan Mahallesi’ne gelince pazarcı Sürmeli Karataş’ın kullandığı kamyonetle trafik dalaşına girdi. Hürriyet’te 1 Ocak 1990’da yayınlanan habere göre Savacı ve iki usta, pazarcıyı dövdü.
Pazarcı, Savacı’nın plakasını aldı. Önce karakola şikâyette bulundu ardından da arkadaşlarını toplayıp mahallede Savacı’nın izini buldu, otomobilinin önünü kesti. Dört kişi Savacı’ya saldırdı. Ünlü yıldızın sağ kolu kırıldı. Savacı da yanındaki ruhsatsız tabancasını çekip havaya 4-5 el ateş etti. Polis geldi, Savacı’yı dövenler karakola, ünlü yıldız da Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne götürüldü.
‘ATEŞ AÇMAYA MECBUR KALDIM’
MİT 10 yıl önce, Yenimahalle’deki eski yerleşkesindeki müzenin kapılarını özel bir izinle ilk kez Hürriyet’e açmıştı. Şehriban Oğhan’ın gezip gözlemlerini kaleme aldığı müzenin haberi, Hürriyet’te “Topuktan dinlediler” başlığıyla manşetten yayınlandı. Haberin fotoğraflarında usta foto muhabiri Rıza Özel’in imzası vardı.
Oğhan’ın haberine göre müzede, 2. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın bittiği yıllara kadar (1939-1991) kullanılan casusluk aletleri ilk kez görüntüleniyordu:
“Görüntülenmesine izin verilen ve bugünkü teknoloji düşünüldüğünde artık tarihi eser sayılabilecek 150 kadar cihaz arasında ayakkabıya gizlenmiş dinleme aparatı da var, yabancı ülke istihbarat servislerince Türkiye’nin yurtdışı temsilciliklerine yerleştirilen böcekler de... Gizli yazışmalar ve şifre kodlarını saklamak için, içi oyulan demir vidalar, sabunlar, taşlar en dikkat çekici örnekler olarak göze çarpıyor. Bildiğiniz tartı aleti, yani baskül ise casusluk faaliyetlerinin en önemli aletlerinden biri olarak bilinen telsiz şeklinde karşımıza çıkıyor.”
Habere başlığı veren ‘ayakkabı topuğuna gizlenmiş dinleme cihazı’ o dönem için kullanımı en riskli yöntem olarak anlatılıyor. Çünkü bu cihazların fark edilme ihtimali yüksekti.
VİDANIN İÇİNDEKİ YAZIŞMA
Teknoloji geliştiği için artık miadını dolduran bu casusluk aletlerinin kamuoyuyla paylaşılmasında artık bir sakınca görülmüyordu. Buna karşın gizlilik derecesi hâlâ yüksek olan bazı cihazlar kimseye gösterilmiyor, ayrı bir bölümde tutuluyordu. Haberden çarpıcı birkaç notu paylaşayım:
* Her standı ‘Görevimiz Tehlike’, ‘James Bond’ gibi Hollywood filmlerinden kareleri anarak inceliyoruz.
* Bugünden bakıldığında, özellikle yeni kuşak için
Sadece tiyatroda değil, sinema ve müzik dünyasına da derin iz bırakan bir isimdi. Aynı zamanda eğitimciydi. Onlarca oyuncu yetiştirdi.
Fotoğraf: Muammer Yanmaz
Her ne kadar sanat hayatına tiyatroyla başlasa da aslında çocuk yaşlarda piyano ve şan dersleri almıştı. ABD’de New York Actor Studio’da oyunculuk eğitimi gördü. Türkiye’ye döndüğünde de Şehir Tiyatroları’na girdi. Hürriyet’in arşivinde Algan ile ilgili yüzlerce haber var. Bu haberlerden ilki, onun müziğe geçişiyle ilgili.
3 Ocak 1971 tarihli bu haber “Tiyatrodan mikrofona bir transfer daha” başlığını taşıyordu. Algan ilk müzikal yolculuğuna ünlü müzik adamı Şanar Yurdatapan ile çıktı.
3 OCAK 1971
‘TÜM KADINLAR BİRLEŞİN’
“Bizde 50 bin, Japonya’da 55.”
2024’e depremle başlayan Japonya’nın Ishikawa eyaletindeki 7.6 büyüklüğündeki depremde 55 kişi hayatını kaybetti. Henüz 10 ay önce Kahramanmaraş merkezli depremde ise 50 bini aşkın kişi can verdi. Hürriyet’in Oya Armutçu imzalı manşeti de işte bunu işliyor, Türkiye’de neler yapılması gerektiği konusunda uzmanlara mikrofon uzatıyordu.
25 OCAK 1995
Japonya depreme hazırlık konusunda hep örnek gösterilen bir ülke. Tabii ki bu noktaya tesadüfen gelmediler. Büyük depremlerden çok önemli dersler çıkardılar.
Japonya ile kıyaslama yeni değil. Gelin arşive bir göz atalım.
1923 KANTO ÖRNEĞİ
Temmuz 1993’te Japonya’da