Ankara’ya 15 dakika kala, pilotlar kuleden iniş izni istemişlerdi ki iki yolcu silahlarını çekip ayağa kalktılar, kimsenin kıpırdamamasını, buna uymayanları vuracaklarını söylediler.
Korsanlar, pilot kabininin kapısını tutarak tabancalarını pilotlara çevirdi. Uçağın Beyrut’a gitmesini söylediler.
Saat 15.08’de uçaktan kuleye bir mesaj ulaştı. Mesajda uçağın kaçırıldığını duyuran pilotlar, yakıtlarının bitmek üzere olduğunu, Beyrut’a acil iniş yapacaklarını söylüyorlardı.
Beyrut Havalimanı’nda geniş tedbirler alındı. Uçak Lübnan’a indiğinde korsanlarla pazarlıklar başladı.
Korsanlar 400 bin dolar ve Filistin’e gitmek istiyorlardı.
20 Mart 1977
SESLERİ TİTRİYORDU
Babası aynı dünyanın “Hüsso” lakaplı kabadayılarından Hüseyin Heybetli’ydi.
İstanbul Hali, o yıllarda kabadayılar için önemli bir rekabet alanıydı.
Hüsso ile Çilli lakaplı Burhan Atay arasında uzun yıllara yayılan bir kan davası vardı. 1975 yılına gelindiğinde iki grup arasındaki gerginlik bir nebze de olsa azalmıştı.
16 Mart 1979/16 Mayıs 1979
Ama 7 Haziran günü, Çilli Burhan’ın yeğenlerinden Arif Manav, halde Hasan Heybetli’yi yaralayınca iki grup arasındaki çatışmanın fitili yeniden ateşlendi.
Hüseyin ve Hasan Heybetli, 16 Haziran’da Çilli Burhan’ın yeğeni Şekip Bayram’ı vurdu.
Hasan Heybetli
Bu çatışmalar halde sıradan olaylara dönmüştü. Gün geçmiyordu ki
İsimleri gazetecilik tarihine geçmiştir.
Hikmet Feridun Es, Hürriyet’in yayın hayatının ilk günlerinde, 1948’de aylarca süren bir yazı dizisi hazırladı.
3 Haziran 1948
“Amerika’da Türkler” başlıklı seri yazılarda, 1851’de ABD’ye ayak basan ilk Türk’ten itibaren bu ülkeye damga vuran isimler anlatılıyordu.
Birbirinden ilginç hikâyelerin anlatıldığı bu serideki kişileri zaman zaman bu sayfaya taşımaya çalışacağım.
Bugün, “San Francisco zelzelesinden kurtulan Lahana Bey’in” hikâyesini aktarayım.
ABD’de 1904 senesinde 60 ülkenin katıldığı dev bir fuar yapıldı. St.Louis Panayırı olarak bilinen bu fuar için bugünün parasıyla 500 milyon dolar para harcanmıştı.
MİKROP
Dünyadakinin aksine Türkiye’deki geçmişi sadece yarım asır.
Aslında yarım asır demek de doğru değil. Çünkü ilk yıllarında Dünya Kadınlar Günü pek de bugünkü gibi kadın hakları ekseninde algılanmıyordu.
Hürriyet’in arşivi de bu konuda önemli ipuçları veriyor.
1975, Türkiye’de Kadın Yılı ilan edilmişti. O yılın ilk 8 Mart’ında Hürriyet’te bu konuda tek satır haber bile yoktu.
Kelebek ekindeki haber ise oldukça manidardı: “Kavga etmek de susmak da sanattır.”
Çiftlere kavga etmenin püf noktalarının anlatıldığı haberde kadınlara tavsiyeler de vardı. “Eğer komşunuza, bakkala kızdıysanız hıncınızı kocanızdan çıkarmayın” deniliyordu.
Tam cümle de şöyle:
Ardından yapılan yorumlara bakınca sesinin, sanatının yanı sıra hep iyi yürekliliği öne çıkıyordu. Ülkesi için dertlenen aydınlardandı.
1999’da Yener Süsoy’a verdiği röportajında hayata, müziğe ve ülkesine bakışını çok güzel özetliyordu. İşte o röportajdan bazı bölümler.
‘GEÇİNMEK İÇİN YÜZÜĞÜMÜZÜ SATTIK’
“Hayatım hep dayanışma içinde geçti. Dayanışma çift taraflı olur ama galiba hep bana dayandılar. Ben kimsenin sırtına basmadım, kimsenin hakkını yemedim. Halk beni nerede görmek istediyse o meydanlarda olmaya çalıştım. 12 Eylül’de İzmir Fuarı’nda çalışıyordum, darbenin ertesi günü beni solcu, komünist gördükleri için işime son verdiler. Başka bir gelirimiz olmadığı için ailemle sıfır kaldık, 1985’e kadarki beş yıl süresince oğlum Ozan’a süt alamayacak günler yaşadık, ev kiramızı ödeyemedik. Nişan yüzüklerimizi satıp geçinmeye çalıştık. O zaman büyük paralarla teklif edilen arabesk müzik yapma tekliflerini reddettim.”
‘SAÇLARIMDAKİ HER BEYAZ TEL BİR GURUR’
- “Hayatım boyunca işimi severek, saygı duyarak yaptım, şarkılarımı bu toplum için söyledim. Kendi ülkemin kurumu TRT, beni gençliğimin en güzel döneminde 10 sene yasakladı. Aldırma Gönül’ü, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ı yasakladı. Ben bu şarkıları bugün yine söylüyorum, değişen tek şey benim beyaz saçlarım. Ben ülkemi seviyorum, kavgamı ülkemde vermeyi seviyorum. Ben aynaya baktığım zaman mutlu ve onurlu bir insan görüyorum. Saçlarımın her beyaz teli benim için bir gurur.”
- “Biz Türkiye’de siyasetin en acımasız dönemlerini yaşadık. Sabahtan evimden çıktığım zaman Ayten’le öpüşür, ‘İnşallah akşama görüşürüz’ dedikten sonra kaplumbağa VW’mize bomba konup konmadığına bakardık. Hayatımda ne korumam oldu, ne de silah taşıdım. Ben inandığım doğruda gidiyorum, hiç kimseye bir zararım olmadı. Bir şey olursa o da yazgıdır, demirden korkan trene binmez.”
Bu cümleler herkese çok tanıdık gelse de günümüzden değil, tam tamına 72 yıl öncesinden, Hürriyet’teki Samim Var’ın yazısından.
Futbol kamuoyu haftalardır Galatasaray-Fenerbahçe derbisini “Yerli hakem mi yönetsin yabancı mı?” sorusunu tartıştı. Nihayetinde önceki gün Türkiye Futbol Federasyonu tercihini yabancı hakemden yana kullandı. Pazartesi günkü derbide Sloven Slavko Vincic düdük çalacak. Peki tartışmalar bitecek mi? Arşive bakınca pek de öyle görünmüyor.
O ZAMAN ADRES İTALYA’YDI
Bundan 72 yıl önce de futbol kamuoyu yine yabancı hakemi tartışıyordu.
25 Ocak 1953 tarihli Hürriyet’in spor sayfasında “Hakem davamız” başlıklı bir makale kaleme alan Samim Var, gündemdeki benzer bir konuyu işliyordu.
Henüz Ulusal Lig’in bile kurulmadığı o günlerde, futbol kamuoyunun gündemi farklı değildi.
O tarihlerde Futbol Federasyonu dört hakemi kurs görmek için İtalya’ya gönderme kararı almıştı. Ancak tartışma bununla bitmiyordu, “İtalya’ya kursa hakem göndermek yetmez, Türkiye’ye yabancı hakem getirmeliyiz” diyen de çoktu.
Bundan 45 yıl önce İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki ateşkes anlaşması sonrasında büyük bir katliam yaşanmıştı. Üstelik İsrail’in tarihteki en kanlı katliamlarından biriydi.
Lübnan’ın yeni Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel’in bombalı bir suikastla öldürülmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu, 15 Eylül 1982’de Beyrut’u işgal etti.
Oysa İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki ateşkes anlaşmasına göre FKÖ Lübnan’ı terk edecek, karşılığında da İsrail, Beyrut’un batı kesimine girmeyecekti. Daha anlaşmadaki imzalar kurumadan İsrail ordusu soluğu Batı Beyrut’ta aldı. Bu hareket ateşkesin ihlali anlamına geliyordu. Ama İsrail “amacımız barışı sağlamak” yalanını söylemekten çekinmedi.
Beyrut’un batısındaki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında evlerinden edilmiş binlerce Filistinli mülteci vardı. FKÖ militanları Beyrut’u terk ettiği için kamptakiler genelde kadınlar ve çocuklardı.
İşgalin ikinci gününde, cuma gecesi Hıristiyan Falanjist milisler, İsrail’in himayesinde bu kamplara girdi. İsrail’in bahanesi 40 yıl önce de aynıydı. FKÖ militanlarının bu kamplarda tutulduğunu öne sürüyorlardı. Bunun bir yalan olduğu sonradan ortaya çıktı. Ama bu arada tarihin en karanlık katliamı yaşanmış oldu. Büyük çoğunluğu kadın ve çocuk olan en az 1400 kişi bu vahşete kurban gitti.
‘CESET KÜMELERİ VARDI’
19 Eylül 1982 tarihli Hürriyet’in sürmanşetinde “Vahşet! Müslüman katliamı” başlığı vardı. Beyrut gazetelerinin haberlerine göre, yüzlerce kadın ve çocuk başlarından kurşunlanarak öldürüldü. Evler yağma edildi, birçok aile duvar önlerinde kurşuna dizildi.
Dünyanın en güvenilir ulaşım biçimi olan havacılıktaki bu sarsıntılı günler, 50 yıl önce yaşanan ve ardındaki sır perdesi hâlâ tam olarak aydınlanamayan bir kazayı akıllara getiriyor.
30 Ocak 1975 günü THY’nin Bursa isimli uçağı 18.05’te İzmir’den havalandı. İstikamet İstanbul Yeşilköy Havaalanı’ydı. F-28 tipi jet uçağı sorunsuz bir yolculuğun ardından 18.40 sıralarında İstanbul semalarına ulaşmıştı.
Kuleyle irtibat kuruldu, uçak iniş için tekerlerini açtı, alçalmaya başladı. Tam tekerini piste koyacaktı ki, Yeşilköy Havaalanı’nda elektrik kesildi. Tüm havaalanıyla birlikte pist de bir anda karanlığa gömüldü. Kule, Kaptan Pilot Mehmet Topçuoğlu ile pilot Nusret Demirel’e “Pas geçiniz. Işıklar yanmıyor, pas geçiniz” mesajını iletti. Kaptan pilot pisti pas geçip tekrar yükselmeye başladı.
Yeşilköy’ün jeneratörü 22 saniye sonra devreye giriyordu. Pistte tekrar ışıklar yandıktan sonra kule uçağı beklemeye başladı. Ancak uçakla irtibat kesilmişti. Hiçbir haber alınamıyordu. Bir saat geçtikten sonra uçağın denize düştüğü değerlendirildi.
Deniz Kuvvetleri’ne ait iki hücumbot, polis motorları ve Deniz Yolları motorları Yeşilköy, Hayırsızada, Yassıada önlerinde arama çalışmalarına başladı.
Arama çalışmaları sırasında uçağın koltuklarının su üstüne çıktığı tespit edildi. Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün dört mil açığı ile Ambarlı açıkları arasında denize yayılan uçağın parçaları Petrol Ofisi’ne ait motor tarafından toplandı. Fakat yolcu ve mürettebattan hiçbir iz yoktu.
Ertesi sabah gün aydınlandığında sadece uçağın parçaları çıkmadı su üstüne, skandalın üzerindeki karanlık da kalkmaya başladı.
GÖZ GÖRE GÖRE FACİA