Paylaş
Ardından yapılan yorumlara bakınca sesinin, sanatının yanı sıra hep iyi yürekliliği öne çıkıyordu. Ülkesi için dertlenen aydınlardandı.
1999’da Yener Süsoy’a verdiği röportajında hayata, müziğe ve ülkesine bakışını çok güzel özetliyordu. İşte o röportajdan bazı bölümler.
‘GEÇİNMEK İÇİN YÜZÜĞÜMÜZÜ SATTIK’
“Hayatım hep dayanışma içinde geçti. Dayanışma çift taraflı olur ama galiba hep bana dayandılar. Ben kimsenin sırtına basmadım, kimsenin hakkını yemedim. Halk beni nerede görmek istediyse o meydanlarda olmaya çalıştım. 12 Eylül’de İzmir Fuarı’nda çalışıyordum, darbenin ertesi günü beni solcu, komünist gördükleri için işime son verdiler. Başka bir gelirimiz olmadığı için ailemle sıfır kaldık, 1985’e kadarki beş yıl süresince oğlum Ozan’a süt alamayacak günler yaşadık, ev kiramızı ödeyemedik. Nişan yüzüklerimizi satıp geçinmeye çalıştık. O zaman büyük paralarla teklif edilen arabesk müzik yapma tekliflerini reddettim.”
‘SAÇLARIMDAKİ HER BEYAZ TEL BİR GURUR’
- “Hayatım boyunca işimi severek, saygı duyarak yaptım, şarkılarımı bu toplum için söyledim. Kendi ülkemin kurumu TRT, beni gençliğimin en güzel döneminde 10 sene yasakladı. Aldırma Gönül’ü, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ı yasakladı. Ben bu şarkıları bugün yine söylüyorum, değişen tek şey benim beyaz saçlarım. Ben ülkemi seviyorum, kavgamı ülkemde vermeyi seviyorum. Ben aynaya baktığım zaman mutlu ve onurlu bir insan görüyorum. Saçlarımın her beyaz teli benim için bir gurur.”
- “Biz Türkiye’de siyasetin en acımasız dönemlerini yaşadık. Sabahtan evimden çıktığım zaman Ayten’le öpüşür, ‘İnşallah akşama görüşürüz’ dedikten sonra kaplumbağa VW’mize bomba konup konmadığına bakardık. Hayatımda ne korumam oldu, ne de silah taşıdım. Ben inandığım doğruda gidiyorum, hiç kimseye bir zararım olmadı. Bir şey olursa o da yazgıdır, demirden korkan trene binmez.”
Yener Süsoy, “Akbayram’la ortak anılarımızı tazelerken, sevgili eşi Ayten’le kızı Türkü çoğu zaman kahkahalara boğuldular, biraz da hüzünlendiler” notunu düşüyor.
‘BAK OĞLUM SEN BİRİNCİ OLACAKSIN’
Bir yaşında çocuk felci geçirmişti. O günleri şöyle anlatıyordu: “Çocukluğumdaki en büyük düşüm doktor olup sakat ayağımı tedavi ettirmekti. İlkokula başladığımda halam beni sırtında sınıfa getirir, sırama oturturdu. Derste tuvaletim geldiğinde ise öğretmenim kucaklayıp götürürdü. Orta 1’e kadar yürüyemedim. Hep böyle kucakta gittim, geldim.”
Altın Mikrofon yarışması ilk kez 1972’de düzenlendi. Edip Akbayram da o yarışmaya katıldı. İlk elemelerin öncesinde sahne sırasını beklerken yaşadığı ilginç bir anekdottan söz ediyor: “Yanıma gelen gözlüklü bir bey ‘Nerelisin?’ diye sordu. Ben de ‘Antepliyim’ cevabını verdim. ‘Ben jürideyim, sen beni tanıyor musun?’ dedi. Tanımama imkân yok tabii, İstanbul’a yeni gelmişim. ‘Benim adım Selmi Andak. Bak sana bir şey söyleyeyim oğlum, bu yarışmanın birincisi sen olacaksın’ deyip gitti. Yarışmacılar o elemede 12’ye indirildi, sonra 12 vilayette halk huzurunda yarıştık. Sonunda ben birinci oldum.
Yarışmayı kazanmıştı ama hemen ardından yaşadığı bir an onu çok üzdü: “Hiç unutmam, Altın Mikrofon’u kazandıktan sonra organizatör Zeki Tükel’e gidip iş istemiştim. Rahmetli bana şöyle bir bakıp ‘Senin gibi fiziği bozuklara bizim piyasada iş olmaz’ dedi. Öyle ağırıma gitmişti ki.”
‘ÜLKEMİ TEMSİL ETMEK İSTERDİM’
Akbayram, 2008’de de “Söyleyemediklerim” albümü dolayısıyla Kelebek’ten Dilek Dallıağ’a konuştu: “Ben hayatım boyunca ülkemi yurtdışında temsil etmek ve ödüller almak isterdim. Ancak bizim dönemimizde siyasi olarak hep önümüz tıkandı, sansüre uğradık. Ama şimdi müzikle uğraşan genç arkadaşlarımızın önleri açık. Bunları zamanında ben de yapmak isterdim.”
Büyük usta Eurovision’un elemelerine hiç katılmadığını söylüyor ve ekliyor: “Gençliğimizin en güzel, en hızlı dönemlerinde böyle bir daveti bekledim ülkemden. Ama olmadı. İçimdeki tek ukde Eurovision’a katılıp ülkemi temsil edememektir. Ama şimdiki arkadaşları gururla takip ediyorum, çok güzel işlere imza atıyorlar.”
- “Benim duruşumu 7’den 70’e herkes biliyor. Albümlerimin imza günlerinde hep bana ‘Görüşlerinize katılmıyoruz ama yıllardır duruşunuza saygı duyuyoruz’ derler. Bu durum bir sanatçı için büyük bir gurur kaynağı. Aslında ben yıllardır şarkılarımı hiçbir düşünce ve fert ayırmaksızın besteledim. Bu Cumhuriyet ve bu ülke bizimdir. ‘Bağımsız Türkiye’, bizim 68 kuşağının sloganıdır. Zaman zaman bedellerini ödedik. Eğer gerekiyorsa bu ülke için 60 yaşından sonra da seve seve bedel öderim.”
- “Politikasız bir yaşam olmaz. Her bireyin, her sanatçının hayatında mutlaka politika vardır. Gerçek sanatçı toplumun eksikliklerini, yaşadığı ülkenin sorunlarını dile getiren insandır. Sanatçının özgür ve bilinçli olduğu toplumlar ilerler. Çünkü sanat toplum içindir. Sanat hayata at gözlüğüyle bakmak değildir.”
Paylaş