Paylaş
Dünyanın en güvenilir ulaşım biçimi olan havacılıktaki bu sarsıntılı günler, 50 yıl önce yaşanan ve ardındaki sır perdesi hâlâ tam olarak aydınlanamayan bir kazayı akıllara getiriyor.
30 Ocak 1975 günü THY’nin Bursa isimli uçağı 18.05’te İzmir’den havalandı. İstikamet İstanbul Yeşilköy Havaalanı’ydı. F-28 tipi jet uçağı sorunsuz bir yolculuğun ardından 18.40 sıralarında İstanbul semalarına ulaşmıştı.
Kuleyle irtibat kuruldu, uçak iniş için tekerlerini açtı, alçalmaya başladı. Tam tekerini piste koyacaktı ki, Yeşilköy Havaalanı’nda elektrik kesildi. Tüm havaalanıyla birlikte pist de bir anda karanlığa gömüldü. Kule, Kaptan Pilot Mehmet Topçuoğlu ile pilot Nusret Demirel’e “Pas geçiniz. Işıklar yanmıyor, pas geçiniz” mesajını iletti. Kaptan pilot pisti pas geçip tekrar yükselmeye başladı.
Yeşilköy’ün jeneratörü 22 saniye sonra devreye giriyordu. Pistte tekrar ışıklar yandıktan sonra kule uçağı beklemeye başladı. Ancak uçakla irtibat kesilmişti. Hiçbir haber alınamıyordu. Bir saat geçtikten sonra uçağın denize düştüğü değerlendirildi.
Deniz Kuvvetleri’ne ait iki hücumbot, polis motorları ve Deniz Yolları motorları Yeşilköy, Hayırsızada, Yassıada önlerinde arama çalışmalarına başladı.
Arama çalışmaları sırasında uçağın koltuklarının su üstüne çıktığı tespit edildi. Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün dört mil açığı ile Ambarlı açıkları arasında denize yayılan uçağın parçaları Petrol Ofisi’ne ait motor tarafından toplandı. Fakat yolcu ve mürettebattan hiçbir iz yoktu.
Ertesi sabah gün aydınlandığında sadece uçağın parçaları çıkmadı su üstüne, skandalın üzerindeki karanlık da kalkmaya başladı.
GÖZ GÖRE GÖRE FACİA
Ortaya çıktı ki, Türkiye’nin en büyük hava meydanında jeneratör otomatik değildi. Yani elektrik kesildiğinde bir görevli tarafından devreye alınıyordu. Otomatik jeneratörün maliyeti ise sadece 50 bin liraydı.
Ayrıca elektriğin o saatte kesileceği çok önceden belliydi. O dönem İstanbul’da elektrik dağıtımını yöneten İETT’nin Genel Müdürü Saffet Gürtav, kesintiden 30 dakika önce, 18.00 ve 18.10’da iki kez meydan yönetimini uyarmıştı. Havalimanı yönetimi kesintiden haberdardı. Ancak hiçbir önlem alınmamıştı.
Facia göz göre göre gelmişti. Hürriyet de o gün “Cinayet gibi kaza” manşetiyle çıktı. Haberde önlem alınmaması şöyle anlatılıyordu: “Evinde elektriği sönen halkın bile mum bulmak için gösterdiği kadar çaba göstermeyen yetkililer, elektrikler kesildikten sonra jeneratörün başına koşmuşlardır. Ancak, aradan geçen 22 saniye 41 kişinin hayatına mal olmuştur.”
Hayatını kaybeden 41 kişi içinde ünlü şarkıcı Seyyal Taner’in ablası Serap Özşahin de vardı.
Uçağın parçaları Bandırma kıyılarına kadar ulaştı. Balıkçıların bulduğu iki cesedin yolculardan Günay Gönülkapan’a ve Orhan Taşangil’e ait olduğu belirlendi.
Arama çalışmaları bir süre daha devam etti. Denizin üstünde biriken yağ tabakasının uçağa ait olduğu belirlendi.
Bursa uçağının enkazı aradan geçen 50 yıla rağmen hâlâ çıkarılamadı. Kıyıya vuran iki ceset dışındaki 39 yolcusuyla beraber hâlâ Marmara’nın 75 metre derinliğinde yatıyor.
YEŞİL SAHALARDA ARTIK GÖREMEDİĞİMİZ HAREKETLER
FUTBOL dünyası, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar gergin günler geçiriyor. Şampiyonluğun iki adayı Fenerbahçe ve Galatasaray bu gerginliğin önde gelen kulüpleri. Gün geçmiyor ki, suçlamalar, hakaretler havada uçuşmasın.
Yani, futbolun klişe ifadelerinden “ezeli rakip ebedi dost” sözü bugünlerde pek geçer akçe değil. Rekabet baki ama dostluğu hatırlayan pek yok.
Ben de unutulan bu dostluğa, tarihin sayfalarından bir örnek vereyim istedim.
Tarih 13 Şubat 1949. Bundan tam tamına 76 yıl evveli. Fenerbahçe’nin Kadıköy’deki stadı yenilemeden geçmiş, 20 bin kişilik betonarme tribünler inşa edilmiş. Ve stadın açılışı da Fenerbahçe-Wacker maçıyla yapılıyor.
Maçtan önce düzenlenen tören Hürriyet sayfalarında şöyle anlatılıyor: “Fenerbahçeliler, mevcut statlarının yeniden inşa edilmiş beton muazzam tribünlerinin açılışı ile memleket sporuna yaptıkları büyük hizmetten haklı bir gururla sevindiler. Stat dün yirmi bini bulan bir kalabalıkla dolmuştu. Yeni yapılan tribünlerdeki kalabalığın görünüşü cidden insana dehşet veren bir manzara idi. Tribünler bu halde iken oyun sahası da yemyeşil ve pürüzsüz bir çimen ile süslü idi. Daha sokak kapısından itibaren kollarında pazubentli teşrifat işine bakanlar hep Fenerli amatör kimselerdi. Herkesi muntazaman yerine kadar götüren bu kulüp aşıkları, organizasyonda en ufak bir kusur bile göstermediler ve kulüplerinin hizmetinde mükemmelen muvaffak oldular. Zeki Sporel kulübü adına haziruna teşekkür etti. Fenerbahçe’yi istibdat devrinde kuran bir numaralı aza Enver (Yetiker) kısa bir söylev ile eski hatırasını nakletti.”
Bütün bu seremoninin ardından, bugün “yeşil sahalarda görmek istediğimiz” ama pek de mümkün olmayan bir sahne yaşandı. Haberden okumayı sürdürelim:
“Oyun başlamadan evvel Galatasaray futbol kaptanı Bülent sahaya gelerek arkadaşı Fener kaptanı Cihad’a kulübü namına bir çiçek vererek bu hayırlı günü tebrik etti. Sarı kırmızılıların bu jesti halk tarafından alkışlandı.”
Bugün yaşanması güç hadiseler, o gün o kadar sıradandı ki, bütün bir açılış haberinin içinde birkaç cümleyle geçmişti.
BÜLENT ERSOY’U KAÇIRMAYA ÇALIŞTILAR
KELEBEK’te geçen hafta okudunuz. Bülent Ersoy’un hayatı film oluyor. Ersoy, senaryo çalışmaları için anlaşmaya imzayı attı.
Ben de Hürriyet’in arşivinden Ersoy’un hayat hikâyesine küçük bir anekdotla katkı yapayım dedim.
12 Eylül rejiminin ardından ünlü sanatçının yasaklı olduğu günlerdi. Ersoy Türkiye’de hiçbir yerde sahneye çıkamıyordu.
1983’te hem Avrupa hem de Avustralya’ya büyük bir turne düzenledi. Melbourne konseri öncesinde ilginç bir olay yaşandı.
12 Şubat 1983 tarihli Hürriyet’te yer alan habere göre Ersoy sabah tek başına otelinden çıktığında Holden marka Avustralya yapımı bir otomobile zorla bindirildi. Ersoy’un, ismi verilmeyen ama olaya tanık olan bir arkadaşı da bir başka araçla takibe başladı. 15 dakikalık takipten sonra panikleyen “meçhul kişiler” trafik ışıklarında durmak zorunda kalınca Ersoy’u otomobilden atıp kaçmak zorunda kaldılar.
Olaydan bir hafta sonra Ersoy, kaçırılma anını telefonda görüştüğü Hürriyet muhabiri Faruk Zabcı’ya anlattı. 19 Şubat’ta yayınlanan haberde Ersoy şunları söylüyordu: “Kaldığım otelin önünde zorla kolumu çekerek otomobile aldılar. Karşı organizatörlerin kiraladığı adamlar olsa gerek, beni konser vermemem için tehdit ettiler. Kolum mosmor oldu. Boğuşmaya başladık. Kendimi kaybetmişim. Ellerimle birinin yüzüne tırnaklarımı geçirmiş, ayaklarımla da diğerine tekme atıyordum. Hatta birisi ‘amma edepsiz şeymiş’ bile dedi. Birisi sol kolumu tutmuştu. Tırnaklarımla yüzünü parçalayıp kan içinde bıraktım. Yüzü kan revan içindeydi. Üç kişiydiler. Kendimi kaybetmişim, daha fazla bir şey hatırlamıyorum.”
Paylaş