Keşfettikleri şeyin ne olduğuna dair en ufak bir fikirleri bile yoktu! Sonuçlar bilim insanlarını da şoke etti: 'Kendimizi bambaşka bir evrende bulduk'
Akdeniz'in derinlerinde bulunan yüzlerce çember ilk keşfedildiğinde, bilim insanlarının bile nutku tutuldu. Birbiri adına ortaya atılan teoriler ve 4 yıl boyunca devam eden su altı araştırmaları, bu çemberlerin 'kayıp bir dünyaya' ait olduğunu ortaya koydu.
Deniz biyoloğu Christine Pergent-Martini, küçük araştırma gemisiyle Akdeniz'de, Korsika kıyılarının 12 mil açığında demir atmış bekliyordu. Geminin etrafında dalgalar yükseliyordu ancak Pergent-Martini'nin asıl umursadığı şey, koyu mavi suların üstü değil altıydı.
Pergent-Martini, oşinograf eşi Gerard Pergent ve Korsika Üniversitesi'nden yüksek lisans öğrencisi Pasquale Paoli'yle birlikte Akdeniz'in bu bölgesinin tabanının haritasını çıkarmak için çalışıyordu. Ne var ki başlangıçta oldukça basit görünen bu hedefin, çok büyük bir keşfe yol açacağından onlar da haberdar değildi.
Cebelitarık Boğazı'ndan Lübnan kıyılarına kadar uzanan Akdeniz'in çevresi, antik dönemden beri pek çok medeniyete ev sahipliği yaptı. Yunanlardan Etrüsklere bu denizci medeniyetler, Akdeniz'in kıyılarını karış karış dolaştı. Ancak Akdeniz'in derinliklerinde ne olduğu konusunda pek fazla bilgi bulunmuyordu. Nitekim Pergent-Martini ve ekibi bu bilinmezliği aşmak için yola çıktı.
Araştırmanın ilk günleri oldukça sıradan geçti. Sonar cihazına bağlı monitörde bol bol kum ve küçük kayalar görünüyordu. Hepsi daha önceden bildikleri şeylerdi. Ancak bir anda o güne kadar görmedikleri, inanılmaz bir şey yansıdı ekrana.
GÖRDÜKLERİ ŞEYİN NE OLDUĞUNA DAİR FİKİRLERİ YOKTU
Pergelle çizilmişçesine mükemmel bir çemberdi bu. Ardından bir tane daha gördüler, sonra bir tane daha. Hepsi aşağı yukarı 20 metre yarıçapındaydı. Kenarları net bir biçimde ve mükemmel bir simetriyle çizilmişti. Her çemberin merkezinde koyu renk bir nokta bulunuyordu. Pergent-Martini sahanda yumurtalara benzetmişti sayıları 30'dan fazla olan bu çemberleri.
Bilim insanları şaşkınlık içinde birbirlerine bakıyorlardı. Bunların ne olduğuna dair en ufak bir fikirleri yoktu ama önemli bir şey olduğu da ortadaydı. Çemberlerin koordinatlarını dikkatle kaydettiler ve uzaktan kumandalı cihazlarıyla bölgenin görüntülerini çektiler.
Ortada çok büyük bir gizem vardı. Çemberleri videoya çekmişlerdi ancak görüntüler oldukça bulanıktı. Tek anlayabildikleri bunun batık bir kargo olmadığıydı.
Araştırmacılar bulgularını 2013 yılında düzenlenen bir konferansta meslektaşlarına sunduklarında halen çemberlerin ne olduğuna dair bir yanıt bulabilmiş değillerdi. 2014'te bir denizaltı yardımıyla yaptıkları devam araştırması da bir sonuç vermemişti. Ancak bu çemberlerin 15 kilometrekarelik bir alana yayıldığını ve sayılarının 1.300'ün üzerinde olduğunu keşfetmişlerdi.
Çemberler Korsika'nın kuzeyindeki sularda bulundu
ESKİ BİR ÖĞRENCİLER YARDIMLARINA KOŞTU
Bu çemberleri daha yakından inceleyebilmek için yaptıkları ödenek başvurularından eli boş dönen Pergent çifti, bir çıkmaza girmişti. National Geographic'e konuşan Pergent-Martini, "Para bulmak çok zordu" dedi. Zira çiftin asıl uzmanlık alanı deniz çayırlarıydı ve bu çemberler biraz alan dışı kalıyordu. İlerlemeleri imkânsız hale gelmişti. Ancak o noktada doğru kişi Pergent'ları buldu: Deniz altı fotoğrafçısı, deniz biyoloğu ve teknik dalgıç Laurent Ballesta…
Ballesta dünyanın en erişilmez noktalarını kayıt altına almayı amaçlayan bilimsel misyonlara liderlik eden bir şirket olan Andromede Oceanologie'nin yöneticisi. Bu şirketin yürüttüğü araştırmalar, çoğu zaman özel ekipmanlar ve kapsamlı dalış planları gerektiriyor.
Ballesta, özel bir kablolar sistemi kullanarak Antarktika'daki bir buzdağının alt kısmını fotoğraflamayı başardı. Güney Afrika'da su altı mağaralarına girerek, milyonlarca yıldır nesli tükenmiş zannedilen nadir türlerin fotoğraflarını çekti. Kullandığı özel solunum sistemiyle Fransız Polinezyası'nda 24 saat su altında kalarak gri resif köpekbalıklarının avlanma alışkanlıklarını gözlemleme şansı buldu.
Ekibiyle birlikte yeni bir hedef peşinde koşan Ballesta, aynı zamanda yüksek lisans çalışmalarının Pergent çiftinin yanında tamamlamıştı. Dolayısıyla eski öğretmenlerinin denizin tabanındaki gizemli çemberlerle ilgili makalesini okuyunca çok heyecanlandı. Mercan atolü gibi bazı yapıların yuvarlak oluşumlar gösterdiğini biliyordu ancak bu çemberler, tuhaf denebilecek kadar düzenliydi.
"CANLIYDI"
"Bu nasıl olabilir?" diye düşünmüştü Ballesta ve bunların su altındaki küçük kraterler ya da tuhaf jeolojik oluşumlar olabileceğini aklından geçirmişti. Pergent çifti ise çemberlerin, daha önce bilinmeyen bir şekilde büyüyen koralin algleri olduğuna inanıyordu. Öte yandan bunların Korsika'daki üslerine dönen ABD savaş uçaklarının İkinci Dünya Savaşı'nda kullanmadıkları bombaları imha etmeleri sonucu oluşan kraterler olduğunu düşünen bilim insanları da vardı. Ballesta, Pergent'ların onayıyla araştırmaya onların bıraktığı yerden devam etmeye, öğretmenlerinin verilerini kullanarak gizemi çözmeye karar verdi.
Temmuz 2020'de Ballesta ve Andromede Oceanologie'den iki dalgıç kendi araştırma gemileriyle çemberlerin olduğu bölgede çalışmalara başladı. Su geçirmez kameraları ve ışıklarıyla dalışa başladıklarını anlatan Ballesta, "Dibe 20-30 metre kala durdum çünkü çemberleri gördüm. Karanlığın içinden çıkan dev gibi tuhaf yapılardı. Deniz tabanına kazınmış dev yemek tabaklarına benziyorlardı" ifadelerini kullandı.
Birkaç fotoğraf çeken Ballesta dibe indi ve çemberlerden birine yaklaştı. Çemberin merkezindeki nokta kırmızı kalkerli algden oluşan büyük bir tümsekti. Yaklaşık 1 metre yüksekliğinde ve yarım metreden daha geniş olan tümseğin tepesinde yelpazeye benzeyen canlılar vardı. Etrafı çok daha açık renkli molozlarla çevrili merkezin 9 metre kadar uzağında rodolit adı verilen çakıl taşı büyüklüğündeki alglerden oluşan koyu renk dış çerçeve bulunuyordu. Ballesta, yapıya yakından bakınca Pergent'ların haklı olduğunu anladığını belirterek, "Canlıydı" dedi.
Rodolit algleri
BİR YIL SONRA GERİ DÖNDÜLER
Ballesta ve ekibi, araştırma gemisine geri dönmeden önce dipte 27 dakika geçirmişti. Ancak daha yüzeye çıkmadan evvel, geri dönmesi gerektiğini anladığını söyleyen Ballesta, "27 dakikaya ihtiyacım yoktu. Birinci dakikada biliyordum" ifadelerini kullandı.
Ekibin bir parçası olan deniz ekoloğu Julie Deter, gemide dalgıçların yukarı çıkmasını bekliyordu. Yüzeye çıktıkları anda yüzlerinde gördüğü heyecana şaşırdığını söyleyen Deter, "Normalde yukarı çıkana kadar heyecan sönümlenir. Ama gördükleri şeyin etkisinden halen kurtulamadıkları çok belliydi" ifadelerini kullandı.
Ne var ki rodolitlerin neden böyle yüzlerce mükemmel çember oluşturduğu sorusuna halen yanıt bulunabilmiş değildi. Ballesta, çemberlerle daha fazla zaman geçirmesi yani suyun derinlerinde daha uzun süre kalması gerektiğine karar verdi.
Temmuz 2022'de bu sefer Roberto Rinaldi, Thibault Rauby ve Antonin Guilbert isimli üç dalgıçla ve cesur bir planla bölgeye döndü Ballesta. Petrol kuyularındaki dalgıçların hızla derine inip yüzeye çıkmasını sağlayan sistemden ilham almışlardı. Petrol dalgıçları yüzeye çıktıklarında deniz altındaki koşulları simüle eden özel basınçlı odalarda kalıyor böylece vurgun yeme endişesi olmadan hızla dibe inip yukarı çıkabiliyorlardı.
"KENDİMİZİ BAMBAŞKA BİR EVRENDE BULDUK"
Ballesta ve diğer dalgıçlar kendi basınç odalarında astronotlar gibi yaşayacaklardı. Yiyecekleri hava kilitli bir kapaktan kendilerine ulaşacaktı. İnişe hazır olduklarında dalış kıyafetlerini giyip dalış çanına binerek denizin dibine ineceklerdi.
Planları 3 hafta boyunca çemberleri ve yakınlardaki resifleri araştırmaktı ancak hava durumu buna müsaade etmedi. Güçlü rüzgâr ve dalgalar gemiyi sallıyor, basınçlı odadan çıkmayı tehlikeli hale getiriyordu. Dalgıçlar günlerce küçücük nemli odanın dışına çıkamamış, dalış için harcamaları gereken kıymetli zamanlarını romanlar okuyarak doldurmaya çalışmıştı.
Nihayet hava düzeldiğinde aşağı inme fırsatını elde ettiklerini belirten Guilbert, "Kendimizi bambaşka bir evrende bulduk" dedi. Üstelik bu kez saatlerini su altında geçirebileceklerdi.
Dalgıçlar gördükleri karşısında şaşkına döndü. O kadar çok sayıda farklı tür görmeyi hiç beklemiyorlardı. Sadece derin kanyonlarda görülebilen canlılarla karşılaşmışlardı. Hatta Ballesta'nın çektiği bir kare, mavi deniz ejderhasının ilk fotoğrafı olarak tarihe geçti.
Eylül 2021'de çekilen bu fotoğrafta Ballesta, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve beraberindekilere Marsilya'daki keşiflerini anlatıyor
SONUÇLAR BİLİM İNSANLARINI ŞOKE ETTİ
Ballesta'nın davetiyle ekibe katılan Pergent'lar da dalışı destek gemisinden takip ediyordu. "Keşifleri sayesinde bu projenin gerçek olmasından ötürü çok mutlu ve duygusal görünüyorlardı" diyen Ballesta, Pergent çifti sayesinde bu el değmemiş sıra dışı ekosistemi keşfedebildiklerini vurguladı.
Ancak bu küçük evrenin tehlike altında olduğunu da biliyordu Ballesta. Burası gemilerin rotası üzerindeydi ve ticari gemilerin demir atmasıyla çemberler tamamen yok olabilirdi. Bu tehdit nedeniyle ellerini çabuk tutmaları gerekiyordu: Çemberler hakkında ne kadar çok şey keşfederlerse, Ballesta'nın Fransız yetkilileri bölgeyi koruma altına almaya ikna etmesi de o kadar kolay olacaktı.
Ballesta ve ekibi basınçlı odadan deniz dibine altı kez indi. Merkezlerdeki tümsekleri oyarak aldıkları örnekleri karbon tarihleme analizine gönderen ekip, çemberlerin yaşını bilmenin, neden ve nasıl oluştuklarını anlamaya da yardımcı olabileceğini ümit ediyordu.
Sonuçlar gelince ekip şoka girdi. Tümseklerin en derinindeki en eski maddeler yaklaşık 21.000 yaşındaydı yani iklim tarihinde çok önemli bir döneme, gezegenimizin büyük bir değişim geçirdiği zamana denk geliyordu. Karbon tarihleme analizini organize eden paleoklimatolog Edouard Bard, söz konusu tarihlerin "Son buzul maksimumu" yani son buz çağının zirvesi olduğunu vurguladı.
O dönemde Akdeniz, bugün olduğundan çok daha soğuk ve sığdı. Bu da çemberlerin olduğu yerin su yüzeyinin 19 metre altında ve güneş ışınlarının erişebildiği bir nokta olması anlamına geliyordu.
21.000 YIL ÖNCE AKDENİZ BAMBAŞKA BİR YERDİ
2023 yazında Ballesta, yeniden çemberlerin olduğu yere döndü. Bu kez iki denizaltı taşıyabilen bir destek gemisiyle ve aralarında Bard'ın da bulunduğu iklim ve okyanus uzmanlarıyla birlikte yola çıkan ekibin amacı, çemberlerin nasıl oluştuğuna dair güvenilir bir hipotez oluşturmaktı.
Dalışlar sırasında Ballesta, adeta bir tur rehberi gibi çalıştı; bilim insanlarına çemberlerin özelliklerini ve çevrelerini anlattı. Yakınlarda su altı mağaraları ve küçük bir uçurum da bulunuyordu. Dalgıçlar, çeşitli mağaralarda bölgenin bir zamanlar antik kıyı çizgisinin üzerinde olduğunu teyit eden çökelti katmanları keşfetti. Muhtemelen mağaralar da 21.000 yıl önce dalgaların uçuruma çarpıp kayaları aşındırması sonucu ortaya çıkmıştı.
Yolculuğun sonlarına doğru, bilim insanları gemide kamaralarına çekildi. Çok güçlü olmayan internet bağlantısı yoluyla makaleler okuyor, haritalara bakıyor, gördükleri şeyleri bir çerçeveye oturtmaya çalışıyorlardı. Sonraki aylarda yavaş yavaş hipotezlerini geliştirmeye başladılar.
YERÇEKİMİ ETKİSİ
Çemberlerin merkezindeki tümsekler, uzman olmayan bir gözle bakıldığında mercana benzemekle birlikte mercan değildi. Fotosentez yapan ve kalsiyum karbonattan iskeletler üreten koralin alglerinin oluşturduğu birikintilerdi. Son buz çağı sırasında binlerce alg kolonisi, o zamanlar oldukça iyi güneş gören deniz tabanına kök salmıştı.
Ardından yaklaşık 20.000 yıl önce dünya ısınmaya, kıta buzulları erimeye, açığa çıkan büyük miktarda su Akdeniz'e akmaya başladı. Deniz seviyesinin yükselmesiyle, güneş seven algler karanlıkta kaldı. Kubbeleri yıkıldı, geriye sadece merkezdeki tümseklerle, etraflarındaki iskelet benzeri yapılar olan kalsiyum karbonat parçaları kaldı.
Binlerce yıl boyunca bu kalıntıların yakınlarında hiçbir şey yaşamadı. Ancak yaklaşık 8.000 yıl önce deniz seviyesi sabitlendi. Derin su algleri, merkezdeki tümsekler üzerinde yeni katmanlar oluşturdu ve dalgıçların gördüğü o canlılar ortaya çıktı. Aynı zamanda rodolit algleri de kırılmış kalsiyum parçalarını kaplamaya başladı. Alg topakları tümseklerden aşağı doğru yuvarlanarak konilerin tabanında toplandı ve ortaya mükemmel çemberler çıktı. Bir başka deyişle, bilim insanlarının tahminine göre, çemberleri oluşturan şey yer çekimiydi. Ballesta, "Tüm kanıtlara sahip değiliz ama elimizde bu tarihçenin yanlış olduğunu gösteren bir şey de yok" ifadelerini kullandı.
KORUMA ALTINA ALINABİLECEK Mİ?
Yüzlerce çemberin hepsini koruma altına almak çok kolay değil. Bölgenin sadece bir kısmı bir doğal yaşam parkının sınırlarının içinde kalıyor. Ancak park yetkilileri Andromede Oceanologie'nin de desteğiyle bu zorlu hedef için çalışmaya başladı. Ballesta'nın dalışları sırasında topladığı verileri kullanan park, Fransa ve İtalya karasularında bulunanlar dahil tüm çemberlerin korunması için savunuculuk yapmayı planlıyor. Öte yandan parkın idare konseyi de ticari gemilerin bölgeye demir atmasının yasaklanması için girişimlerde bulunacak.
"Normalde böyle bir düzenlemenin hayata geçmesi yıllar alır" diyen Ballesta, ancak çemberlerin önemli bir kısmının halihazırda koruma bölgesinde olmasının kendisini umutlandırdığını belirtti. Aynı zamanda çemberlerin kendisinden çok neyi temsil ettiklerini belirten Ballesta, çemberler, batık mağaralar ve diğer gizemli yapılar gibi antik kıyı çizgisinin işaretleri, deniz tabanının tamamına yayılmış olabileceğini vurguladı.
Pergent-Martini ise şu ana kadar başka herhangi bir yerde böyle çemberler bulunmadığını söylemekle birlikte, "Bu derinlikte araştırmaların Akdeniz'de çok nadir olduğu unutulmasın. Belki henüz keşfedilmemiş başkaları da vardır" ifadelerini kullandı.
National Geographic'in "What drew these 1,300 perfect circles on the sea floor? We may finally know." başlıklı haberinden derlenmiştir.