Paylaş
Söyleşi için tam randevulaştığımız saatte bizi Etiler’deki evinin kapısında karşılıyor. Daha uzaktan üzerindeki yıldız enerjisini hissediyorsunuz. Türkiye’nin ilk altın çocuğu, Türk sinemasının büyük ismi Göksel Arsoy’la beraberiz… Sohbete, “Benim hayatım hep tesadüflerle dolu! Enteresan bir hayat yaşadım” diye başlıyor. Doğum yeri Kayseri Tayyare Fabrikası! Yaşını hiç göstermediğinden paylaşmakta sakınca yok; 1936’da mühendis Remzi Bey ile Hesna Hanım’ın ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Anne tarafı aslen Giritli. Babasının ailesiyse Drama’dan gelmiş. İki mübadil ailenin çocukları, Bakırköy’de tanışıp evlenmişler.
Peki Arsoy neden ve nasıl Kayseri Hava Üssü’nde doğmuş? Cevabı: “Kayseri’de tayyare fabrikası yapılırken dizel motorlarının montajı için bir dizel ustası mühendis arıyorlar, bulamıyorlar. O fabrikayı Almanlar yapıyormuş. Baş mühendis, ‘Almanya’da bir Türk bu dizel motorlarının uzmanı, onu getirtelim’ diyor. Devlet harekete geçiyor ve o sırada Almanya’da çalışan babamı vatan, millet diye Türkiye’ye getiriyorlar. Annemle beraber Kayseri’ye geliyorlar.”
Zeynep Bilgehan - Göksel Arsoy / Arsoy: “Bayramınızı muhabbetle kutlar, sağlık ve huzur içinde yaşamanızı dilerim.”
HEP PİLOT OLMAK İSTEDİM AMA…
İsminin bunda etkisi olmuş mu bilmiyoruz ama çocuk Göksel doğduğundan itibaren göklere, aralarında bulunduğu havacılara, pilotlara âşık oluyor. Arsoy, “Hep öyle büyüdüm, o hayalle yaşadım” diye anlatıyor: “Pilotlar beni çok sevdiklerinden, havacılık aşkımı da bildiklerinden beni sürekli uçuruyorlardı! Ben hep pilot olmak istedim. İlkokulun bir kısmını Bakırköy’de okuyup ortaokulu Kayseri’de tamamladıktan sonra leyli olarak Haydarpaşa Lisesi’ne geldim. Ancak sonrasında Hava Harp Okulu’na gitmek istediğimi söyleyince evde kıyamet koptu… Ailem beni bırakmayınca çok üzüldüm. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandım.”
SENE 1940’lar Annesi Hesna Hanım ile babası mühendis Remzi Bey
UÇAKLAR BENDEN SORULURDU
Bir yandan okula giderken bir yandan kalbinin kaldığı havacılığa yakın bir iş buldu: “Okulun ilk yılında yazları Yeşilköy Havalimanı’nda bir İngiliz şirketinde çalışmaya başladım. Havaalanında uçakların ağırlık ve muvazenesini temin eden işlerle uğraşıyordum; uçağın oturuş durumu, yüklerin konması, alacağı benzin, kalkış ağırlığı… Bütün bu hesapları ben yapıyordum. Pilot olamadıysam da hiç olmazsa uçakların inip kalktığı, benim aşkımın olduğu yerdi ve çok mutluydum.”
HAYATIN MUAZZAM TESADÜFLERİ
O sırada kader de ağlarını örüyordu. Arsoy’un hayatını etkileyen muazzam tesadüfler. Kendisinden dinleyelim: “Bakırköy’de kalabalık bir arkadaş grubum vardı. Bu arkadaşlardan biri olan Nurten’in ağabeyi Sırrı (Gültekin) sinemada çok meşhur bir rejisörmüş. Nurten, ona ‘Bizim grupta bir çocuk var, tam sinemaya göre’ diye anlatırmış. O da ‘Bir gün evin önüne getir de ben de bakayım’ demiş. Sırrı, Fuat Rutkay’a ait Halk Film’de çalışıyormuş. Ben de havaalanında çalışıyordum. Bir gün alanda çok telaşlı bir insana rastladım. Acıdım, ‘Hayırdır neyiniz var?’ diye sordum. Bir yere yetişmeye çalışıyormuş ama aksilikler olmuş. Onu beş dakikada uçağına yetiştirdim. 10 gün sonra adam geri geldi; ‘Bana, öyle büyük bir iyilik ettiniz ki’ diyerek yemeğe davet etti. Evinin kapısında ‘Halk Film Stüdyosu’ yazıyordu. Birkaç film gösterdi. Ben beğenmeyince ‘Daha iyisini de yaparız! Gel, Beyoğlu’ndaki şirketimizi gör’ dedi.”
BAKIRKÖY’DE BİR ÇOCUK VAR TAM SİNEMALIK
Arsoy, beyefendiyi kırmadı. Bu arada ortaya çıktı ki; arkadaşı Nurten’in rejisör ağabeyi, işte bu Fuat Bey için Halk Film’e çalışıyormuş. Rejisör Sırrı Bey, patronuna “Bakırköy’de bir çocuk var, harika! Mutlaka yeni filmde oynatmalıyız’ demiş. O sırada patron Fuat Bey de rejisörüne, “Onu boşver, asıl havaalanında bir çocuk var” diyor. Göksel Bey gülerek, “İşte hikâye böyle başlıyor” diye devam ediyor: “Böylece Fuat Bey beni aldırdı. Şirkette yaptıkları filmlere baktım. İki saat konuştuk. Çok ikna kabiliyeti vardı, ben çıkarken başrol oyuncusu olarak filmin anlaşmasını imzalamıştım. O film çok iyi iş yaptı: Kara Günlerim. 22 yaşındaydım.” Peki kendi işi sevmiş miydi? Arsoy: “Ben hisseden bir insanım. Kayseri’de devamlı Amerikan filmleri seyrederdik. Seyrederken de kendimi kaptırırım. Doğuştan bu! İçten gelen bir şeydi.”
SENE 1960’lar ‘Yerli James Bond’ -Altın Çocuk’ yılları
Arsoy, tam bir spor düşkünü. Bugünkü formunun da sırrını, “Küçüklükten beri alıştığım için sporu hiç bırakmadım. Ata binerdim, yelkenli yapardım, tenis oynardım. Şimdi de devamlı yürüyorum, jimnastik yapıyorum. Hareket etmek canlılık…” diye veriyor.
SENE 1960’lar Filiz Akın ile
SAMANYOLU FİLMİ KIYAMET KOPARDI
İkinci filmle arayı açmadı…
SENE 1967 Altın Çocuk!
Şöyle anlatıyor: “Beyoğlu’ndaki Pesen Film’in sahibi rejisör Nevzat Pesen de beni görmüş ve aklına koymuş. Bana filminde başrolü verdi. İşte bu benim hayatımı değiştirdi; Samanyolu. O roman zaten dillere destan… Çok satmış, herkes okumuş ve ilk defa ben karşımda Belgin Doruk’la oynadım. Belgin de Bakırköylü ama hiç karşılaşmamıştık. İkinci filme başlayınca çalıştığım İngiliz şirketten üzülerek ayrıldım. Samanyolu bir iş yaptı, bir kıyamet koptu. Olmaz böyle bir şey! Anadolu sinemalarına kopyalar yetişmedi.” Peki kendi hayatı nasıl değişmişti? Göksel Bey, “Ben hiçbir zaman şöhrete ulaştım, kıyametler kopuyor diye değişmedim, çünkü ailemden iyi bir eğitim, kültür ve saygı öğrendim. Yanlışlık yapmam, insanları kırmam. Amcam bestekâr Yesari Asım Arsoy muhteşem bir insandı. Ondan tevazuyu öğrendim” diyor.
SENE 1961 Eşi Soley Hanım ile
NEGATİF ZİYAN EDENE İYİ BAKILMAZDI
Samanyolu’nun başarısının ardından filmler arka arkaya gelmeye başladı. Üniversiteyi ikinci sınıfta bırakmak zorunda kaldı. O dönemim Yeşilçam ortamları nasıldı? Arsoy anlatıyor: “O kadar büyük bir ilgi ve sevgi vardı ki Beyoğlu’nda yürüdüğümde insanlar sarılıyorlardı. Kadroları yaparlarken ben senaryoyu okuyup rejisöre fikir verirdim; ‘Şu role bunu seç, bunda şunu oynatsak daha iyi’ diye. İyice okur, ezberlerdim. Tek seferde çekerdik. O dönem negatifler çok pahalı olduğundan iki kere çektiren artistlere iyi bakılmazdı, çünkü ziyan veriyorlardı. Bu arada beraber oynadığımız filmler çok tuttu diye Belgin Doruk’la 15 film yaptım. Çok iyi bir insandı, çok disiplinliydi. Onu almaya geldiğimizde hiç bekletmezdi, daima kapıda beklerdi. Nelere nelere rastladık! Kendilerini yenilemeyen çok artist var. O arada da oynadığım filmlerde beraber oynadıklarımla büyük hatıralar olanlar var. Mesela Muhterem Nur…”
SENE 1960’lar Muhterem Nur ile
NASIL ALTIN ÇOCUK OLDU
Peki ‘Altın Çocuk’ lakabı nasıl takıldı? Göksel Bey, “Halit Refiğ bana o lakabı takmıştı” diye anlatıyor: “Samanyolu’ndan sonra çok satmış aşk romanları filme çekiliyordu. Hepsinde başrolü ben oynadım. Çünkü diğer oyuncular sert kalıyordu. O sırada adım ‘Kadınlara aşkı öğreten adam’a çıktı! Bu arada bir adam çıktı dünyada; Sean Connery. James Bond! Bir müddet sonra menajeri ‘James Bond’lar yapıştı oyuncuma’ diye şikâyet edince kendime dedim ki; bu sana! Bu romantik aşk filmleri bitince sen de bitecek misin? Hemen ‘Dönüş yap’ dedim ve Londra’ya gidip ilk yerli James Bond’u yaptım. Filmin adı da ‘Altın Çocuk’ oldu. Halit Bey bana öyle diyordu çünkü iyi kalpliydim.”
BİSMİLLAH DEDİK SAHNELERE BAŞLADIK
Aksiyon filmlerini de sevmişti ama 1970’lerin sonunda onu başka bir macera bekliyordu; sahneler... Göksel Bey’den dinleyelim: “Gazinolardan Yeşilçam’dakilere teklifler geliyordu. Ben de dönemin en büyük patronu Fahrettin Aslan’dan gelen teklifi kabul ettim. Amcam Yesâri Asım Arsoy bana öğütler vermişti. Mesela; ‘Bir şarkı bir artiste mal olmuşsa sen söyleme. Sahnede şarkı söylerken bir masadaki kadın müşteriye dikkatli bakma. Şarkıyı o kadar iyi öğrenmelisin ki sahnede istediğin gibi ona tesir etmelisin.’ Ve bismillah dedik, ilk ‘Behiye Aksoy’la Cumhuriyet Gazinosu’nda başladık.”
SENE 1981 Maksim Gazinosu’nda
“Sahnedeyken şov sanatı çok önemli. Şarkıyı söylerken devamlı oynamak lazım. Hissederek. İlk çektiğim aşk filmleri kadınlara çok yatkındı. Kadınlar erkeklere göre daha çok hisseden insanlar. Dolayısıyla kaynaştık ve bu aşkın temeli bendim. Onun için biz izleyiciyle muhabbette birleştik.”
MAZİYİ BERBAT ETMEYELİM DİYEREK UZAKLAŞTIM
Yeşilçam mı yoksa sahneler mi? Göksel Bey, “Hepsi ayrı… İkisi beraber yürümezdi” diye yanıtlıyor: “Sahnede olduğunda geç yatıyorsun. Sinemada erken kalkıyorsun. Halimden memnundum çünkü bütün aklımı, her şeyimi oraya vermek mecburiyetindeydim. Ve çok tuttum çünkü şov yapıyordum. Sahne 15 sene devam etti. O arada film yapmadım. Ekseriyetle Sevim Tuna ve Behiye Aksoy ile çıkardık. Bensiz hiçbir yere gitmek istemezlerdi. Çünkü ben her şeye karışırdım, her şeyi bilirdim. Fakat 15 senenin sonunda yanlış artistleri sahneye çıkarmaya başlayınca bu beni rahatsız etti ve bıraktım. Zeki Müren, benim için ‘Tam zamanında bıraktı gitti’ demişti. Gözüm hiç arkamda kalmadı. Sonra iki film yaptık, bir dizide oynadım. Sonra da açıkçası dizilerde çok şey değişti, bana da sıcak gelmedi. Tekliflerde de beni bağlayacak, çekecek şey yoktu. Dedim ki; ‘Şart değil, maziyi de berbat etmeyelim’ ve uzaklaştım.”
SENE 1964 Belgin Doruk ile ‘Evcilik Oyunu’
BİZİM DÖNEM DAHA DUYGUSALDI
Peki şimdilerde neler izliyor, neleri beğeniyor? Cevabı: “Kimse ayıplamasın ama ben hiçbir diziyi seyretmiyorum. Zevk almıyorum. Oyunculardan da ‘Şunu beğeniyorum’ diyerek kimseyi üzmek istemem. Bir yıldızın özelliği; kafasının çalışması, hissetmesi, dikkat etmesi, çok okuması, çok seyretmesi. Çok öğrenmeye ihtiyacı olduğunu bilmesi gerek. Ve yalnız şarkı söylememeli şov sanatını da muhakkak eklemeli. Bugün çekilen diziler bugüne, bu çağa, bu tarihe uyuyor. Bizim zamanımızdakiler daha ziyade hisse, duygulara yatkındı. Bugün tamamen değişti. Bunlar da sevildiğine, tuttuğuna göre demek ki doğru yoldalar. Şimdi neye göre çekiliyor? Aklına ne gelirse!”
AMAN KIZLAR YANLIŞ ADAMA ÇARPMAYIN
62 yıllık eşi Soley Hanım’la tanışması şöyle: “İlk kez fakültede gördüm; güzelliğinin yanında insana güven veren zarif bir hali vardı. 1961’de evlendik.” ‘Aşkı öğreten adam’ın tavsiyeleri neler? Diyor ki, “Yeni biriyle tanıştığımda kızlara diyorum ki; aman dikkat et, aman yanlış seçim yapma, kapılma! Bir yanlış kişiyle hayat perişan olur. Bu büyük bir şanstır, herkese iyi şanslar diliyorum.”
Paylaş