Yurtsan Atakan

Alaçatı Tuval balonu

15 Ağustos 2007
Son günlerin yeni medya bombası Alaçatı'yı görmemiştim.

FolkArt Yapı’nın Narlıdere Evleri projesinin tanıtımı için verilen <B>Sezen Aksu, Emma Shapplin, Mercan Dede </B>konserini izlemek üzere haftasonunu Çeşme’de geçirince, Alaçatı’yı da görme fırsatı buldum.

Akşam yemeği için Alaçatı’nın en ünlü ve en sosyetik restoranı <B>Tuval</B>’e gittik.

Alaçatı için <B>Bodrum’un eski hali </B>diyenlere katılmıyorum. Ne Bodrum’la ne başka bir sahil kasabamızla ne de Türkiye’yle alakası olmayan bir köy Alaçatı. Türkiye’den çok <B>Güney Fransa’nın turistik köylerini andırıyor</B>.

Mimari korunmuş, evler bakımlı, sokaklar temiz ve düzenli... Dükkanlar çekici, restoranlar ve kafeler karakteristik... Plastik sandalye ve masalara rastlanmıyor, duvarların dipleri pislik içinde değil, salaş kapı ve çerçeveler göz zevkini bozmuyor, tabela kirliliği yok... Kısacası <B>çıfıt çarşısı görünümündeki sakil turistik köylerimizin </B>ne bugünkü, ne geçmişteki halleriyle bir alakası var.

Restoranlar dediğim gibi her biri kendi karakteristik ambiyansıyla dikkat çekiyor. Hepsi dışarıdan çekici, şık ve kaliteli duruyor. Peki yemekler de lezzetli mi derseniz, bilemem. Sadece bir akşam oradaydım. Ancak en meşhurunda yediğim yemeğin lezzetine bakarak bir tahminde bulunabilirim.

Tuval restoranın yemekleri kötü değil ama muhteşem de değil. <B>Vasatın biraz üzerinde, eh işte denecek lezzette</B>. Alaçatı’nın en rağbet gören, rezervasyon sırası beklenen restoranı bu kalitedeyse, diğerlerinden de çok fazla bir şey beklememek gerekir diye düşünüyorum. Bu da işte ne yazık ki Türk turizminin bir sorunu.

<B>New York Spice Market balonu</B>

Son günlerin bir başka medya bombası ise 2008’in başlarında Akaretler’de açılacak <B>W Hotel</B>’in yıldız restoranı olacak <B>Spice Market</B>.

Yazının Devamını Oku

Mustafa (Hasgül) Öğretmen’in eseri

10 Ağustos 2007
Öğretmenlerimiz arasında üzerimizde en derin izleri bırakanlardır belki ama en az da onları, ilkokul öğretmenlerimizi anarız. Etiler Hasan Ali Yücel İlkokulu’ndaki Mustafa öğretmenimi, Mustafa Hasgül’ü anmama dünyaca ünlü mimar Emre Arolat vesile oldu.

Emre Arolat ile Sezen Aksu’nun, Folkart Yapı’nın İzmir Narlıdere’deki projesinin tanıtımı için çıktığı konser sırasında karşılaştık.

Emre Arolat meslek hayatının henüz zirvesinde olmamasına rağmen mesleğin zirvesinde bir mimar. Türkiye’den de yaratıcı mimari eserlerin çıkabileceğini kanıtlayan bir sanatçı.

Folkart Narlıdere Evleri, inşaat sektörüne çok iddialı bir giriş yapmayı amaçlayan Folkart Yapı’nın inşa edeceği ilk proje. Şirket projeyi Emre Arolat’a teslim etmiş.

Batılı ülkelerin belli başlı şehirlerinde dolaşırken, birbirinden görkemli güncel mimari eserleri gördükçe hep neden bizim şehirlerimizin de böylesi çarpıcı süsleri yok diye hayıflanıp dururdum.

Emre Arolat’ın Şişli Complex projesinin çizimlerini gördüğümde de bu nedenle heyecanlanmıştım. Ancak sonra proje, bazı nedenlerden sürüncemeye girdi.

Zorlu’nun Zincirlikuyu’daki eski Karayolları arazisi üzerine inşa edeceği kompleks de, heyecan verici sonuçlar verebilecek potansiyele sahip.

Açılan proje yarışmasına katılan mimarlar arasında Emre Arolat da var. Hakkı olan kazansın tabii ama İstanbul’un bu önemli noktasında Emre Arolat’ın insanın ağzını açık, gözlerini sabit bırakan stilini görmeyi çok arzu ederim.

Arolat’ın Folkart Narlıdere Evleri projesi de bu türden bir proje.

Her evi deniz görecek şekilde tasarlanan site hem dıştan, hem içten görünüşüyle ancak bilimkurgu filmlerinde rastlanacak büyüleyici bir modernlikte. Ancak bu modernlik alışılageldiği gibi soğuk değil, sımsıcak etkiler bırakıyor.

Projenin merkezindeki özel yapı, dış cepheye yerleştirilen özel bölmelerde yetiştirilen 1200 ağaçla düşey bir orman havası yaratıyor.

Yorucu bir günün ardından insan eve dönerken, aradığı huzura kavuşmak için evinin kapısından içeri adımını atana kadar beklemek zorunda kalır genellikle.

Folkart Narlıdere Evleri, uzaktan site göründüğünden itibaren bir eve dönüş coşkusu verecek şekilde tasarlanmış. Yaklaştıkça bu coşku artacak, site sınırlarından girer girmez bir eve dönüş huzuru kaplıyacak sakinlerini.

Sezen Aksu konserinden önce dev ekrandaki tanıtım filmini izlerken, böylesi çarpıcı ve orijinal bir projeye imza atan mimarın ilkokuldan sınıf arkadaşım olmasının gururunu yaşıyordum.

Dünya çapındaki bu muhteşem projede idealist ilkokul öğretmenimiz Mustafa Hasgül’ün de büyük bir payı var. Emre’yle onu da minnetle andık. İyi ki varsınız tüm ilkokul öğretmenlerimiz.

Kanadalı büyücü semazen

FolkArt Yapı’nın İzmir Narlıdere Evleri’nin tanıtımı için düzenlediği konseri izlerken, Türkiye’nin acı gerçeklerinden birinin de farkına vardım.

Bu acı gerçek Sezen Aksu gibi, Türkiye’nin en büyük üç süper yıldızından birinin bile ekstralara çıkmak zorunda oluşuydu.

Gerçi gece çok iyi düzenlenmişti. Gereksiz havai fişek gösterisi ile konserden çok sirklere yaraşır iki sanatçının performansı dışında gerçek bir konser havasında geçti.

Sezen Aksu tüm profesyonelliğiyle akıllarda kalacak bir performans sergiledi. Emma Shaplin ayakta alkışlandı. Her ikisinin de tek fos notu hazırlıksız giriştikleri düetteydi. Gecenin gümbürtüye giden sanatçısı ise Mercan Dede idi. Müzik ve dans ziyafeti, geç gelen davetlilerin yer bulma tantanası içinde kim vurduya gitti.

Hele Mercan Dede’nin ilk iki parçası Ab-ı Hayat ve Ab-ı Lal’e eşlik eden Kanadalı dançı Tanya Evanson’un muhteşairane gösterisine gerçekten yazık oldu. Modernize edilmiş semai dansı, en usta semazenlerinkinden daha etkileyici ve tüyleri diken diken ediciydi.

Tanya Evanson, Mercan Dede performanslarına sık sık katılıyormuş. Ne yapıp edip, bu performanslardan birini mutlaka izlemenizi öneririm. Büyüleneceksiniz...
Yazının Devamını Oku

Yemek şarap uyumuna Mövenpick çözümü

8 Ağustos 2007
Türkiye’de restoranda her yemeğin yanında o yemeğe uygun şarabı içebilmek için mirasyedi olmak şart. Şaraplar o denli fahiş fiyatlardan satılıyorlar ki, masadaki herkes seçtiği yemeğine uysun uymasın başlangıcından sonuna tüm yemeği aynı şarapla noktalamak zorunda.

Bir yandan kaliteli turist gelsin diye yakarıyoruz, diğer yandan kaliteli turistin her gittiği yerde aradığı restoran kalitesini sunmakta aciz kalıyoruz.

Kaliteli turist, turistik şehirlerde kaliteli restoran arar. Öyle Michelin yıldızlı, süper lüks restoranları da değil üstelik. Lezzetli bir yemeği, kaliteli şaraplar eşliğinde içebileceği, nezih mekanlardır aradığı.

Gelin görün ki, Türkiye’de bu ortamı sunabilen restoranlar lüks restoranlardan ibaret. Yemeklerin zaten pahalı olduğu bu restoranlarda kaliteli şarapların ise yanına yaklaşılamıyor. Restorancılarımız şaraplara, Avrupalı meslektaşları gibi, etiket fiyatını ikiyle, üçle çarparak fiyat koyuyorlar. Ancak bu yöntem şarabın, fahiş vergilendirme nedeniyle zaten pahalı olduğu Türkiye için uygun bir yöntem değil.

Avrupalı 5 avroluk bir şaraba 15 avro fiyat kolduğunda 10 avro kár ediyor ama bizim restoranlarımız vergiler nedeniyle fiyatı 28 avroyu bulan aynı şaraba 85 avro fiyat koyunca kárı 57 avroyu buluyor.

Tüm bunlara, restoranlarımızın kadeh şarap seçeneği sunmaktaki cimriliği de eklenince Türkiye’de her yemeğin yanında o yemekle uyumlu bir şarap içmek olanaksızlaşıyor.

İstanbul Mövenpick Otel’in Azzur restoranı istisna. Mövenpick Otel, ünlü şef Maximilian J. W. Thomae’nin ustalığını konuşturduğu Azzur Restaurant’ıyla haklı bir fiyaka yapıyordu bir süredir. Şimdi bu sükse, otelin yeni Yiyecek ve İçecek Direktörü Tayfun Aybar’ın yaratıcı fikirleriyle daha da artacak gibi görünüyor.

Azzur Restaurant geçtiğimiz Temmuz ayından itibaren yeni bir uygulama başlattı. Ünlü şef Maximilian her ay farklı bir ülkenin, farklı bir yörenin yemeklerinden oluşan zengin bir mönü hazırlıyor. Mönüdeki yemekler, bu yemeğe uygun bir şarapla servis ediliyor.

Şaraplar, Türk şarapseverleri dünyanın en seçkin şaraplarıyla tanıştıran Babil Wines’ın ithal ettiği şaraplar arasından seçiliyor. Babil Wines’ın sahibi Cemal Palan, Türk restoran müşterisinin şarap beğenilerini en iyi tanıyan isim. Palan’ın ithal etmeye karar verdiği bir şarap varsa restoran işletmecileri gözü kapalı alıp, mönüsüne koyabilir. Palan seçtiyse, o şarabın Türk restoran müşterilerince tutulacağı kesindir.

Azzur’daki aylık mönülerde, Maximilian’ın leziz yemeklerini Palan’ın enfes şarapları tamamlıyor.

Geçen ay Provans mutfağı ve Fransız şaraplarından oluşan bir mönü vardı. Bu ay İtalyan mutfağı ve İtalyan şarapları sunuluyor. Beyaz Trüf Soslu Carpacio di Vitello (Villa Albius Nero d’Avola Rose IGT 2004) ile Ossobuco’yu (Sensi Chianti DOCG 2005) deneyin derim (Şaraplar dahil ikisinin toplam fiyatı 61 YTL).

Yeni Rakı’dan da yeni Beylerbeyi

Geçen hafta bir grup gurme ve yeme-içme kültürü yazarı Beylerbeyi Rakısı’nı tatmak için Feriye Restoran’da toplandık.

Davetliler arasında kimler yoktu ki? Başta rakı kültürünün üstadı Aydın Boysan. Hemen yanında kıdem farkıyla Ali Sirmen. Ahmet Örs, Teoman Hünal, Ali Esad Göksel, Vedat Milor, Mehmet Yalçın, Mehmet Yaşin, Nevin Sungur ve Müge Akgün... Memleketin neredeyse tüm yeme-içme yazarları toplanmış, Şef Vedat Başaran’ın özel mönüsünün eşliğinde Beylerbeyi tadıyorduk.

Türk mutfağının yıldız şefi Vedat Başaran, bu kadar damak tadı yazarını bir arada bulunca yine muhteşem bir mönü hazırlamış. Tam 33 çeşit barındıran mönü, klasik rakı mezelerinin fazla modern kaçmayan ama yine de yenilikçi yorumlarından oluşuyordu.

Beylerbeyi gibi üç kez distile edilmiş bir rakı olan Kara Efe’nin Mövenpick Azzur’da bir ay önce yapılan tanıtım yemeğinde Maximilian’ın hazırladığı meze mönüsü ise çok daha deneyseldi.

Üç kez distile edilmiş iki rakıyı anlatırken, iki farklı mönüye değinmem boşuna değil. Kara Efe ve Beylerbeyi hariç piyasadaki tüm rakılar iki kez distile edilmiş markalar. Distile içkilerde, distilasyon sayısının kalite üzerinden çok önemli bir etkisi var. Bir içki ne kadar çok sayıda distile edilirse, içindeki yabancı maddeler ve kötü alkolden o denli arınmış oluyor. Bu da içkiye hem lezzet, hem saflık, hem klas katıyor. Ancak distilasyon sayısı artıkça, içkinin maliyeti de artıyor tabii ki.

Kara Efe, rafine içimiyle pekçok modern yemeğe eşlik edebilecek nitelikte.

Beylerbeyi’nin ise daha klasik bir içimi var. Tadım sırasında Teoman Hünal’la ortak vardığımız kanı, Yeni Rakı ekolüne yakın bir tada sahip olmasıydı. Bu özelliğiyle, daha kaliteli bir rakı arayan ama Yeni Rakı’dan da vazgeçemeyen klasik rakı severlere hitap edeceği kesin.

Beylerbeyi rakısının bir ikinci önemli özelliği ise üç kez distile edilmiş olmasına rağmen, iki kez distile edilmiş rakılarla aynı fiyattan piyasaya sunulmuş olması.
Yazının Devamını Oku

Küresel ısınma medyasal cehalet

3 Ağustos 2007
Hürriyet’in çarşamba günkü sürmanşeti, bu yılın kurak geçmesini her fırsatta küresel ısınmaya yoran ve zekai yorumlar yapan hurafeci köşe yazarlarına bir tokat gibiydi. Habere göre İzmit Yuvacık Barajı’nı işleten Thames Water şirketi büyük şehirlerimizi taa yedi yıl öncesinden uyarmış. Tedbir almazsanız su sıkıntısı çekeceksiniz demişler. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne 2000 yılında sundukları raporda, grafiklerle Ankara’da suyun beş yıl içerisinde biteceğini anlatmışlar. Kimse tınmamış.

Şimdi Ankara’da su kesintileri başladı. İstanbul’da kapıda...

Tokat oğlanı ise küresel ısınma. Herkes suçu küresel ısınmaya atıyor.

Bilim küresel ısınmanın hissedilebilir etkilerinin 20,30 yıl içerisinde kendini göstereceğini söylüyor. Dünyanın ortalama ısısının 20. yüzyıl boyunca 0,74 oC arttığı tahmin ediliyor. Küresel ısınma böyle giderse dünya yüz yıl sonra 1,1 ila 6,4 derece ısınacak.

Gerçekleşirse, bu bir felaket demek kuşkusuz ama ancak yüz yıl sonra hissedilebilir bir ortalama sıcaklık artışını bugüne taşımanın alemi de yok.

Tüm bu bilimsel gerçeklere rağmen küresel ısınma yobazlığı yapmaya gönüllü bu kadar çok köşe yazarının ve gazete editörünün olması da üzücü bir gerçek. Gün geçmiyor ki gazetelerde "Küresel ısınma nedeniyle yaşadığımız bu anormal yaz sıcakları" kalıbıyla başlayan bir köşe yazısı ya da "Küresel ısınma nedeniyle kuruyan barajlarımız" safsatasıyla başlayan bir habere rastlamayalım.

Belediye Başkanları da bu hurafeden yararlanıp, suçu küresel ısınmaya atıp sıyrılıveriyorlar aradan. Sen gerekli önlemleri alma, yatırımları yapma, sonra çık su kesintilerine gerekçe olarak "küresel ısınma"yı göster. Ama haklılar vallahi, aydın geçinen köşe yazarlarının bile hurafelere boğulduğu, dahası hurafe yaymakta yarıştığı bir ülkede halk bu hurafelere haydi haydi inanır.

Sigara karşıtları RTÜK’ten destek istiyor

Geçen haftaki "Sigara karşısında RTÜK sus pus" yazımın ardından sigarayason.com kullanıcıları ortak bir eyleme imza atmışlar.

GezginRuh (gezgince.onpunto.com) lakaplı günlükçü (blogger) önayak olmuş, diğer günlükçülerle arkadaşları da desteklemiş ve Fox’taki canlı yayında sigara içme rezaleti konusunda RTÜK’ü telefon ve e.posta ile yanlarında yer almaya çağırmışlar. RTÜK’e sigaraya karşı tavır alma çağrılarını bugün de tekrarlayacaklar. Medeni bir Türkiye’de yaşamak isteyenleri de yanlarına, sigarayason.com’a bekliyorlar.
Yazının Devamını Oku

Güzel ve dahi bir bakan istiyorum

1 Ağustos 2007
Ahmet Hakan, AKP’nin "güzel ve dahi" yeni milletvekili Özlem Türköne’yi Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na layık görmüş. Bence de yakışır, böylece koca bir iktidar dönemi boyunca iş yapmayan Nimet Çubukçu’nun yeri de doğru bir isimle, üstelik hem güzel hem dahi bir kadınla doldurulmuş olur.

Görev süresi bittikten sonra, her kabineden, ismi gelecek nesillere miras kalacak kısıtlı sayıda bakan çıkar. Gerisi ise hatırlanmaz, adları tarihe gömülür.

Yayından kaldırılan Güzel ve Dahi yarışmasının kızları, eski cumhurbaşkanlarının, bakanların ismini bilmemelerinden dolayı da çokca eleştirildiler. Benim de adını, sanını anımsayamadığım bazı bakanlar var. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı, ismini bilmediğim bakanlardandı.

Gerçi bakanlığının sorumluluk alanına giren Çocuk Yurtları’ndaki rezaletlerden dolayı ismini duymuştum ama adı hafızamda tam olarak yer etmemişti. Jüri üyeliğini yaptığım Güzel ve Dahi’de, Sema Çelebi söyledi de öğrendim. Nimet Çubukçu’ymuş.

Nimet Çubukçu RTÜK’e yarışmayı yasaklatmak için büyük çaba gösterdi. Daha önce, bakanlığının sorumluluğu altındaki çocuk yurtlarındaki rezaletlerle ilgili yayın yasağı kararı aldırdığı için bu konuda deneyimliydi de.

Çubukçu programın yayınının durdurulması için RTÜK’e başvururken, programın "güzel ve aptal kadın" klişesini yeniden ürettiği iddiasını öne sürmüştü.

Güzel ve aptal kadın klişesi ne yazık ki toplumsal bazı gerçeklerden kaynaklanıyor. Kökeni çok eskilere giden bu klişenin oluşmasının nedeni medya değil. Klişenin kaynağı kadını sadece güzelliğiyle bir yerlere getirmeye müsait toplumsal mekanizmaların yüzyıllardır işlemekte oluşu.

Bu yara ancak, kadının sadece güzelliğini kullanarak başarılı olmasına olanak veren zihniyetle savaşarak iyileştirilebilir. Bu savaşın en güçlü silahı ise toplumun kendiyle alay etme yetisinin devreye girmesi.

Güzel ve Dahi, ana amacı eğlence olmasına rağmen bu yetiyi tetikleyen bir programdı. Tuttuğu ayna ile toplumun kendi halini görmesini ve kendi haliyle dalga geçmesini sağlıyordu.

Çubukçu bunu görmek yerine yarışmayı RTÜK’e yasaklatma kolaycılığını seçti.

Gerçi RTÜK Başkanı Akman, yarışmayı yayından kaldırmanın kanalın kendi kararı olduğunu söylüyor. "RTÜK programları kaldırmaz" diyen Akman program nedeniyle yayıncı kuruluşa uyarı cezası verdiklerini ancak cezasının programın yayınlanmasına engel olmadığını söylüyor.

Haklı vallahi.

Örneğin yolda yürürken önünüze biri çıksa ve silahını çekse, siz de çıkartıp cüzdanınızı verseniz, adam kendini şöyle savunamaz mı: "Sokakta önüme çıkan adamın parasını alma niyetim yoktu. Buna hakkım da yok. Ben sadece silahımı çıkartıp, üstüne doğrulttum. Adam cüzdanını bana kendi kararıyla verdi"...

Düşündürücü not: Birinci uyarının ardından iki program daha yayınlanmasına ve ikinci uyarı gelmemesine rağmen reyting ve reklam geliri rekorları kıran bir programı kanal neden yayından kaldırma kararı alsın?

Kandilli yemek sarayı

İyi restoran ekmeğinden belli olur. İlk kez gittiğiniz bir restoranda yiyeceğiniz yemeklerin lezzetini, yemekten önce sunulan ekmeklerden şaşmaz kesinlikte tahmin edebilirsiniz.

Kandilli Kız Lisesi’ne de ev sahipliği yapan Adile Sultan Sarayı’nda açılan yeni Borsa Restoran’da unutulmaz bir yemek yiyeceğimiz de, yemek öncesinde servis edilen ekmeklerden belliydi.

Restoranın işletmecisi Rasim Özkanca, nisandan beri çağırıyordu. Sözde herkesten önce, daha açılmadan denemiş olacaktım Kandilli Borsa’yı.

Sonunda açıldıktan, herkes gidip gördükten ve yazdıktan sonra ancak nasip oldu Kandilli Borsa’da yemek yemek.

Rasim Özkanca işletmeciden çok şef sıfatını hak eden bir yemek aşığı. Türkiye’nin en ünlü şefleri kimler diye soranlara cevap verirken iki elin parmağını bulmayan listeye Rasim Özkanca’yı da ekleseniz kimsenin itirazı olmaz.

En iyi ekibi bulup kuran o, malzemeleri seçip alan o, mekanı düzenleyen o, unutulmuş Türk yemeklerinin reçetelerini bulup uygulatan ve mönüyü belirleyen yine o...

Kandilli Borsa’nın mönüsü de Rasim Özkanca’nın bulup, uygulattığı Türk yemeği reçetelerinden oluşuyor. Hepsini saymaya burada satırlar yetmez.

Tek bir öneride bulunayım mönüde belirtilmeyen, tadım mönüsünü mutlaka sorun. Her iyi restoranda olduğu gibi Kandilli Borsa’da da en iyi seçim özel tadım mönüsünü seçmek. Ama mutlaka Trabzon ekmeğiyle başlayın. Başka yerde böylesini tadamazsınız.
Yazının Devamını Oku

Bilişimin Ak Aşkı-II

27 Temmuz 2007
Biz bu filmi görmüştük.<br><br>2002 seçiminden bugüne süren filmin aynısını bu seçimin ardından tekrar görmeye hazır olun. Güzide bilişim sektörümüzün güzide şirketlerinin güzide müdürleri, güzide sivil toplum kuruluşlarının güzide başkanları yine etrafta dolaşmaya başlayacaklar.

Hepsinin ağzından yine aynı lafları duymaya başlayacağız:

"AKP çok iyi, bilişime en önem veren parti".

"Tayyip Erdoğan diğerlerine benzemiyor, bilişimin önemini kavramış, vizyoner bir lider".

"AKP hükümeti bilişime ve bilişimle kalkınmaya büyük yatırım yapacak".

"Bilişimle ilgili beklenen kanunlar yolda. Hem bizi de danışma kuruluna aldılar. Ne kadar doğru yolda olduklarının kanıtı bu".

"Bill Gates Türkiye’ye gelip, Erdoğan ile görüşecekmiş. Türkiye’ye büyük yatırım yapacaklarmış".

"Telekomünikasyon sektöre serbestleşecekmiş. Serbest rekabet ortamı sağlanacakmış".

"Tüm okullar İnternet’e bağlanacakmış. Bilgisayar destekli eğitim başlayacakmış".

"Bilgisayar ve iletişimden alınan aşırı vergiler azaltılacakmış".

"Bilişim politikalarını belirleyecek bir koordinasyon kurulu kurulacakmış, biz de davetli olacakmışız".

İlk bir, iki yıl böyle geçer. Sonra konuşmalar değişmeye başlar:

"Bunlar da farklı çıkmadı. Tüm bilişim ihalelerini durdurdular. Bilişime yatırım yapmıyorlar".

"Bilişimle kalkınma dediler ama bilgisayar bile satın almıyorlar".

"Bilişimle ilgili kanunlar yasakçı çıktı. Sansürden başka bir şey bilmiyorlar".

"Bill Gates geldi de ne oldu? Okullara Microsoft ürünü satmakmış amacı".

"Telekomünkasyon Kurumu da hükümetin dümen suyunda. Serbestleşme hiç olmayacak galiba".

"Bilgisayar destekli eğitim dediler, birkaç kendilerine yakın bilgisayar şirketini ihya etmekten başka bir şey yapmadılar".

"Koordinasyon kurulu kuruldu. Ama neden sadece iki sivil toplum kuruluşunu dinliyorlar, bizim başımız kel mi?"

Evet sevgili okurlar, hazır olun geliyor. Bilişimin Ak Aşkı-II: Yakında tüm ekranlarda...
Yazının Devamını Oku

Yılın Adamı: Orijinal-Türkçe altyazılı

27 Temmuz 2007
Seçim sonuçlarının bu denli şaşırtıcı çıkması, geçen yıl izlediğim bir Hollywood filmini çağrıştırdı bana. "Man of the Year" (satın almak için: tinyurl.com/2459rb), Türkiye’de de "Yılın Başkanı" (Türkiye’de DVD’si çıkmadı henüz) adıyla vizyona girmişti.

Filmin kahramanı Tom Dobbs (Robin Williams) zaman zaman politikacıları da iğneleyen bir TV komedyenidir. Bir gün stüdyodaki seyircilerden biri Dobbs’a yaklaşan ABD Başkanlık seçimlerinde adaylığını koymasını önerir. Dobss da öneriyi benimser ve yarı şaka yarı ciddi adaylığını açıklar.

Öte yandan bu seçimlerde ABD’de ilk kez yeni bir bilgisayar sistemi kullanılacaktır. Oyların daha hızlı sayılmasını ve sonuçların daha çabuk alınmasını sağlayacak bu sistem Delacroy isimli bir bilgisayar şirketince geliştirilmiştir. Ne var ki, bilgisayar yazılımında bir hata vardır. Ancak seçimler yaklaştığından hatayı düzeltmek için zaman kalmamıştır. Bilgisayar şirketinin hırslı yöneticileri hatayı herkesten gizlerler.

Seçimlerden önce yapılan kamuoyu yoklamalarında Dobbs’un oy oranı düşük gözükmektedir. Kimse Dobbs’a şans vermemektedir.

Seçimler yapılır ve eyaletlerden sonuçlar gelmeye başlar. Kırsal kesimden gelen ilk sonuçlar şaşırtıcıdır. Dobss’un Virginia’da, Kuzey Karolayna’da kazandığını gösteren sonuçlara herkes şaşırır ama büyük eyaletlerden farklı sonuçlar geleceğini düşünürler. Ancak Kaliforniya’dan, New York’tan, Teksas’dan gelen sonuçlar da farklı değildir. Dobss büyük şehirlerde de öndedir ve ABD Başkanı seçilir.

Tüm dünya gibi Dobbs ve ekibi de şaşkınlık içindedir. Tek şaşkın olmayan kişi Delacroy’da çalışan ve sistemdeki hatayı bilen Eleanor’dur. Dobbs’un ismindeki çift "b"nin bilgisayar sistemini yanılttığını ve oylarını yüksek saydığını uzun uğraşlardan sonra ulaştığı Dobbs’a anlatır.

Dobbs ikilemde kalır. Her şeyi gizleyip ABD Başkanı olmak elindedir. Öte yandan vicdanı dürüst olmasını, gerçeği bir basın toplatısıyla açıklamasını fısıldamaktadır. Sonunda kararını verir...

Türkiye’nin kahramanı Tayyip Erdoğan İmam Hatip mezunu bir futbolcudur. Herkesin bildiği süreçlerden geçerek önce İstanbul Belediye Başkanı olur, sonra da Başbakan. Adı Cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçerken, meclis fesholur ve erken seçim kararı alınır.

Bu seçimlerde Türkiye’de ilk kez yeni bir bilgisayar sistemi kullanılacaktır. Oyların daha hızlı sayılmasını sağlayacak Seç-Sis isimli bu sistem Sun Microsystems sunucuları, Java yazılım teknolojisi ve Oracle veritabanı kullanılarak Havelsan tarafından geliştirilmiştir. Sistemde bilinen bir hata yoktur.

Yapılan kamuoyu yoklamalarının biri hariç tümü, Tayyip Erdoğan’ın seçimde kan kaybedeceğini göstermektedir.

Seçimler yapılır ve şehirlerden sonuçlar gelmeye başlar. Tayyip Erdoğan seçimden beklenmedik yükseklikte bir oy oranıyla galip çıkmıştır.

Tüm dünya gibi isminde çift "y" olan Tayyip Erdoğan ve ekibi de şaşkınlık içindedir. İki hikaye arasındaki paralellik de bu noktada bitiyor.

Türkiye’deki bilgisayar sisteminin geliştiricileri Havelsan, Sun Microsystems ve Oracle, kaliteli işleri ve güvenilir çözümleriyle tanınan şirketler. Türkiye’deki sistemde bir hata olma olasılığı yok denecek kadar düşük.

Komplo teorilerine asla yüz vermemişimdir. Hiçbirine inanmam, deli saçması bulurum. İki hikaye arasındaki paralellik, Tarhan Erdem’in tahminleri ile seçim sonuçları arasındaki paralellik kadar şaşırtıcı olduğu için ilginç geldi, paylaşayım dedim. Maruzatım bundan ibarettir.

Güzel ve dahi mecliste

Sabah’ın yalancısıyım; AKP’den milletvekili seçilen Osman Yağmurdereli ilk demecini "magazine çekidüzen vereceğim" diye vermiş.

Aman dikkat Sevgili Yağmurdereli. Sevilen kişiliğiniz ve başarılı sanatçılığınızla mecliste sizi bekleyen çok daha önemli konular var.

Milletvekilliğinizi magazinle uğraşmaya harcarsanız, kendisinin magazinci olmasına bakmadan sürekli magazincileri aşağılayan Okan Bayülgen’e, ciddi yazılar yazmaya soyunup ikide bir magazin yazan Engin Ardıç’a dönersiniz sonra.

"Kimin kiminle flört ettiği kimseyi ilgilendirmiyor" demişsiniz.

Okan Bayülgen de reytingde geçildi diye kıskançlık krizine girmiş ve "Güzel ve Dahi"yi seyredenleri, yani düne kadar memnun olduğu kendi seyircilerini suçlamıştı.

Kimin kimle flört ettiği kimseyi ilgilendirmiyorsa kim seyrediyor bu programları, kim okuyor bu haberleri? Magazinle uğraşmaktansa, insanları kimin kiminle flört ettiğiyle ilgilenmeyecek seviyeye getirecek eğitim politikalarına odaklanın.
Yazının Devamını Oku

Sicilya mafyayla değil yiyecekleriyle anılacak

25 Temmuz 2007
Geçen hafta Sicilya’da çok enteresan bir gurme festivaline katıldım. Enteresanlığından kastım denediğimiz şarapların nefaseti ya da tattığımız yemeklerin lezzeti değil.

Evet doğru, birbirinden güzel şaraplar içip, birbirinden leziz zeytinyağları, birbirinden güzel salamlar da tattık ama festivalin en enteresan yanı küçük bir Sicilya kasabasında yapılması ve şeref konuklarının bizim küçük Türk ekibimizden ibaret olmasıydı.

Festival Sicilya’nın Güneybatı’sında tarihi küçük şehir Agrigento’nun yakınlarındaki kasaba Siculiana’da yapıldı. Ev sahibimiz restoran ve otellere başta kaliteli şarap olmak üzere çeşitli yiyecek-içecek ürünleri temin eden BabilWines’dan Cemal Palan’dı. 15 kadar yerel üretici, gurur duydukları ürünlerini festivalin onur konuğu olan BabilWines’ın konukları olan bizlere beğendirme yarışındalardı.

Sicilya şarapları son yıllarda iyi yol almış. Sicilya bölgesinin tipik şaraplık üzümü Nero D’avola’nın iyi örnekleri grubumuzun ortak beğenisini kazandı. Sicilya buğdayından üretilen makarnalar, domates bazlı soslar ve taze meyva reçelleri de güzeldi. Festivalde sunulan ürünler arasında en beğendiklerim ise Sicilya zeytinyağları arasından çıktı.

Ama en etkileyici olanı, Sicilya’nın ücra sayılabilecek küçük bir kasabasının, yöresel ürünlerini tanıtmak amacıyla böylesi bir festival düzenliyor oluşuydu.

İtalya, diğer bazı başka sektörlerde olduğu gibi yiyecek-içecekte de başarısını ürün kalitesinin yanı sıra pazarlama ve ambalajdaki becerisine borçlu. Festivalde, İtalya’nın en geri kalmış bölgesi olan Sicilya’nın da bu formülü keşfettiğine tanık olduk.

Kaliteli üretim yapmakla yetinmemişler. Bunları en çekici şekilde paketlemişler ve bununla da yetinmeyip en etkili şekilde pazarlamanın yollarını aramaya koyulmuşlar.

Darısı Türkiye’nin ve Türk yerel üreticilerinin başına... Medeniyet köyden şehre göç etmekle olmuyor, köylülerin kendi köylerinde kentlileşmesiyle geliyor.

Sigara karşısında RTÜK sus pus

Sudan sebepleri bahane bilip TV kanalları karşısında arslan kesilen RTÜK, canlı yayında sigara içilmesine göz yuman, hatta teşvik eden Fox TV karşısında şimdilik sus pus.

Üzerinden neredeyse iki haftaya yakın zaman geçti. Cenk Eren, Fox TV’de katıldığı Dobra Dobra isimli programda, hem de canlı yayında, hem de yasak olduğunu bildiğini söyleyerek sigara içti. Dahası sigara yasağına rağmen sigara içilmesi program konukları arasında alay konusu edildi. İşin daha da ilginci dünyanın tüm medeni ülkelerinde kıyamet kopmasına yol açacak bu utanç verici skandala, gazetelerimiz takip edebildiğim kadarıyla ufak bir yer bile vermediler.

Bakalım RTÜK ne yapacak?

iPhone İstanbul’u Bizans yaptı

Sevgili dostum Sinan Oymacı, ABD’den Apple iPhone getirtmiş.

Hani şu Türkiye’de satılmamasına rağmen, Time’a konu olduğu için Türk gazetelerinde de bolca adı geçen havalı cep telefonundan.

AT&T dışındaki operatörlerde çalışmaması sorununu da AT&T kartı alıp, uluslarası dolaşımdan yararlanarak çözmüş.

Kendisi itiraf etmiyor tabii ama iyi fiyaka yaptığından eminim.

Neyse, yazı konusu etmemin nedeni başka tabii. Sevgili Sinan, iPhone’un özelliklerinden yararlanmaya kalkışıp, İstanbul’un hava durumuna bakmaya kalkışınca şaşakalmış.

İstanbul diye yazıp sorgulatmış, hava tahmini karşısına "Byzantium" diye gelmiş. O İstanbul diye yazıyor, iPhone hemen "Byzatium" diye düzeltiyor.

Apple ve Yahoo bir olmuş, ABD’li kullanıcılara İstanbul’un adı "İstanbul" değil, "Byzantium"dur diye öğretelim demişler. Bize de tasası düşmüş.
Yazının Devamını Oku