Yaşar Aksoy

Hadi, tekne alıp Bodrum’a gidelim

12 Temmuz 2009
Halikarnas Balıkçısı’nın oğlu Suat Kabaağaçlı, son günlerinde yeniden Bodrum’a kavuşmak istiyordu.. HAYALİMDE hep bir ada yaşatmışımdır.. Adı Halikarnas olan bu adaya yüzerek ulaşmayı isterim.. Saatlerce kulaç atarak çıktığımız bu adaya, benden daha iyi yüzen atletik vücutlu ve sportmen Suat ağabeyin ardından çıkmayı tercih etmişimdir..

Suat abi deyip geçmeyin.. Göztepe sahillerinin en unutulmaz yelkencilerinden biriydi.. Sırım gibi güneşten kavrulmuş bir esmer gövde ve o gövdeye çok yakışan kapkara saçlı bir Akdenizli yüzü..

Suat ağabeyin devasa geniş kulaçlarının hemen ardından inatçı kısa kulaçlarla kumsala birkaç dakika geç varsam da olurdu.. Yeter ki, bizi sahilde ihtiyar balıkçı karşılasın ve kucaklasın isterdim..

Kumsalda bizi bekleyen Halikarnas Balıkçısı’nı yaşarken hiç tanımamıştım, ama hiç olmazsa hayalimde onunla karşılaşmayı çok isterdim. Ama mutlaka yanımızda oğlu, sevgili Suat abim olmalıydı.

YÜZYILLARIN SESİ

İşte o adaya vardığımızda, güneşin dönmesi durmalıydı.. Dalgalar sönmeli, martılar uçmaktan vazgeçmeli, kandiller yanmamalıydı.. Gitar susmalıydı.. Kum saati kürek çekmekten bıkmalıydı..

Yanlızca adanın üzerinde asılı duran gümüşi ay, pırıl pırıl parlamalıydı.. Başlayacak şölene hazır olduğunu tüm uzaya ilan etmeliydi.. İhtiyar balıkçı ile birlikte, kumsalın kıyısındaki bir sofraya oturmalıydık.. Yalnızca serin şarabımız ve ıslak rokamız olmalıydı.. Zaman sanki sonsuza kadar durmuş olmalıydı.. İhtiyar balıkçı anlatmaya başlamalıydı.. Bir varmış bir yokmuş..

Eski çağlardan tanrılar alemine, unutulmaz aşklardan kahramanca savaşlara kadar, hep ama hep anlatmalıydı.. Suat abim ile birlikte ağzımız bir karış açık, yüzyıllar boyunca onu dinlemeliydik.. Kumlardaki ayak izlerimiz öylece o adanın kıyılarında donup kalmalıydı..

(Bu hayalimi, 1998 yılında yayınlanan "Meserret Serçesi" isimli şiir kitabımda yayınlanan ve Suat Kabaağaçlı’ya ithaf ettiğim "İhtiyar Balıkçı" şiirimle kağıda dökmüştüm.).

SON ARZUSU

Geçtiğimiz hafta ebediyete uğurladığımız Suat Kabaağaçlı’nın cenazesinde, ablası İsmet Noonan, büyük hastalıkların amansız acıları içinde kıvranan Suat ağabeyin son günlerinde, "Bir tekne alıp Bodrum’a gidelim" diye ısrarcı olduğunu söylediğinde içim sızım sızım sızladı..

Suat abi, son günlerinde tekne ile yine gezmekten söz açarken, erişilmez bir uzaklıkta kalan geçmişi özlüyordu şüphesiz ki..

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in 27 Mayıs 1937’de Bodrum’da doğan karaoğlanı, son arzu olarak doğal ki, Bodrum’u düşleyecekti.. O efsanevi adaya bir tekne ile ulaşıp, yeniden oradan Aganta deyip Karaada’ya doğru yelken açmak isteyecekti.. Bu son arzu, mavi yolcuların aynı zamanda ilk arzularıydı.. Değil mi?..

USTA YELKENCİ

Halikarnas Balıkçısı ile Hatice’nin oğlu, Sina, İsmet ve Aliye’nin kardeşi, büyük aşkı Işıl’ın eşi, Sibel, Derya ve Tuba’nın babası, Ege ile Cevat Ata’nın biricik dedesi, Haluk Önce ve John Noonan’ın kayınbiraderi, Cevat, Gürcan, Kuki, Dodo, Murat ve Sisi’nin dayıları Suat Kabaağaçlı’yı, ne yazık ki 30 Haziran 2009 günü ebediyete uğurladık.

Amansız hastalığın tahribi ile nihayet son nefesini veren Suat ağabeyimin, Hatay Nokta Durağı Kilise Camii’nde kılınan cenaze namazında onu sevenler buluştu. Sağlığında bana hep sözünü ettiği yakın arkadaşı Arap Muzaffer (Kayıhan), Suat Kabaağaçlı’nın ne kadar usta bir yelken sporcusu olduğunu anlattıktan sonra, eski Mez gazinosunda şahit olduğu Halikarnas Balıkçısı ile Nurullah Ataç’ın felsefe ve edebiyat tartışmalarını o sevimli üslubu ile kulağıma fısıldadı. Balıkçı’nın "Mavi Sürgün" kitabını "Aganta" diye imzalayarak verdiği anı hislenerek nakletti.

Suat ağabeyin çok, ama çok sevdiği torunu, Sibel ile Metin Savaş kardeşimin evladı Ege’nin, dedesinin ardından döktüğü gözyaşlarını izledikçe ben de ağladım. Ege’cik eline aldığı bir Kuran-ı Kerim ile dedesinin başucunda herhangi bir sayfayı açıp Türkçe okurken hislenmemek elde değildi..

Suat ağabeyi, Buca Kaynaklar’da sevgili eşi Işıl ile kayınvalidesi Rukiye Kızılgök’ün yanına teslim ettik.. Böylece bir büyük dostumu daha, en son kalan sırdaşımı da sonsuza kaptırmış oldum.. Artık o kadar yalnızlaştık ki.. Bir tekne bulup Bodrum’a gitmeye kalksak, teknenin içi bomboş olacak..

BENİ YARATAN KİŞİ

Suat Kabaağaçlı’ya sarılırken, sanki Halikarnas Balıkçısı’na sarıldığımı sanırdım.. Onu hiç tanımamıştım, ama beni yaratan adamdı.. Onun eserleriyle büyümüş, onun fikirleriyle gönlüm coşmuş, onun ilkeleriyle Anadolu’ya, halkıma, toprağıma ve çevreme cesurca bakmıştım.. Eğer Halikarnas Balıkçısı’nı fark etmemiş olsaydım, bağnaz bir şoven veya ruhsuz bir devlet-millet-ülke düşmanı olabilirdim.. Tam tersine hiçbiri olmadım, yurtsever oldum!.. Bunun en birinci yaratıcısı, Mustafa Kemal Paşa’dan sonra Halikarnas Balıkçısı olmuştur.. Ona çok şey borçlu değil miyim?..

HALK ÇOCUĞU

Yine Suat Kabaağaçlı, torunumu kucağına aldığı zaman, Halikarnas Balıkçısı’nın torunum Adilcan’ı kucağına aldığını sanırdım. Nasıl bir tarifsiz keyif yaşardım anlatamam.. Çünkü, Suat abi ile Halikarnas Balıkçısı’nı, zaman zaman aynı kişi sanırdım..

Suat abi, yazar değildi.. Edebiyat ve entelektüel çevrelere katılmayan bir aile babasıydı.. Hiç öne çıkmazdı. Hayatı boyunca çalışıp çabalamış evlatlarının iyi yaşaması için emek harcamıştı.. Ama özel yaşamında tıpkı Halikarnas Balıkçısı gibi içinde engin deryaları, sonsuz mavilikleri, bitmez tükenmez serüvenleri ve caaanım Anadolu’nun tüm tarihi güzelliklerini barındıran bir halk çocuğuydu.. Tıpkı babası gibi mütevazi ve yardımseverdi..

Onu kaybettik. Biliyorum.. Bu yazım çok kişisel bir yazı oldu.. Ne yapayım?.. Yıllar boyu vatan-millet için kalem oynattım, artık bir kere de kendim için yazdım, beni affedin.. Çünkü en yakın dostumu, sırdaşımı kaybettim.. Bundan sonra, işim bitik yani anlayacağınız.. Kimsem kalmadı..

Özlemin ve aşkın simgesi efsanevi Bodrum

Antik çağlardan günümüze efsanevi bir ölümsüz şehir kimliği ile kavimleri, her türden insanı büyülemiş olan "Bodrum", özlemle anılan bir aşk şehri olarak her döneme damgasını vurmuştur. Herkes ona kavuşmak için can atar.. Hala büyü devam eder gider. Modern zamanlarda Bodrum aşkının yaratıcısı olarak tarihe geçen "Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı"nın kendisi de efsanevi bir yazar olarak ün yaptı.

Suat Kabaağaçlı Denize aşıktı

Halikarnas Balıkçısı’nın oğlu Suat, Bodrum’un maviliklerinde doğmuş, İzmir’in Göztepe sahillerinde komple bir yelkenci olarak ün yapmıştı. Hatay semtindeki evinde en sevdiği yer, ressam Nurettin Ergüven’in yelkenliler tablosunun bulunduğu köşeydi..

İHTİYAR BALIKÇI

(Suat Kabaağaçlı’ya)

bir ada olsa

ve ihtiyar bir balıkçı kumsalında

dalgalar dursa ve martılar uçmasa

kandil yanmasa ve gitar çalmasa

bıksa kürek çekmekten kum saati

dursa güneşin dönmesi

ay, her şeye inat çılgınca parlasa

yalnızca ikimiz vursak sahile

*

o ada halikarnas olsa

şarap serin

roka ıslak

sofra üç kişilik olsa

ihtiyar balıkçı anlatsa geceler boyu

bir varmış bir yokmuş

zaman sonsuza kadar dursa

kumlarda ayak izleri öylece kalsa..

Yaşar Aksoy

("Meserret Serçesi" kitabından-1998)

Unutulmaz hatıralar.. Tatlı yıllar..

1991 yılında Karşıyaka Temizocak Sanat Galerisi’nde açtığım "Halikarnas Balıkçısı Belgeseli" sergisindeyiz. Ayaktakiler: Yılmaz ve Ayla Temizocak, Halikarnas Balıkçısı’nın evlatları İsmet Noonan, Suat Kabaağaçlı, Aliye Önce, damadı Haluk Önce, gelini Işıl Kabaağaçlı ve Yalçın Temizocak. Oturanlar: İsmet Hanım’ın kızı Deniz (Dodo), Suat Bey’in oğlu Derya, Yaşar Aksoy ve sevimli ve eşsiz ablamız Dr.Ayşe Mayda.. Ne unutulmaz, ne tatlı günlerdi..
Yazının Devamını Oku

Ferit Dede’nin Şifa Eczanesi

5 Temmuz 2009
Rahmetli annem, "Aç bakayım ağzını.. Bak, Ferit Dede’n verdi.. Sana iyi gelecek.. Pehlivan gibi olacaksın" deyip, çabucak ağzıma bir kaşık balıkyağını boşaltıverirdi. İnanır mısınız?.. Nasıl da kötü kokardı Norveç balıkyağı.. İçim bulanırdı..

Tam 60 yıl önceydi.. 1948.. 49.. 50.. 51 yıllarıydı.. Annem üzerime titrerdi. Ne yapsın?.. Sekiz ağabeyim ve ablam benden önce ölmüştü. Kimi defalarca düşükte yok olmuş, kimi birkaç dakika, kimi bir saat, kimi bir gün yaşamıştı.

Tarih öğretmeni annem 40 yaşını aşarken son kez bana hamile kalmıştı. "Hocanım doğuramazsın, bağların tutmaz, ölürsün" demişti İzmir’in doğum doktorları.. Ama annem inat etmişti, direnmişti. Milli Eğitim’den izin almış, 8 ay sırtüstü yatmış ve bana hamileyken ismimi "Yaşar" koymuştu..

ONUN İLAÇLARI

Annem üzerime titrerdi, güçlükle doğurduğu bana büyük aşk beslerdi.. Her an ölecekmişim gibi gözü hep üstümdeydi. İki haftada bir Şifa Eczanesi’ne gider, Ferit Dede’ye görünürdük.

Karşıyaka’dan vapura binerdik. Püfür püfür imbat içimizi okşardı. Elele tutuşur vapurdan inerdik.. Saat Kulesi.. Hükümet Konağı.. Kemeraltı derken Şifa Eczanesi’nin kapısından adımımızı içeri atardık. Eczaneydi ama üst katında Ferit Dede’ye bağlı doktorlar hasta bakarlardı. Tezgah başında havanlarda hep eczaları döven amcalar vardı. Ceviz camlı dolaplara, porselen ecza kavanozlarına hayran hayran bakardım.

Ferit Dede, beni avuçları ile kucaklar, ince kemiklerimi kontrol eder, ateşime bakar, dilimi ve hep şişen bademciklerimi inceler, baskülde tartar, boyumu ölçer ve sonra anneme dönüp:

"- Hocanım, balıkyağına devam!.." derdi..

Ferit Dede’nin ağzından "Kalsiyum iğneleri de gerekir" cümlesi de çıkacak diye ödüm kopardı. Ahh bilseniz, Ferit Dede’nin kabadan vurulan kalsiyum iğneleri nasıl da canımı yakardı.. Şırıl şırıl ağlardım..

Böylece dört yaşından sonra irileşmeye başladım. Şifa Eczanesi’nin balıkyağları.. Şifa vitamin hapları.. Ferit kuvvet şurupları.. Kalsiyum iğneleri.. Çeşitli aşılar.. Ve Ferit Dede’nin o hep gülümseyen aziz yüzü..

BALIKYAĞININ TADI DİLİMDE

Ölecek diye beklenen çocuk ne oldu biliyor musunuz?.. Beş yaşına gelince Fuar-Kültürpark’ta düzenlenen 23 Nisan Çocuk Balosu’nda tüm okulların katılımıyla yapılan ’Gürbüz Çocuk Yarışması’nda birinci oldum.. Hem de 3 yıl daha, arka arkaya hep birinci oldum..

Bu Gürbüz Çocuk yarışması şişman ve obez çocuklar için değildi. Boyu, kilosu, kemik ve et yoğunluğu yaşına göre belli ölçüler içinde dengeli olan, kuvvetli ve dinamik çocuklar katılırdı yarışmaya..

Birinci geldikten sonra gider, Ferit Dede’nin elini öperdik.. Şifa Eczanesi’ni ve içindeki uzun boylu, nur yüzlü, hep gülücükler saçan Ferit Dede’yi nasıl unuturum?.. O balıkyağlarının tadı şu an hala dilimde.. Ama bu kez acı değil.. Şeker gibi, lokum gibi tatlı bir his var dilimin ucunda..

KİTAP YAZIYORUM

Kısmet işte.. Ne nedir?

Yıllar geçti.. Bir gün Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın, yani Ferit Dede’nin hayatını yazmak bana kısmet oldu. 1986’da Dr.Nejat Eczacıbaşı Vakfı’nın yayınladığı "Bir Kent-Bir İnsan, İzmir’in Son Yüzyılı, Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın Yaşamı ve Anıları" isimli kitabı 2 yıl araştırıp kaleme aldım.

Kitap yayınlanınca Kemeraltı’ndaki bir kitapçıdan satın alıp koşa koşa vapura yetiştim ve Karşıyaka’daki evimize ulaştım. Kitabı annemin kucağına bıraktım. Annem gözlüğünü taktı, uzun uzun kitabı inceledi. Ne söyleyecek diye kalbim küt küt atıyordu. Sonra bana dönüp, "Ferit Deden kimbilir ne mutlu olmuştur, seninle gurur duymuştur" dedi. Bu aferin cümlesi bana yetip de arttı.

Şimdi 62 yaşındayım.. Ailemden kimse kalmadı. İnanır mısınız, ne zaman eski İzmir’i, Kemeraltı’nı, Ferit Dede’yi, ailemi özlesem "Bir Kent Bir İnsan" kitabının sayfaları arasında kendimi kaybederim. Bu kitap dolayısıyla gözümün önünden bazı portreler geçiyor şimdi.. Rahmetli Dr.Nejat Eczacıbaşı.. Ağabeyim Şakir Eczacıbaşı.. Çok özlediğim rahmetli Kemal Eczacıbaşı.. Can dostum rahmetli Bilgin Peremeci.. Kitabın yazılması için beni öneren sevgili dostum Emre Kongar.. Ve aziz ağabeyim, kitabımın editör-mimarı Ali Gevgilili.. Hepsine sonsuz şükran borcum var..

İZMİR SİMGESİ

Süleyman Ferit Eczacıbaşı, İzmir’in tıp tarihinde, sosyal yaşamında, hayırseverlikte, hemşehri kaynaşmasında bir eşsiz semboldür. Şifa Eczanesi, bu aziz kişinin her eylemini, girişimini oluşturan mübarek çatının ismidir.

Şifa Eczanesi, nur yüzlü, hep gülümseyen sahibi "Ferit Dede" sayesinde, benim gibi onbinlerce-yüzbinlerce İzmirlinin çocukluk hatıralarında baş köşeye yerleşmiştir.

Geçen hafta, İzmir’imizin en önemli tıp, tarih ve hayırseverlik portreleri arasında mümtaz bir yeri olan Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın sembol olmuş Şifa Eczanesi ile Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’in buluşmasının mutluluğu içinde olduk.. Çok seçkin bir törenle fakültede hayata geçirilen Ferit Dede’nin sevimli eczanesi geçmişten geri getirilip, geleceğe, yani genç kuşaklara emanet edildi.

ANLAMLI TÖREN

Saygıdeğer Dekan Prof.Dr.Varol Pabuççuoğlu öncülüğündeki Eczacılık Fakültesi’nin çok kibar çalışanlarıyla Bülent Eczacıbaşı yönetiminde İstanbul’dan gelen Eczacıbaşı Holding’in,örneğin Suphi Ayvaz dostumuz gibi, her zamanki seçkin yönetici ve çalışanları, "Şifa Eczanesi" çatısı altında buluştu.

Sayın Varol Pabuççuoğlu, sayın Bülent Eczacıbaşı ve çok veciz konuşan Ege Üniversitesi Rektörü Candeğer Yılmaz, görüşleriyle töreni onurlandırdı. Ben de Ferit Dede anılarımı anlattım.

Ferit Dede’mizin "Şifa Eczanesi" bundan böyle üniversite çatısı altında binlerce öğrenciyle buluşacak, içinden güzide Eczacıbaşı Topluluğu’nu doğurmuş bir tarih, tıp, bilim ve sanat öyküsü olarak hep anılacak.. Gidip gezebiliriz..

İzmir’in simgesi Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın ünlü eczanesi genç kuşaklara emanet edildi.

İzmir’in simgesi Ferit Dede

Osmanlı’dan cumhuriyete, İzmir’in yakın tarihinde derin izler bırakmış olan büyük hayırsever Süleyman Ferit Eczacıbaşı, şehir çocuklarının "Ferit Dede"si idi..

Gürbüz Çocuk birincisi

Şifa Eczanesi’nin şifa veren ilaçları sayesinde güçlenip, Gürbüz Çocuk Yarışması birincisi olduğum 1952 yılında, annem Tarih öğretmeni Zehra Aksoy ile birlikteyiz.

Tarihi ortamda buluşma

Şifa Eczanesi’nde buluşanlar: Yaşar Aksoy, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Varol Pabuççuoğlu, merhum Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın torunu ve İzmir Kültür ve Sanat Vakfı (İKSEV) Başkanı Filiz Sarper Eczacıbaşı, Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın torunu ve Eczacıbaşı Holding Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz.. (Fotoğraflar: Cesur Sert)

Şifa Eczanesi Müzesi

Eczacılık Fakültesi’nin dekanlık koridorunda yeniden kurulan Şifa Eczanesi, tarihi geçmişini ilginç biçimde yansıtmakta.
Yazının Devamını Oku

Foça’dan Marsilya’ya zamanda yolculuk..

21 Haziran 2009
360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği"nin ütopyası gerçek oldu.. FRANSA’da kutlanacak olan "Türk Yılı" dolayısıyla 2 Mayıs’ta Foça’dan sembolik olarak hareket eden, ancak tüm hazırlıklarını ve formaliteleri tamamladıktan sonra 14 Haziran’da Çeşme’den gerçek olarak Akdeniz’e doğru "yelkenler fora" diyen yelkenli ve kürekli "Kybele" teknesi, antik çağdaki Foça (Phokai) denizcilerinin MÖ 600 yıllarında izlediği yolu tekrarlayarak Marsilya’ya 1 Temmuz’da ulaşmayı hedefliyor. 2600 yıl önceki arkeolojik verilere dayanılarak Urla’da inşa edilen teknenin mürettebatını, Mualla-Osman Erkurt çiftinin önderliğinde 2004’te arkeologlar, tarihçiler, denizciler, mühendisler, tekne ustaları ve deniz sevdalılarıyla Urla’da kurulan 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği gönüllüleri oluşturuyor..

TÜRK YILI

2 Mayıs’ta Foça Yeni Plaj’daki sembolik uğurlamada, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Bernard Emie, ailesi 300 yıl önce Marsilya’dan İzmir’e gelmiş olan projenin ana sponsoru Arkas Holding Başkanı Lucien Arkas, Foça Kaymakamı Kamil Köten, Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, İzmir Vali Yardımcısı Haluk Tunçsu, teknede kürek çekerek çok anlamlı bir birliktelik sergilemişlerdi.

Bernard Emie, "Fransa’daki Türk Yılı için bu gemiden daha güzel ne gönderilebilirdi?.. Tarihi ve canlı bağları bu gemiden daha güzel ne simgeleyebilirdi?.. Türkiye ile Fransa 1 Temmuz 2009 ile 31 Mart 2010 tarihleri arasında buluşuyor" diyerek, Kybele gemisinin antik çağdan günümüze uzanan "zaman elçiliğini" pek güzel vurguladı.

ZAMANDA YOLCULUK

Ege ve Akdeniz ortak kültürünün kaynaklarının ortaya çıkarılmasıyla insancıl tarih bilincinin yaratılması, Ege kökenli Avrupa kentlerinin tarihsel altyapısının aydınlatılması, İzmir ve civarının antik çağdan günümüze ticari öneminin yeniden vurgulanması, Akdeniz’deki barış çabalarının genişletilmesi ve Türkiye’nin Fransa’da etkin tanıtılması gibi önemli amaçları olan bu girişim, yarattığı "zamanda yolculuk" etkinliği ile de evrensel bir "yeniden canlandırma" projesi olarak önem kazanmaktadır. 19 metre boyunca, 4.5 metre enindeki gemi, 20 kürekli, 30 civarındaki kürekçiyle, sıhhi ihtiyaçlar için gerekli bir motorlu teknenin eşliğinde 1700 deniz mili giderek, Fransa’da Türk Yılı’nın başlangıç tarihi olan 1 Temmuz’da Marsilya’da olacak. Bu olay, ülkemiz için önemli bir tanıtım atılımıdır.

Gemi, yolculuk sonunda nehir yoluyla 29 Ekim’de Paris’e gidecek. Daha sonra Tuna Nehri’nden Osmanlı’nın izlerinin peşinde sekiz Avrupa ülkesini, Almanya, Avusturya, Macaristan, Hırvatistan, Slovakya, Slovenya ve Romanya’yı geçerek Karadeniz’e çıkacak ve İstanbul 2010 Kültür Başkenti etkinliklerine katılacak. Ne güzel değil mi?.. Bu projeyi düşünen ve yaratan Mualla ve Osman Erkurt çiftini gönülden kutluyorum. 16 Eylül 1990 tarihli Yeni Asır’da yine "Ege’de Zaman" köşemde yazdığım, "Biliyor musunuz, Foçalılar Marsilya’nın atası!" başlıklı yazımla, harita basarak bu yolculuğu ütopya olarak önermiştim. Hayret birileri, 19 yıl sonra bunu başarıyor.. Sevincim sonsuz..

UĞURLAMA SONRASI

"Kybele" teknesini, 7 Haziran akşamüstü saatlerinde Çeşme limanından Dondurmacı Hüseyin ile uğurladım. Sonra Hüseyin ile Pizzacı Mehmet Yüce’nin sahildeki mekanına tüneyip demli çaylarımızı yudumladık. Gözümle Kybele’nin Sakız açıklarında kaybolmasını izledim.

Az sonra Egeli dağcılık derneklerinin önderlerinden usta dağcı Akın Özçekirge ile eşi İco yanıma geldi. Çayları tazeledik.. Dağcı Akın hemen, Kybele teknesindekileri küçümsedi:

- Denizden tekneyle Marsilya’ya babam da gider. Ben yıllarca Marsilya’da dışişleri görevlisi olarak çalıştım. Anadolu dağlarından yola çıkıp dağdan dağa Marsilya’ya kadar gitmeyi hep düşledim.. Onu yapsınlar da, ben onları göreyim bakayım" demez mi?..

Şaştım kaldım!...

Bu yazımı yazarken Atina yakınındaki "Egine Adası"na geldiler

7 Haziran’da Çeşme’den hareket eden "Kybele" teknesi, Ege Denizi’ne doğru yelken açmıştı. Bu yazımı yazdığım 16 Haziran’da tekne, Atina’ya en yakın "Kea Adası"nda büyük bir fırtınanın geçmesini bekliyordu. Siz bu yazıyı okurken, Egine Adası’na ulaşacaklar, 23 Haziran’da ise, Korint kanalını geçecekler.. 2600 yıl öncesinin koşullarına göre hazırlanmış "Kybele" teknesinin Çeşme Kalesi’nin önüne ne kadar yakıştığını sizlere Armağan’ın objektifi sunsun.. (Fotoğraf: Armağan Durkan)

Tarihi diriltenler

Foça-Marsilya Projesi destekçileri arasında 360 Derece Tarih Araştırma Grubu’nun Onursal Başkanı Prof. Hayat Erkanal ile TİNA (Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı) Başkanı Oğuz Aydemir bulunuyor.

Projenin yaratıcıları

"360 Derece Tarih Araştırma Derneği"nin yaratıcıları Mualla ve Osman Erkurt çifti, etkinliğin planlamasından eylemine kadar her aşamada seçkin bir önderlik yürütüyorlar. (Fotoğraf: Yaşar Aksoy)

Zaman Tüneli’ndeki mürettebat

Çoğu gençlerden oluşan "Kybele"nin mürettebatı yaşamlarının en ilginç deneyimini gerçekleştirdiklerini söylediler. Mürettebat içinde İzmirli arkadaşımız Selva Egeli ile Zait Ünaldı kardeşimin üniversiteli kızı Ece Ünaldı da bulunmakta.

Antik çağda Foça denizcilerinden notlar

Fransa’nın ünlü liman kenti Marsilya’yı, Pers (İran) ordularından kaçıp Akdeniz’i boydan boya geçerek Güney Fransa’ya ulaşan denizcilikte çok usta Phokaia’liler (Foçalılar) kurmuştur. Foça’nın simgesi horoz, bugün Marsilya’nın, hatta tüm Fransa’nın simgesidir. Marsilya’dan hala Fransız kamuoyunda "La Ville Phoceenne" yani "Foçalı Şehir" olarak söz edilir. Marsilya Limanı’nda bulunan bir pirinç plakada, "Bu şehir, M.Ö. 600 yılında Anadolu’dan gelen Phokaia’lılar tarafından kurulmuştur" diye bir yazı vardır.

Foça körfezinin ağzındaki adacıklar, uzaktan bakılınca denize uzanmış fok balıklarına benzetilir. Bu yüzden antik çağda bu kenti inşa edenler, bu adacıkların görüntüsü sebebiyle kente, Phokaia (Fok balığı vatanı/ kenti) demişlerdir.

DENİZCİ KAVİM

12 site-şehirden meydana gelen İyonya Birliği üyesi olan Phokaia kenti, M.Ö. 8. yüzyılda kuruldu. Anadolu’nun en eski yerleşik halkları olan Kyme, Erythrai ve Teos kentlerinden gelen İyonyalıların kaynaşarak birlikte yükselttikleri Foça Uygarlığı, denizci bir ekonomiye dayanan ve denizaşırı kolonizasyonla beslenen dinamik yapıya sahipti. Foçalılar Gediz (Hermos) nehrinin millerinden çanak, çömlek yaparlar ve seramik kalıplarla para basarlardı. Foça paralarının üzerinde fok balığı kabartması bulunurdu. Gemi yapımında çok ileriydiler. Dev kürekleri ve fırtınalarda bile parçalanmayan yelkenli tekneleriyle maviliklerin özgür denizcileriydiler.

Tarihin babası Halikarnaslı Herodot şöyle anlatır: "Uzun deniz yolculuklarına çıkan ilk Anadolulular, Foçalı idiler. Adriyatik, Eturya (İtalya), Galya (Fransa), İberya (İspanya) ve Tartassos’u açanlar bunlardır. Yuvarlak teknelerle değil, elli kürekli uzun gemilerle giderlerdi."

KURDUKLARI ŞEHİRLER

Foçalılar şimdiki yatlara benzeyen gemileri ile Batı Akdeniz’de yirmiden fazla koloni kurdular. Bu kolonilerin bazıları hala şehir olarak yaşamlarına devam ediyorlar.

Foçalıların altın çağlarını yaşadıkları M.Ö. 8-6 yüzyıllar arasında Batı Akedeniz’de kurdukları kentçiklerin en önemlileri şunlardır:

È Galya (Fransa) sahillerinde: Massalia (Marsilya), Nicea-Nizza (Nice), Antipolis (Antibes).

È İtalya sahillerinde: Elea (Velia), Pestum.

È Korsika’da: Alalia

È İspanya sahillerinde: Ampurias, Tartassos..

Akdeniz’i boydan boya geçen Foçalı denizcilerin göç yolu..

Tekne yapımında çok ileri olan yaman denizci Foçalılar, milattan önce 800-600 yıllarından itibaren yurtlarını bırakarak Akdeniz’e açıldılar ve boydan boya geçtikleri bu denizin kıyılarında koloniler kurdular. Anadolu’dan hareket ettikten sonra Ege Denizi’ni, Yunan kıyılarını geçtiler, Adriyatik’e girdiler, İtalya ve Sicilya ve Korsika’da koloniler oluşturdular, Fransa sahillerine ulaştılar, Massalia’yı (Marsilya) kurdular, hatta İspanya sahillerine bile yanaşıp, örneğin Tartassos şehrini inşa ettiler.
Yazının Devamını Oku

İzmir sevilmez mi

14 Haziran 2009
İzmir benim için doğup büyüdüğüm anam, imza günlerim, söyleşilerim ve dostlarım demektir.. MUTLU Hanım diye bir bayan yazar, saygın bir ulusal gazetemizdeki köşesinde 1-2 Haziran günlerinde yazdığı üst üste iki yazıda "İzmirlilerin" gevrek, çiğdem ve güzel kızlardan başka laf bilmeyen, bok kokulu kentlerini görmezden gelen burunsuz palavracılar, kırolar, kekolar olduğunu yazdı..

Bu yazılar, sevgili Yılmaz Özdil’in öncülüğünde ve Sibel Arna’nın editörlüğünde, "Hürriyet Pazar"ın 31 Mayıs tarihli sayısında yayınlanan ve "İzmirli Olmak" başlığıyla sunulan, içlerinde benim de bulunduğum bir grup İzmirli’nin doğdukları şehri övmeleri sebebiyle gerçekleşti. Böylece medyada hızla bir "İzmirli Olmak" tartışması başladı.. Mutlu Hanım, çok ama çok acımasız davranmış..Yazık.. Gülengül Uslu arkadaşım, hemen güzel bir yazıyla Mutlu Hanım’a yanıt verdi.

İZMİR ELEŞTİRİSİ

Ben de Mutlu Hanım’ı eleştiren sert bir yazı yazdım, sonra iptal ettim. Çünkü bu hanımefendinin yazısında haklı olduğu bir çok eleştiri vardı. Örneğin KSK taraftarlarının Uşak’ta otobüsten fırlattıkları bira şişesinin bir gencin ölümüne sebeb olma-sı gibi. Bu olay eski bir Karşıya-kalı olarak içimi yaktı, Karşıyaka’nın kaymağını yiyen çok fiyakalı büyüklerinden bir özür filan bekledim, ne gezer (!).

Sevgililerinin hep "İzmirli" olduğunu, üstelik son sevgilisinin has "Karşıyakalı" olduğunu ifade eden Mutlu Hanım’a saygılarımı sunuyorum, ancak her zaman yaptığım gibi şehrimi de ölesiye savunmaya devam ediyorum.. İzmir benim için doğup büyüdüğüm anam, kitaplarım, imza günlerim, söyleşilerim ve dostlardım demektir.. Ama İzmir’in giderek çirkinleştiğini ve başkalaştığını görmezden gelirsek bir rüya içinde dolanır dururuz sanırım..

GÜLEVİ’NDE SÖYLEŞİ

Her şeye rağmen Türkiye’nin şimdilik aydınlık yüzü, kim ne derse desin, Mutlu Hanım’a inat, önce İzmir’dir.. İzmir’in de aydınlık yüzü Alsancak’tır. Orası daima özlenir.. Geçenlerde Alsancak’ta, doya doya İzmir’i yaşadım.. Sevgili Hakan Tartan’ın öncülüğünde gerçekleşen Alsancak Şenliği’nde, önce Gazi Kadınlar Sokağı’ndaki Gülevi’nde "Alsancak’ı Şiirlerle Gezmek" konulu bir söyleşi gerçekleştirdim. Şair Gül Karaağaç’ın sahibeliğini yaptığı bu mekanda, modist Esin Yılmaz ve Dr. Şadan Gökovalı başta olmak üzere kalabalık bir dost grubuna, oturduğum yerden kroki dağıtarak Alsancak’ı gezdirdim, şiirlerimi okudum..

Bir dostum Alsancak’ta gezerken, kendini kruvazör (savaş zırhlısı) sanırdı, gizlice kendisini takip eden karısı için de ’denizaltı’ derdi. Bizim şair Mutlu için Alsancak, büyük bir

bira şişesidir, kendisiyse içinde sarhoş gezen bir balıktır. Bir başkası semtin güzel kadın gövdesi olduğunu söylemişti. Ben ise, kendimi tramvay sanırım, uğradığım kafe, pastane ve barlarsa duraklardır, iyi mi?.. Alsancak’i hep özlerim..

İMZA GÜNLERİ

Ardından iki gün Gündoğdu Meydanı’ndaki Safinaz’da yeni kitabımla ilgili imza günlerim gerçekleşti. "Kuvayı Milliye Yılı" isimli kitabımı, iki vatansever dostum Necdet Kandemir ve İhsan Şenol’un mekanında keyifle imzaladım, saatlerce süren mesaimde bir çok dostumuzla birlikte oldum.

Başta Konak eski Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ ve değerli eşi Sedef Hanım olmak üzere, bir çok dostum yalnız bırakmadılar.. Bu arada Safinaz’ın lokum gibi börek ve köftelerini çayla, limonatayla içime sindirdim. Önümden koca İzmir gelip geçti.. İşte İzmir keyfi buydu.. Alsancak bu keyfin imbatla gelen sıcak demli çayı veya soğuk limonatasıydı.. Alsancak’ı özlersen, tadını tam çıkarırsın.. İyi mi?..

SON SÖZ

Biz de, siyasi ve yerel iktidarlarca "şehrimizin" çarpık yapılaşmaya uğratıldığını biliyoruz. İnsanımızın göçlerle giderek kimliksizleştiğini ve Ortadoğulu formatlara itildiğini hissediyoruz. Bunları biz yapmıyoruz, tepemizdeki yöneticiler, çıkarcı politikacılar yapıyor. 15 Ekim 2005 tarihli Hürriyet’te Attila İlhan’ın ölümü üzerine bir yazı yazıp, bir körfez vapuruna merhum şairimizin isminin verilmesini kibarca önerdim. İnanır mısınız?.. Benim Büyükşehir Belediyem’den bir kişi arayıp, bu şehrin 40 yıllık yazarına yanıt bile vermedi. Çünkü kimbilir filanca milletvekilinin adamı olan danışmanlar, Başkan’ı bu konuda bilgilendirme zahmetine bile katlanmadılar.

Ama, biz buralıyız, İzmirli’yiz.. Burayı ölesiye seviyoruz, hep seveceğiz, iyiliği için canla başla çalışacağız, hiçbir politik amaç gütmeden yazacağız, çizeceğiz. Hepimiz aydınlık bir şehir, aydınlık bir Türkiye ütopyası için yüreklerimizi hoplatıyoruz. Ne kekoluk, ne kıroluk, ne de bok kokan palavracılar olmak, bize yakışmaz. Seni utandıracağız Mutlu Hanım!.. Ama, kendi kendimizi inceden eleştirmeye de başlasak, İzmir’e belki faydamız olur.. Çünkü İzmir artık yalnızca "Alsancak" değildir.. Bambaşka bir "İzmir" doğmuştur ve serpilmektedir.. İnanın, o İzmir beni de ürkütüyor!..

İzmirli olmak, artık yoğun biçimde tartışılmakta..

İzmir ondan sorulur

İzmir ve Alsancaklılar’ın geçmişini en iyi bilen gazeteci-yazar, bu semtte yetişmiş ve hala burada yaşayan Gülengül Uslu’dur. İmza günümüze teşrif ederek bizi sonsuz sevindirdi.

En küçük okuyucum

İzmir Devlet Senfoni Orkestrası viyola sanatçısı Fulya ile eşi Beşiktaşlı dostum Fahir Ergüden’in küçük kızı Belkıs, imza günlerime gelen en küçük okuyucum idi..

Safinaz’da tatlI saatler..

Alsancak Gündoğdu Meydanı’ndaki Safinaz’da gerçekleşen imza günlerimde, Konak eski Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, sanat yazarı Emine Kantarcı, Ege Planlama Genel Müdürü Elçin Pınar, Safinaz’ın değerli sahipleri Necdet Kandemir ve İhsan Şenol ve Ege’mizin turizm duayeni Güman Kızıltan ile birlikte oldum..
Yemek birincisi

Alsancak Şenliği’nde Zeytinyağlı Yemek Dalı Birincisi ilan edilen, Altınköz’ün sahibi İsmail Gül ve Aşçıbaşı Özdemir Taşbakan’ı kutluyoruz..

Yeni bir İzmir şiiri yazdım..

İZMİR’İN KIZLARI

Üç kız gördüm Kordon’da aman aman..

Bucalı’nın gözü ela, Bornovalı leyla,

Alsancaklı yangın gibi, ah o ne fiyaka..

Hepsi güzeller güzeli, yoktur benzeri.

*

Kaçtım gittim vapura, imbat okşadı beni

Doyasıya hatırladım eski kabadayı sevgilimi

Vazgeçemem, ne tadından, ne nazından

O Karantinalı hepsinden ateşti, yaktı beni..

Yaşar Aksoy (9 Haziran-Çeşme)
Yazının Devamını Oku

Mustafa Denizli’nin yuvası Çeşme

7 Haziran 2009
Döktün sokaklara bütün Çeşme’yi Mustafa Denizli.. Seneye yine beraberiz değil mi?

MAKİKO İsmail, Çeşme’de çok sevilirdi.. Fakirlikten gelmişlerdi.. Mehmet Ali Amca ile Pembe Teyze’nin en büyük oğlu olarak yaşam kavgasında tüm kardeşlerine, ama en çok canı kadar kadar sevdiği Mustafa’sına sahip çıkmıştı..

1960’lı yıllarda Çeşme meydanında yalınayak fıstık satan kardeşinin günün birinde büyük bir şahsiyet olmasını hayal ederdi hep. Onu "Beşiktaşlı" yapmıştı..

Tipik bir Çeşmeli çocuk olan ve ağabeyi gibi Beşiktaş’ı tutan Küçük Mustafa, panela denilen yatay hasır sepetleri beline dayayarak Çeşmelilere kupa dolusu fıstık satarken, Makiko İsmail uzaktan kardeşini izler, onu okşardı sanki.. Mustafa, plajda müthiş top oynamaya başlayınca, beldeye tatile gelen İzmirli zenginlerin, bir iddiaya göre de bir Musevi Altay yöneticisinin dikkatini çekti.. Yolu Altay’a uzanıyordu artık..

YILDIZ FUTBOLCU

Yazının Devamını Oku

Turgut Pura sanatla sevilir

31 Mayıs 2009
Sanatı sevmenin en anlamlı yolu, yeni sanat üretimlerini desteklemektir. İZMİR’de bir "Turgut Pura Vakfı" vardır.. Alsancak’ta Sen Jozef Koleji’nin hemen arka sokağında iki katlı eski bir Levanten Evi’nde çalışan bu vakıfta, tabana dönük kültür-sanat etkinlikleri hazırlanır. İdealist ve fedakar insan Neval Kafesçioğlu’nun yıllardır başkanlığını yürüttüğü bu vakfın en önemli etkinliği, her yıl geleneksel olarak düzenlediği Turgut Pura Resim ve Heykel Yarışması’dır.

İzmir’imize, Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni, Hasan Tahsin Heykeli’ni, Mimar Sinan Maskı’nı, Alsancak Gazi İlkokulu girişindeki ve Atatürk Lisesi’ndeki Atatürk büstlerini, Kültürpark ve Ahmed Adnan Saygun Kültür Merkezi’ndeki bazı heykelleri armağan eden Turgut Pura’yı anmak, artık onun yolunda genç sanatçıları yetiştirmek ve desteklemek anlamına gelmektedir.

ANLAMLI YARIŞMA

Prof. Fahri Sümer, Prof. Mümtaz Sağlam, Yrd. Doç. Dr. Oktay Şahinler, Gagavuz Türk’ü Heykeltıraş Atanas Karaçoban, Doç. Dr. Tuna Doğan, Öğretim Görevlisi Ünal Kus ve Yaşar Aksoy’dan oluşan jüri, bu yıl 270 resim ve 170 heykeli inceleyerek ödül ve mansiyonları şu şekilde tespit etti:

RESİM DALI:

Ödüller: Mukadder Damargüç (Birinci), Tülay Baklacıoğlu (İkinci), Sema Kayaönü (Büyükşehir Ödülü). Mansiyonlar: Duygu Fidan (İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi adına), Emel Ülüç (Prof. Fahri Sümer adına), Seyit Bucukoğlu (Yıldız-Halim Şima adına), Şadiye Tüfekçi (Naci Artun adına).

HEYKEL DALI:

Ödüller: Ali Özhan (Birinci), Aslı Birhan (İkinci), Tülay Çakmak (Büyükşehir Belediyesi). Mansiyonlar: Soner Özdemir (İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi adına), Sümeyre Doğru (Neval-Süreyya Kafesçioğlu adına), Evren Ergin (Yıldız-Halim Şima adına), Gülden Bicil (Pervin Özdemir adına)..

Geçtiğimiz hafta, müdürü Suzan Faden Kudsioğlu’nun başarıyla yönettiği İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi’nde açılan, 28. Turgut Pura Vakfı Resim ve Heykel Yarışması’nın ödül töreni ve sergisine katıldım. İlk gazetecilik yıllarımda bu mekanda yaptığım nice haberi hatırladım. 30 yıl gözümün önünden geçti.. Her yıl olduğu gibi, yarışmaya katılan sanatçıların ve sergiyi ilgiyle izleyen sanatseverlerin sımsıcak ortamı içinde Turgut Pura’yı da düşündüm.

Bir sanatçıyı yaşatmak için, sanatı yaşatmanın en doğru yol olduğunu Turgut Pura Vakfı bize ispatlıyor. Vakfın yıllardır çalıştığı binayı bağışlayan ablamız Güngör Pura’yı bir kez daha bağrıma bastım. Yıllarca bu vakfa büyük emek veren başkan Neval Kafesçioğlu hasta olduğu için aramızda yoktu, ona da sevgilerimi ve kutlamalarımı martılarla gönderdim.

İzmir Vali Yardımcısı Nevzat Ergün’ün ve Güngör Pura’nın veciz konuşmalarını alkışladım. Hangisine olduğunu hatırlayamıyorum ama, bir sanatçıya ödülünü verdim. Serginin hazırlanmasında büyük emekleri geçen Zübeyde-Naim Ergin çiftini kutladım. Sonra büyük bir keyifle, sanat yolunda hızla ilerleyen canım kızım Ressam Neslihan Karağaç’ın sergilenmeye değer bulunan tablosu önüne gidip hatıra fotoğrafları çektirdim. Kızımla bir kez daha gurur duydum.

Turgut Pura Vakfı, bizler için bir aile yuvası gibidir!

Turgut Pura’dan "aferin" almıştım

1977’de İzmir Halkevi Başkanı’ydım.. Şehit Gazeteci Hasan Tahsin’i konu alan bir ulusal resim yarışması düzenlemeyi kafama koydum. İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi Müdürü Heykeltıraş Turgut Pura’nın karşısına çıktım. Ağzında hiç sönmeyen sigarası, minik papyonu ve kırçıllı ceketiyle bir sanat tanrısı gibi gözümde çok büyük yeri olan Turgut Pura’yı, Konak’taki Hasan Tahsin Heykeli’ni yapan kişi olarak daha bir seviyordum.

Bu ilk karşılaşmamızdı.. Altı ay sonrası için, Hasan Tahsin Resim Yarışması’nın sergi alanı olarak müdürlüğünü yaptığı galeri salonunu bize tahsis etmesini rica ettim ve jüri üyesi olmasını istedim.

Rahmetli Turgut Pura bunun büyük iş olduğunu ve çok genç olduğum için benim beceremeyeceğimi yüzüme söyledi ve isteğimi reddetti. O zaman bir çiğlik yaparak, Kültür Bakanı’nın tavsiye mektubunu masasının üzerine bıraktım ve yine ısrar ettim. Rahmetli Pura, bakanın mektubunu okuyunca kızdı, köpürdü.. "- Tamam, binayı veriyorum, jüri üyesi de oluyorum, ama işi beceremezsen benden çekeceğin var" dedi.

Gecemi gündüzüme katarak yarışmayı düzenledim. Türkiye’nin her yerinden kamyonlarla, kolilerle yüzlerce eser katıldı. Jüri en güzel eserleri seçti. 15 Mayıs 1977 günü, galerinin önü bando mızıka takımlarından geçilmiyordu. Güney Deniz Saha Bandosu, Belediye Bandosu, Ege Ordu Bandosu, vur patlasın çal oynasın, ortalığı gümbürdetiyor, kalabalıklar galeri salonunu doldurmuş, troleybüs caddesinde trafik tıkanmıştı. Salonda en önde Belediye Başkanı İhsan Alyanak yerini almıştı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sabri Süphandağlı güzel bir konuşmayla sergiyi açtı.

Bir kenardan cümbüşü izleyen Turgut Pura, asık yüzüyle bir ara beni yanına çağırdı. Azıcık gülümseyerek, elini omuzuma koydu, "- Aferin evlat, başardın işi.. Heykelime yakışır bir resim sergisi oldu" dedi. Yüreğim nasıl ferahladı anlatamam.. Çektiğim eziyetleri unutmuştum. Yanından gözlerim ıslak ayrıldım. Sonra dost olduk rahmetliyle.. Ölümünden sonra 14.10.1979 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yazdığım "Ölümsüzün Sergisi" başlıklı yazıyla ona sevgimi ifade etmiştim. Nur içinde yatsın!
Yazının Devamını Oku

İzmir Gazeteciler Cemiyeti onurumuz

24 Mayıs 2009
1946’da bir avuç öncü gazeteci tarafından kurulan İzmir Gazeteciler Cemiyeti, altmış yıl boyunca daima ileriyi, demokrasiyi ve basın özgürlüğünü savundu.. İZMİR’in toplumsal yaşamında çok önemli ve saygın yeri olan, basın meslek sorunlarından ülke sıkıntılarına kadar insanımızın yanında yer almayı ilke kabul eden İzmir Gazeteciler Cemiyeti, 28 Temmuz 1946’da Yeni Asır’da yayınlanan tüzüğüyle yaşama geçti.

Ege Bölgesi’nin en etkin basın örgütü olacak bu oluşumun kuruluş sancıları yıllar öncesine dayanıyordu. Şevket Bilgin, Abdi Sokullu, çok sevdiğim merhum eniştem Ticaret Gazetesi’nin sahibi Süha Sukuti Tükel, Asım Kültür, Nihat Kürşat, Orhan Rahmi Gökçe, Kadri Başçı, Adnan Bilget, Behzat Bilgin, Reşat Sanlı, Şükrü Pamirtan, İbrahim Özdel gibi önder gazeteciler bu süreci yaratmak için çırpındı.

KURULUŞ GÜNLERİ

Cemiyetin geçici ilk adresi Gazi Bulvarı 116 numaradaki Yeni Asır’dı. İlk genel kurul 34 üyenin katılımıyla 5 Ağustos 1946’da bu adreste toplandı.

Daha sonra Necati Bey Bulvarı’ndaki Kısmet Han’a taşınan cemiyet, ilk yıllarında Maliye Bakanlığı’nın yardımıyla ayakta durdu. Sonra yaşamak için Akdeniz gemi turları, hac seferleri, hatta deve güreşleri düzenledi. Piyangolar hazırladı, balolar yaptı.

Daha sonra Birinci Kordon’da Levanten asıllı bir İzmirli’nin binasını mülk edindi. Günümüzde bu binayı, İzmir Gazeteciler Cemiyeti merkez olarak kullanmaktadır.

Cemiyet başkanları sırasıyla şöyle: Şevket Bilgin (1946-48, 1950-58), Burhan Belge (1946), Mithat Perin (1948-49), Nihat Kürşat (1958-60), İlhan Esen (1960-61, 1962-66), Orhan Rahmi Gökçe (1961), Cezmi Zallak (1961-62), Jerfi Yener (1966-67), Sabri Süphandağlı (1967-77), Süha Tekil (1977-80), Güngör Mengi (1980-84), İsmail Sivri (1984-1998) ve 1998’den beri Erol Akıncılar..

Bu başkanlar arasında Sabri Süphandağlı’yı çok yakından tanıdım, çok seviştik. İlk Kurşun Anıtı’nın 15 Mayıs 1974’te Konak Meydanı’na dikilmesinde onun sımsıcak emir ve komutası altında çalıştım, gurur duyuyorum. Merhum Süha Tekil, Güngör Mengi, merhum İsmail Sivri ve Erol Akıncılar sevdiğim başkanlarımdır.

BAŞARILAR DİLİYORUM

İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin genel kurulu 26 Mayıs’ta yeni yönetimini seçmek için toplanıyor.. İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Erol Akıncılar ağabeyimizdir. Yıllardır cemiyeti yönetiyor. Başkanlığa adaydır. Son dönemde bende izi kalan bir büyüklük yaparak, 95 yaşında vefat eden Şeyhül Muhabirin (Muhabirler Şeyhi) Rauf Lütfü Aksungur’un kabrini Çeşme’de yaptırmış ve bu işte beni görevlendirerek merhum büyüğüme son görevimi de eksiksiz yapmamı sağlamıştır. Kendisine şükran borçluyum.

Diğer aday Atilla Sertel ise cemiyetimizin başkan yardımcısıdır. Yıllardır Erol ağabeyin yardımcılığını üstlenmişti. Benim bir sevgili kardeşimdir. Şehit Gazeteci Hasan Tahsin üzerine kitap yazan Ege’nin sevimli evladı, emekli öğretmen Aydoğan Yavaşlı’nın aort damarı patlayıp hastanede can çekişirken, şişe şişe kan taşımasıyla gönlüme daha bir çok yerleşmiştir.

Sizin anlayacağınız sevgili okuyucularım.. Cemiyet kongresinde yanda yayınladığım iki liste çarpışacak.. Bendeniz "ağabey" ile "kardeş" arasında kalmış bulunuyorum.

Alın terimizle ve geleneksel hoşgörümüzle bu kongreden de omuz omuza bütünleşmiş olarak çıkacağımıza inanıyorum. Seçilecek tüm arkadaşlara başarılar dilerim.

İzmir basınının ustaları önünde saygıyla eğiliyoruz..

24 Ocak 1985’te çekilmiş bu toplu fotoğrafta, İzmir basınından gelip geçmiş ve içlerinde 25 merhum bulunan ustalarımızı görüyoruz. Ön sıra: Uğur Umur, Kemal Moralı, Haluk Narbay, Cavit Yamaç, Kemal Mete, Hürrem Kubat, İhsan ve İdil Öztamer, Necla Erbakır, Rauf Lütfü Aksungur, Kazım Yenisey, Ceyhan Gür, Kaya Çelikkanat ve Besim Akımsar. İkinci sıra: Kenan Seven, Süha Tekil, Erol Akıncılar, Levent Bimen, Selamettin Bayındır, İsmail Sivri, Nihat Dağdelen, Yüksel

Artarı, Yusuf Pakman, Nejat Yada, Aytekin Yenisey. Sezai Güven, Tahir Keskin, Mehmet Ali Keskin, Orhan İlhan, Aydın Öktem, Ergin Saydam. Üçüncü sıra: Tayfur Göçmenoğlu, Gürbüz Kipkurt, Erel Şarman, Erhan Ünver, Murat Eştürk, Mustafa Turhanoğlu, Okan Yüksel, Hayrullah Gülal, Şenol Çetin, Öcal Uluç, Belig Beler, Mustafa Özbilgin, Günal Sayın, Rifat Türköz, Orhan Büker, Nejat Türkeri, Mümin Sertbaş, Feridun Sunay, Hasan Anar ve Ergun Onarır.

Bu fotoğrafta üç başkan var

Soldan itibaren Özdemir Hazar, Tayfur Göçmenoğlu, İhsan Öztamer, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sabri Süphandağlı, daha sonraki başkan Süha Tekil ve ondan sonra başkan seçilecek olan Güngör Mengi.. 1975 yılında bir yönetim kurulu toplantısındalar.

Erol Akıncılar’ın

listesi



ÈErol Akıncılar: Cemiyet Başkanı

ÈAbdi Karagözoğlu: Yenigün

ÈSefa Acar: TRT

ÈDilek Gappi: Gözlem

ÈRamazan Ercan: Anadolu Ajansı

ÈBanu Şen: Milliyet

ÈMustafa Yüksel: Zaman

ÈNevzat Dönmez: Yeni Asır

ÈBülent Katarcı: Hürriyet

ÈFazlı Oğuzhan: TRT

ÈErgun Ulcay: Yeni Asır-TV

Atilla Sertel’in

listesi



ÈAtilla Sertel: Cemiyet Başkan Yar.

ÈMisket Dikmen: TRT ve Cemiyet Saymanı

ÈAylin Süphandağlı: Ege Telgraf

ÈNesrin Coşkun: Hürriyet

ÈAli Ekber Yıldırım: Dünya

ÈAdnan Kaya: Milliyet

ÈAli Rıza Karasu: Zaman

ÈAhmet Ahmetoğlu: TRT

ÈCemal Sevgi: Yenigün

ÈSedat Yılmaz: Habertürk

ÈMedat Şenay: Anadolu Ajansı

İsmail Sivri ve

Erol Akıncılar

dönemi

14 Kasım 1986’da çekilmiş bir fotoğraf. Soldan itibaren Hüsnü Mençe, Hamdi Türkmen, Ali Galip Halıcı, Büyükşehir Belediye Başkanı Dr.Burhan Özfatura, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı İsmail Sivri, hemen arkasında daha sonra başkan seçilecek Erol Akıncılar, Haluk Narbay, Erdal İzgi, Kenan Seven ve Gazanfer Karpat.
Yazının Devamını Oku

Ege’nin güzel insanları 3

17 Mayıs 2009
Kimi vakıf başkanı, kimi hayvansever, kimi sanat galerisi çalışanı.. Hepsini kutluyoruz... MUZAFFER Tunçağ, Ege’mizin güzel bir insanıdır.. Konak eski Belediye Başkanlığında başarılı görev yıllarının ardından, hizmeti yine bir kültür adamı olan Hakan Tartan’a devretti. Muzaffer Tunçağ’ın geçenlerde Çetin Gürel ağabeyimizin yönettiği Gözlem gazetesinde önemli bir yazısını okudum.

"Haftanın Kitabı" köşesinde, Jean-Luis Mattei’nin yazdığı, "Belgelerle Büyük Ermenistan Peşinde Ermeni Komiteleri" isimli kitabı tanıtan Tunçağ, Batı’nın iki yüzlü emperyalist tutumu çerçevesinde soykırım yalanlarının kavranılması için Bilgi Yayınevi’nden çıkan bu kitabı önermekte.

ADLİYE VEKİLİ

Demek ki, Ege’nin güzel insanlarından Muzaffer Tunçağ’ı, bundan böyle önemli kitapların tanıtıcısı olarak izleyeceğiz. "Bir Varmış Urla" isimli kitabın yazarı olan eşi Sedef Tunçağ ile Muzaffer arkadaş da hizmetlerine devam etmeli.

Görevi esnasında, Alsancak’ta Mahmut Esat Bozkurt Caddesi başındaki Mahmut Esat Bozkurt heykelinin birden yok olduğunu işaret eden bir yazı kaleme almıştım.

Kibar başkan, Konak Belediyesi’nin Basmane Semt Merkezi bahçesine konan heykelin fotoğrafını bana hemen ulaştırdı ve yok edilmediğini belirtti. O esnada bu fotoğrafı yayınlama fırsatım olmamıştı. Şimdi üstte yayınlıyorum. Atatürk’ün ünlü Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un bacak bacak üstüne atmış heykeli, Basmaneliler arasında pek keyifli gözüküyor.

BABA DOSTU

Bu arada yaşı 70’e ulaşmış baba dostu emekli Yüksek Ziraat Mühendisi Hikmet Alptekin’in Atatürk sevgisini ve bilincini şiirlerle yansıtan "Uygarlığın Matbaası, Çizmesi ve Füzesi" isimli yeni kitabını zevkle okudum.

Kitaptaki, "Mustafa Kemal’den Atatürk" şiiri, Başkent TV’de (Kanal B) defalarca klip olarak yayınlanıyor ve büyük ilgi çekmekte.

Yan sütunlarda bu uzun şiirden sevdiğim bir bölümü yayınlıyor ve Ege’mizin bir başka güzel insanı, Kütahya doğumlu vatanperver büyüğüm Hikmet Alptekin’e saygılar sunuyorum. Kışları Balçova’da, yazları Akarca’da keyifle yaşasın dilerim. (İletişim: 0.543.891.96.35)

KÜLTÜR VAKFI

Ege’nin güzel insanları konusunda o kadar çok, belki yüzlerce portre var. Bu güzel insanların hepsini yayınlamakta zorluk çekiyorum. Onların özverili çalışmalarını ayrı ayrı büyük söyleşilerle tanıtmak gerek. Oysa zaman hızla akıyor, yerim kısıtlı ve dört yazı yazınca koca bir ay gelip geçiyor.. Yepyeni parlak genç portreler, yayın sırasını bekleyen çilekeş eski portreler galerisine hızla ekleniyor. Ben, 30 yıldır yaptığım "Ege’de Zaman" işimde nereye yetişeceğimi şaşırıyorum, ama yolumuza şevkle devam edeceğiz.

Bugün yine bazı Egeli güzel insanlardan bir demet sundum. Ege Kültür Vakfı’nın yıllarca başkanlığını yürüten ve bir çok kültür projesine imza atan Avukat Azra İnmeler’e destek vermeli ve onu alkışlamalıyız. Ord. Prof. Ekrem Akurgal’dan devraldığı başkanlık görevini bir avuç gönüllünün yardımı ile tek başına yürütmekte. Bir zamanlar benim de içinde bulunduğum bir kaymak tabaka, Ege Kültür Vakfı’nın kuruluşuna katılmıştı. Ama sonra hemen herkes köşesine çekildi, oysa Azra Hanım atadan Kafkasyalı olmanın getirdiği bir iman kuvvetiyle yoluna devam ediyor. Kutluyorum.

AYŞE MAYDA

Oturduğu sokağa (Özel Türk Koleji yanında) ismi verilen İzmir’in büyük hayırseveri ve hayvanseveri Diş. Dr. Ayşe Mayda’mız Ege’nin en güzel insanlarından biridir. Halikarnas Balıkçısı’nın can dostu, nadide bir yüreği olan Ayşe Mayda, hayırseverlikte öncü, hayvanseverlikte eşi bulunmaz bir hanımefendidir. Geçen gün kendisine Milli Kütüphane Vakfı kongresinde rastladım. İsmi verilen sokağın adresini taşıyan ve kendine gelen bir mektubu bana gösterirken eli titriyor ve keyiften küçük kahkahalar atıyordu.

DÖRT EMEKTAR

İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin 30 yıllık dört emektarı Faruk Yıldızlı, Osman Çoban, Abdurrahman Cicit ve Duran Ortaç, İzmir’in sanat yaşamına gizliden büyük emekler vermişlerdir. Her serginin perde arkası kahramanı olan bu kardeşlerimi çok severim. 30 yıldır nice sergide omuz omuza olduk. Hepsinin gözlerinden öperim.

Muazzam bir koleksiyonla Çanakkale Savaşları’nın en çarpıcı sivil müzesini kendi evinde kuran Orhan Akseki de, Ege’nin bir güzel insanıdır (İletişim: 0537.678.42.21).

İzmir’in Hükümet Konağı’nda

Çekildi gönderine Albayrak

Tanrı’nın kutsadığı bu toprak bizim

Şehit, şehit..

Deniz kıpır kıpırdı..

Anlatırken bayrağa özlemini

Martılar süzülerek kutladılar

Bu en mutlu kavuşmayı

*

Ne güzelsin sen ey özgürlük!

Tanrı katından seyretti

Bu bayramı şehitler..

Toprağı vatan yapan şehitler

İzmir mutlu, gaziler mutlu,

Bir buruk sevinç te olsa

Şehitler kadar eksiktiler..

*

Hikmet Alptekin ("Mustafa Kemal’den Atatürk" isimli uzun şiirinden bir bölüm.)

Atatürk aşığı şair Yazdığı Atatürk şiirleri, Kanal B’de (Başkent Televizyonu) klip olarak kitlelere ulaşan emekli Yük. Ziraat Mühendisi Hikmet Alptekin, kışları Balçova’da, yazları Akarca’da yaşıyor.

Çanakkale’nin sivil müzecisi

Çanakkale Savaşları’nda kullanılan silah, teçhizat, mühimmat, madalya, giysi ve fotoğraflardan oluşan bir koleksiyon kuran Orhan Akseki’yi kutluyorum.

Resim-Heykel’in emektarları Tam 30 yıldır İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne emek veren Abdurrahman Cicit, Duran Ortaç, Faruk Yıldızlı ve Osman Çoban’la fotoğraf çektirmenin zevkini yaşadım.

Azra İnmeler alkışlanmalı

Ord.Prof.Ekrem Akurgal’dan devraldığı "Ege Kültür Vakfı" başkanlığını bir avuç gönüllü ile başarı ile yürüten Avukat Azra İnmeler’i alkışlamalıyız.

Mahmut Esat Bozkurt, Basmane’de keyif çatıyor..

Konak Belediyesi Basmane Semt Merkezi bahçesinde keyif yapan, Atatürk’ün Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt, eski Başkan Muzaffer Tunçağ ve Basmaneliler arasında oldukça mutlu..

Sokağı ile gurur duyuyor

Ünlü hayırsever ve hayvansever Diş Dr.Ayşe Mayda, isminin verildiği sokağın adresini taşıyan ilk mektup kendisine ulaştığında çocuklar gibi sevindi.
Yazının Devamını Oku