Nefis bir sayfa düzenlemesi, pırıl pırıl baskı, birbirinden ilginç konular.. Kurban Bayramı boyunca elimden düşürmeyeceğim bir dergiye kavuştum..
BEŞİKTAŞ’ı çok severim, çünkü ezelden beri koyu Beşiktaş taraftarıyım.. Ama aynı zamanda Beşiktaş’ı kıskanırım. Çünkü Beşiktaş Belediyesi’nin yayınladığı bir muhteşem kent yayını olan “B + “dergisi, içerik olarak canım Beşiktaş semtini en kuytu özelliklerine kadar gözler önüne serdiği gibi, biçim-baskı olarak ta ülkemizin en nitelikli yerel yönetim dergisi olarak gözlerimi daima kamaştırmıştır, hep kıskanmışımdır, “Neden İzmir’in böyle bir dergisi yok” diye hayıflanmışımdır.
Beşiktaş dergisini Beşiktaş’ta, Ortaköy’de kafe, pastane ve üniversite kantinlerinden sürekli edinip bana gönderen Çeşme’mizin prenseslerinden Bahçeşehir Üniversitesi İç Mimari Dalı öğrencisi Ilıcalı Eda Çapan’a burada şükranlarımı sunar, bayramını kutlarım..
Ama artık Beşiktaş dergisini kıskanmayacağım.. Çünkü Konak Belediyesi’nin yayınladığı “Kent Konak – KNK” dergisi var. Ölçü olarak (27x38 cm), aynen Beşiktaş dergisi tıpa tıp taklit edilmiş. Ama kurgu, içerik ve sunuş olarak bizimki, Beşiktaş dergisine fark atmış, çok daha alımlı ve anlamlı olmuş..
Aferin demek gerekiyor.
DERGİ KÜNYESİ
Derginin sahipliğini Konak Belediyesi adına Serpil Güngör, yayın koordinatörlüğünü ise İzmir Basını’nın mütevazı ve değerli üyelerinden sevgili Işık Teoman üstlenmiş. Kültür-Sanat’ta değerli dostlar şair Namık Kuyumcu ve Ayla Sert bulunmakta. Yine değerli dostlarımızdan Güler Bilgen ve Gülsen Özkan sivil toplumla koordinasyonu üstlenmiş. Haberleri Sonay Kaplan kotarmış.
PRENSES gibi yaşadı 1916 doğumlu Ayşe Mayda.. Hoşgörülü Osmanlı’dan devrimci cumhuriyete dönüşen ve hızla batılılaşan ama otantik değerlerini de koruyan “İzmir’in kendine özgü seçkin ve soylu burjuvazisinin”, aristokrat havalı ama aynı zamanda halkla içiçe olabilen bir sevimli prensesiydi.. Ünlü nakliyeci, üzüm-incir işletmesi de olan Hamalbaşı Salih Ağa’nın kızıydı..
Türk Koleji’ne komşu 1903 yapımı, içi antikalarla ve sanat eserleriyle dopdolu Sadrazam Kıbrıslı Kamil Paşa Köşkü’nde halen yaşayıp giden bu alımlı ve çok akıllı prenses, gençliğinde şehrin tıp ve sanat-kültür yaşamında, olgun yaşlarında ise hayvan hakları ve hayır işlerinde öncü bir “sosyal-aktivist portresi” çizdi.. İzmir’in yakın tarihine damgasını bastı..
Hem İzmir’i doya doya yaşadı, hem de Antartika hariç tüm dünyayı dolaştı.. Varlığını hayır işlerine akıttı, kedi-köpek haklarının cesur savunucusu oldu, seçkin kültür olaylarında yer aldı, Halikarnas Balıkçısı, Safiye Ayla ve tüm kalburüstü sanatçı-yazarlarla yanyana yaşadı..
İzmir’in ilk kız özel okulu Ravzai İrfan’dan ve Amerikan Kız Koleji’nden mezunların gözdesi oldu, 1941’de İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği’nden mezun olup Ord. Prof. Alfred Kantorowichz’in asistanlığını yaptı, ülkemizin ilk ortodondist diş doktoru (diş, çene ve damak bozuklukları hekimi) olarak isim yaptı..
İnner Wheel Kulübü’nün Margerette Golding Ödülü’nü kazandı. PTT, adına posta pulu bastırdı.. Yaşadığı köşk 2003 yılında Tarihe Saygı Ödülü kazandı. Konak Belediyesi ismini yaşadığı sokağa verdi..
ÖRNEK HAYIRSEVER
Onun için en önemli hayır işi, okul yaptırmaktı.. Kardeşi Seniha Mayda adına Bozyaka’da 1000’nin üstünde talebeyi kapsayan ilköğretim okulu, spor-kültür salonu, bilgisayar ve fen laboratuvarı yaptırdı.
Hürriyet Gazetesi’nin 3. sayfa yazarı Yılmaz Özdil, genç yaşında ve kısa sürede sevilen bir “halk yazarı” haline geldi.. Bu işin sırrı neydi acaba?
GEÇENLERDE bir çerçeveciye gittim. 35 yıl öncesinden kalma altı askerlik fotoğrafımı çerçeveletmek istedim. Tank üzerinde, taburuma komuta ederken, Atatürk Anıtı’na kolordum adına çelenk koyarken çekilmiş fotoğraflarıma, çerçeveciyle oğlu ilgiyle baktı. Şu günlerde ordumuza yapılan saldırılara karşı tepki koyarak bu çerçeveyi yaptıracak ve asteğmenlik fotoğraflarımı evime asacaktım.
İki saat sonra çerçeveyi almak için döndüm. Çerçeveciyle oğlu, beni dikkatle süzüyordu. Çerçeveyi kağıda sardılar, sonra ülke sorunlarıyla ilgili sorular sormaya başladılar. Sohbet uzadı. Adamla oğlunu çözememiştim. Aniden adam ağzından kaçırıverdi:
- Biz yalnızca Yılmaz Özdil okuruz.. Ona inanırız..
Ben de bastım kahkahayı:
- Yahu, şunu baştan söyleseniz ya!..
ALBAY İLE KIZI
EGİAD’ın Cemal Elmasoğlu başkanlığındaki 30 kişilik yönetim kurulu toplu fotoğrafı önüme geldiği zaman, babamdan kalma evladiyelik büyüteçle üzerinde gezinmeye başladım. Her portreye uzun uzun baktım, üyelerin oturuşlarını, giyimlerini, tavırlarını, yüzlerindeki anlamları kavramaya çalıştım. İnanır mısınız, içime büyük bir ferahlık geldi, sevindim, gururlandım, kendime güvenim geri geldi. Televizyon haberlerinden bunalan, ülkemin içindeki kaostan ve krizden ezilen ruhum bir anda kanatlandı. Bu güzel genç insanların, bu her hallerinden birikimli ve özgüvenli oldukları anlaşılan genç işadamlarının, ülkemi, cumhuriyetimi, demokrasimi korumaktan, kollamaktan, yüceltmekten vaz geçmeyeceklerini hissettim.
Hepsi iyi eğitilmiş, lisan bilen, dünyayı kavramış idealist ve namuslu insanlardı. Onları tanıyor muydum?.. Hayır hiçbirini tanımıyorum.. Ama hissettim. Onlara inandım.. Acı çeken cumhuriyetimizin kutsal emanetlerine sahip çıkacaklarına güvendim.. Ege’nin bu genç işadamlarının, bölgemize, ülkemize, dünyaya insanlık adına nice katkılar yapacaklarını hayal ettim.
GENÇ İŞADAMI
Sonra bir gün, sabahtan akşama çalıştığım, ekran başından ayrılmadığım internet kafeye içlerinden biri geldi, benimle tanıştı, yayınladıkları dergilerini getirdi, ülke sorunları hakkında görüşlerimi sordu.
Kibar, efendi, genç, cana yakın bir işadamıydı. İlk görüşte ona ısındım. Sonra evime geldi. Büyük kütüphanemin bulunduğu geniş salonumda uzun uzun konuştuk. Hayretler içinde kaldım. Nasıl da ülke sorunlarına yakındı, nasıl da doğru, olumlu, pozitif, insancıl düşünüyordu. Ne kadar iyi yetişmişti. Ne kadar güzel hislerle ülkesine, halkına bağlıydı.. Ne kadar çağdaştı.. Halkımdan, ülkemden bana ne, demiyordu. “Ben kazandığım parama bakarım, kim daha çok verirse ona göre konuşurum, benim inancım borsada, satışta, ihalede, senette, sepette biter. Ben dalgama bakarım arkadaşım” demiyordu.. Bambaşka, tam zıt şeyler söylüyordu..
Reha Atakan’ı çok beğendim..
EGİAD dergilerinin yayın kurulu başkanıydı.. Toplu fotoğraftaki 30 genç işadamının tipik örneği, suretiydi.. Toplu fotoğrafın doğru söylediğine bir kez daha inandım..
MORİS BENCUYA, 1934 Karataş doğumlu bir İzmir çocuğudur. Dedeleri 1375 yılında İspanya’dan Anadolu’ya göç etti, Manisa yangını yüzünden 1923’de İzmir’e gelerek Karataş’a yerleşti..
10 yaşındaki Moris, babasının Hisarönü’ndeki nalburiye dükkanında çalışmaya başladı; o tarihten itibaren “dünyada yaşanacak en güzel yer” olarak tanımladığı İzmir ve Çeşme’de soluk alarak, iş dünyasının içinde saygın bir yer kazandı. Yenişehir İnşaatçılar Çarşısı’ndaki işyerinde çelik ve galvaniz boru ticaretiyle uğraşan Moris Bencuya, İzmir Musevi Cemaati’nin başkanlarındandır ve ESİAD’ın (Ege Sanayici ve İşadamları Derneği) Yönetim Kurulu üyesidir..
İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca bilen Bencuya, tipik bir eski İzmirli olarak, çok sevimli ve sıcak, hoşsohbet, kibar, gerçek burjuva ve yardımsever bir portre çizer.. İki evlat, beş torun sahibidir..
O, eski Elhamra Sineması yıllarının çocuğudur.. Atlı tramvaya binmiş, Karataş sahilinde balık avlamış, Asansör civarında arkadaşlarıyla piyasa yapmış, 9 Eylül kurtuluş günlerinde yüreği coşku ile parlamış, Pasaport’taki Atatürk heykeline uzaktan bakarken gözleri ıslanmış ve Alsancak’ın parlak yıllarında o semti doya doya yaşamıştır. Dedim ya, o bir gerçek İzmir çocuğudur..
BÜYÜK ALTAYLI
Ama kendisine sorarsanız, Moris Bencuya’nın en büyük aşkı, “Büyük Altay”dır.. “Öncelikle Altay’ı, sonra Türk Milli Takımı’nı, sonra Beşiktaş’ı ölesiye tutarım” der.. Onun Altay aşkı, bir çok Altaylı’da teşhis ettiğim zengin aşkı değildir, ağırbaşlı, burjuva heveslisi bir soğukluğu onda göremezsiniz. Bencuya tam bir tribün taraftarıdır. Coşar, bağırır, hop der yerinden kalkar, hoppala der oturur, Altay aşkını coşkun bir sel gibi önüne katar götürür..Bana da şöyle demekten kendini alamaz: “- Bak Yaşar Paşa, siyah-beyaz renkleri sevdiğin için seni daha fazla severim!”.
Yıllarca Altay yönetim kurullarında çalışan, divan kurulu üyesi Moris Bencuya, Altay konusu açılınca daima birlik ve beraberlik vurgusu yaparak, Süper Lig’de bir İzmir takımının temsil edilmesi için mesaj verir. Altaylı olmanın bir ayrıcalık olduğunun altını çizer. Altay, Milli Lig’de iken, İzmir’de oynanan Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarında 65 bin kişinin stadı doldurduğunu, bazen kendisinin bile yer bulamayarak Ahmet Ertem isimli arkadaşıyla saha içinden maç izlediğini söyler; o günlerin üç büyüklere kafa tutan Büyük Altay’ını özler de özler.. Hele hele Mennan günlerini hiç unutmaz.. 1955-60’larda Hisarönü’nde Mennan Pastanesi’nde oturup, başta Hakkı Gürüz olmak üzere, futbolcusuyla, taraftarıyla hep birlikte, Altaylı, Altınordulu, İzmirspor ve Göztepeliler olarak yaptıkları tadına doyum olmaz sohbetleri arar da arar..
Uşak Sabri Ağaoğlu Lisesi Müdür Yardımcısı ve Tarih Öğretmeni Serhat Karadurmuş, Necati Özen Lisesi Müdür Yardımcısı ve Tarih Öğretmeni Ahmet Traş, Vala Gedik Lisesi Müdür Yardımcısı ve Tarih Öğretmeni Şakir Özdemir, “Uşak’ta Kuvayı Milliye” başlıklı araştırmaları kapsamında İzmir’e gelip, bu konuda bilgisi olanları Karşıyaka Uşakizade Latife Hanım Köşkü’nde bir araya getirdi.
Eski Uşaklılar’dan Sedat Bacak büyüğümüz, Uşak’ta Kuvayı Milliye dönemi Müftüsü Ali Rıza Efendi’nin torunu İzmir eski CHP Milletvekili sevgili kardeşim Ali Rıza Bodur ve Üşak’ın mümtaz simalarından aşıcı Ahmet Efendi’nin torunu bendeniz Yaşar Aksoy buluşup tadına doyum olmaz bir sohbet yaptık. Tarih öğretmenlerimiz, hem bizi konuşturup notlar aldı, hem de konuşmalarımızı videoya kaydetti.
Yakın gelecekte Uşak Valiliği yönetiminde. bu üç değerli tarih hocasının gayretleriyle, “Uşak Kuvayı Milliye Tarihi” gün ışığına çıkacak ve bastırılacak.. Var gücümüzle kutluyoruz..
Ege’mizin her ilinde, buna benzer çalışmalar yapılmalıdır. Hala bağımsızlık savaşımız ile ilgili bilinmeyen hatıralar, belgeler ve bilgiler tenhalarda araştırmacıları bekliyor.
UŞAK TARİHİ
Uşak Tarihi deyince akla gelen ilk isim, Haşim Tümer’dir. Beldenin kapsamlı biçimde tarihini anlatan Haşim Tümer Bey’in “Uşak Tarihi” kitabı, 1971’deUşak Halk Eğitimine Yardım Derneği tarafından yayınlanmıştır, bu nefis kitap mutlaka yeniden bastırılıp genç kuşaklara sunulmalıdır.
ROMY SCHNEİDER, beyazperdede parlayıp yüreklere taht kuran “efsane dişiler” içinde, belki de en tatlısı, en sevimlisi, en gizemlisiydi. Erişilmez bir prenses gibiydi.. Romantizmin pembe ışıltılı bulutları içinde, aşkın ve sanatın buluştuğu her şiirde Romy vardı.. Peri kızı gibiydi.. Bavyera Alpleri’nden bir kelebek sevimliliği içinde kopmuş, sinema dünyasının bir anda prensesi oluvermişti.
Türk seyircisi onu ilk kez “Sissi” filmiyle tanıdı. Ben de filmi izlerken ona aşık oluvermiştim. Kırlarda papatya toplayan Sissi, bu filmde Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph (aktör Karl Böhm) ile aşk yaşıyordu. Viyana valslerinde görmeliydiniz onları.. Işıl ışıl parlayan billur avizeler altında, bir peri kızı gibi olan Sissi, herkesi büyülemekte gecikmedi..
MELEK SİNEMASI
New-York’ta, Londra’da, Paris’te, Roma’da ve Berlin’de, “Sissi” filminin oynadığı her sinemanın önünde uzun kuyruklar oluştu.. Her ulustan, her yaştan seyircinin açık veya örtülü tüm romantik duyguları açığa çıkıvermişti. Romy, aşkların en safını, en bakiresini muhteşem oyun gücüyle dünyaya öğretiyordu.
1960’lı yılların ilk yarısıydı.. 17 yaşındaydım.. Karşıyaka Melek Sineması’nda muazzam bir seyirci kitlesinin bunaltıcı sıcaklığı içinde Sissi’yi izlerken, ömür boyu Romy Schneider’e aşık olacağımı hissettim. Daha sonra Romy’in başrolünü oynadığı “Troçki’ni Ölümü” ve “Sevgilim Sonuna Kadar” gibi daha nice büyük filmlerde de aynı hissi yaşadım.