Yalçın Bayer

Teröre açık ülke olamayız

14 Ocak 2016
ARAP Baharı ile başlayan sürecin Türkiye’ye maliyeti boyut değiştirmeye başladı.

Önceleri mücavir alanlarda başlayan istikrarsızlaştırma, adım adım ülke içine doğru nüfuz etmeye başladı.

Güngören’de ilk provası yapılan, Reyhanlı ile kitlesel hale gelen katliamlar, Suruç, Ankara patlamaları ile ‘vukuat-ı adiyeden’ kabule dair bir ‘algı bağışıklığı’na yol açtı. Muhtemelen aynı silsileden ‘Sultanahmet Meydanı’ndaki canlı bomba düzeneği, şüpheli son katliam teşebbüsü de ilk belirlemelere göre 10 kadar can aldı.
Patlamalar, patlayıcılar ve failleri hakkında rivayet muhtelif, ülke içinde uyuyan tekfirci/cihatçı hücreler ve ayrılıkçı terör örgütü, son dönemlerin moda tehlikesi gibi ‘parelel’ halde yarışıyorlar.
Ülke, güney ve güneydoğudan ‘terörün’ adeta serbest ithalat rejiminden faydalanır gibi kolaylıkla duhul ettiği bir konumda...
Kandil cenahından “Bombacıları şehirlere gönderiyoruz”, Rakka cenahından, “İçeride vururuz” gibi açık tehditler altında, bölgede de ‘hendek tahkimatı’ dağıtılmaya çalışılıyor.
Irak işgali ve Suriye’ye yüksek ve sert dozlarla demokrasinin acı reçetesi uygulanırken, bünye olarak Türkiye enfeksiyona uğradı.
Semptomlar, (ateşli) sarıhumma şüphesine işaret ediyor (tarihte kitlesel ölümler var), gribal belirtilerle başlayıp çoklu organ tahribatına neden oluyor (tam da domuz gribinin salgın tehlikesi gösterdiği bugünlerde). Klinik tablo ağırlaşıyor, sterilize edilmiş bir ortam ve gerçekçi bir tedbirler manzumesi, acil ihtiyaç halinde...

 

Yazının Devamını Oku

Sorunlar % 80 aynı

12 Ocak 2016
“VATANDAŞ mevcut sistemden yana...

En büyük sorun terör... Ekonominin gidişatı iyi değil... PKK ile mücadele başarısız, Türkiye bölünebilir... HDP Türkleri temsil ediyor mu?... Ordu yine en güvenilir kurum... Beştepe’ye ve başkanlığa destek yok... Paralel yapıyla mücadele onay görüyor... AB’ye destek azalmaya devam etti... Rusya en tehlikeli ülke... Hükümetin Suriye politikası başarısız... Türkiye iyi yönde değişiyor... Mutluluk oranı düşüyor.”

Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl aralık ayında gerçekleştirilen ‘Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’-2015 sonuçları Türkiye’deki değişen kamuoyu nabzını ortaya koyuyor. Ana başlıklar çok şey anlatıyor ama sorunlar yine de yüzde 80 olarak aynı... Özgüven ve güven noksanlığı... Sıkıntılı bir toplum (cemaat denmesi daha doğru)... Yine de demokrasiye inancı artıyor halkın.
Halk en büyük sorun olarak terör ve işsizliği görmeye devam ediyor... Gündemdeki ‘başkanlık’ tartışmalarında tavrını parlamenter demokrasi ve üniter devlet sisteminden yana koymaya devam ediyor.
Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, İİSB Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Zaim ve İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Banu Baybars Haw önceki akşam Cibali Kampusunda bir grup gazeteci ile sonuçları paylaştı. Araştırmada önemli bazı veriler şöyle:

-TERÖR: 7 Haziran ve 1 Kasım sürecinde Güneydoğu’da yaşanan olayların etkisi olabilir. Terörün Türkiye’nin en büyük sorunu olduğunda Türkler ve Kürtler mutabık (Türkler %35.7 Kürtler %34.1). Terörün çözümü için askeri ve siyasi yöntemler başabaş (askeri % 31.6, siyasi % 30.9) Askeri yöntemlerin çözüm olduğu düşüncesi düşüşte.

Yazının Devamını Oku

TRT ne yapmalıydı

12 Ocak 2016
ADNAN Menderes ile ilgili yayınladığım kitap çalışmasındaki tespitlerimden bazıları, geçen hafta TRT’de yayınlanan; ‘Nasıl Oldu, Ne Oldu’ programındaki sorulara cevap olacaktır:

Siyasete Atatürk tarafından sokulan Adnan Menderes, 1946’da DP’yi kurup 1950’de iktidar olduklarında CHP’nin temelini oluşturduğu projeleri icraata geçirir. İnönü, seçimlerden sonra iktidarı Menderes ve Celal Bayar’a devrederken, özelikle doğuda başlattıkları eğitim kalkınmasını hatırlatır. İnönü, Bayar’a Tunceli ilinin eğitim yönünden Türkiye ortalamasının üstünde olduğunu da ifade eder. Ayrıca, doğuda bir üniversite kurulması için çalışmaların yapıldığını İnönü bizzat Menderes’e ve Bayar’a ifade eder. (Bugünkü Erzurum Atatürk Üniversitesi), yatılı bölge okullarının temelini de CHP atar. İnönü, Kürtlerin ve Türklerin çocukları birlikte okusunlar diye yatılı bölge okullarının merkezi yerlerde yapılmasına dikkat eder. İnönü, ağaların baskısından kurtarmak amacı ile batıya göç ettirdiği Kürtlerin çocukları eğitimlerini tamamlayarak, Menderes döneminde işbaşı yaparlar. Bitlisli siyasetçi Kamuran İnan, liseyi Bursa’da okumuştu. Doğudaki demiryolları, köprüler, toprak reformu, barajların yapımı projelerinin temeli CHP döneminde atılmıştı.


Örneğin Adnan Menderes’in açılışını yaptığı Urfa-Birecik köprüsünün projesini İsmet İnönü, 1935’te Kürt raporunu hazırlarken konuyu Atatürk’e iletmiştir. Menderes, yağmurlu bir günde doğuyu Akdeniz’e bağlayan Urfa-Birecik köprüsünün açılışını yaparken, köprünün açılışında halk sevinçten 350 kurban kesmiş ve 50 bin kişi açılışa katılmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği nüfus artışı politikası da 1938’de adliye vekili Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığında kurulan komisyon ile yasalaşmıştı. Menderes, Malatya’ya bağlı olan Adıyaman ilçesinden oy almak amacı ile 1954’te Adıyaman’ı il yapmış; aynı tarihte Kırşehir ilini de ilçe yapmıştı. 17 Aralık 1959’da Kürtçülük yaptıkları gerekçesi ile 49 aydın Kürt, bu dönemde cezaevine konulmuştu. Ayrıca 1959’da Kürtlerin, Ape Musa’sı (Musa amcası) olan Musa Anter’in yazdığı ‘Kımıl’ şiiri mahkemelik oldu. Cumhuriyet tarihini analiz etmek için resmin bütününe bakmak gerekir. Arşivlere bakanlar yazdıklarımı göreceklerdir. Başta TRT olmak üzere bazı TV kanalları değişik görüşlere yer verseler, hem izleyici kitlesi kazanırlar hem de  yayın için harcanan paralar boşa gitmez. İlgililere ve yetkililere duyurulur.

(CHP’li bir grup milletvekili dün TRT Genel Müdürü’ne tepkilerini ilettiler.)
Yrd. Doç. Dr. Ramazan TOPDEMİR

 

Günün sözü

Yazının Devamını Oku

Atatürk o saati kime armağan etmişti...

10 Ocak 2016
ORHAN Karaveli, Atatürk’le beş yaşındaki bir çocuk arasında geçen çok ilginç bir olayı yeni kitabı ‘Atatürk, Babam ve Ben’de bizlerle paylaşıyor.

1935’te bir akşam Atatürk Dolmabahçe’dedir ve akşam yemeğini yakın arkadaşlarıyla birlikte Park Otel’de yemek ister. İlgililerden bir de ricası vardır. Otelde kalanlarla dışarıdan akşam yemeği için gelecek olanlara durum bildirilmeyecek, gazetelere haber verilmeyecektir. Park Otel ‘Saray’a komşu gibi. Belirlenen saatte Cumhurbaşkanı, yaver ve arkadaşları ayrılan masada yerlerini alırlar. O sırada orada bulunanlar ise mutlu bir şaşkınlık içinde ayağa kalkarak Cumhurbaşkanı’nı alkışlarlar. Atatürk de onları selamlar. İçlerinde, sonraki yıllarda Galatasaray müdürlerinden Muhittin Sandıkçıoğlu ile evlenecek olan Bidar Hanım da vardır. Kendisi, kadın arkadaşlarıyla birlikte oradadır ama beş yaşındaki oğlu Altan yanında değildir. Atatürk’ü çok sevdiğini ve çok merak ettiğini bildiği Altan’ın bu harika fırsatı kaçırmamasını ister. Bir koşu, yakındaki evine gidip uyandırır, aceleyle giydirir ve Park Otel’e getirir. Küçük Altan artık annesinin yanındadır ve gözleriyle Atatürk’ü adeta teslim alır. Bu öyle bir teslim alıştır ki Cumhurbaşkanı’nın dikkatini çeker ve annesine haber göndererek çocuğu masasına davet eder. Cumhurbaşkanı sorar Altan cevap verir. Atatürk zaman zaman Altan’ı kucaklayıp öper. Atatürk, Altan’a ‘Sana öyle bir armağan vermeliyim ki beni asla unutmayasın!..’ der ve çocuğun ‘Annem kızar’ diyerek karşı çıkışını dinlemeden üzerinden hiç eksik etmediği bilinen cep saati ile ona bir altın kordonla bağlı kalemini cebinden çıkarıp Altan’ın boynuna geçirir. Bu saat dönemin bir teknik harikasıydı ve İsviçre’nin Audemars&Piguet firmasına özel olarak yaptırılmıştı. Arka tarafına G.M.K. (Gazi Mustafa Kemal) harfleri işlenmişti. Som platindendi. İçine 19 adet pırlanta yerleştirilmişti. Altın bir kordonla saate eklenen platin kalemin ucu mor yakutla kaplanmıştı. Yazar Karaveli olayın acıklı sonunu da şöyle anlatıyor:

 

 


ALTAN’IN VASİYETİ

 


Yazının Devamını Oku

‘CHP’den özür dilenmelidir’

9 Ocak 2016
TRT TÜRK televizyonunun 4 Ocak 2016 tarihinde saat 22.30-23.00 arasında yayınlanan, sunuculuğunu Alper Üstündağ’ın yaptığı, konuk olarak Yavuz Bahadıroğlu’nun katıldığı ‘Nasıl Oldu, Ne Oldu’ isimli programda DP’nin övülmesi, CHP ve Cumhuriyet rejiminin ağır şekilde eleştirilmesi vatandaşların büyük tepkisine neden oldu.

CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, Başbakan Davutoğlu’na bir soru önergesi yönelterek, TRT’nin bu yayınlarına karşı nasıl bir önlem alınacağını sorarken, CHP’den özür dilenmesini istedi.

Gök, pazartesi günü de TRT Genel Müdürü Şenol Göka’yı ziyaret ederek tepkilerini ileteceklerini söyledi.

CHP Ankara Milletvekili ve Grup Başkanvekili Levent Gök, ilgili yayının çözümünü dinlediklerini belirten açıklamasında “Cumhuriyet bir çerçevedir, içine ne koyduysanız onun rengini alır. Saddam’ın rejimi de cumhuriyetti, Rusya’nın, Çin’in de cumhuriyetti” denmesini kınadı. Almanya’dan Dursun Atılgan’ın uyarısına teşekkür eden Gök, programın sonunda 1950 yılı seçim sonuçlarının grafiğini gösteren bir harita ekrana getirilerek “Buradaki kırmızı yerler CHP... 1 Kasım‘dan farkı yok. Dün bugündür bunu hatırlatalım” denilerek AKP propagandasına yer verildiğini söyledi ve Başbakan’a şu soruları yöneltti:
1- Halkın vergileriyle kurulan ve yaşatılan TRT televizyonunda böyle bir programın yer almasını uygun buluyor musunuz? Uygun bulmuyorsanız program TRT genel müdürü, yapım ve yöneticileriyle bu programı yayınlayan yetkililer hakkında ne gibi bir işlem yapmayı düşünüyorsunuz? TRT’nin çeşitli kanallarında gittikçe çoğalan bu tür programlar ve sözlerden dolayı herhangi bir önlem almayı düşünüyor musunuz? Bu programda geçen incitici ve yaralayıcı sözlerden dolayı TRT ekranlarında, Cumhuriyet’i kuranlardan ve CHP’den özür dilenmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

 

Günün sözü

 

Yazının Devamını Oku

TRT-TÜRK Atatürk’e daha saygılı olmalı

7 Ocak 2016
TRT’nin TRT-TÜRK TV kanalında ‘Nasıl Oldu Ne Oldu’ adlı bir program yayınlanıyor.

2016’nın ilk yayını 3 Ocak 22.30’da, ertesi gün de 04.30-05.00 arasında tekrar edildi. Programın sunucusu Alper Üstündağ, konuğu ise Yavuz Bahadıroğlu idi. Almanya’dan Dursun Atılgan, Bahadıroğlu’nun not alabildiği yanlı, yanlış ve kinci beyanlarını özetlemeyi önemli bir görev sayıyor.

Programda, 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri kazanan DP göklere çıkarılırken, CHP kuruluşundan itibaren yerin dibine sokuluyor. İşte insanın kanını donduran ve katlanması olanaksız olan bazı cümleler:

-14 Mayıs 1950’ye kadar iki kıble vardı: Birisi devletin, öteki milletin. Demokrat Parti milletin kıblesini geri verdi... En büyük yatırım Cumhuriyet dediler. Ama içi boş. Saddam’ın da cumhuriyeti vardı, Sovyetler Birliği‘nin de cumhuriyeti vardı... 1950’den sonra camiler yeniden inşa edilmeye başlandı.
Radyoda ezan okunmaya başlandı... Tanrı uludur sözünü kimse anlamıyordu... Camilerde imam yoktu.
Öğretmenler camileri basardı, hatta bazen jandarmayla birlikte basardı... Eski dönem ekmek karnesi dönemidir... Bir ara ‘Tanrısızlığın İlmihali’ başlıklı bir kitap gösterdi.... Çarşafla mücadele haftası vardı... Millete ideoloji dayatılıyordu. Millet 14 Mayıs 1950’de DP’ye 493, CHP’ye 31, MP’ye de 5 milletvekili verdi... O günkü oy dağılımı haritasıyla bugünkü oy dağılımı haritası aşağı yukarı aynı.
Türbeler yeniden açılmaya başlandı... Din öğretimi serbest bırakıldı... Ve bunun üzerine 1960’ta darbe yapıldı.

Yazının Devamını Oku

Valilerin başı zora girecek

7 Ocak 2016
EMASYA Protokolü sözde demokratik kompleks sonucu yürürlükten kaldırılınca, İller İdaresi Kanunu’nda yapılan takviyelerle valiler asayiş sorunları ve kamu düzeni bakımından mutlak yetki sahibi hale getirildiler.

Son olarak 2013 yılında yapılan değişiklikle valiler, sınır ötesi, mahdut hedefli askeri harekât talebinde dahi bulunabilmekte.

Bu seviyede kapsamlı yetkilere rağmen, çözüm süreci yüzü suyu hürmetine, bölgede, terör örgütü tarafından yapılan cephane yığınağının gözden kaçırılması sonucu, bugün yaşanan fiili olağanüstü hal her gün yeni sorunlar doğuruyor.
Sokağa çıkma yasakları, İller İdaresi Kanunu’ndaki genel yetkiler içinde ilan ediliyor ve uygulanıyor. Sıradan bir idari tedbir gibi işleme konulan yasaklar, temel hak ve özgürlükler konusunda ağır ihlallere neden oluyor. Silopi’de vurulan ve cenazesi sokakta kalan Taybet İnan, ülke içindeki yeni bir ‘Aylan Kürdi vakası’dır. İnsanlık bu defa kıyıya vurmamış, ne yazık ki sokağa düşmüştür.
Anayasa Mahkemesi, kişi hürriyeti ve güvenliği ve bağlantılı özgürlüklerin ihlalleri bakımından, sokağa çıkma yasakları hakkında talep edilen tedbir talebini reddederek, temel hak ve özgürlükler ile ilgili sakınca yaratabilecek bir içtihat üretmiştir.
Temel hak ve özgürlükler konusundaki tedbir taleplerinin değerlendirme ölçütleri, sadece AİHS müktesebatı olması gerekmekte, siyasi her türlü mülahaza ve gereklilikten soyutlanmış bir yargıyı zorunlu kılmaktadır. Terörle mücadele haklıdır, hayatidir ama temel hak ve özgürlükler bakımından hukuki altyapı yetersizliği ve yürütmenin sorumluluğu da gözden uzak tutulamaz. AİHM tarafından aynı konulu talep ile ilgili Türkiye’den açıklama istenmesi de bir başka sakıncalı sürece yol açma tehlikesi taşımaktadır.
Sokağa çıkma yasaklarının bütün mağdurları hakkında emsal teşkil edebilecek bir karar çıkması halinde doğabilecek zararlar, bozuk olan hak ihlalleri sicilini, daha da kötü hale getirebilir.
Çözüm süreci, yasal altyapı konusundaki özensizlik, mülki karar seviyelerindeki hatalı inisiyatif kullanma, görev ihmalleri, suç teşkil eden emirler ve daha nice hukuki belirsizlikler sonucu, mesele giderek karmaşık hale gelmekte ve terörle haklı mücadelede zaaf alanları ortaya çıkmaktadır.   S.Ö.

 

Yazının Devamını Oku

Anayasa tartışmalarına farklı bir bakış

5 Ocak 2016
YAZAR Sinan Meydan’ın Atatürk üzerine, Panzehir-Gerçeğe Çağrı, El-Cevap (İnkılap), Akl-ı Kemal (4 cilt) adlı kitabı var; tümü de İnkılap’tan yayınlandı ve çok satanlar arasında...

Sosyal medyada Atatürk karşıtlarının ileri sürdüklerine karşı ciddi yanıtlar veriyor. Son Ulusal Kanal’da konuştu. İktidarın Anayasa’yı neden değiştirmek istediğinin yanıtının “Anayasa’nın ‘başlangıç’ kısmı, ilk 4 maddesi ve ‘Türk vatandaşlığı’nı tanımlayan 66. madde”de yattığını söylüyor.“MADDE 66– Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”Bu maddeyi şöyle yorumluyor:“Etnisiteye, ırka veya dine dayanmayan, ‘vatandaşlık bağı’na dayanan bu millet tanımından rahatsız olmak bence ‘ırkçılık’ göstergesidir. Dünyanın her yerinde çağdaş devletlerde etnisitesi ne olursa olsun insanlar ‘vatandaşlık bağına göre’ bir millete mensupturlar ve bunu dile getirmekten utanmazlar. Fransız veya Alman olmak gibi... (Maalesef ülkemizde etnisite ile ulusal aidiyeti, millet olmayı karıştıran milyonlar var). Ayrıca 1982 Anayasası’ndaki bu ‘Türk vatandaşlığı’ tanımı sadece 1982 Anayasası’na özgü bir tanım da değildir, bu tanım Atatürk Cumhuriyeti’nin 1924 Anayasası’nda da yer alan ‘Türk vatandaşlığı tanımının’ neredeyse aynısıdır. 1924 Anayasası’nın 88. maddesindeki millet tanımı şudur: “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.” Hem 24 Anayasası’nın 88. maddesindeki hem de 82 Anayasası’nın 66. maddesindeki “Türk vatandaşlığı” tanımları, Atatürk’ün şu millet tanımına dayanmaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” (“Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” -1930). Görüldüğü gibi Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde ‘Türk vatandaşlığı’, asla bir etnisiteye, herhangi bir ırka veya dine dayanan antidemokratik bir nitelik taşımamaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde ‘Türklük’, aidiyet duygusunu ve vatandaşlık bağını esas almaktadır. Bunun aksini iddia etmek gerçeği çarpıtmaktır. Özetle 82 Anayasası’nın yüzde 50’sinden fazlası değiştirilmiş durumdadır. Üstelik bu değişikliklerin çoğu AB uyum paketlerinden kaynaklanmıştır ve bazı değişikler referanduma götürülmüş, halka sorulmuştur. Antidemokratik maddelerinin tamamı değiştirilen 1982 Anayasası’na bu şekliyle hâlâ ‘darbe anayasası’ diyenlerin asıl amaçları ‘daha demokratik’ bir anayasa hazırlamak değil, maalesef anayasa değişikliği bahanesiyle sistemi değiştirmektir.”

 


İşte hedefteki İlk 4 madde

 

I. Devletin şekli

MADDE 1.– Türkiye devleti bir Cumhuriyet’tir.II. Cumhuriyet’in nitelikleri

 

Yazının Devamını Oku