Bunun sebepleri çoğunlukla aracılara ve pazarlama sistemine bağlanır. Bu kısmen doğru olabilir. Ancak gerçek sebepler bundan farklıdır.
Birinci sebep: Türkiye’de, özellikle İç ve Güneydoğu Anadolu’da coğrafi sebeplerle yeterli yağış yoktur. Yağış az olunca buna bağlı olarak çok sayıda olumsuzluk ortaya çıkar. (Bu bölgelerdeki yıllık yağış ortalaması 400 mm civarındadır.) Yeterli ot veya saman olmaz (kaba yem) veya fiyatı yüksek olur. Avrupa’nın, Amerika’nın pek çok ülkesinde yıllık yağış 800 mm veya çok daha üzerindedir. Bu sebeple ot bol ve ucuzdur. Hatta bedava bile olabilir. Genç dana 250 kg ağırlığa kadar fazla masraf yapmadan gelişir.
İkinci sebep: Türkiye’de hayvan başına düşen mera yüzölçümü yetersizdir. Mevcut olan meralar ise aşırı otlatma nedeniyle çok zayıflamıştır ve mevcut olan meralarda yetişen bitkilerde besin maddeleri analizi yapılmamıştır. Bu sebeple besi günü gelen danalar, verimsiz meralar ve düşük ot kalitesi sebebiyle yeterli ağırlıkta değildir. Zayıf hayvanlara büyük bedel ödenir. Ot veya samanın fiyatı (kaba yem) et maliyetini Türkiye’de % 15-50 etkiler ve yükseltir. Bu durum Avrupa ve Amerika’da % 5 altındadır. Neticede yetersiz yağış ve verimsiz meralar önemli bir pahalılık sebebidir.
DENGELİ YEM ÖNEMLİ
Emekli yıllardır umutla bekleyedursun, milletvekilleri sessizce 10 bin liralık banka promosyonunu cebe indirdi bile.
Siyasi iktidarın vaatleri, medyanın temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp ‘promosyon müjdesi’ başlığıyla gündeme taşıdığı haberlerle umutlanan yaklaşık 11 milyon emekli, “Ha bugün, ha yarın” diye bekleyip durdu ama hep hayal kırıklığı yaşadı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu dar gelirli kitleye yılda 300 lira promosyon ödeneceğini, bankalarla bu yönde görüşmelerin sürdüğünü açıklamıştı. Emekliler arasında heyecan yaratan açıklamanın gereği bugüne dek yerine getirilemedi. Aradan üç ayı aşkın süre geçmesine karşın bu konuda ne ses var ne seda. Emekli daha önce olduğu gibi hâlâ promosyon umuduyla bekliyor.
SGK emekli aylıklarının ödenmesi için yılda toplam 160 milyar liraya yakın parayı bankalara yatırıyor. Bankalar aylıkları ödenene dek bu paradan kazanç sağlıyor. Niye kazandıklarından bir bölümünü emekliye vermiyorlar? Gözü yok ama, vekillere 10 bin liraya yakın promosyon ödendiğini öğrenince haklı olarak “Nerede bizim paramız?” diyerek haykırıyor. Onlar vekiller gibi 10 bin lira değil, Başbakan’ın açıkladığı 300 lirayı bekliyor. Ne var ki bu düşük miktar bile esirgeniyor, oyalıyorlar.
Aslında emekliye yılda 300 lira yerine vekiller gibi aylıklarının yüzde 53’ü oranında promosyon ödenmesi gerekmiyor mu?
Günün sözü
“Yılbaşı öncesi 100 liralık elektrik tüketildiğinde (% 6 zamla) 122.5 TL fatura ediliyordu. Şimdi aynı miktarda elektrik tüketildiğinde (% 6 zamla): 106x1.55=164.3 TL fatura ediliyor. Gerçek zam oranı=164.3/122.5=1.34. Yani elektriğe gelen zam % 34 oldu. %6 diye bizi kandırıyorlar.”
Petrol fiyatlarının tüm dünyada aşırı oranlarda düştüğü günümüzde, tüm dünya bu düşüşü elektrik, doğalgaz gibi ürünlerde indirime giderek vatandaşına yansıtıyor. Bizde mi?
% 34’lük zammı, ‘Ali Cengiz oyunu’ ile % 6 göstererek ‘kazık’ olarak yansıtıyorlar.
AKP’ye ‘istikrar’ için oy veren vatandaş; memnun musun? Devam mı?
‘Sular durulmuyor’ ve ‘durulmaması’ da gerekiyor. İlk olarak daha 1999 yılında, yani 17 yıl önce ve ardından 2005 yılında TEMA Vakfı bünyesinde ortaya koyduğumuz araştırmaların işaret ettiği sorunların bugün gelip dayandığı nokta insanımızı tehdit etmektedir.
Rapordan görülebileceği üzere daha o zaman Ergene Nehri’nin kirli akarsular kategorisine girdiği ve “suyundan hiçbir şekilde yararlanılamayacağı” gerçeği gözler önüne serilmiştir.
Trakya’da, çarpık sanayileşme ve kentleşme –işin aslı haksız rant- sonucunda yaşanan olumsuzlukların başında toprak, su ve hava kirliliği hepimizi tehdit etmektedir. Açık ki bu çarpıklığa alet olanlar da aslında sorunlardan muaf olamaz. Bölgede artan kanser vakaları sonucunda yaşanan ölümler, bölge insanımızı tedirgin etmektedir.
Lüleburgaz’daki yerel gazetelerde çıkan içme sularında arsenik ya da ağır metal içerikli kirlilik haberlerinden bakanlığın haberi var mıdır? Brezilyalı aktivist yazar Winona LaDuke’ün ifade ettiği gibi “Birisinin, bana, niçin temiz içme suyu isteği sizi aktivist yaparken suyu savaş kimyasallarıyla mahvetmeyi tasarlamanın bir şirketi terörist yapmadığını açıklaması gerekiyor.”
Bilindiği gibi, müteahhidin iflası dolasıyla, Marmaray açılmasına rağmen İstanbul’dan Ankara ve Avrupa tren seferleri yapılamamaktadır. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, müteahhide yeniden 500 milyon dolar fiyat farkı vererek, projeyi 3 yıl sonra 2018’de bitireceğini belirtmiştir. Bu şartlarda bu davranış normal karşılanmalıdır. Her ne kadar Haydarpaşa adı hükümet yetkililerinin saçlarını diken diken etse de orijinal projedeki anahat tek hatları ivedilikle inşaa edilerek ve sinyalizasyon sistemi, eski sistemden faydalanarak, Haydarpaşa Garı-Pendik ve Avrupa yakasında Sirkeci-Halkalı tek ray anahat sistemi ile Avrupa bağlantısı bir yıl içinde tamamlanabilir. İstanbul’un 3 yıl daha demiryolsuzluğa tahammülü yoktur.
İstanbul gibi bir dünya kentine demiryolsuzluk yakışmıyor. Şimdi YHT Pendik’e kadar geliyormuş. Hiç kimsenin haberi olduğunu sanmadığım gibi,
tren seferleri kentten soyutlanmıştır.
İstanbul, Türkiye ulaşımının kalbidir. Önümüzdeki 3 yıl içinde de (2 hat Metro + 1 hat anahattı) proje tamamlanır. Şimdi salaş olarak kötü görüntü gösteren
Haydarpaşa projesi de bir sonuca vardırılmalıdır. Sonra ne yaparlarsa yapsınlar!
Aslan ÖZMEN - Y. Mühendis
Günün sözü
Geniş bir tahlil yapmak gerekiyor. Kurultayda izlenimlerimiz, tanık olduklarımız ve medyadaki değerlendirmeler ve
bize iletilenleri harmanladık; ortaya çıkan sonuç özetle şudur:
Bilindiği gibi 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde CHP’nin aldığı sonuçtan ve parti yönetiminden memnun olmayanlar olağanüstü kurultay girişiminde bulundu.
Genel Başkan ve Merkez Yönetimi, kongreler ve kurultay takvimini öne çekerek ilçe ve illere atadığı yandaş yönetimlere yaptırdığı baskın kongrelerle kurultay delegelerinin çoğunluğunu değiştirerek, parti içi muhalefetin gücünü kırdı ve kurultayı öyle toplantıya çağırdı.
Kılıçdaroğlu’nun tek
aday olarak girdiği seçimde 248 delege oy vermedi.
Coşkusuz kurultayda Kılıçdaroğlu, ‘ölümüne demokrasi’ dışında yeni şeyler söylemedi.
Ahmet Piriştina’nın DSP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandığı 1999 tarihinden bugüne kadar yapılan 4 yerel seçimde de sol partilerin adayı kazanıyor. Piriştina, 2004 yılında CHP’ye katıldı ve o yıl yapılan yerel seçimlerde yine başkan seçildi.
Piriştina’nın ani vefatından sonra belediye meclisi içinde yapılan seçimle göreve gelen Aziz Kocaoğlu 2009’da yüzde 56’lık oy oranıyla seçildi. 2014 seçimlerinde de karşısında AKP’nin güçlü adayı Binali Yıldırım olmasına rağmen yine yüzde 49.5 gibi önemli bir oyla seçilmeyi başardı.
İzmir’de bir Aziz Kocaoğlu realitesi oluştu. Çünkü İzmir’in 30 ilçesinin tamamında Kocaoğlu, CHP’li ilçe belediye başkanlarından daha fazla oy almayı başardı. Bu da siyaseten Kocaoğlu’nu çok güçlü bir konuma getirdi. Geçen ay yapılan CHP İzmir İl Kongresi’nde Alaatin Yüksel’i destekleyen, seçtirmeyi başaran Kocaoğlu bu gücünü daha da pekiştirdi. CHP İzmir milletvekilleri Tuncay Özkan, Atila Sertel, Kamil Okyay Sındır ve Aytun Çıray karşısında başarıya ulaşan Kocaoğlu önemli bir siyasi güç elde etti.
Ama CHP İzmir’deki bu siyaset yapısı partinin Türkiye çapındaki dengelerini değiştirecek bir gelişmeye yol açtı. Kocaoğlu’nun bu büyük siyasi gücünü dengelemek isteyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarihi bir hamle yaptı.
2014 yerel seçimlerinde Aziz Kocaoğlu’nun muhalefeti nedeniyle Bornova belediye başkanı adayı yapılmayan Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’ı önce PM’deki anahtar listesine aldı. Önceki gün CHP’nin MYK’sı da açıklandı. Sındır, CHP’de Genel Sekreterlik görevine getirildi. Böylece İzmir’de Aziz Kocaoğlu’nun gücünden rahatsız olanlar için bir denge sağlanmış oldu.
Öyle görünüyor ki, İzmir’deki siyasi gelişmeler CHP’nin Türkiye kadrolarındaki yapılanmayı ve gelecekteki yol haritasını da belirleyecek.
Aradan geçen bu kadar uzun zamana rağmen bu cinayetin arkasındaki karanlık eller bulunamadı, azmettiricileri ortaya çıkarılamadı. Bu cinayeti çözmenin devletin ‘namus borcu’ olduğunu söyleyenlerin bu sözleri havada kaldı.
Araştırmacı gazeteciliğin en önemli temsilcilerinden, özgür ve bağımsız Türkiye sevdalısı Uğur Mumcu, laik ve demokratik Cumhuriyet’in, Atatürk ilke ve devrimlerinin de yılmaz bir savunucusu idi. Çalışmaları ve öngörüleri ülkemiz için hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunun geçerli kılındığı günümüz Türkiye’sinde hukukun üstünlüğü ilkesine sıkı sıkıya bağlı olarak gazetecilik yapan Uğur Mumcu’yu çok özledik.
Cumhuriyet gazetesindeki ‘Gözlem’ isimli köşesinden Türkiye’yi gözlemleyen, olayların üzerine korkusuzca giden kalpaksız Kuva-yi Milliyeci Uğur Mumcu’nun temsil ettiği değerler ve gazetecilik ilkelerine bugün daha çok ihtiyacımız var.
‘Sakıncalı Piyade’ Uğur Mumcu’yu unutmadık, hiçbir zaman unutmayacağız, unutturmayacağız.
Gazeteciliği ve yazarlığı ile
yeni kuşaklara örnek olmayı sürdüren Uğur Mumcu’yu sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.