Ülkenin kalbi, Türkiye’mizin merkezi; başkent. Güvenliğin en yoğun olması gereken yer. MİT ve bünyesinde istihbarat teşkilatları olan sivil, asker tüm kurum ve kuruluşları orada. Ve bombalı cipler, canlı bombalar ülkenin kalbinde cirit atıyor. Kimsenin haberi yok.
Peki, istihbarat teşkilatları ve istihbaratçılar ne yapıyor? Uyuyor mu? Ülkenin çevresi yangın yeri, içi yanık kokuyor. Peki nerede bu istihbaratçılar?
Ne diyor Başbakan Yardımcısı olay sonrası; “Ambulanslar derhal olay yerine sevk edilmiş, olay yeri inceleme ekipleri olay yerini süratle kontrole almış, olayın failleri ve arkasındakileri en kısa zamanda bulmak için tüm birimler seferber edilmiştir.”
Devletin öncelikli ve en önemli görevi ülkenin ve vatandaşlarının güvenliğini sağlamaktır. En büyük marifet olay çıkaranları, eylem yapanları yakalamak, hangi örgütün olayın arkasında olduğunu tespit etmek, olay yerine süratle ambulans göndermek, ne tür bir bomba patladığını hemen saptamak, olayın arkasındaki örgütü ve ölmüş faillerini kısa sürede duyurmak değildir. Marifet eylem yapılmasını, olay çıkmasını önlemektir. Hele de Türkiye’nin göbeğinde ve Devlet Mahallesi’nde.
Maalesef devletin tüm İstihbarat Teşkilatları sınıfta kalmıştır. Bakalım kim bu sorumluluğu hissedecek ve bu sorumluluğa uygun bir davranış sergileyebilecektir.
Unutmayalım, çirkin saldırı esnasında TBMM sadece 300 metre ötede çalışıyor.
Herkesin genleri, aile tarihçesi ve sağlık durumu aynı olmadığına göre kişiye özel bir check-up listesinin uygulanması gerekmez mi?
Risk faktörleri belirlendikten sonra uzman bir doktor tarafından check-up listesinin oluşturulması ve sonuçların da aynı uzman doktor aracılığıyla yorumlanması ve gerekli görüldüğü durumlarda ek testlerin istenilmesi doğru olmaz mı?
Doktorların kronikleşen kolesterol hastalarına kolesterol hapı verip vermemesinin gerekliliği konusu bir açıklığa kavuşturulamaz mı?
Kolesterolü yüksek olan kişiye bazı doktorlar ilaç başlatırken diğerlerinin tavsiye etmemesi hastaların sağlığı açısından risk oluşturmuyor mu?
Bu konuda bir standart olamaz mı? Kolesterol haplarının yararından çok zararları tartışılırken bir ‘bilgi kirliliği’ ve yanlış yönlendirilme oluşuyor mu?
‘Check-up yaptırdım, iyiyim’ güvencesinde olan kişilerin bile kişiye özel bir check-up sistemi yaptıramadıkları için risk taşıyor olması ve etrafımızda son günlerde ani ve genç ölümlerle karşılaşmamız, Sağlık Bakanlığı’nın bu işe el atması gerektiğini ortaya çıkarıyor.
Banu TAŞKIN
Çünkü kadınlarımız 92 yıl önce kabul edilen Medeni Kanun (Türk Yurttaşlar Yasası) ile toplumsal yaşamda görünür olmanın, birey ve yurttaş olmanın ilk adımını attılar.
Şeriat hukukunu silip ortadan kaldıran, kadının binlerce yıllık boyun eğmişliğini ve ikincilliğini sarsan 1926’nın Medeni Kanunu, Türk hukukunu özel hukuk alanında, dinsel hukuk sisteminden çıkarıp kara Avrupa’sı gurubuna geçirdi.
Bu Kanun, Atatürk Devrimi’nin temel taşlarından biri olarak, Türk Aydınlanması’nın ve Çağdaşlaşmanın adeta dinamosu ve itici gücü oldu. Mustafa Kemal, bu özgün atılımın müjdesini daha 1923’de Bursa’da halka yaptığı bir konuşmada vermişti: “Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan Mecelle’nin hükümlerine bağlı kalamaz. Hukuk kurallarımızı da en uygar uluslar derecesinde iyileştireceğiz. Yüz sene, beş yüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumları yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir” demişti.
İşte 1926’nın Türk Medeni Kanunu, bu gaflet ve cehaleti aşmak için, İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlandı. Dönemin genç Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Kanunun başlangıcında yer alan ‘Gerekçe’de aydınlanma felsefesinin izlerini taşıyan şu görüşleri dile getirdi:
‘Mecelle’nin kuralı ve ana çizgileri dindir. Halbuki insanlık yaşamı her gün hatta her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır... Kanunları dine dayanan devletler, kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değişmez hükümler belirtirler. Yaşam yürür, ihtiyaçlar hızla değişir... Esaslarını dinlerden alan kanunlar, uygulanmakta oldukları toplumları indikleri ilkel dönemlere bağlarlar ve ilerlemeye engel belli başlı etkenler ve nedenler arasında bulunurlar.”
Mahmut Esat Bozkurt’un bu değerlendirmesi, Batılı anlamda hukuk sayılmayan ve günlük yaşam için yönergeler sunan şeriat hukukunu yadsıyan bir iradeyi yansıtmaktaydı.
Devrim’in yürekli Adalet Bakanı Bozkurt’un bazı tarihsel gerçekleri, yeni kurulan laik Cumhuriyet için yaşamsal önemlerini göz önünde bulundurarak vurguladığı bir belge olan ‘Gerekçe’ metni, ne yazık ki Fazilet Partili üyelerin (Nazlı Ilıcak, Mehmet Ali Şahin...) önergesi ile Kanun’dan
Günün şartlarına uyarlanan gayet masum görünen bu yönetmelik CHP meclis üyelerinin düzeltelim ikazlarına rağmen AKP’li meclis üyelerinin çoğunluk oylarıyla geçti. Umarız bazı yanlışları sayın İBB Başkanı Topbaş görür ve onaylamadan geri gönderir.
Eğer aşağıda bahsedeceğimiz düzeltme yapılmamış olursa, Sayın Topbaş imzasıyla İstanbul Valiliği’ne gönderilecek olan bu yönetmelik yürürlüğe girmiş olacaktır.
‘Atalet’, Türkçe sözlüklerde ‘tembellik, işlemsizlik, eylemsizlik’ şeklinde açıklansa da herhangi bir harekete karşı birçok sebebe bağlı olarak direnç gösterme durumu olarak tarif edilebilir.
Atalet içerisinde bulunanlar, istenilenin ne olduğunu, sorunu nasıl çözeceklerini bildikleri halde hiçbir şey yapmama durumunda olanlardır.
Hepimizin bileceği üzere Türkiye’de herkes anadilini özgürce konuşabilir ve resmi yazışmalar dışında yazabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nde resmi yazı dili yani resmi dil ‘Türkçe’dir.
Devlet ve kurumları, kanun ve yönetmelikleri bildiğim kadarıyla Türkçe hazırlarlar.
Dolayısıyla Türkçe alfabe kullanılır.
Dostluğa çok önem verir, özel olarak ilgilendiği dostları çoktur. Büyüklerine de saygılıdır. Yanlış hiçbir işi olmamıştır. Antika piyasasında aile olarak 100 yıllık bir geçmişleri vardır. Hafta başında dört kitap yayınladı; bu kitapları Doğan Hızlan ve Güngör Uras gibi büyüklerimiz geniş şekilde tanıttılar. ‘Raffi Portakal-Portakal’ın Yüzyılı’ kitabını okurken, İstanbul’dan, sanatseverlerden, antika ve müzayedecilikle ilgili çok şey öğreniliyor. İstanbul neymiş, bu coğrafya neymiş diye... Tam 508 sayfa. Türkiye’de şimdiye kadar yayınlanmamış bir hizmet: Doğan Kitap yayınları arasında yer aldı.
‘Portakal’ın Yüzyılı Kitabı’nı Enis Batur kaleme almış... “Bir 50 yılına şahsen tanık olduğum, ilk 50 yılını babamdan dinlediğim 100 yılın anlatısı” diyor Portakal... Enis Batur, amacına uygun bir üslup olarak Portakal’a söyleşiyi önermiş ve 19 seans sonunda ‘entelektüel’ bu tablo ortaya çıkmış... Yani, düşünceden gerçeğe bir çalışma... Raffi “Belgeler ve kayıtların dışında benim hafızamın anahtarı oldu bu kitaplar” diyor.
Kitapları yayına Ezgi Aruduru hazırlamış, kitap tasarımlarını Bülent Erkmen yapmış.
Raffi Portakal kitabın sunuşunda “Portakallar, Evrenseller, (Çilciyanlar), sizler olmasaydınız, bu kitap da olmazdı” derken, çok doğru yapıyor. Bu kadar bilgiyi toplamak ve anlatmak... Seçkilerden bir demet:Dedesi Yervant (1883-1947), babası Aret Portakal (1915-1985)... 1947 doğumlu olan Raffi’nin dedesi Ordulu, babası İstanbullu...
ANTALYA Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO), Rusya Federasyonu’nun Türkiye’ye karşı yaptırım kararlarının Antalya ekonomisi üzerine nasıl etkileri olacağını bir raporla ortaya koydu. ATSO Başkanı Davut Çetin, iki aylık bir çalışma sonucunda hazırlanan raporda tarım ve turizm sektörleri açısından olası senaryoları gündeme getirdiklerini söyledi.
Çetin, “Rusya’nın yaptırım kararlarının doğrudan ve en fazla Antalya ekonomisini etkileyeceği biliniyor. Yalnızca bir veya iki sektörün değil, sanayi, ticaret, hizmet sektörlerine kadar bütün Antalya ekonomisinin etkilenmesi söz konusudur. Rusya krizinin Antalya krizine dönüşmemesi için önleyici ve destekleyici politikaların ivedilikle uygulamaya alınması zorunludur” dedi.
İlgili bakanlara raporu sunan Çetin, olası senaryoları şöyle sıraladı:
1- Olumsuz senaryo: Rusya kapısının tamamen kapanması, sorunun Orta Asya ve Doğu Avrupa pazarlarını da etkilemesi ve alternatif pazar yaratılamaması durumudur. Böyle bir durumda Antalya tarımı en az 350 milyon dolar doğrudan gelir kaybı yaşayacaktır.
2- Gerçekçi senaryo: Üç aylık ihracatın kaybedilmesinin maliyeti en az 150 milyon dolardır. Bunun fiyat düşüşü etkisinin de olacağını ve toplam kaybın 750 milyon ila 1 milyar TL civarında gerçekleşmesini bekleyebiliriz.
Bu durumları elbette ki biz kendi kendimize yaratmadık. Neyse artık olan oldu.Peki şu andan itibaren bizlerin buradaki durumu ne olacak? Buradaki bütün kapılar, yavaş yavaş yüzümüze kapanıyor. Krizler nedeniyle kötüleşen işler bu olaydan sonra iyice ‘durdu’. Hatta ‘döndü’ diyelim, çünkü daha doğru olur...
Bizlerin buralarda 30 yıla yakın bir zamanda oluşturduğumuz köprüler yıkıldı, ikili ilişkilerimiz kötüleşti. Türkiye’de TV’lere çıkıp ahkâm kesmek kolay da bu sorunlar nasıl çözülecek? Farz edelim ki bizler burada iyice battık, her şeyimizi kaybettik, bu yaştan sonra Türkiye’ye dönüp ne yapacağız?
Ufak bir olay yüzünden bütün buradaki biz Türkler, hepimiz buralarda geçirdiğimiz 20-30 yıla sünger çekip vatana sıfır mı döneceğiz? Bizler buralara tamamen kendi çabalarımız ve gayretimizle geldik ve her şeyimizi kendi çabalarımızla oluşturduk. Eğer devletimiz bizlere bir şeyler vermedi ise bizler neye göre devletimiz yüzünden kaybedeceğiz Allah aşkına? Yıllarca ülkemize dövizler gönderdik.
Başka insanların da buralara gelip çalışmalarına ve onların da ülkemize döviz göndermelerine vesile olduk.
Turizmde yaşanan krizin boyutları ile ilgili her gün yeni bir gelişme yaşanırken ziyaretçi girişinde meydana gelecek kayıp ile ilgili tahmin ve oranlar büyüyerek değişiyor.
Antalya geçen yılı gelen turist sayısında yüzde 5 kayıp ile kapattı. Gelişmeler 2016 yılında ziyaretçi kaybının bunun çok üzerinde gerçekleşeceği yönünde bir seyir izliyor. Yılın ilk ayı ocakta gelen ziyaretçi sayısının geçen yılın yüzde 19 gerisinde olması 2016 yılına ilişkin beklentileri de değiştirdi. Rusya ve Almanya’dan 3.5 milyonluk düşüş. Turizmgazetesi.com’da Antalya’ya gelen ziyaretçiler üzerinden bir simülasyon yapıldı. Recep Yavuz’un havaalanından giriş yapan turistlerin ülkelere göre dağılımını gösteren veriler üzerinden yapılan simülasyona göre 2016 yılında Antalya’ya gelecek ziyaretçi sayısı iyimser bir tahminle bile kötü geçen 2015’in bile yüzde 35 gerisinde kalacak. Simülasyonuna göre 2015’te Antalya’ya gelen yabancı ziyaretçi sayısı 10 milyon iken bu sayı 2016’da yüzde 35 gerileme ile 6.5 milyon olarak gerçekleşebilir. Buna göre 2016’da Antalya’ya 2015 yılından 3.5 milyon kişi daha az ziyaretçi gelecek. Bu 3.5 milyon kişilik azalma da Rusya ve Almanya’daki düşüşten kaynaklanacak.
Simülasyonda 2015 yılında Rusya ve Almanya’dan Antalya’ya gelen kişi sayısı 7.1 milyon iken bu sayı 2016’da 3.5 milyonda kalacak görünüyor.
Tarih sizi affetmez