Bizler Avrupa’da yaşayan Türk göçmen toplumu olarak, ‘örgütlü toplum olma’ bilinciyle, yaklaşık 25 yıl önce, Avrupa Balkan ve Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’ni, Almanya’nın Frankfurt kentinde kurduk.
Avrupa’da yaşayan ve Balkan-Rumeli kökenli Türk toplumunun geçmişi artık üçüncü kuşağa dayandı.
Göçmenlik olgusunu yüzyıllardır kendi içinde yaşayagelen bir toplumun Batı Avrupa’ya yönelik sürecinde hiç kuşkusuz bazı sorunlar da yaşıyoruz.
Göç sürecini iyi bilen, dedeleri Türkiye’den Yunanistan’a göç etmiş olan bir ailenin yeni kuşağı olarak sizinle bu sorunlarımızı paylaşmak istiyoruz.
AKP, kendi döneminde ortaya çıkmış bu sorunların çözümlenmesi/hafifletilmesi bağlamında son iki yıllık bir süreç içerisinde, bazı yasal ve idari düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Konuya ilişkin üç temel kanunda (İş/İhale/Kamu Sözleşme) ek değişiklik yapılmış, üç adet yönetmelik kabul edilerek Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Hükümetin 2016 eylem planına göre 21.03.2016 tarihine kadar çıkarılması gereken asıl iş/yardımcı iş ayrımı yapılması, asıl işlerde çalışan taşeron işçilerin sürekli işçi kadrosuna alınmasına ilişkin düzenleme ise yayımlanmamıştır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 22.03.2016 günü yaptığı bir açıklama ile tüm bu çalışmalar bir tarafa bırakılmış, yeni bir yaklaşımla taşeron işçilerin tamamının ‘özel sözleşmeli’ olarak kadroya alınacağı ifade edilmiştir.
Başbakan tarafından açıklanmış bu yöntemin içeriğinin ilgili bakanlar tarafından doldurulmasına gayret edildiği ve konunun henüz netleşmediği görülmektedir.
Cinsel suçlardaki bu seviyede bir artışın nedenleri ve 3 yaşındaki bebeklerin de saldırı tehdidi altında olduğu gerçeği ile yüzleşmeden, bu yaraya çare bulmak mümkün değil.
Senin vakfın, benim vakfım, tek bir olaydan hüküm verilmez gibi bahaneler, gerekçeleri tartışmalı iyi hal indirimleri, insanlık suçu gibi ahlaksızlıkları, bir kravatın ucunda yumuşatmak, ‘yandaş tecavüzcü’ kayırmaları, kurbanların sayısını artırıyor, sapıklara cesaret veriyor.
Kendi çocuklarını tecavüzden koruyamayan bir devlet ve toplum, “tasavvur dışı bir ahlaksızlık karşısında aciz kalıyor” demektir.
Çocuklara yönelik saldırıların metastaz (yayılma) yaptığı bir toplumun hiçbir uygarlık iddiası olamaz.
1985’ten beri sosyal, siyasal ve askeri alanda kalıcı tedbirler alınmadığından dolayı, Güneydoğu’daki huzursuzluk ve terör devam etmektedir. PKK’nın kullandığı taktikleri yok edecek olan politikalar icraata konulmadıkça, Güneydoğu’da değişen bir şey olmayacaktır.
Kürtleri kokutarak ve mağdur ederek mücadele eden PKK, bölgeyi fakirleştirmek ve halkı kendisine bağlamak için sürekli kanlı eylemlerde bulunmaktadır. ‘Kürdistan’da Zorun Rolü’ kitabını yazan Öcalan, Kürtlere uyguladığı baskı politikasını şöyle açıklar:
“Siz bir şey bilmiyorsunuz... Ben köylere giderdim. Kürtlerin bana katılmasını sağlamak için o köyden birkaç adam bulurdum. Onları öldürtürdüm. Ondan sonra tüm köy halkı bana tabi olurdu.”
Coğrafi şartların zorluğu örgüte hep kolaylık sağlamıştır. Coğrafi alanı avantaj olarak kullanan PKK saldırı stratejisini de şu temele dayandırmıştı:
Kılıçdaroğlu hepsini dinledi; Ergene sorunlarından Trakya topraklarının yağmasına, laik Cumhuriyet’e yönelik darbelerden öğretmenlerin sorunlarına kadar vatandaşın ‘dert küpü’ olduğunu gördü.
Vatandaşlar yeni anayasa ve başkanlık sisteminden rahatsız olduklarını gösterdiler.
Türkiye’nin yaşadığı sıkıntılar nedeniyle özeleştiriler yapan Kılıçdaroğlu “Yeni bir hareket başlatmak zorundayız, ülkemizden yana, insanımızdan yana.
Ama bu hareket içi bilgi dolu bir hareket olacaktır; kaba değil” dedi.
Kitabı bulup getirdik ve ‘tarihi bir gerçek ortaya’ çıktı. Bu bölüm ‘Suriye ile İlişkiler Geriliyor’ ara başlığını taşıyor.
“1957 seçimlerine giderken Türkiye’nin ve dünyanın gündemine yerleşmiş çok önemli bir dış gelişmeye de temas etmek gerekli olacaktır. Suriye’de sürekli olarak askeri müdahaleler oluyor, istikrarsızlık devam ediyor, bu yetmiyormuş gibi Suriye bazı davranışlarıyla Türkiye’yi tahrik ve taciz ediyordu. Bunu gören DP hükümeti Suriye’ye nota vermiş hatta böyle giderse askeri bir müdahalede bulunabileceğini de karşı tarafa iletmişti. Askeri hazırlıklar yapılıyor, civardaki tank-top ve piyade birlikleri Suriye sınırına sevk ediliyordu. O zamanın tabiriyle Türkiye, Suriye sınırına tahşidatta bulunmuş oluyordu. Türkiye kararlı ve ısrarlıydı.
Ancak ABD, Türkiye’yi bundan vazgeçirmeye çalışıyordu. Bunu bir dayatma şeklinde değil, ‘Biz iki dost ve müttefik ülke olarak ortak çıkarlarımızdan hareket edecek olursak böyle bir müdahale arzulanan faydayı getirmeyecektir. Aslında biz Türkiye’yi bu niyetinde ve hatta kararında haklı buluyoruz ama daha olumsuz şartlarla karşılaşmak riskine girmememiz gerekir’ diyordu.
Diplomatik ifadenin en yumuşak, en nazik biçimdeki ifadelerini kullansa da sonuçta ABD, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak gerçekleştireceği böyle bir askeri müdahaleye karşı çıkmaktaydı. Sonuçta bu durum Türkiye’nin kararını etkilemiş ve Türkiye zaman içerisinde Suriye’ye müdahaleden vazgeçmiştir.
Avrupa’nın en saygın basın kulüplerinden biri... Uzun yıllardır üyesi olduğum kulüp Frankfurt’ta neo-barok stili Livingston Sarayı’nın bir bölümünü kullanıyor. 1880’de ABD’den gelen işadamı M.L. Livingston yaptırmış ama yapımından kısa süre sonra ölmüş. Rotschild ailesine geçmiş. Çeşitli evrelerden sonra 1978’de Frankfurt Şehir İdaresi satın almış haşmetli yapıyı...
Kulüpte ‘Birleşik Avrupa’nın vizyonu’ konuşuldu. Almanya Birinci Televizyon Kanalı ARD’nin Brüksel Bürosu Şefi Rolf-Dieter Krause, mülteci kriziyle ilgili gelişmelerin perde arkasını da uzun uzun anlattı bize... Tecrübeli gazeteci Bay Krause, 15 yıldan beri Brüksel’de büro şefi... Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin dış politika masası şefi Klaus-Dieter Frankenberger’in yönettiği sohbette bazıları bilinen, tahmin edilen konular konuşuldu. Bazen de “bildiğimiz başka, hakikat başka” dediğimiz konular oldu...
Şu bir gerçek; bugüne kadar birçok kriz yaşayan Avrupa Birliği bu kez tarihinin en ağır kriziyle karşı karşıya... Mülteci krizi... Bu Euro krizinden daha ağır bir kriz... Buna karşı Avrupa’nın da bir ‘master planı’ yok. Toplantı üstüne toplantı, art arda zirveler... Sadece bir milimetre yol alınıyor. Avrupa Birliği vizyonu ilk kurulduğu haliyle devam eder mi? Yeni bir şekil mi alır? Schengen ortadan kalkar mı? Avrupa dağılır mı veya dağılmaktan da kötü olur mu? İşte AB’de kulislerin, koridorların konuları bunlar.
Akşamki sohbetten çıkardığım ana fikir şu: Kim ne derse desin derin mülteci krizindeki Avrupa’yı şimdilik bir arada tutan Türkiye... Mülteci akınını kesecek anlaşma nefes almalarını sağlıyor. Hani yeniden işe başlamak için insan çok kısa bir süre durup soluk alır ya, işte öyle bir şey... İngilizce ‘a long deep breath”... Avrupalı politikacılar bunu zaten biliyor. Asıl mesele bunu Avrupa kamuoyuna, halkına anlatabilmek. Şu anki ‘pazarlık’ algısını aşabilmek önemli...
Öncelikle santralların yenilerini yapmak yerine rehabilite edilerek 19.8 milyar kw saat üretim sağlanmalıdır. Bu 1600 MW yeni bir santral demektir.
Enerji Bakanı Berat Albayrak, Çin’de değil çözümü Türkiye’de aramalıdır. Bakan’ın Çin gezisinde ‘Süper Termik’ termik santrallarını incelediğini ümit ediyorum. Süper termik santrallar her biri 1000 MW’nin üstünde 10-20 santral paketi demektir. Bakan Bey Super Dragon ve Ding Xian santrallarını gezmiş olabilir. Bu yakma teknolojisinde Fluidised bed (sıvı kızgın yatak) kullanılmış olabilir. FB yakma teknolojisi, yurdumuzda sadece 450 MW Tufanbeyli Santralı’nda yeni kullanılmaktadır. Bir tecrübemiz yoktur. Tam Afşin-Elbistan kömür sahasına uygun. Böyle bir paketle Trakya, Akdeniz gibi Türkiye’nin güzel yerlerini kirletmeden, tüm elektrik sorununu çözebiliriz. Bu alanları ve çevreyi koruyabilir, alanları tarım ve turizme ayırabiliriz. 14 yıldan beri Afşin-Elbistan kapasitesinde yeni bir santral yapmayan AKP hükümeti, mevcut santralları özelleştirmek için ‘yırtınmakta’ fakat özelleştirememektedir. Maden-İş Sendikası özelleştirmecileri 14 yıldır sahaya sokmamaktadır.
Benim değerlendirmeme göre, önce ‘yenileme’ sonra da hiç peşinsiz D ve C elektrik santralları 2x2=4 milyar dolara 20 yıl taksitle Çinlilere yaptırılabilir.
Yıllık 100 milyon dolar taksitlerle... Bunun için Dünya Bankası, Mitsui Japon şirketi ve Çinliler bu krediyi vermeye hazırdırlar. Böylece inşaat süresince 22 bin, işletmede de 2400 kişiye iş sağlayabilir. Santralların özel şirketlere verilmesinin sebebi, 20 yıl elektrik alım garantisi verilmesidir.