Olayın 1 Mayıs Emekçi Bayramı sürecinde meydana gelmesi Türk futbol tarihine kara bir leke olarak geçti.
Futbolun başaktörü oyuncuların bir bölümü aldıkları paralarla dünyalığını kurarken, değil amatör kulüpler, alt liglerdeki profesyonel futbolcular asgari ücret seviyesinde bir gelir bile sağlayamıyor.
Veya alıyorlardı, vaat edilenler kâğıt üstünde kalıyor ya da başkasının kasasına giriyor.
Çalışma Bakanı Süleyman Soylu ne diyordu: “Çalışanın kartıyla 1300 lirayı çekip 300 lirayı kendi cebine koyuyor, 1000 lirayı çalışana veriyor.” Aynı durum birçok kulüpte de oluyor.
Sanat ve müze keyfini bu ortamda nasıl sürdürebileceğiz? Umutsuzluk yaratmayalım gene de... Kentin yöneticilerine göre en çok tercih edilen kente yerleşen resmi olarak 420 bin Suriyeli göçmenin üzerine ‘ikramiye’ gibi gelmiş bu iki arkeolojik kazıdan çıkanlar... Hatay’ın arkeolojik müzesi vardı, yeni yılda yenisi açıldı; ancak bunlar bile yetersiz kalabilir bu zenginlikleri teşhir etmek için...
Gaziantep’te Zeugma ve Şanlıurfa’da Göbeklitepe kazıları ile sevinirken, Hatay’da çıkanların bunlardan daha değerli olduğu belirtiliyor şimdiden. Arkeologlar, iki kazının raporlarını görmek istiyor.
200 metrekarelik G2 mozaiği... Hem konusu hem de yapım kriterleri ile dünyada eşi benzeri olmayan nitelikleri üzerinde barındırıyor.
Bu kazıları özetlersek...
“Nerede bir Türk topluluğu yaşıyorsa orada boş siyasi çekişmelerin yaşanmasını kanıksamak artık olağan bir şey oldu. Bulgaristan Türkleri, Osmanlı–Türk devletinden ayrılmalarından bu yana büyük sıkıntılar çekiyor.
93 Harbi ve Balkan Savaşları’nda maruz kalınan katliamlar ve ardından gelen baskılar, isim değiştirmeler, asimilasyon ve göçler çektikleri acıların başlıcaları...
Kısaca diyebiliriz ki; 2016 yılı itibari ile bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da Türklere yönelik insan hakları ihlalleri, demokrasi ayıpları ve hukuk karşısındaki eşitsizlik bütün hızıyla sürüyor.
Buna karşılık, Bulgaristan Türkleri bazı siyasi güçler tarafından devamlı bir suni çekişme içinde tutuluyor. Yani HÖH’çülerin deyimi ile bu bir ‘laboratuvar’ çalışması sonucu oluyor.
Başka bir ifade ile Atatürk, sosyal hayatımızı zehirleyen, siyasete, ticarete ve kimi ahlaksızlıklara bulaşmış sözde tarikat mensuplarını toplum hayatının dışına çıkarmayı öğütlemişken, tam tersi bir gelişme ile laik Cumhuriyet onlara emanet (!) edilmiş, yani kuzu kurda, tavuk tilkiye teslim edilmiştir.
Cumhuriyet okullarında eğitim almış kimi aydınlar dahil hepimiz sorumluyuz bu tablodan.
Başsorumlu da anamuhalefettir.
Bana göre Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, 19 Mayıs 1919’dan daha kötüdür.
TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman’ın “Laiklik yeni anayasada olmamalı. Dindar bir anayasa olmalı” biçimindeki sözleriyle, iktidarın yeni anayasa konusundaki ısrarlı taleplerinin gerçek yüzünün laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek olduğu açık olarak ortaya çıktı. Aklın özgürlüğünü reddedip dinin özgürlüğünü savunmak ancak demokrasi kültüründen nasibini almamış siyasetçilerin bakış açısıdır. İnanç ile siyaseti birlikte yürütmek ve inancı iç politika malzemesi yapmak 93 yıldan beri laikliği ve inanç özgürlüğünü birlikte uygulamış olan Türk toplumuna yapılabilecek en büyük kötülük olacak. Laiklik, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Laiklik, kamusal ve özel yaşamda hak ve özgürlüklerin kullanılmasında, çeşitli dinlere ve mezheplere inananlar arasında ayrıca inananlarla inanmayanlar arasında ayırım yapılmamasının anahtarıdır. Dünyadaki örnekler göstermektedir ki laikliğin olmadığı hukuk düzenleri maalesef inançların korunmadığı, inançların şiddete dönüştüğü toplumların rejimidir. Sayın İsmail Kahraman’ın din ayrımcılığı anlayışını ve yönetimi şeriata göre düzenleme özlemini reddediyoruz. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
LAİK ANAYASA - İSLAMİ ANAYASA
MECLİS Başkanı, laiklik ilkesinin yeni anayasada yer almaması ve İslam dinine vurgu yapılması görüşünü ortaya attı. Klasik demokrasi anlayışında genel kabul; devletlerin resmi bir dininin olmayışı yönünde gelişti. Devletin ideolojik karakteri konusunda anayasanın nötr olmasını savunan kesimler, İslami ağırlıklı bir inanç düzenlemesinin gereğine inanıyorlar. Laiklik konulu tartışmalar, Cumhuriyet’in siyasi tarihinde en hassas fay hattını oluşturdu, yeni anayasa çalışmalarında da önemini koruyor. Laiklik ilkesi, hürriyet ve eşitlik temelli bir demokratik düzen bakımından ve sonuçta da devletin niteliğini tanımlamada belirleyici ölçüt olarak tartışılması gerekli bir unsur. Din ve vicdan hürriyetinin kamusal düzen ve toplumsal barış bakımından hayati önemde olduğu gerçeği, geniş bir uzlaşmayı zorunlu kılıyor. Atatürkçülüğü ‘ideoloji’ olarak değerlendirip, anayasal düzenlemede, ‘ideoloji’ reddiyesi yaparken, İslam dini gibi olağanüstü bir ‘medeniyet inancını’ -kısa olmasını istedikleri- bir anayasa metni içine sıkıştırma yaklaşımı, ciddi sorunlar doğurma istidası taşıyor.
Kömürlü termik santrallar sera gazı emisyonlarının neredeyse % 50’sinden sorumlu.
Üstelik kömür külüyle-tozuyla bizleri hasta ediyor, doğayı mahvediyor. Paris İklim Anlaşması’nın bu kadar çok ülke tarafından imzalanması bunun göstergesi.
Ama yetmez, iklim adaletini sağlamak için dünyanın yer yerinde fosil yakıtlarını yerin dibinde bırakmalıyız.
Bizler bu iklim mücadelesini hep beraber kazanacağız.
“23 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde TBMM açılmıştır. Böylece egemenlik yani yönetme, padişahtan halka geçmiştir. İnsanlar kul olmaktan kurtulmuş, vatandaş olmanın ve kendi kendini yönetmenin bilincine varmıştır. Büyük önder Atatürk “
Çocuklar milletin geleceğidir, şehitlerin çocuklarını korumak ve mutlu etmek” düşüncesi ile 23 Nisan’ı Ulusal Egemenlik Bayramı ilan ederek, dünya tarihinde çocuklara bayram armağan eden ilk lider olmuştur.
Daha paylaşımcı yönetim ve evrensel çocuk hakları arayışı yerine, son 14 yıllık iktidar döneminde ne yazık ki, çağdışı tek adam yönetimi; çocuk gelinler, çocuk işçiler ve hatta çocuk cinsel istismarı neredeyse kurumsal hale gelmiştir. Karaman’da yaşanan cinsel istismar olayı toplum nezdinde büyük bir infiale neden olurken, iktidarın bakanı “Cinsel istismara bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumu karalamak için gerekçe olamaz” sözleriyle tecavüzcüleri savunmuş, ahlaki çöküntü karşısındaki kirli ilişkileri perdelemeye çalışmıştır.
Bugünkü iktidarın milli bayramları kutlamama yönündeki tutumu 23 Nisan’da da devam etmiştir. Cumhuriyet’e ve Atatürk’e karşı kin besleyen, devrimleri yıkmak için fırsat kollayanlara geçit vermeyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak milli bayramlarımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz. Ulusal egemenliğin ve Atatürk Türkiye’sinin sembolü TBMM’nin kuruluşunun 96. yılında çocuklarımıza eşit bir gelecek, daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok refah, daha çok mutluluk getirme kararlığımız ile çocuklarımızın ve geleceğe umutla bakan tüm yurttaşlarımızın bayramını kutlar saygı ve sevgiler sunarım.”
Hükümet kıdem fonu tasarısı, kiralık işçi tasarısı, bölünmüş yıllık ücretli izin yasası, arabuluculuk tasarısı gibi tasarı ve eğilimlerle ülkemizde işçi haklarında çok ciddi bir gerileme yaratma, işçi sendikalarını gerçekten zayıflatma düşüncelerini sergilerken işçi sendikaları ve konfederasyonlar tarafından 1 Mayıs’ın çok daha başka ve önemli bir gün olarak algılanması gerekirdi.
Ülkenin en büyük işçi konfederasyonu Türk-İş işçi sorunlarını bırakıp ülkede yaşanan bölücü teröre karşı verilen mücadelede hükümetin yanında olduğunu vurgulamak ve şehitleri anmak algısını yaratmak için 1 Mayıs’ı şehitler diyarı olarak bilinen Çanakkale’de kutlama kararı aldı. Bölücü teröre karşı duralım, bu uğurda verilen şehitleri yüceltelim ama 1 Mayıs’ta değil... 1 Mayıs işçinin, emekçinin sömürüsüne karşı direnildiği, ellerinden alınmak istenen haklara sahip çıkıldığı, kazanımların kutlandığı, dünya emekçileri ile dayanışma günüdür. Türk-İş eğer teröre karşı duruşunu sergilemek ve bu yolda verilen şehitleri anmak istiyorsa bunu terörün insanları vurduğu Ankara’da, İstanbul’da yapması gerekirdi.
DİSK’in yanlışı daha vahimdir. Yapamayacağını, gidemeyeceğini bildiği halde 1 Mayıs kutlamasını Taksim’de yapmak kararı almıştır. Bu kör inadın bir anlamı yok. DİSK polisle çatışacağını, belki de kan döküleceğini bilerek bu kararı almışsa bu işçi sınıfına ve onun sorunlarının çözümüne hizmet değildir. Eğer 1 Mayıs 1977’de ölen 37 insan anılmak isteniyorsa Taksim Kazancı Yokuşu’na sessiz ve anlamlı bir biçimde karanfiller konabilirdi. Bildik sahneleri yeniden yaşatmak DİSK’i asla yüceltmeyecek aksine DİSK’in sağduyulu yurttaşlar tarafından sorgulanmasına yol açacaktır.
Yapılması gereken iki konfederasyonun, hükümetin güdümündeki Hak-İş’in de katılımı ile izin verilecek bir meydanda milyonun üstünde işçiyi toplayarak işçi haklarını geriletme çabalarına karşı gür ve ortak bir sesle karşı durmak, işçi sınıfının hükümete teslim olmayacağını sergilemekti. Bu çok önemli fırsat kaçırılmış ve konfederasyonlar bindikleri dalı kesmişlerdir. Çok yazık! Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL- Girne Amerikan Üniversitesi Hukuk Fakültesi'KİTAP DEĞİL KOR PARÇASI'
ESKİ savcı ve Ali Özgündüz CHP’den geçen dönem milletvekilliğinde elde ettiği belgelerle ‘17-25 Aralık-Reza’nın ‘Rıza’sını kazananlar’ (Kaynak Yayınları) adlı bir kitap yazdı. Alkışı hak ediyor. “Bu kitabı, 17-25 Aralık nedir? Bu sorunun cevabını bulmak, anlamak, bu olayın gerçekte ne olduğunu belgelerle anlatmak amacıyla yazdım” diyor. Kitapta şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmamış ve hatta suçlanan dört eski AKP’li bakanla ilgili Meclis’te kurulan ve soruşturma komisyonundaki muhalefet partilerine mensup milletvekillerinden bile gizlenen, ilk defa görülen resmi belgeler de var. “Bize kitap değil, adeta bir kor parçası göndermiş!”ECZACIBAŞI'NIN MİLAS HASSASİYETİ