Kendilerine sunulan şeyin kaçırılmaz bir fırsat olduğunu düşünüp başkaları ile bu yüzden paylaşmamaları. Tabii kişiden kişiye konunun değişmesi gerekiyor. Kimisine kentin ortasındaki saat kulesi satılabiliyor, kimisinin de aslı astarı olmayan bir buluşa ortak olması sağlanabiliyor. Aliağa’da var olan termik santrallara ek olarak dört yeni termik santral planlanıyor. Dolandırılma burada da geçerli. Çevrede yaşayan halk iş bulacağını sanıyor. İzmir’de yaşayanlar da kalkındıklarını sanıyorlar. Bu santral projeleri yıllardır sürüyor ve bazıları gerçekleşti bile... Kimse ses çıkarmazsa yenileri de yapılacak. Ben komşularıma birkaç yıl aralarla bu konuda bilgi verdiğimde her defasında ilk defa duyduklarını söylüyorlar. Acaba bilinçaltlarındaki ‘kalkınıyoruz’ algısı mıdır, söylediklerimizin hemen unutulmasına yol açan? Sanırım bu gibi durumlarda kitlesel bir dolandırılma olayı ile karşı karşıyayız.
İzmir’de 22 Nisan 2016’da hava kirliliği PM10 (partikül yani parça) 985 µg/metreküp idi. Bu parçalar ciğerlerimizi hasta ediyor. Kansere yol açıyor. Ulusal üst sınır 80 µg/metreküp, AB üyesi ülkelerindeki üst sınır 50 µg/metreküp idi. Yani şimdiden İzmir’de AB üst sınırının 20 katına yaklaşmış. Yenileri de yapılırsa bu oran iyice artacak. Torbalı’ya kadar ciddi kirlenme söz konusu. Daha güneye ve kuzeye de kaçamazsınız, oralarda da halen termik santrallar var. Yenileri de sırada.
TERMİKTEN KAZANÇ YOK, KAYIP ÇOK
13 Mayıs 2014’te meydana gelen Türkiye’nin en büyük iş cinayetinde 301 maden emekçisi ihmalkârlığın, yetersiz önlemlerin, aşırı kâr hırsının kurbanı olarak yerin yüzlerce metre altında yaşama veda etmişti.
Acılar hâlâ dinmedi, emekçi ailelerinin hak arayışı yargıda hâlâ sürüyor. Kömür ocağındaki yangında yüzlerce emekçinin yaşamını yitirmesi, geride acılı aileler bırakması, Türkiye’nin yüreğini dağlamış, gözyaşları sel olmuştu.
Soma ve hemen ardından Ermenek’teki iş cinayetleri madencilerin çilesini, yoksulluğunu, işsizlikten çaresizliğini, denetim eksikliğini, yetersiz önlemleri, bunlara çanak tutan sarı sendikaların varlığını bir kez daha gündeme taşımıştı. Ne var ki aradan geçen iki yılda ortaya çıkan bu sorunlar varlığını hâlâ koruyor, iş cinayetleri can almaya devam ediyor. Orhan Veli’nin “Alnımdaki yüz karası değil kömür karası. Böyle kazanılır ekmek parası” diye tanımladığı maden işçiliği, saygı duyulması gereken mesleklerin başında gelir. Grizu patlamasından göçük altında kalarak yaşamlarını yitirmeleri veya sakat kalmaları maden işçilerinin yazgısıdır adeta. Ölüm riski çok fazla olsa da başka şansları, seçenekleri yoktur onların kömür işçiliğinden başka... Tek amaçları asgari ücret veya biraz üzerindeki maaşla ailesini geçindirebilmek... Ama hep ihmal edilirler. Soma Devlet Hastanesi’nin ön cephesinde yazıldığı gibi çileli maden emekçileri için ne yazıyor biliyor musunuz? “Bir avuç kömür için, bir ömür verirler.” / Şükrü KARAMAN
İmparatorluk döneminde kurulmaya başlanan, ümmetçilik-milliyetçilik arasındaki ilişki, Cumhuriyet şartlarında, İslam’ı, Türk olmanın önkoşulu olarak kabulü ile yeni bir safhaya evrildi ve bugünkü radikal milliyetçiliğin temelini teşkil ediyor.
Ulusalcı milliyetçilik ile arasındaki fark, İslami kimliği öncelikli kabul ile ilgili, bu ton farkı olarak görünüyor ve Türk dünyasını kapsamaya çalışıyor. Ulusalcılık, Misakımilli’yi (milli ant, ulusal yemin) önşart, milliyetçiliği bu ideali korumanın gerekli şartı, İslami/dini kimliği ise ulusalcı özün müktesebatı olarak kabul etmekte... AK Parti, Milli Görüş geleneğininin gömlek değiştirmiş bir versiyonu olarak (kendi iddiaları) ümmetçilliği, bölgesel ve küresel güç olma iddiasında, ‘kaldıraç’ olarak öne çıkarıyor.
Sonuç olarak, ‘Türkçü radikal milliyetçi’ düşünce ile iktidar arasındaki İslami öncelikler bakımından mevcut geçişkenlik, bugünkü bölücü terör ile çatışma hali ile de birleşince, muhalefet-iktidar ilişkilerini etkiliyor... ‘Ortak değerler’ söz konusu olduğunda, ‘otomatik’ bir işbirliği gündeme geliyor ve iktidar kazanırken muhalefet kaybediyor.
Din gerçeğinin politik aksiyonlarda öne çıkarılması, milliyetçi siyasetin geleceğini de etkiliyor.
İki yılda bir gerçekleşen konferansta Türkiye’den Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ile bakanlık temsilcileri de yer aldı.
STK’lar arasından Çiftçi-Sen Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu’nun görüşleri dikkat çekti.
Çobanoğlu “Temel önceliklerimiz, küçük çiftçilerin yerel ve bölgesel pazarlarının bölgesel ölçekte desteklenmesi” dedi.
Çobanoğlu, 2016’nın Uluslararası Bakliyat Yılı seçildiğini hatırlatarak, bakliyatın agroekolojik yöntemlerle üretilmesi gerektiği çağrısı yaptı; gençlerin ve kadınların üretime katılımını ve tohum koruma ve takasına önem verilmesi gibi hedefleri vurguladı.
Şarköy’den M. Ereğli’ye, İğneada’dan Ergene ilçesine kadar Trakya’nın dört bir noktasında termik santral kurulmak istenmesi Ergene Nehri’nin kirliliğinden sonra bu tesislerin dumanı ve külü de halkı endişelendiriyor.
Türkiye ekonomisinin % 20’si bazı tarım ürünlerinde % 40’a varan oranlarda ürün alınan Trakya’nın ‘kömür belası’ ile buluşturulması bölgenin geleceğinin ‘ölüm ovası’ olacağı endişesini de beraberinde getiriyor.
Enerji Bakanlığı’nın, ‘enerji bölgesi’ ilan etmeye çalıştığı ancak yargı sonucu iptal edilen M. Ereğli’deki tarım alanlarında Kaptan Demir Çelik, termik santral yapımı için dayatıyor.
Çevreciler ise her türlü engellemeye başvuruyor.
Peki, halkımız arasında yıllardır söylenegelen bu söz nasıl ortaya çıkmış veya hikâyesi nedir? Bir bakalım: MÖ 4. yy’da yaşamış olan Syrakusal Tiranı Dionysios, basit bir aileden yetişmiş olmasına rağmen Kartaca ile yaptığı savaştan sonra, ülkesi Syrakusal’ı bölgesinin en güçlü devleti haline getirmiş. Kurnazlığı ve dediği dedikliği ile tanınan bu ünlü devlet adamının Demokles adında bir nedimi varmış. Efendisine durmadan krallığın nimetlerinden bahsederek usandıran bu adama Dionysios bir gün:
“Senin de bir süre krallığın mutluluğunu yaşamanı istiyorum!” diyerek tahtını bırakmış. Demokles sevinerek tahta oturmuş. Tahtın üzerinde bir at kılına bağlı olarak asılı ve her an başına düşecekmiş gibi duran bir kılıç görmüş! Bu kılıç, Demokles’in tahtta sürekli endişe ile oturmasına neden olmuş.
Bu duruma dayanamayan Demokles, tahtı Dionysios’a geri vermiş ve böylece krallığın dıştan göründüğü gibi mutluluk ve rahatlıktan ibaret olmadığını, devamlı bir tehlikenin mevcut olduğunu anlamış.
Evet, ‘Demokles’in kılıcı’ sözü ile halk arasında anlatılan hikâye bu...
Bunun yanında Kuzey Irak’ta 15-20 metre derinlikteki silah ve mühimmat depoları, barınma alanları, sığınaklar ve yerüstü silah mevzilerinin yüzde 80-85 oranında imha edildiği belirtildi. Şehir direnişlerinde ise teröristlerin birçok il ve ilçede bertaraf olduğu kaydedildi.
Bu önemli raporun tamamını aşağıda okuyabilirsiniz:
1-) Terör örgütü 2011 yılında Uludere’de kaçakçılara karşı yapılan hava harekâtından sonra özellikle sınır ötesi hava harekâtına maruz kalmamıştı. Aralık 2015 ayında belirlenen il ve ilçelerde başlatılan operasyonlardan önce Kandil başta olmak üzere Irak’ın kuzeyine ve yurtiçindeki hedeflere eşzamanlı ve yoğun icra edilen hava harekâtlarıyla örgüt ciddi baskı altına alınmış; İkiyaka Dağları ve Doski Vadisi’nde yürütülen operasyonlarda BTÖ çok miktarda zayiat vermişti. Bu zayiatın yanında, Irak’ın kuzeyindeki lojistik tesisleri, yeraltı (satıhtan 15-20 metre derinlikte) silah ve mühimmat depoları, barınma alanları, sığınakları, yerüstü ağır silah mevzileri % 80-85 oranında imha edilmiş, örgüt Irak’ın kuzeyinde adeta felç edilmişti.
2-) BTÖ lojistik ikmalinin çoğunu Suriye’nin kuzeyindeki PYD/YPG unsurları üzerinden Irak’ın kuzeyine getirdiyse de aralıklarla yapılan hava taarruzlarıyla buradan da beklediklerini bulamadılar.
Kolundan yaralanan küçük Ecrin, altı yaşında babasını kaybetti. Kendisi de ‘gazi’ oldu. Babasının görevi nedeniyle bulundukları askeri alana yapılan saldırının Ayyıldız ailesine maliyeti şimdilik bu...
Türkiye’ye maliyeti hesap edilemez boyutlarda artıyor.
Babasının cenazesini elinde bez bebeği ve yaralı koluyla uğurladı. Çocuk yaşında, yaşadığı acılar karşısında bez bebeğine tutunur gibiydi. Genç insanları canlı bomba yapan terör, çocukları da vurmaya başladı.