Bugünlerde daha anlamlı hale gelen bu kaset Gülen’in açık niyetini ortaya koyuyordu. 3 ana hedef gösteriyordu: Mülkiye, adliye ve ‘hayati müessese’ dediği ordu... Bu kaset ATV’de yayınlandı. Olay Türkiye’de şok yarattı. Birçok gazete ve TV, Gülen’in sözlerini büyük haber yaptı. Hürriyet bu haberi tam sayfa olarak ‘Fethullah şoku’ (19 Haziran 1999) başlığıyla verdi. Bu kaset daha sonra, Nisan 2015’te, Ankara merkezli yürütülen KPSS operasyonunda soruşturma dosyasına giren belgeler arasında, örgütün bir numarası olarak suçlanan Fetullah Gülen’e ait kasetlerin arasında yer aldı.
Özetle, Gülen yandaşlarına “devleti ele geçirmeleri’ öğüdünde bulunuyordu. Ecevit’in başbakanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın devleti ele geçirmeye çalıştığı ve Cemaat’in ileride laik Cumhuriyet’e karşı bir ‘kalkışmaya’ hazırlandığı iddiasıyla hakkında rapor hazırladığı Fetullah Gülen, kasetteki konuşmalarında yandaşlarına devlet kadrolarını ele geçirmenin önemini vurguluyordu.
Konuşmasında, özellikle mülkiye ve adliyedeki kadrolaşmanın genişletilmesi gerektiğini kaydeden Gülen, “Bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir” diyordu. Cemaat üyelerine sivri çıkışlarda bulunmamaları tavsiyesinde bulunuyor, aksi takdirde Türkiye’deki hareketlerinin sonunun Cezayir olacağı uyarısında bulunuyordu.
Gülen, müritlerine ‘aynı cephede sayılabilecekleri’ DYP ve RP çizgisindeki siyasal örgütlenmelerle ilişki kurulmasını gerektiğini de vurguluyordu. Gülen’in konuşması özetle şöyle:
Demokrasi ve laiklik ekseninde farklı bir yeri olan bu toplantıya tatile ve sıcak havaya karşın (Kılıçdaroğlu 35 dakika konuştu) kaç kişinin katıldığı konusunda tam bir sayı verilemedi. Ancak, CHP’nin polis kaynaklı bilgilerine göre, 700-800 bin kişinin katıldığı söylenirken, mitinge bizzat katılanların söylediği makul bir rakam olan 200 bin civarındaydı. Ecevit dönemini bilen bir parti yöneticisi de “3 haziran 1977 seçimlerinden sonra CHP’nin yaptığı en görkemli miting” ifadesini kullandı. Bu mitingin, sadece bir CHP organizasyonu ve bir manifesto açıklaması olarak ifade edilmesi, meydanı dolduran yüz binlere karşı bir haksızlık olmasın demek de gerekiyor. CHP’li akademisyen Dr. Mustafa Melek şunları söyledi:
“Bu büyük kitlesel karşı çıkışı, CHP dahil olmak üzere sol bir ortak kümenin marifeti olarak okumak gerekir ve bu ortak kümenin CHP yanında en etkili elemanı Birleşik Haziran Hareketi’dir. BHH, Gezi’nin Türkiye toplumsal mücadelesine bıraktığı bir miras olup bu işlevini kuruluşundan bu yana başarı ile taşımaktadır. Bunun yanında adı geçmeyen birçok meslek örgütünün, STK’nın ve sendikaların katkılarını da teslim etmek gerekir.”
“BHH’yi açar mısınız” diye sorduk Melek’e...
Dedi ki: “Bugün CHP içerisinde yer alan binlerce örgüt mensubu, parti yöneticisi ve milletvekili tarafından da desteklenen BHH, diğer demokratik kitle örgütleri ile birlikte, bu mitinge sağladığı sayısal katkı yanında bir ortak sol muhalefet ruhunu taşımış bulunmaktadır. BHH ilk olarak 30 Ağustos 2014 tarihinde solda birlikte mücadele imkânlarını değerlendirmek üzere toplanan çeşitli akademisyen, siyasal parti ve sivil toplum örgütleri tarafından oluşturulan bir harekettir.”
Kısaltarak veriyoruz. “Gazi Üniversitesi örneğinden yola çıkarak YÖK’e ve darbe girişimine değinmek eğitimin önemini, yaşadığımız musibet nedeni ile tekrar vurgulamak için bu yazı kaleme alınmıştır.
Süleyman Büyükberber’in Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanması ile ‘FETÖ Terör Örgütü’nün kadrolaşma süreci hız kazanmıştır. Bu süreç ve usulsüzlükler YÖK’e defalarca yazılı olarak iletilmiş, çok sayıda suç duyurusunda bulunulmuştur. Suç duyurularının da içinde bulunduğu 54 dosyadan oluşan inceleme 2.5 yıldır sonuçlanmamış, 18 dosya YÖK Denetleme Kurulu tarafından aklanmış, kalanlar değerlendirmeye bile alınmamıştır. YÖK, Gazi Üniversitesi’nde yaşananlara sessiz kalmış hatta direnenlere karşı mobbing uygulamıştır.
YÖK, 21 üniversitede haziran ayında yapılması gereken rektör adayı belirleme seçimlerini temmuz ayına, Ramazan Bayramı’ndan sonraki haftaya bırakmıştır. Öğretim üyelerinin aralarında, hem bayram sonrası olması hem de yaz tatiline gelmesi nedeni ile kimi öğretim üyelerinin seçime katılamaması için tarihin özellikle seçildiği konuşulmuştur. Başarısız darbe girişiminden sonra Rektör Süleyman Büyükberber gözaltına alınmış, YÖK Rektörlüğe vekaleten Prof. İlhan Üzülmez’i atamıştır. Rektör vekili Üzülmez idari kadrosunu, Süleyman Büyükberber’in idari kadrosunda çalışmış öğretim üyelerinden oluşturmuştur.
Büyükberber’in rektör yardımcısı İbrahim Uslan rektör adayı belirleme seçiminde 4. sırayı almıştır. YÖK’ün ilk 6 aday arasından 3 aday seçerek Cumhurbaşkanı’na sunma yetkisi manipülasyonun kilit taşıdır. Vekaleten atanan Rektör Üzülmez’in İbrahim Uslan ekibinde yer aldığı, yeni rektör atanana kadar hatta plan tutarsa 4 yıl daha ‘ciğerin yine kediye emanet edileceği’ kaygısı yaygın olarak dile getirilmektedir.
“Marmaray girişinde güvenlik önlemi alınmış. Çantalar aranıyor. Şüphelilerin kimlikleri kontrol ediliyor. Ellerinde bayraklarla her kesimden ve yaştan kişiler gruplar halinde yürüyor, çoğunun acelesi var.”
“Peron katına inerken genç ve orta yaşlılardan oluşan bir gruba ‘İyi akşamlar’ diyerek yaklaştım. Onlar, güler yüzle karşılıyorlar beni. Gruptakiler Saraçhane’de, Büyükşehir Belediyesi önündeki toplantıya katılmışlar, çoğu Kısıklı’ya gidiyor. Nasıl olsa toplu taşıma araçları bedava.”
Sormuş, “Neden alanlardasınız?” Orta yaşlı biri “Vatan için...” demiş, çoğunluk aynı yanıtı vermiş; birkaçı da “Milletim için...” demiş. Genç olanlardan birkaçı “Bağımsızlığımız için...” diyerek kararlılığını göstermiş. Sokağa çıkmak, yaşananlar ile Erdoğan’ın çağrısı ile örtüşmüş müdür? Yani Erdoğan için sokağa çıkmak kadar kendi iradeleri ile gelmişler... Çünkü bu soruya ‘Hayır’ dedi konuştuklarımdan bazıları...
‘Darbe kışkırtmasını kim yaptı?’ Düşünceler farklı, Amerika diyenler daha çokmuş, birkaçı da ‘yabancı devletler’... Neredeyse hepsi FETÖ’yü, PKK ve IŞİD gibi terör örgütü olarak görüyorlar. “Bu sorularımı yol boyunca hem Marmaray’da hem de Kadıköy-Kartal metrosunda karşılaştığım gruplara yönelttim. Yanıtlar üç aşağı beş yukarı aynı.”
Yeri zor doldurulacak bu bilim adamının ardından onun öğrencisi Haluk Tarcan köşemize bir yazı gönderdi. Mirşan’ın yaşamında gerektiği kadar takdir edilmediğini kaydeden Tarcan, hocası için şu ifadeleri kullanıyor:
“Büyük, geniş dilbilgisi ve yakinen tanıdığı Orta Asya’nın kendisine vermiş olduğu imkânlarla, atalarımızın yazıyı bulduğunu keşfetmiş ve dünyanın dört bucağına göçlerle yayılmış olan Ön-Türkçeyi okuyarak büyük bir Türk kültürüne sahip olduğumuzu yazı denen görsel belgelerle ortaya koymuştu.
Türk tarih ve kültürünü Türkçe bilmeyen Batılıların kaynaklarından öğrenmiş olan akademisyenlerimizin bu kötü alışkanlıklarıyla Batı’nın tanıtmadığı Mirşan için, ‘Biz onu kabul etmiyoruz’ demişlerdi.
İçlerinden hiçbiri Türk kültürünü doğduğu yerde, Orta Asya’da ve doğduğu dil olan Orta Asya Türkçesinden öğrenmemişti. 39 Orta Asya Türkçesinin henüz farkına varmışlar ve öğrenmek zahmetine katlanmaya başlamışlardır...
Ölüm cezasını hümanist doktrin bakımından eleştiren saygın ceza hukukçusu, merhum Prof. Dr. Faruk Erem şu hususlara dikkat çekmiştir...
Suç ve ceza arasındaki nispetin adil olup olmaması, ‘ölüm cezası’ hakkındaki tartışmaların temelini teşkil eder...
Ceza siyaseti bakımından, ıslah eden devlet, suçları önleyen devlet kavramları, cezanın adaletini öne çıkaran düşüncelere kaynak olarak ileri sürülmüştür.
Ölüm cezasının bir zaruret olarak değerlendirilmesi yetersiz kaldığı için, ‘kefaret’ kavramı üzerinden gerekçelendirme yoluna gidilmiştir. Kefaret ve kısas arasındaki kavramsal yakınlık, ölüm cezası taraftarlarının düşüncelerine de dayanak olmuş; Kant tarafından, ‘Öldürürsen kendini öldürmüş olursun, çalarsan kendinden çalmış olursun’ sözleri ile ifade edilmiştir.
İktidar iyi ki akıllı davrandı, gelişmeleri ‘demokrasi’ şölenine çevirdi.
Yoksa millet birbirini boğazlayacaktı.
Din kisvesi altında siyaset yapmak toplumu endişeye sevk ediyor.
Humeyni’nin Fransa’dan İran’a gelişini biliyoruz.
Üreticisi mağdur, fındık alımı yapanlar mağdur, fındıktan geçimini sağlayan 8 milyon nüfus mağdur. Giresun-Ordu’nun ekonomilerinin çarkı fındıkla dönüyor. Fındık para ederse herkesin yüzü gülüyor” dedi. AKP’nin fındık politikasını eleştiren Bektaşoğlu, “Fındığı bu hale getiren, yerlerde süründüren AKP’nin dış alıcıları ve onların yerli işbirlikçilerini koruyan politikalarıdır. AKP ‘yeni fındık stratejisi’ adını verdiği bu politikalarla yeni Zapsular yarattı. Bu süreçte Türk fındığının % 60’ını ihraç yoluyla bizden satın alan ithalatçı Ferrero firması, ülkemizde sektörleşerek alıcı iken birden bire satıcı oldu. Bu firma fındığımızı illerde kurduğu şirketler, manavlar üzerinden alıyor ve kendi tesislerinde işleyerek satıyor. Yani bir dalda iki kuş vuruyor. Böylece Türkiye, hem elinde % 87’sini bulundurduğu dış pazardaki üstünlüğünü kaybediyor, hem de iç pazarda fiyatların bu firma tarafından oluşmasına seyirci kalarak ihracat geliri kaybına uğruyor. Bunun önüne geçilmelidir. Dünyada böyle bir sistem yok. Hangi ülke üreticisinin alın terini böyle bir sömürü düzenine teslim eder?” diye sordu. Bektaşoğlu, geçen sezon fındık fiyatlarının 15’ten 8 TL’ye düştüğünü, fiyatta piyasa aktörlerinin manipülasyon, spekülasyon, yapmasına göz yumulduğunu, 300 bin ton fındığın değerinin yarısına bir fiyatla o malum firmaların satın almasının sağlandığını söyledi ve Bakan Çelik’i “Sayın Bakan ne yazık ki üreticinin değil, fındık baronlarının dediğini yaptı” diye eleştirdi.
ÜRETEN HASAN KAZANAN HANS
İktidarı hep uyardıklarını belirten Bektaşoğlu “Fındığın asıl ve ana derdi rekolte değildir. Ülkemiz fındıktan 2 milyar dolar kazanıyor. Ama Avrupalı alıcı çikolatanın içine koyduğu 1 gram fındıktan 18 lira kazanıyor. Fındık Türkiye’den çıktığında sadece Avrupa’da 60 milyar dolarlık bir pazar yaratıyor. Yani üreten Hasan, kazanan Hans...” dedi. Fındığın fiyatının serbest piyasa koşullarında değil, devlet tarafından belirlenmesini “250 bin ortağı olan Fiskobirlik kurtarılmalı ve yeni bir yasal düzenleme ve profesyonel bir yönetim anlayışıyla yapılandırılmalıdır” diyerek Hamburg’da, olmayan ‘yapay bir borsa’nın fındığın ve üreticimizin kaderini belirlemesine karşı çıktı, fındıkta yabancı sermayenin tekelleşmesine izin verilmemesi gerektiğini anlattı.12 dakika kürsüde kalan ve akıcı konuşması bütün partili milletvekillerinden alkış alan Bektaşoğlu’na, AKP Giresun Milletvekili Cemal Öztürk’ten de destek geldi ve Öztürk “Evet, Fiskobirlik yeniden yapılanmalı, çok kötü yönetiliyor. İktidar partisi olarak üzerimize düşeni yapıyoruz ama kooperatif yetkilileri de üzerlerine düşenleri yapsınlar. Giresun milletvekili olarak da teşekkür ediyorum tekliflerinize...” dedi.
ERGENE KÖPÜRÜYOR