Yalçın Bayer

Akademik liyakat

5 Eylül 2016
BAŞBAKAN Yardımcısı Prof. Dr. Numan Kurtuluş’un “Esas meselemiz ehliyet, liyakat ve millete sadakat olmalıdır” sözüne katılmamak mümkün değil.

Ancak, esas olan söylem değil eylemdir. Özellikle bugün sayısı 200’e varan üniversitelerimizin yönetiminde bu söyleme taban tabana zıt eylemlerin göstermelik bir denetim altında keyfi ve şeffaflıktan uzak bir şekilde süregeldiği ve bunun kamuoyu vicdanını rahatsız ettiği herkesin malumudur. YÖK Başkanlığı’na, üyeliklerine ve yürütme kuruluna yapılan atamalardan tutun, rektör ve dekanların ve bölüm başkanlarının görevlendirmelerine, akademik unvanların verilmesine kadar ahbap-çavuş ilişkilerinin hüküm sürdüğü bir yükseköğretim sisteminin Türk toplumuna ve yetişmekte olan genç kuşağa ne denli sadakati olabilir ki? Esas olan akademik ehliyet ve liyakatın sözle değil ‘doğru ve adil’ bir biçimde uygulanmasıdır. 

 

Bugün yükseköğretimde tanık olduğumuz bir eğitim uygulaması, yukarıda dile getirdiğimiz çarpıklıkları somut bir şekilde ortaya koyacak niteliktedir.

 

Bilindiği üzere, üniversiteler ‘uluslararası nitelikte eğitim’ verme vaadi altında ‘İngilizceyle eğitim’ uygulamasını yürütüyor. Bu vaadin neticesinde, öğrenciler ve velileri, üniversite tercihlerinde genellikle İngilizceyle eğitim yapan üniversiteleri ‘iyi üniversite’ olarak algılıyor ve tercihlerini bu yönde kullanıyor. Ancak, öğrenciler gördükleri 32-38 haftalık hazırlık eğitimi sonucunda İngilizce diliyle yürütülen lisans programına başlayabiliyorlar. Ne yazık ki, daha henüz yeterli seviyeye erişememişken ve üniversite üst yönetimlerinin de onların artık yabancı dille eğitim görebileceklerini (!), durumun hiç de öyle olmadığını pekâlâ bilmelerine rağmen, varsaymaları (!) üzerine başlayabiliyorlar. Başka bir deyişle, öğrenciler daha henüz ‘yürümeden’, ‘koşmaya’ mecbur bırakılıyor.

 

Sonuç olarak, öğrenciler ne Türkçe ne de İngilizce olan, ne olduğu belirsiz ve anlaşılması güç yapay bir ifade türünü kullanmaya itiliyorlar ve analitik düşünme becerilerini geliştirici nitelikteki metin türü cevapları üretemiyorlar. Daha da kötüsü, öğrenciler, bırakın yabancı dilde yorum yapmayı, kendi anadillerinde üretken ve yaratıcı olmalarını sağlayacak, ‘olmazsa olmaz’ dil kullanım becerilerini edinebilecekleri bir eğitim ortamından dahi yoksun bırakılıyor. 

 

Yazının Devamını Oku

Bavul kayıp-Çok ayıp

2 Eylül 2016
‘23 Ağustos saat 14.25’teki THY uçağı ile Sabiha Gökçen’den Dalaman’a gidince ilgililer bavulun İstanbul’da unutulduğunu söyledi.

Hiç şaşırmadım. “Bavulun lafı mı olur, biz artık neleri unuttuk” diye onları teselli ettim. Derya isimli THY yetkilisi hanım, iki saat sonraki uçakla bavulumun geleceği ve 25 dakika uzaklıkta Göcek’teki adresime teslim edileceği müjdesini verince sevinçle yerimden zıplayıp yanımdan geçen İngiliz turiste sarıldım ve alandan ayrıldım. Eve geleli tam yedi saat (evet yedi saat) geçince bavul gelmedi ama uykum geldi. Pijamalarım bavulumda olduğu için (!) taksi tutup Göcek’ten tekrar Dalaman Havalimanı’na gittim. Kerem isimli bir görevliden THY’nin uçağa koymayı unutup sonradan gönderdiği bavulları Dalamandaki “Denliler” isimli bir taşeron firma ile yolcularına ulaştırdığını öğrenince az kaldı üzüntüden düşüp bayılacaktım. Demek ki Ulusal Havayolu şirketimiz futbol takımlarına sponsor olsa da yolcusunun bavulunu ulaştırmak için bir araç alacak durumda değildi... Gece yarısı sora sora THY’nin taşeron firmasının Dalaman’daki yazıhanesini bulunca baktım, benimki gibi başka bavullar da mahzunca orada bekleşip duruyorlar.

Hemen benimkini hasretle kucaklayıp, öpe koklaya taksiye koydum. Yazıhanedekiler halime acımış olmalı ki durumu açıkladılar. Her gün en az dört bavul “Unutulmuş” olarak sonradan geliyormuş. Bunlar da ne yapsın, son uçak gelene kadar bekleyip gece yarısından sonra –ya da ertesi gün- THY’nin yüklemeyi unuttuğu (!) bavulları adreslere götürmeye başlıyorlarmış.

Taksiyle dönerken şeytan gıdıkladı; her gün niye ortalama dört bavulu uçağa koymayı unutuyorlar?... Bir ayda yüzden fazla bavul eder. Peki, ayda yüz bavulu taşeron firma yolculara bedava mı taşıyor?... Acaba, Dalaman dışındaki havalimanlarında da durum aynı mı?... Amaan, ben bavuluma kavuştum ya, gerisini THY yetkilileri düşünsün.” / Kandemir Konduk


Yazının Devamını Oku

Ah bu gırgırcılar

1 Eylül 2016
ORDU’dan bir balık üreticisi dünkü ‘Vira bismillah’ yazısı üzerine şunları anlatıyor:

Türkiye’de kişi başına tüketilen balık miktarı Avrupa ülkelerinin çok altında... AB’de kişi başına 24-25 kilo balık tüketilirken, Türkiye’de bu rakam 7.5-8 kilo düzeyinde. Yani, Avrupalı tüketicinin üçte biri kadar balık yiyebiliyoruz.

Tabii bu olumsuz tablonun oluşmasında avlanma biçimleri, mazot fiyatının sürekli artması önemli etken.

Denetimsizce gezinen gırgırlarla gerçekleştirilen avlanma sonucu denizlerin kuruması, türün azalması balıkçılığa en büyük darbeyi indiriyor.

Son yıllarda balık miktarında yüzde 30 oranında azalma oldu.

Yazının Devamını Oku

Atatürk’e dönme hareketleri

30 Ağustos 2016
SEVİNEREK yazıyoruz ki, her kesimde Atatürk çok önemsenir hale geldi.

İsterseniz önce Suriye konusundan başlayalım. İktidar hayali söylemlere son verdi. Döndük yüzümüzü “Yurtta sulh, cihanda sulh”e! Yine iktidarın camide, mahkemede, kışlada siyasete son sloganı Atatürk’ün lafıyla birebir örtüşüyor.

 

Fetullahçı gruba “Başları secdeye değiyor diye inanmıştık. Ne kadar yanıldığımızı gördük” açıklamaları yine Atatürk’e döndürdü yüzleri. Ne diyordu Atatürk; “Türkiye şeyhler, şıhlar, cemaatler ülkesi olamaz!” Atatürkçülük zaman içerisinde bir ivme daha kazandı...

 

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.

 

Görüldü ki; yargıya, üniversiteye, camiye, askere yerleşsen de sonucun hüsran!

 

Yazının Devamını Oku

Tarih şuuru...

29 Ağustos 2016
AMERİKA’da yapılan mesleğimle ilgili kongrelerin pek çoğuna katılırım.

Bu toplantılardan iki büyüğü AANS ve CNS diye isimlendirilir. Katılma oranı yüksektir; 6-7 bin, bazen daha fazla... (Nisan-Eylül) Bu toplantılarda mesleğimizle ilgili konuların dışında (para-medikal) birkaç tanınmış kişi konuşmacı davet edilir. Bu konuşmacıların geldikleri meslek grupları, sosyal grupları farklıdır. Böyle bilimsel konuşmaların arasına ünlülerin serpiştirilmesi adamı dinlendirir; bunu ben de Türkiye’de yaparım.

 

Birkaç yıl önce New Orleans’taki toplantıda Bush konuşmasının bir yerinde “Herkes bana 1. Körfez Savaşı’nda niye Bağdat’a girmedin diye soruyor” dedi. “Giremezdik... Çünkü” diye ekledi: “Türkiye, o bölgenin bir süper gücü fakat gücünün pek farkında olmayan Türk hükümeti bunu istemedi. Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu söyledi.” Biz orada bulunan birkaç Türk dinleyici bu ifadelerden gururlandık! Ama birkaç sene sonra 2. Körfez Savaşı’ndan sonraki bir toplantıda San Diego’da konuşmacılardan biri eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger idi. “Biz niye Ortadoğu’ya gidiyoruz” dedi gülerek, biz eski Roma’dan güçlüyüz. Oraya demokrasiyi götürüyoruz. Ve hemen ilave etti. “O bölgede demokrasi yok; bir ülke var o da demokrasicilik oynuyor” dedi. Bu sefer de üzüldük, öfkelendik. Daha sonraki konuşmacı bir tarihçi; o yılın Pulitzer Ödülü sahibi Alon Mc Gulluch idi. Konu tarih bilinci idi. Söylemek istediği bizlere aktardığı üniversitelerde, kolejlerde, değişik eğitim kurumlarında hatta akademisyenlerde bile tarih bilgisinin yetersizliğinden toplumun tarih bilgisinin hiç olmadığına değiniyor. Ve çeşitli meslek gruplarına ve kişilere sordukları en basit tarih sorularına bile cevap alamadıklarında yakınıyordu. Ben de bu örnekten hareket ederek kendi kongrelerimizde meslek konularımızın dışında tarihle ilgili konuşmalar yapmayı düşündüm. Ve bu konuda birçok konuşma yapma fırsatım oldu. Öncelikle belirtmek isterim. Ben tarihçi değilim ancak tarihi seven, okuyan, kendime göre yorumlamaya çalışan biriyim. Tarih okurken özel bir konuda derinliğim yok. Her cins tarih okumaya çalışırım. Ben neden tarihi seviyorum? 80’li yıllarda yüz yaşını aşkın bir yaşta aklı başında olan nenem bana ve kardeşime masal yerine yaşadığı tarihsel olayları anlatırdı. Annesinin Kafkasya’dan buraya göç ederken başlarından geçenleri, eşinin (dedemin) ve kardeşlerinin nasıl savaşa gittiğini ve dönmediklerini, 5 kardeşinin ve eşinin künyelerinin aynı gün geldiğini. Hiç ağlamadıklarını fakat silahlarını (kamalarını, yamçılarını) bir duvara astıklarını ve nasıl seyrettiklerini anlatır. Kurtuluş Savaşı sırasında evinin Bozüyük’te hükümet konağının yanında olduğunu I. İnönü Savaşı sırasında Yunanların kasabaya nasıl geldiğini, Yunan askerlerin onlara pek komik görünen kıyafetlerinin ve onlara pek de kötü davranmadıklarını fakat II. İnönü Savaşı sırasında kötüleştiğini, evlerinin yandığını, kötü olayların düşman askerlerinin yanı sıra Türk asker kaçaklarından kaynaklandığını anlatırdı.

 


Kütahya-Eskişehir meydan savaşında kötü yenilen ordumuzla beraber kendilerinin de ordu ile beraber çekildiklerini bu arada geçici olarak askeri hizmete alındığını ve yaralandığını, alnında ve topuğunda şarapnel yarası vardı. Bu arada bu hizmet esnasında yaptıklarını geri çekilirken İnönü dağlarının yamaçlarında mağaralarda nasıl saklandıklarını Kuvay-i seyyare’de çarpışan amca çocuklarının çekilme esnasında ona iki el bomba verdiklerini bir kötü durumda nasıl intihar etmelerini gösterdiğini, teyzemin o sırada 12 yaşında yüzünü ve annemin (şimdi halen hayatta 99 yaşında) yüzünü süpürge sapıyla boyadığını, Bozüyük’ü kasabasını bazı ileri gelenlerinin çarşaf giyerek nasıl saklandıklarını birazda dalga geçerek anlatırdı. Muharebeler esnasında bazı yöresel gençlerin yaptıkları kahramanlıkları da eklerdi.


Yazının Devamını Oku

Saldırılar hepimizedir

25 Ağustos 2016
CHP liderlerine dönük kaçıncı saldırıdır bu...

Atatürk’e çeşitli suikast girişimleri, çok yazıldı. Çok partili döneme geçildiğinde İnönü’nün Uşak, Geyikli ve Topkapı’da uğradığı saldırılar.

İnönü’nün başbakanlığı döneminde bir saldırganın kendisine yönelik saldırı girişimi.Ecevit’e (Kıbrıs savaşından sonra) 1976’da New York’ta, 1977’de İzmir Çiğli Havalimanı’nda... (İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi Mehmet İsvan yaralandı. Bu silahın daha sonra Özel Harp Dairesi’nde bulunduğu iddiaları kamuoyunu günlerce meşgul etti.)

Ve Gümüşhane Şiran saldırısı.Baykal’a tertipler...Kılıçdaroğlu’na, Meclis’te tokat, cenazede önüne mermi atılması...

Ne denirse densin, dün Türk demokrasi tarihinin kara günlerinden biridir.Kılıçdaroğlu’nun konvoyu Artvin’de terör saldırısıyla karşı karşıya kaldı.

Yazının Devamını Oku

Hepsi 'Özlem'e fobi'ye tutulmuş

24 Ağustos 2016
AYDIN Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu ile ilgili bir durum, Hürriyet’in düzenlediği Aydın’ı Keşfet etkinliği için bölgede inceleme ve temaslar yaparken, dikkatimizi çekti.

İzmir’de çıkan bir yerel gazetenin Çerçioğlu hakkında ortaya attığı haberler... Dıştan baktığınızda başkan fırtınaya yakalanmış sanki... Değil; o kadar kendine güveniyordu ki... Bu konuyu kendisine sorduk. Hiç kızgın değildi ve gülerek dedi ki:

“Yerel siyasette 15 Temmuz öncesi husumet güdenler 16 Temmuz sabahı bu husumeti FETÖ’ye bağladılar. Siyasi çıkarları için insanlara FETÖ’cü diye iftira attılar. Bunlar küçük bir grup. Yerel siyasetçiler ve yerel medya birlikte çalışıyor.”

Elinde çeşitli belgeler olduğunu ancak bu fırtına sürecinde henüz açıklamak istemediğini söyleyen Çerçioğlu, “Şimdi onları izliyorum, avukatlarım da gülüp geçiyor. Bunların bütün barutunu harcamasını bekliyoruz” diyor.

“Bu durumda siz hiçbir şey yapmıyor musunuz?” diyoruz.

Yazının Devamını Oku

‘Milli havacılık eğitim stratejisi’ oluşturulmalı

23 Ağustos 2016
GEÇEN hafta Çorlu’da düşen eğitim uçağında iki kişi hayatını kaybetti.

Son dönemde ortalama her ay bir uçuş okuluna ait uçak mecburi iniş yapıyor veya kırım geçiriyor. Bir bakıyorsunuz, normalde 700 bin Euro değerindeki çift motorlu uçak yerine çok daha ucuz olan basit, 200 bin Euro’luk uçaklar kullanılıyor. Yetersiz öğretmenle, ezbere dayanan bilgilerle pilot yetiştiriliyor. Ucuz etin yahnisi olmayacağı gibi ucuz yetiştirilen pilotlardan da faydası olmuyor. Bugün Hava Kuvvetleri atılan 265 pilot nedeniyle sıkıntıda. Hava Kuvvetleri üniversitelerin pilotaj bölümlerini bitirenleri almaya hazırlanıyor. Uçuş okulları hangi kalitede pilot yetiştiriyor?

 

Uzun yıllar ABD’de eğitim gören, havacılık konusunda en ‘dolu’ yer öğretmenlerinden Mehmet Feza Ecevit diyor ki, “Milli havacılık eğitim stratejisi oluşturulmalı. Eğer bu konuda adım atamazsak, ne gelişen havacılığımıza altyapı sağlarız ne de gelecekte olabilecek kazaların önüne geçebiliriz. Malum şartlardan bazı çevreler fırsat oluşturmak için ‘Biz size pilot yetiştirelim’ telaşına girmiş durumdalar. Cebini doldurmaktan başka bir derdi olmayanlara dikkat.”

 

11 UÇUŞ OKULU VAR

 

Son yıllarda Türkiye’de hızla büyüyen havacılık sektörünün ciddi pilot ihtiyacı var. Şu an kamu ve özel sektörden 11 uçuş okulu var. Halen 500’den fazla öğrenci bu uçuş okullarında eğitim görüyor. Ancak bu eğitimde para tuzakları da çok. Eğitim alıp iş bulamayan veya iş garantisi ile başlayıp sistem dışına itilenler mevcut.

 

Yazının Devamını Oku