Yalçın Bayer

17 Ağustos depreminin 18. sene-i devriyesi

17 Ağustos 2017
17 AĞUSTOS depreminin sene-i devriyesinde, yaşanan acıların gerçekliği dışında, ‘eski hamam eski tas’ düzeni devam ediyor. Bu kadar sene sonra kayıpların kimlikleri, sahipsizlerin mezarları açılarak, DNA testi ile tespit edilmeye çalışılıyor.

Büyük İstanbul depremi, neredeyse geri sayım ile yaklaşırken, kurumlar mutlaka sorgulanmalı ve görevlerini yapmaya zorlanmalı. Deprem uzmanlığı konusunda, dünya çapında otorite olan bilimadamları tehlikenin büyüklüğüne işaret ediyor, ülke bağımsızlığını etkileyebilecek sonuçlar tartışılıyor.

Örnek bir vurdumduymazlık olarak; Marmara Denizi’nde çalışmalar yapan uluslararası kuruluşların gemilerine, hiçbir katkı yapılmamış olması gösteriliyor.

Araştıran gemilere sismograf yerleştirilmesi için İBB’den talep edilen katkının (388 bin TL) son güne kadar bekletilip, menfi cevap verildiği ileri sürülüyor.

İstanbul sokakları, İSPARK adlı şirket vasıtasıyla, adeta para basma makinesi gibi. Bu rakamın misli ile geliri bir günde topluyor (geçenlerde yolsuzluk iddiaları ile gündeme geldi). İstanbul, Allah vermesin büyük, tarihi bir deprem tehlikesi altında, taşı toprağı altın, bir sismograf aleti bile esirgeniyorsa, bir şeyler eksik yapılıyor demektir. Kanal İstanbul gibi büyük vizyon bir tarafta, sismograf aleti diğer yanda... Hayati KARAMAN

GÜNÜN SORUSU

- “Bütün ülkelerde benzerleri bulunan, ülkemizde 30 yıldır uygulanan bir imar yönetmeliğini son 4 yıldır güncelleyip toparlayamayan Şehircilik Bakanlığı bu ülkeyi ‘Büyük Deprem’e nasıl hazırlayacaktır? Prof. Dr. Ahmet Vefik ALP

İLGEZDİ SORDU, ARDINDAN ÖLDÜRÜLDÜ

CHP İstanbul

Yazının Devamını Oku

“Cumhuriyet’i İnebolu’ya borçluyuz…”

16 Ağustos 2017
KASTAMONU’nun Karadeniz kıyısındaki İnebolu ve Cide özellikli iki kültür kenti...

İlhan Selçuk bunları çok anlatmıştır bizlere. Beşiktaş Ulustaki’nda Gazete Muhabirleri Sitesi’nin yanından, Akmerkez’in önünden Arnavutköy’e inen ‘patika yol’un Kurtuluş Savaşı için çok önemli olduğunu özellikle vurgulamıştır. Buradan Boğaz kıyısındaki Arnavutköy’deki teknelere cephane yüklenirmiş. İnebolu limanı o zamanlar Ankara ile bağlantı kurulan tek yer. “Tarihi bir yoldur” derdi ama belediyecilerimiz orasını da ‘cadde’ yaptılar. ‘Tutunamayanlar’ın yazarı Oğuz Atay İnebolu doğumludur. Cide doğumlu olan Rıfat Ilgaz da, İlhan Selçuk’un yakın dostuydu.

Mimar dostumuz Ahmet Erkurtoğlu, geçen Kastamonuluların iftarında bizden bu anıyı öğrencince “Ben İneboluluyum, seni götürmek isterim” dedi. İyi ki gitmişiz... Gördük ki Erkurtoğlu, oranın ‘her şeyi’; çevresine her türlü yardımı esirgemiyor. Kent Müzesi ve Şehitliklere kadar...

Erkurtoğlu, yenilediği ‘aşı boyalı’ üç katlı konağı (Boğaz manzaralı sanki) gösterdi, sonra çarşıda esnafla selamlaşarak ve ‘İnebolu Postası’ ve ‘Yeni İnebolu’ gazetelerini ziyaret ederek sahile indik. “Bakın dedi, 1970’lerde burada iki otelimiz vardı, şimdi çalıştırmıyoruz, çünkü o eski turist trafiği kalmadı.” Yanda da Türk Ocağı binasını gördük. Bir sürü yerli turist gelmiş; Atatürk’ün ‘İnebolu Nutku’nu söylediği merdivende resim çektiriyorlardı. Oranın sorumlusu Nurhayat Ergün Hanım bizi çoşku ile karşıladı. 10 yıldır buradaymış; müze 2007’de Hilmi Özkök tarafından açılmış; Atatürk’ün armağanı beyaz şeritli altın madalyayı gösterdi; Atatürk’ün sevdiği şarkıları söyledi, herkesin gözleri yaşardı. Yılbaşından beri ziyaretçi sayısı artmış şimdiden 3 bini bulmuş. (Başlıktaki ‘Cumhuriyeti İnebolu’ya borçluyuz’ ifadesi Kastamonu eski valisi Necdet Yıldırım’a aittir. YB)

KENT MÜZESİ

İyi bir yerel araştırmacı olan, diş hekimi Mustafa Sıtkı Fakazlı bize hem burada, hem de Kent Müzesi’nde İnebolu’yu çoşkuyla tanıttı. Araya giren Belediye Başkanı Engin Uzuner, Metin Sözen ve ekibi tarafından yapılan Kent Müzesi İnebolu’ya çok değer kattığını, ilçeye gelen ziyaretçi sayısının arttığını söyledi. İstanbul’daki İneboluluların bu yaz ziyarete geldiklerini anlattı. (Müze üç ay sonunda ücretli olacakmış) Gurbette yaşayan, çoğunluğu İstanbul’da,  300 bin İnebolulu varmış.

İnebolu’nun kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, koloni kentlerinden biri; Ionopolis... İnebolu adını Selçuklular döneminde almış… 1834 yılında Küre’ye bağlı bir nahiye iken 1893’den sonra ilçe olmuş... Bugünkü nüfusu 12 binlerde; yazın bir misli artıyormuş.

Yüzyıllar boyunca Karadeniz çevresindeki bütün memleketlerden gelen insanlar tarafından Anadoluya giriş kapısı ve ticaret merkezi olarak kullanılmış. Bu işlevi Kurtuluş Savaşı ve Genç Cumhuriyet yıllarında daha da ön plana çıkmış. Mehmet Akif, Nazım Hikmet gibi ünlü şahsiyetlerin de Anadoluya geçiş yolu olarak İnebolu’yu kullandığı biliniyor.

BOLU DAĞI AÇILIYOR

Yazının Devamını Oku

Kastamonu’dan İnebolu’ya...

15 Ağustos 2017
FORBES’in ‘İş yapmak ve Yaşamak İçin En İyi Kentler’ arasında 81 il içinde 50’nci sırada Kastamonu... Karabük 20 sırada, Sinop 42, Çankırı 52, Çorum da 60’ıncı... Bunlar anlatacaklarımızın bir kıyası olabilecek sizlere.

İstanbul’dan işadamı dostlarla; esasında İnebolulu mimar Ahmet Erkurtoğlu, Sedat Mican, Mehmet Maranki ile önce Araç Belediye Başkanı Mustafa Ayanoğlu ile tanıştık. Osmanlı’dan kalan ne kadar güzel taştan yapılmış bir belediye binası var.

İzmir’de Güzel Sanat Lisesi Müdürlüğü’nden AKP adayı yapılmış; iki dönemdir de kazanıyor. Daha sonra da İnebolu Belediye Başkanı MHP’li ‘tatlı bela’ Engin Uzuner’i, önceki gün de Abana Belediye Başkanı Altan Erdoğan’ı ziyaret ettik. Erdoğan, bir süre önce vefat eden Rıdvan Oyar’ın yerine seçilmiş, AKP’li Başkan, Çanakkale Şehitleri için yapılan yeni şehitliğin restorasyonunu yaptıracaklarını söylüyor. Bölgede çok sevilen rahmetli başkanla Güneydoğulu bir şehit yan yana yatıyor. Mimar Erkurtoğlu’ndan bilgi aldı AKP’liler. AKP Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü gelmişti. Çanakkale’de ne kadar çok Kastamonulu şehit varmış;  şimdiki ‘şehitlerle’ eş tutulmasın onlar...

KASTAMONU PAZARI

Kastamonu’dan İnebolu’ya inerken doğaya bayıldık. İstanbul’da her hafta sonu kurulan Kasımpaşa, Balat, Esenler gibi ‘pazarların’ ürünlerinin nerelerde üretildiğini gördük. Cumartesi akşamı hareket ediyorlar; etinden yumurtasına, meyvesinden mantarına kadar... Boşalan köyler için önemli bir gelir kaynağı...

Kastamonu’da 19 ilçenin 19’unda da farklı özellikleri var. Bunlar Kastamonulu olmayanlar tarafından pek bilinmiyor.

Kastamonu’nun geri kalmış bir il olmadığını buraya gelince anlıyorsunuz. Temel sorunlardan biri tanıtım. Hesap yapılıyor; buraya gelen her turistin alacağı bir kilo siyez bulguru veya bir demet sarmısak artı bir değer ifade ediyor. (Bazı uyanıklar Çin sarmısağını getirmiş ama tadı tutmuyor. Bir de ‘siyah sarmısak’ çıkmış; KOSGEB projesi kapsamında İÜ Eczacılık Fakültesi’nde fermante edilerek piyasaya çıkarılmış.)

Kastamonu’da üretilmiş hediyelik eşya sektöründen daha önemlisi de pastırması ve yemekleri. Mehmet Yaşin ve Vedat Milor’a duyururuz. Münire Sultan Sofrası’ndan Yavuz Emen duyuruyor. Onlara, pastırmalı ekmek aldı başını gidiyor diyorum.

Siyez buğdayı unundan yapılan yoğurt tatlısını ve ekşi elmalardan yapılan ‘eğşi’ hoşafını tattırmak isterim.

Yazının Devamını Oku

Çam fıstığı hastalığına teşhis bile konamadı: Orman köylüsü 10 yıldır bekliyor

11 Ağustos 2017
MUHTESİN Tunç Bergama-Kozak bölgesinin donanımlı ormancılarından ve büyük arazi sahiplerinden biri. Orman köylüsünün yaklaşık 10 senedir yaşadığı sorunlarına dikkat çekiyor.

Tunç’un şikayeti şöyle:

“Ormanla ilgili çıkarılan ilk kanun 1937 yılında çıkarılan 3316 sayılı orman kanunudur. Amacı Türkiye’deki orman varlığının envanterini yapmaktır. Devlete ve özel şahıslara ait olan ormanın tespitinin 5 yıl içerisinde bitirilmesine amirdir. Ne yazık ki uygulamada böyle olmamıştır. Fıstık çamlarının özel mülkiyetine izin vermiştir. Fıstık çamı ve çam fıstığının bol olduğu ticaretinin yapıldığı yerler ise Bergama-Kozak-Gördes, Koçarlı dağ köyleri, Yatağan-Milas, Gemlik orman köyleridir. Bu bölgeler çam fıstığı üretimi yapmakta olup, bu konuda bilgi ve teknoloji anlamında oldukça ileridirler. Türkiye’deki fıstık çamı ormanları ekim sahalarının çoğalması 1980 Eylül darbesinden sonra Orman Bakanlığı yapan Prof.Dr. Sabahattin Özbek’in bakanlığı döneminde Orman Ağaçlandırma Müdürlüğü sayesinde olmuştur. Kendisini rahmetle anıyorum.

Türkiye dünyanın en kaliteli çam fıstığını üreten ülkedir. Rekoltenin yüksek olduğu dönemlerde 2600 ton üretim yapılmaktadır. Bunun 1600 tonunu Bergama-Kozak yöresi üretmektedir. Türkiye’de Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgelerde fıstık çamı mevcuttur. 2008 yılında başlayan fıstık çamlarındaki bir hastalıktan dolayı verim neredeyse %15’lere düşmüştür. Devlete, ünivesitelere, ormancılık araştırma enstitülerine yapılan tüm yazılı, şifahi müracaatlara rağmen hastalığa çözüm bulmayı bırakın teşhis bile konamamıştır. Çam fıstığı üretimi yapan orman köyleri sefalete mahkum olmuşlardır.

AĞAÇLAR KESİLİYOR

Ege Üniversitesi’nden Prof.Dr. Remzi Turan, Doç.Dr. Alev Haliki önderliğinde yapılan araştırmalar sonucunda mücadele ile ilgili rapor Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na sunulmuş olup bu projeye İzmir ve Bergama Ticaret Odası katkıda bulunmak istemektedirler.

Bakanlık 9 yıldır çözüm bulmayı bırakın 6831 sayılı Orman Kanunu’nda 2. Maddede meyve olarak tanımlanmasına rağmen tarımsal zirai destekleme kapsamında çam fıstığına dönüm başına 10 TL destek verirken, zeytinliklere 70 TL, fındık üreticisine ise 340 TL destek verilmektedir. Su, toprak, hava, erozyon gibi birçok olumlu katkısı olan fıstık çamlıklarımıza yapılan destek gülünçtür. Orman Bakanlığı teşkilatının sorunlarımızın çözümü için hiçbir katkısı yoktur. Yazımızda yerleri belirtilen çam fıstığı üretimi yapan orman köylülerimiz sefalet içindedirler. Bakanlığın bundan bile haberi yoktur. Köylüler parasızlıktan dolayı ağaçları kesmektedirler. Bankalar tarımsal zirai faaliyeti yapmalarına rağmen orman köylüsüne kredi vermemektedirler. Üretici rekoltedeki düşüş nedeniyle zor günler yaşıyor.”

TÜVGA’LILAR İZMİR’DEKİ ATATÜRK LİSESİ’NİN NE OLDUĞUNU BİLİRLER Mİ?

‘BENİM LİSEME KARIŞMAYINIZ’

Yazının Devamını Oku

3. havalimanında 3. ülke işçilerin çalışması yasal mı

10 Ağustos 2017
3. HAVALİMANI inşaatında binlerce TCN (3.ülke) işçilerinin çalıştığını gazeteler yazmıştır. Yasalarımıza göre, ülkemizde yabancı vatandaşların çalışması yasaktır. Ancak özel durumlarda, özel ihtisas isteyen mühendis, teknisyen gibi yabancı elemanlar, eğer benzer elemanlar, Türkiye’de yoksa Bakanlar Kurulu kararıyla çalışabilirler.

İstihdam eksikliğinden inleyen Türkiye’de havalimanda işçi istihdamı, istihdama büyük kan verecektir. Rakamlar yandaş bazı müteahhitlere ne büyük menfaat sağladığını gösteriyor.

Bu satırların yazarı, Suudi Arabistan’da binlerce TCN işçi istihdam etmiş olup, bu konuda uzmandır. TCN; Tayland, Hindistan, Bengaldeş, Filipin, Nepal, Sri Lanka gibi ülkelerin işçileridir. Bu tip işçilerde sendika yoktur. İşçiler, ‘recruıtment’ ajansları tarafından, Atatürk Havalimanı’nda teslim edilirler. Çalışan işçilere, yemek ve yatakhaneyi müteahhit sağlar. İstediğiniz kalitede, düz işçi, inşaat, boru, kaynakçı, şoför, mühendis, operatör gibi her türlü eleman seçilip, muhayyer sağlanabilir. Bu sistemle Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde 10 milyon işçi çalışır. Ücretler dudak ısırtacak kadar ucuzdur.

1- Düz işçi 50 $/ay, 2- Kalifiye işçi (kaynakçı, şoför, sıvacı, beko operatoru=100 $/ay), 3-Mühendis, (teknisyen=300 $/ay)

Kabaca bir menfaat hesabı yaparsak: 50x12=600 $/yıl işçilik,

Tüm masraflar: İşçilik.+yeme, yatma giderleri: 4000 işçiX600= 24.000.00$/yıl işçilik+2.4 milyon$= 4.8 milyon $/yıl

Aynı işi Türk işçileriyle müteahhit yaparsa, 3000 TL/AYX12x4000 işçi= 144.milyon TL (41 milyon $)

Aradaki fark (41-4.8=37 milyon $) müteahhitlerin karıdır. Bu işçilerle çalışmak, yasal değildir. Aslan ÖZMEN-Y.Mühendis

GÜNÜN SÖZÜ

Yazının Devamını Oku

AİHM türbana karşı direniyor

9 Ağustos 2017
AİHM için önerilen son yargıç adayları, mülakata bile çağrılmaya gerek görülmeden refüze edilince, süresi dolan yargıç, 2018 başına kadar -zorunlu olarak göreve devam edecek.

Türkiye’de, AİHM’de yargıçlık görevi yapabilecek vasıflarda çok sayıda hukukçu var.

Aday olarak önerilenlerin de müktesebatları yeterli olabilir, sorunlardan biri iktidara angaje olma ile ilgili. Bürokratik hiyerarşi içinden aday gösterilmesi sorun yaratıyor (iki aday da iktidar tarafından atanan ve yüksek seviyede bürokratik görevde bulunan, müsteşar yardımcıları…)

Son önerilen adaylar arasında türbanlı bir hukukçunun olması, meseleyi, mahkeme içtihatları bakımından tartışmaya açıyor. AİHM, türban yasaklılığı konusunda verdiği kararlarda, ‘hak ihlali’ görmeme yönünde içtihat üretiyor. Daha sonra emsal kabul edilecek, Leyla Şahin kararında, türbanın politik sembol olarak kullanıldığına işaret etmiş ve din/vicdan özgürlüğü, ayrımcılık yasağı ve ilgili sözleşme hükümlerinin ihlal edilmediği hükmüne varmıştı.

Kılık kıyafet yönetmeliklerinde yapılan değişiklikler sonucu, türban, kamu kurum ve kuruluşlarında ve TBMM’de serbest...

Zamanın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay’ın başvurusu üzerine, hakim ve savcıların türbanlı(başörtülü) olarak görev yapabilecekleri hususunda görüş bildirdi ve uygulamada sorun yok.

16 Nisan, Anayasa halk oylamasında, yargının tarafsız ve bağımsız olduğuna dair düzenleme de kabul edildi.

Türkiye’deki uygulamada, türbanlı yargıç; din ve vicdan özgürlüğünü kullanıyor, yargının tarafsız ve bağımsızlığı bakımından, bir mahzur görülmüyor.

AİHM içtihatlarında; türban, politik bir sembol olarak kabul ediliyor. Muhtemelen, bu nedenle, tarafsız ve bağımsız olamayacağı gerekçesi ile, türbanlı yargıç adayı, değerlendirmeye alınmıyor.

Yazının Devamını Oku

Bir daha böyle bir ülke kurulamaz: Türkiye’ye yazık etmeyin

8 Ağustos 2017
CUMHURİYET değerleri ve onun getirdiği kazanımların hızla yitirilmeye girdiği bir süreçteyiz.

AOÇ’nin yok edilmesinin ardından, Anıtkabir yerleşkesinin bir bölümünün inşaata (ranta) açılması; tarikat şeyhinin dizinin dibinde poz veren ABD vatandaşı Merve Kavakçı’nın büyükelçi olarak atanması; Siverek’te Atatürk anıtına saldırı, MEB’ye danışmanlık için Ensar Vakfı ile protokol yapılması; İl ve ilçe müftülüklerine nikâh yapma/nikâh kıyma yetki ve görevinin verilmesi konuları son günlerin ülke gündemidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevlerini düzenleyen 633 Sayılı yasa bu kuruma “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek” görevini vermiştir. Medeni Hukuk anlamında, ‘evlenme’, “Aile kurmak amacıyla yapılan hukuk sözleşmesi”dir. Yasal, evlenme işlemi, belediye başkanı veya görevlendireceği memurlar ile köylerde muhtarlar tarafından gerçekleştirilir.

- Ülkemizde, Belediye ve Köy muhtarlıklarında akdedilen resmi nikâh uygulaması 80 yılı aşkın bir süredir sorunsuz olarak süregelmekte iken Müftülüklere Resmi geçerliği olacak şekilde nikah kıyma yetkisinin istenmesinin hiçbir haklı nedeni yoktur. Müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verilmesi toplumda aile kurumundan başlayan yeni bir ayrışma nedeni olabilecektir.

Din görevlisini resmi nikâh kıymakla yetkilendirmek, din ve devlet işlerini birbirine karıştırmak demektir. Bu da laiklik ilkesinin çiğnenmesidir, Anayasa’nın 2. ve Devrim Yasalarını güvence altına alan 174/4 maddelerini hiçe saymaktır.

- Cumhuriyet, Türk Hukuk Devrimi ile Tekli Hukuk’u (Hukuk birliğini) esas almışken Anayasa’nın Laiklik ilkesine aykırı olarak Din görevlilerine Resmi nikâh yetkisi tanınmak suretiyle ‘çoklu hukuk’ sistemine kapı aralanmaktadır. Getirilen tas arıda, ayrıca; yeni doğan çocukların nüfus idaresine bildirilmesi zorunluluğuna da esneklik sağlanmakta, “mülki idare amirlerinin emriyle aile hekimlerinin-yeni doğan çocuk hakkında-araştırma yapabileceği öngörülmektedir.

Yeni doğan çocuklarda ‘sözlü bildirim’in yeterli olması küçük kızlara istismarın gizlenmesine olanak sağlayabilecektir.

Sonuç olarak Anayasa’nın Laiklik ilkesine aykırı içerik de ‘Nüfus Hizmetleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin Kanun Tasarısı’, yasalaşması durumunda evlilik kurumunu, aileyi ve tüm toplumu olumsuz şekilde etkileyecektir. Oysa ülkenin gereksinimi ayrışma değil ulusal birliktir.         

Av. Yaşar ÇATAK-Türk Hukuk Kurumu Başkanı

Yazının Devamını Oku

TSK’nın teamülleri bir alt lige düştü

4 Ağustos 2017
‘SON YAŞ toplantısından sonra, artık TSK’de hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı, hiyerarşik teamüle uyulmayacağı anlaşılıyor.

Yüksek komuta terfileri konusunda cari öngörülerin geçerliliğini yitirdiğini, sivil otoritenin takdirinin, kurumsal geleneğin önüne geçtiğini gösteriyor. Son yıllarda, YAŞ toplantılarındaki isabetsiz kararlar ile komuta kademelerindeki terfilerin, TSK’yı ne hale getirdiğini, kripto cemaatçilerin, darbeye bu nedenle cesaret edebilecek hale nasıl geldiğini gözler önüne seriyor.

İşin tuhafı bu eğilime bazı eski askerlerin de katılması...

Yarın yeni bir iktidar gelse TSK’ya dönüp, “Askerlik ayrı bir uzmanlık alanı, kurum kendi değerlendirmesini yapıp getirsin” talimatı verse, Türkiye demokrasi liginde bir alt kümeye mi düşecek?

TSK’da mevzi kazanmış çapulcular ile ilgili davalar cemaate hoşgörü gösterilmesi sonucu meydana gelmemiş midir?

Türkiye neredeyse üç taraftan kuşatılmış durumda, ‘mengene’ her gün biraz daha sıkılıyor. Bu tablo, ülke bekası bakımından da endişe vericidir.

GÜNÜN SÖZÜ

“Siyasi iktidarlar memurları önce sendikalara bölüyor, sonra kendinden yana olanları alıp masaya oturuyor. Memur hakkını savunacaksa ve adil bir artış istiyorsa, sendikalar konusunda daha bilinçli olmalıdır.” Prof. Dr. Esfender KORKMAZ

AVM YA DA REZİDANS ÜRETİLMİYORSA O TOPRAĞIN HİÇ KIYMETİ YOK ALPU’DA...

Yazının Devamını Oku