Her ne denli bereketli sezon yaşanacak olsa bile özellikle denetimlerden kaçan denizlerde gezinen gırgırların yasal boyun altındaki balıkları ağlara toplaması ve bunların satılması gelecek adına karamsarlık oluşturuyor.
Karadeniz kökenli meslektaşımız Şükrü Karaman’a göre balıkçılığın en önemli sorunlarının başında olan kaçak ve küçük boydaki balık avı bir türlü önlenemiyor. Balık türünün azalmasında büyük rol oynayan yavru boydaki balıkların avlanmasına, satılmasına karşı denetimler mutlaka eksiksiz yerine getirilmeli ve kurallara uymayanlara ağır yaptırımlar uygulanmalı.
Bu sezon, balık avındaki olası bereket hem tekne sahiplerini hem de tüketicileri sevindirebilir. Ne var ki kaçak ve kural dışı avlanmaya göz yumulursa gelecekte bugünkü balığı bile bulamayız. Denizlerden eskiden olduğu gibi balık fışkırması için belli süre ‘nadas’a alınması gündeme gelmiş, ancak tekne sahipleri buna karşı çıkmıştı.
O zaman daha fazla balık, daha fazla gelir için tekne kaptanları aralarındaki ayrık otlarını temizlemeli, yavru balıkların avlanmasına şiddetle karşı koymalı. Kuşkusuz burada en büyük görev Sahil Güvenlik’e düşüyor.
Bu zafer daha sonra Cumhuriyet ve onu takip eden devrimlerle ivme kazanmıştır. Fakat bu ivme daha sonra çeşitli nedenlerle hız kaybetmiştir. İlk defa kimseye, hiçbir ittifaka bağlı olmayan ülkemiz daha sonra bazı stratejik ortaklık dediğimiz bir takım dayatmalara maruz kalmıştır. Bu 1947’de Marshall Yardımı ile başlamış, ülkenin ileri gitmesini sağlayan bir çok kuruluşun önü kesilmiştir. (Tevhid-i Tedrisat, Köy Enstitüleri gibi) Daha sonra bugün stratejik ortak olacağımız söylenen Rusya’nın, bazı olumsuz istekleri yüzünden batı ittifakı olan NATO’ya zorla kendimizi kabul ettirmişiz. Ve neticesinde eşit haklara sahip olduğunu zannettiğimiz aslında hiç de eşit olamayan bir stratejik ortak olmuşuz. Bizler batı için yalnızca ihraç ürünü asker olan bir ülke görülmüşüz. Hiçbir ciddi problemde fikrimiz dahi alınmamıştır” diye anlatıyor Prof.Dr. Cengiz Kuday... Sonra da “Bu stratejik ortaklık denen tuzaklardan nasıl kurtuluruz” sorusunun yanıtını da şöyle veriyor:
ASKERLİK, İNSANLARIN SEVK İDARE SANATIDIR
Sakarya Meydan Muharebesinin şiddetle başladığı günler ile büyük Türk taarruzunun başlangıcı arasında tam bir yıllık zaman vardır. Bu dönem iç ve dış politika yönünde çok hareketli harp harekatı bakımından ise sakin geçmiştir. On yıllık aralıksız sürüp gelen harpların millette uyandırdığı bıkkınlık, yılgınlık, isteksizlik, ilgisizliği tasvir etmek çok zordur. Asker kaçakları bu günlerde çok yüksek sayılara yükselmiştir. İstiklal mahkemelerince verilen ağır mahkumiyet kararları (idamlar) millette genel bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. İşte bu güç şartlarda yapılacak bir büyük taarruzda komutan ve komuta mensuplarının mesuliyetleri çoktur.
Askerlik, muharebelerin sürdürülmesi değil insanların sevk idare sanatıdır. İnsanlar ancak, emelleri fikirler kişiselleştirilerek sevk ve idare olunabilir.
Subay nedir?
Maiyetindeki kişiler için emsal numunesidir. Subay, kendi ilim ve gücünden kumanda ettiği insanları faydalandırmak için yanındakilere metanet ve kahramanlık toplamında fazla bir kişisel kahramanlığa özelliğe sahip olmalıdır. İşte böyle bir komutanı ve komutanlar topluluğu ile bir çok negatif şartlara rağmen bu büyük taarruz başarılı olmuş ve 30 Ağustos’ta zafere ulaşılmıştır. Bu zafer daha sonra Cumhuriyet ve onu takip eden devrimlerle ivme kazanmıştır. Fakat bu ivme daha sonra çeşitli nedenlerle hız kaybetmiştir. İlk defa kimseye bağlı olmayan hiçbir ittifaka bağlı olmayan ülkemiz daha sonra bazı stratejik ortaklık dediğimiz bir takım dayatmalara maruz kalmıştır. Bu dayatmalar 1947 yılında Marshall yardımı ile başlamış; ülkenin ileri gitmesini sağlayan bir çok kuruluşun önü kesilmiştir. (Tevhidi tedrisat köy Ens. Gibi) Daha sonra bu gün stratejik ortak olacağımız söylenen Rusya’nın bazı olumsuz istekleri yüzünden batı ittifak olan Nato’ya zorla kendimizi kabul ettirmiştir. Ve neticesinde eşit haklara sahip olduğunu zannettiğimiz aslında hiç de eşit olmayan bir stratejik ortak olmuştuk.
Yollar müthiş kalabalık; herkes Ege’ye inmiş; sanıyoruz böyle bir kalabalık ilk kez oluyor. Döviz kurlarının ‘yüksekliği’ herkesi ‘hasta’ etmiş; bunu fırsat bilip iç turizm hareketine katılanların sayısı ‘rekor’ sayılabilir. Karayolları rakamları açıklayabilir. Ama İstanbul’dan İzmir’e 10 saatte giden bir yolcunun şikayeti nasıl açıklanabilir?
Bütün bunların nedeni bir yerde dolar-Euro’daki artışlarda; şöyle bir durumun ortaya çıktığını da unutmayalım. Dış hat uçuşları yoğundu ama çoğunluk, biletlerini veya turlarını aylar önce döviz fırlamadan önce satın almıştı. İptal etseler zararlı mı çıkmış olurlardı! Krize yakalanan ‘beyaz Türkler’in darbe yedikleri de bir gerçek.
Benzin ve mazotun yüksek vergileri ile emeklilere verilen 1000’er liraları karşılayabilir mi? Hesap yapmak isterseniz alkolün vergilerini de ekleyebilirsiniz. Fırsatçı zamlarına karşı hiçbir denetim yoktu piyasalarda. Bir zeytinyağı üreticisi, zeytinin hasat öncesinde tenekeye yüzde 40 zam yapılmasının açıkça vurgun olduğunu söyledi bize...
Havalimanları da kalabalıktı; güvenlik sıraları ise bunaltıcıydı. Bir dostumuz THY’nin İstanbul uçağı ile Bodrum’a 650 TL’ye gelmiş; gideceği siteye de 150 TL taksi parası ödemiş. İki kişinin Business Class İstanbul-Bodrum gidiş-dönüş biletinin 5 bin lirayı bulduğunu öğrendik. Havalimanlarının oto parklarında yer bulmak imkansızdı.
CHP’nin 9 Eylül’deki kuruluş gününde Ankara’da yapılacak büyük toplantıda ‘3.Yol Hareketi’ kamuoyuna duyurulacak.
Burada ne ‘Kemalcilik’ ne de ‘Muharremcilik’ var... Kişisel isimler üzerinde bir lider arayışı ile CHP’nin kendi iç sorunlarını çözemeyeceği görüldüğünden bu kısır döngünün dışına, ‘fabrika ayarlarına’ dönülmesi esas hedef olarak gösteriliyor. Strateji yeni kadro, yeni program ve yeni tüzük üzerinden şekillendirilecek. Kolektivist bir anlayışla birlikte “Ortak aklın ürünü kararların alındığı, Türkiye ve dünya gerçeğinin süzgecinden geçirilerek duygusallığın ötesinde bir mantığa ve ülke çıkarlarına dayalı, tabii ki Atatürkçü politikaları benimsemiş bir yapı...” deniyor.
Harekette yer alan isimler henüz ortaya atılmak istenmiyor.
“Güngör Uras dostumuz ‘Ayşe Teyze’ ve ‘Ali Rıza Amca’ tiplemelerini yaratırken kendine de ‘saf ve bâkir Anadolu çocuğu’ demeye devam etti.
Her türlü emeğe hep inandı, üretime hep saygısı vardı. Gittiği lokantalardan çalışanların aşçıbaşına kadar isimlerini alır, not eder, yazılarında onlardan bahsederdi.
Bir fabrika gibiydi Güngör Uras.
Andy Warhol’dan alıntılayarak “The Factory” diyelim. Durmaksızın fikir üretir, değerli fikirler verirdi. ‘P Dergisi’ne dair tavsiyeler verirdi. Bu arada uygulamazsam veya gecikirsem fırçasını da eksik etmezdi. Onu kaybettik, göçtü dünyadan ruhu. Ama emeğe, üretime, insana verdiği değer bana sorarsınız hiç unutulmayacak. Yazdığı kitaplar ortada duruyor. En son gününe kadar günlük yazılarını eksik etmedi ve hatta Temmuz 2018’de ‘İndir Faizi Bindir Faizi’ adlı son kitabını çıkardı.
Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca diler misiniz bugünkü törene gelsinler...
Belki de gerçekten vardı Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca...”
TARİHE NOT DÜŞMEK...
-
Yer seçimi kararlarında, yapı tasarımı, üretimi ve denetiminde bilimsel, bütünlüklü bir düzen yoktur. Öyle ki sorunlu dolgu alanları, dere yatakları ve kıyılar imara açılmakta, her yere AVM ve gökdelenler yapılmaktadır. Yanlış ulaşım politikaları, yanlış kentsel dönüşüm uygulamaları ve yanlış mega projelerin artması, su yatakları ile yeşil alanlar arasındaki bağların koparılması, sel-su baskınlarının artması, ısı adalarının oluşması gibi olgular depremlerin yıkıcı etkilerini arttırıcı sonuçlar oluşturmaktadır. Bu sorunlara deprem olgusunu ve depremlere dayanıklı yapı stokunu artırma gerekliliğini gözetmeksizin yapılan son imar affı ve depremlerde toplanma yerleri olan alanlardaki hızlı yapılaşma eklendiğinde, ülkemizin depremlere hazır olmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada belirtmek isteriz; yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın TMMOB ve bağlı odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmemesi durumunda ülkemizi yeni büyük sosyal afetler ve yıkımlar beklemektedir.
Depremler ve büyük doğa olaylarına karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için alınması gereken önlemler ivedi bir öneme sahiptir. Depremlere karşı önlemler bütünlüğü, güvenli yapılaşma ve halkın sağlıklı kent ve doğal çevre hakkı için neoliberal piyasacı ve rantçı yaklaşımlar reddedilmelidir. Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi ve öngörülen teknik müşavirlik şirketi modeli yerine uzmanlık ve etik niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modelinin benimsenmesi gerekmektedir.
Yunus YENER - Makina Mühendisi
JEOLOGLAR NE DİYOR?
- JEOLOJİ Mühendisleri Odası iki uyarıda bulunuyor:
1- Yapı denetimi süreçlerinde jeoloji mühendisliğine yer vermeyen anlayıştan vazgeçilmediği sürece bu ülkede doğa olayları maalesef afete dönüşmeye devam edecektir.
2-
Ben de bu gençlerden birinin annesiyim ve yıllardır bu ülkeye canla başla hizmet eden bir öğretmenim. Bu sınav ve mülakat dönemlerinde yaşadığımız stres ve sıkıntıları anlatamam.
Oğlum, iki kez bu sınavları çok iyi puan ve sıralamayla kazanmasına rağmen sırf ‘referansı yetersiz’ olduğu için mülakatlarda elendi ve onun gibi aslında hak eden yüzlerce genç elendi.
Mülakatlardan geçenlerin pek çoğunun çeşitli cemaatlere, mütedeyyin vakıflara ve AKP’ye yakın kişiler olması, elenenlerinse çoğunluğunun seküler veya farklı mezhepten ya da farklı etnisiteden olması bir tesadüf değildir.
Nitekim, son iki sınavın mülakatlarının kazananlar listesi yayınlanmadı. Hükümet çevreleri sık sık Mehmet Moğultay dönemini eleştirmekte ancak benzeri tutumu kendileri sürdürmekte, kendilerinden olmayanlara adalet teşkilatında yer alma hakkı tanımamaktadırlar. Yalçın Bey, inanın, değişen sadece aktörler olup mağdurlar, idealist ve çalışkan gençlerdir. Umarım, ülkemiz bunlardan ötürü yeni sorunlar yaşamaz.”
(Benim adım A.Ö. Memur olduğum için yayımlamanız halinde lütfen ismimi vermeyiniz.)
VETERİNERLER DE DOKTOR!..
DOKTOR
Öğretim üyesi doktorasını nerede yaptı? Hangi okullarda okudu? Hâlâ aktif olarak araştırma yapmaya devam ediyor mu? Projeleri var mı? Bunlar önemli, çünkü hocalar hâlâ aktif araştırmaya devam ediyorsa günümüzün yeniliklerini derslerine aktarabileceklerdir. Araştırmada aktif bir hoca öğrencisine yenilikleri aktarabilecek hoca demektir, CV’nin önemi burada. İkincisi, o hoca kaç öğrenci yetiştirmiş, CV’sinde yazması lazım. Yetiştirdiği öğrenciler hocanın öğrenci sever bir hoca olduğunu da gösterir.”
Kadir Has Üniversitesi Rektör Vekili Sondan Durukanoğlu Feyiz üniversite adayları için tercih dönemi sırasında böyle bir açıklama yapmıştı.
Prof. Feyiz’in bu önerisini kaç öğrenci yerine getirdi acaba?
Zor soru da şu:
Aynı soruyu YÖK Başkanı’ndan başlayarak YÖK üyeleri, rektörler, dekanlar, öğretim üyelerine sorsak acaba kaçını işe alırlardı?
GÜNÜN SÖZÜ
“OSMANLI’