Bir de Kanal İstanbul üzerinden arsa spekülasyonu yapan ve milyar milyar rant sağlamak isteyen inşaatçılar grubu var. Saray’daki Montrö düşmanı lobi ve menfaat lobisi ise iktidara gaz vermeye devam ediyor. Gazeteci dostumuz Kerem Çalışkan, Odatv.com’da Montrö gerçeğini anlatıyor:
YAVUZ VE MİDİLLİ
Montrö, Atatürk’ün Hitler’e Boğazlar’ın kapısını kapatmasıdır. Montrö, Atatürk’ün II. Dünya Savaşı’nda Almanların Boğazlar’dan Karadeniz’e çıkıp Rusya’yı vurarak, Türkiye’yi istemediği bir savaşın içine sürüklemesine karşı aldığı bir önlemdir.
Atatürk böylece, I. Dünya Savaşı’nda Almanların Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) komplosu ile Karadeniz’de Rus limanlarını ve gemilerini vurarak, Osmanlı devletini zorla savaşa sürüklenmesini ve bunun sonucu Sarıkamış faciasının bir kez daha tekrarlanmasını engellemek istemiştir. Ve engellemiştir.
Atatürk, II. Dünya Savaşı’nın mutlaka çıkacağını öngördüğü için kendisi yaşarken takip edip 1936’da imzalattığı Montrö ile I. Dünya Savaşı hatasının tekrarlanmasını engellemiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra, onun öngördüğü gibi II. Dünya Savaşı patlamıştır.
Hitler Türkiye’yi kendi safında savaşa sürüklemek için büyük baskı yapmıştır.
Atatürk’ün silah arkadaşları, başta İnönü, Çakmak, Orbay, Karabekir olmak üzere, I. Dünya Savaşı dersleri ile dolu oldukları ve Atatürk’ün “Sakın savaşa katılmayın, I. Dünya Savaşı’ndan beter oluruz!” vasiyeti kulaklarında çın çın çınladığı için Alman baskısına direnmiş, tarafsız kalmayı başarmışlardır. Hatta Hitler’in Boğaz’dan gizlice geçebilecek denizaltılarına karşı Boğaz çıkışında, Kavaklar’a denizin altına çelik ağ germişlerdir. Montrö çelik ağlarla savunulmuştur!
Hitler,
Özellikle Orta Anadolu’da bu sektörün varlığını güçlü bir şekilde sürdürmesi gerekiyor. Bunun için üretim yapan çiftçileri sahiplenmek, onları yönlendirmek ve yönetmek ihtiyacı var.
Çünkü Türkiye’de çiftçinin sermayesi yok. Üretimin sürdürülebilmesi için geniş desteğe ihtiyacı var. Bu da ancak kooperatif kuruluşları eliyle yapılabilir. O nedenle öncelikle kooperatiflerin yeniden yapılandırılması gerekiyor. Ayakta kalan şeker fabrikalarının hepsi (Konya, Kayseri ve Amasya) kooperatif kuruluşları...
Güçlendirilmiş, şeffaf ve profesyonelce yönetilen kooperatifler, şeker sektöründe olduğu gibi tüm üretim branşlarında sözleşmeli üretimi geliştirebilir ve çiftçinin ayakta kalmasını sağlar. Çiftçi tarımdan uzaklaştığı takdirde onu tekrar tarıma yöneltme imkânı yoktur.
Başkan Hüseyin Akay bu noktada diyor ki:
“Üretim gücü olan çiftçinin bu üretim gücünü ayakta tutmak, çiftçiyi yaşatmak gerekir. Tarımın geleceği açısından en önemli hususlardan biri budur. Çünkü hem tarımı hem üretimi besleyen ve büyüten, aynı zamanda büyük istihdam sağlayan katma değerli çok önemli bir ürün pancar ve şeker. Üretimden pancarı çekerseniz, çiftçinin yapabileceği başka bir şey yok gibi gözüküyor. Açıkça söylersek, aç kalır.”
TÜRKŞEKER ÇEKİLİYOR MU?
Türkiye’de özelleştirmeden sonra şeker fabrikalarının yapısı şu şekilde oluştu: Türkiye’de 33 şeker fabrikası var. Şu an itibarıyla bunun 15’i devletin elindeki Türkşeker’e ait, 6’sı kooperatif fabrikası, 12’si de özel sektör fabrikası konumunda... Türkşeker fabrikası da şu anda özelleştirme kapsamında... Satışın ne zaman yapılacağı henüz belli değil. Satış halinde devlet şeker üretiminden çıkmış olacak...
Bunun için sektörü ayakta tutacak güçlü kuruluşlara ihtiyaç var. Bunu da ancak, yukarıda vurguladığımız gibi kooperatif fabrikaları başarabilir. En önemli örnek Kayseri Şeker ile Konya Torku.
Fiziki olarak değişen bir şey yok. Erciyes’e ilk kar geçen hafta düşmüş. Kayak sezonu açılmış; ilk ziyaretçiler de Rusya, Ukrayna, Polonya ve Belarus’tan gelmiş... İlk kar 40 santimmiş, ancak yapay karlama sistemi ile sezonu dinamik tuttuklarını söylüyorlar. Büyükşehir belediyesi bugüne kadar 200 milyon Euro yatırım yapmış, yatırımlar hâlâ sürüyormuş... Erciyes AŞ Genel Müdürü Murat Cahit Cıngı, Türkiye’nin en uzun ve en modern tesisi olduklarını belirterek “Bu sezon 2 milyon turist bekliyoruz” dedi. “İstanbul ve Ankaralı kayakseverleri de bekliyoruz” diye de ekledi.
Kayserili ünlü müteahhit Süleyman Çetinsaya’nın yaptığı beş yıldızlı otelle birlikte Kayseri’de beş yıldızlı otel sayısı üçü bulmuş. Dağda yeni bir beş yıldızlı otel daha faaliyete geçmiş. Oteller güzel de bunun dışındaki mekânlarda içki ile ilgili ‘sorun’ olduğunu kimse inkâr etmiyor. Bu konuyu uzatmayalım diyoruz.
Bize göre Osman Kavuncu, Kayseri’nin en ünlü ve adı unutulmayan isimlerden. Kayseri’ye çok şey kazandırmış. 1940’larda Almanya’da şehir planlama uzmanlığı eğitimi almış. 1950-57 arasında belediye başkanlığı yapmış. Bu dönemde yaptığı dört şeritli yollarla adını şehrin tarihine yazdırmış. Altyapı hizmetleri nedeniyle Kayseri’ye ‘güzel’ deniliyorsa, onun payı çok büyük.
Erciyes’teki yatırımlar da yarın öyle anılacak sanırız.
Osman Kavuncu’nun adının verildiği caddeden yaklaşık 7 kilometre gidilince, son yıllarda kıymeti daha iyi anlaşılan Kayseri Şeker Fabrikası ile karşılaşılıyor. Alaeddin Keykubad Gölü ile birlikte 2.5 milyon metrekare. Fabrika alanı ise 1 milyon 187 bin metrekare üzerinde kurulu. Adnan Menderes’in 1955 yılında açtığı tesisi Fransızlar kurmuş. O yıllarda 1200 ton pancar işlenirken, bugün bu kapasite günlük 13 bin tona çıkmış. Atatürk’ün Ruslara yaptırdığı ve 1937 yılında açtığı Nazilli Basma Fabrikası ile sosyal bakımdan birçok benzerliği var; spor, düğün ve sinema salonları ile burası da tam bir ‘Cumhuriyet belgeseli’...
Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Akay, “Kayseri ve Boğazlıyan fabrikalarımızın yanı sıra, geçen sene özelleştirmeden Turhal Şeker Fabrikası’nı da alınca, üç fabrika olarak toplam günlük 35 bin ton pancar işleme kapasitesine sahip olduk” dedi.
Yaklaşık 80 bin çiftçinin desteği ile var olan Kayseri Şeker
1980’de İngilizce öğretmeni olarak göreve başlamış, pedagojik formasyon üzerine dersler vermiş. Emekli olduktan sonra Sütçü, depremlerle karıncaların davranışları arasındaki ilişkilere kafayı takmış. Karıncalardan sonra bulutların hareketlerini izlemeye başlamış. “Sonuçta depremle bulut hareketlerinin ilişkisi olduğunu tespit ettim” diyor.
Depremin nerede olacağını tahmin etmek mümkün mü?
Sütçü, bunun için aile fertleri ile (6 kişi) gece gündüz çalışıyor. Evinde kurduğu bir yapıda karıncalar için lokal araştırma yapıyor. Şimdiye kadar deprem tahmini konusunda üç makale yazmış:
1- 2013’te coğrafya konulu sempozyumda ‘deprem tahmininde bulutların rolü’ üzerine,
2- 2015’te atmosfer bilimleri konulu sempozyumda ‘meteorolojik olaylar ile deprem ilişkisi’ üzerine,
3- 2016’da uzaktan algılama konulu sempozyumda ‘meteorolojik uydu görüntüleri ile deprem ilişkisi’ üzerine yazdıklarını sunmuş.
Ve yaşamlarını yeraltında devam ettirip yeraltında olanları yeryüzündekilerden çok daha önce hisseden karıncaların davranış biçimleri üzerine de odaklanmaya başlamış.
Sütçü
Kastamonu’nun doğal, kültürel ve tarihsel mirasına sahip çıkarak ilin sürdürülebilir gelişimine katkıda bulunmak üzere kurulmuş bir sivil girişim olan Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifi (DMKİ) etkinliğinde kültür, sanat ve iş hayatından isimlerin yanı sıra Kastamonulu iş insanları, diplomat ve siyasetçiler de katıldı. Pelin Batu’nun sunduğu gecede, mitingin onuruna besteci ve orkestra şefi Oğuzhan Balcı’ya sipariş edilen ve Orkestra İstanbul’un icra ettiği ‘Ilgaz’dan, Kastamonu’dan Dünyaya Açılan Kadın Ufku’ adlı senfonik eserin dünya prömiyeri gerçekleştirildi. Prömiyeri, Nemeth Quartet’in solistliğini üstlendiği konser ve ‘Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı’ türküsünün senfonik icrası izledi. Gecede Selçuk Metin’in yönetmenliğini yaptığı ve Tilbe Saran’ın seslendirdiği özel filmin de ilk gösterimi yapıldı.
Belediye başkanvekili İsmail Hakkı Özcebeci ve CHP milletvekili Akif Hamzaçebi’nin konuşmalarının ardından, Türkiye’nin ilk kadın mitinginin 100. yılına özel ‘Saygı Ödülü’ de takdim edildi. 100 yıl önce mitingi düzenleyen komitede yer alan Hafız Selman İzbeli’nin gelini Sabiha İzbeli adına oğlu Serdar İzbeli saygı ödülünü aldı.
DMKİ Başkanı Dr. Atıf Uğurlu, “Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifi olarak Kastamonu’ya evrensel gerçek değerini yeniden kazandırmak üzere çalışıyoruz. 100 yıl önceki kadın mitingini böylesi anlamlı bir gece ile taçlandırmaktan gurur duyuyoruz. İnisiyatifimizin Kastamonu’ya ulusal ve uluslararası alanda değer katacak projeleri devam edecek” dedi.
Proje sözcüsü Zeynep Esen’in şu sözleri anlamlıydı: “Atamızın çok sevdiğimiz bir sözünü burada anmak isterim: ‘Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi zafere ve kurtuluşa götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim’ diyemez. Biz de bu sözlerden ilhamla yola çıktık. Önümüzdeki dönemde de Batı Karadenizli kadınların sosyo-kültürel gelişimine katkıda bulunacak bir kadın enstitüsünü de içeren çeşitli yerel projeler ile çalışmalarımıza devam edeceğiz. ‘Kastamonu’dan Dünyaya Açılan Kadın Ufku’nu yıllara yayarak genişletmek, en büyük arzumuz.”
Kastamonuluların çıkışlarını dikkatle izlemek gerekiyor.
GÜNÜN SÖZÜ: “ADALET için en büyük talihsizlik devleti idare edenlerin zalimliğidir.” Hz. Ali
GAZETECİ GÖZÜYLE 50 MADDEDE GÖBEKLİTEPE
GÖBEKLİTEPE’
Yeni bilgilerden kaçarlar, değişimi istemezler. Her şeyi en iyi onlar bilir. Evde, işte, kahvede sadece otururlar. Sürekli oturmaktan beyinlerine kan gitmez olmuştur.
Bilgi sahibi olan insanlar yenilemez. Bilgi sahibi insanlar her zaman hedefe ulaşır.
Edison’a arızalı dediler; Einstein’a, Galileo Galilei’ye arızalı dediler. Henry Ford’a, Steve Jobs’a, Jack Ma’ya, Tesla’ya, Bill Gates’e, Dennis Ritchie’ye, Robert Bosch’a, Walt Disney’e arızalı dediler. Fuat Sezgin’e de Vecihi Hürkuş’a da Nuri Demirağ’a da arızalı dediler.
Hezarfen Ahmet Çelebi’ye de aynı şeyi söylediler.
Kara çalanların 1 sayfa eseri yoktur. 1 projesi yoktur. 1 semineri yoktur. 1 konferansı yoktur. 1 imzası yoktur. 1 tane önerisi yoktur. 1 madalyası yoktur...
Bunlardan çevrenizde çokça bulunur; Bolu’da, İstanbul’da, Edirne’de, Tokat’ta, Manisa’da, Artvin’de, Kıbrıs’ta vb.
Bu türden insanlarla epey karşılaştım.
Başarısız insanlar, başkalarının da başarısız olmasını isterler. Çünkü üreten insanlar onların ne kadar değersiz, vasıfsız, çürük, aciz, yetersiz, bilgisiz olduğunu gün yüzüne çıkarır.
Bu bağlamda, tüm ülke nüfusunu kapsayan zorunlu genel sağlık sigortası (GSS) kurulmuş, sağlık hizmetlerinin SGK aracılığıyla verilmesi kabul edilmiş, bu düzenlemelere aykırı tüm yasalar (milletvekilleri ile ilgili olan 3671/4 madde hariç) yürürlükten kaldırılmıştır.
2- Milletvekilleri/emekliler, ülke nüfusunun tamamına yakınını kapsayan GSS sistemine dahil edilmemiştir. Milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere yapılacak tedavi yardımının usul ve esasları, herhangi bir sınırlama olmaksızın, TBMM Başkanlık Divanı’nca çıkarılan yönetmeliğe (takdirlerine) bırakılmıştır. Yönetmelikle milletvekillerine, SGK aracılığıyla, halkımıza verilenlerle kıyaslanamayacak oranda, onların hayal bile edemeyeceği tedavi yardımları sağlanmıştır.
Son yıllarda yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri, üst düzey askeri yetkililer de kapsama dahil edilmiş, onların tedavi giderleri de aynı yöntemle milletvekilleri gibi ödenmeye başlanmıştır.
3- Yukarıda açıklanan ‘kıyakla’ yetinilmemiştir. AKP milletvekillerince; 18.11.2019 tarihinde, 2/2368 Esas sayı ile TBMM’ye verilmiş bir teklifle, milletvekilleri üzerinden tedavi yardımından yararlanacak olan kimselerin TBMM Başkanlık Divanı’nca belirlenmesi istenmiştir.
Bu teklif, muhalefet milletvekillerinin de kayda değer itirazları olmadan, jet hızıyla 5.12.2019 günlü birleşimde, saat 03.00 sularında 233 kabul, 29 ret oyu ile kabul edilerek oyçokluğu ile yasalaşmıştır.
Böylelikle 82.8 milyon vatandaşımızı kapsayan, asgari 70 yıldır yürürlükte olan ve sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları kişileri belirleyen kadim/yerleşik yasal düzenlemeler milletvekilleri için baypas edilmiş; 14 bin kişi için süper ayrıcalık getirilmiştir. Milletvekillerinin iş kadını eşi, çalışan oğlu, kızı, iş insanı babası-anası için bile TBMM bütçesinden tedavi yardımı verilmesinin önü açılmıştır.
Son söz: Adaletin mülkün (devletin) temeli olduğu unutulmamalıdır. Mahmut ESEN Emekli Mülkiye Başmüfettişi
SUÇLU ÇİKOLATA KAPAĞI MI?
Baykar’dan yapılan açıklamaya göre Türkiye, Bayraktar Akıncı’nın uçuşuyla birlikte bu sınıfta insansız hava aracına sahip dünyadaki 4 ülkeden biri oldu. Yerli ve milli imkânlarla, Baykar Milli SİHA Sistemleri Üretim ve AR-GE Tesisleri’nde geliştirilen ve Türkiye’nin en gelişmiş özelliklere sahip insansız hava aracı olan Bayraktar Akıncı TİHA, 1 Eylül 2019’da ilk motor testini gerçekleştirmişti. Şimdi de ilk uçuşunu başarıyla gerçekleştirdi. Akıncı, seyir halinde gerçekleştirilen testlerin tamamlanmasını takiben ilk tam otomatik inişini de başarıyla icra etti. Baykar tarafından yerli ve milli imkânlarla geliştirilen; TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve MİT tarafından aktif olarak kullanılan; Ukrayna ve Katar’a da ihraç edilen Bayraktar TB2 silahlı insansız hava aracından daha uzun ve daha geniş olan Bayraktar Akıncı TİHA, stratejik görevler icra edecek.
24 saat havada kalabilen ve 40 bin fit servis tavanına sahip olan Bayraktar Akıncı, 400 kilogram dahili ve 950 kilogram harici olmak üzere toplam 1350 kilogram faydalı yük taşıma kapasitesiyle ön plana çıkıyor. 5.5 ton kalkış ağırlığı bulunan Bayraktar Akıncı TİHA, 2 adet 450 beygir gücünde turboprop motor ile gökyüzüne yükseliyor. Bayraktar Akıncı TİHA aynı zamanda 2x750 beygir ve 2x200 beygir güç üreten motorlar için de farklı konfigürasyonlarla da uçabilecek şekilde tasarlandı.
‘KAPORTACILIK YAPMIŞIZ’
Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar, geçen eylülde verdiği röportajda şöyle demişti:
“Biz yıllarca bir anlamda kaportacılık yapmışız. Nuri Demirağ’lar, Vecihi Hürkuş’lar gitmiş, yerine kaportacılar gelmiş. Dışarıdan alınan lisanslarla, sadece tesisin ve markanın sahibini zenginleştiren bir model gelmiş”.
Çorlu’daki açıklamada da sosyal medyada şunları yazmıştı: “TİHA: Tutku, inanç, hayal, azim... Bayraktar Akıncı TİHA, sizlerin dualarıyla bugün ilk kez gökyüzüyle buluştu. Destek veren ve bizlerden duasını esirgemeyen milletimize teşekkürlerimizi sunarız”.
DOĞAYA ZULÜM! ‘DÜNYA DAĞLAR GÜNÜ’NDE HALİMİZ İÇLER ACISI