Yalçın Bayer

Damla düşmeyince tarımda büyük tehlike baş gösterdi

22 Ocak 2020
Önceki gün bir yakınımızın cenazesi için Tekirdağ’ın Gazioğlu köyüne gittik. Köyün mezarlığı gayet düzenlidir, çam ağaçlarıyla donatılmıştır. Bir mezar 120-150 santim arasında kazılır. Rahmetlinin küreklerle toprağa verilme işlemi sırasında inanılmaz bir toz yığını kalkıyordu. Zemin killiydi, nemi olmadığı için toz toprak içindeydi.

Yani toprak iyice ‘beton’laşmıştı.

Civardaki tarlalar da ‘kupkuru’ idi.

Şimdiye kadar böyle bir kuraklık görmemiştik. Köylülerin büyük endişe içinde “Bırakın kullanma suyunu, içme suyunu nasıl bulacağız?” sorularına muhatap olduk.

Köylü dostlar ‘tecrübelerine’ dayanarak şöyle konuşuyorlar:

Buğday, 100-120 santim boyundadır... Ama 10-15 santimde durdu. Çünkü zeminde ‘rutubet’ yok. Bir köylü, “Bu iş böyle giderse buğdayın hepsi ölür. Çünkü kış kuraklığı, yaz kuraklığına benzemez. Aylardır hiç güçlü yağış olmadı. Kar yağmayınca nem olmadı. Unutmayın, mikrop kırılması da olmadı. Hem virüs hem bakteri kırılması karla olur” diyor.

Dün bu fotoğrafı, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nden Arazi ve Su Kaynakları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr.

Yazının Devamını Oku

Kur ayarı yapılmadığı için üretici depolara yeterince ilaç vermiyor... Neden ilaç sıkıntısı var?

21 Ocak 2020
GEÇEN hafta sonu eczacı dostumuza uğradık.

Telefonda hararetli bir konuşma yapıyordu, epeyce de uzadı. “Özür dilerim, bir müşterimizin ilaç taleplerini karşılamakta zorlanıyorum” dedi bize. Bir tansiyon ilacını sormuş, o da “Elimizde yok” dediği için konuşma bu kadar uzun sürmüş.

“Tevzi olarak dağıtılıyor, takip edeceğiz, geldiğinde size haber vereceğim” demesi de karşı tarafı ikna etmemiş. Eczacı hanımın “İlaç depoda istenilen miktarda yok” demesinin de bir faydası olmamış dinlediğimiz kadarıyla. Ortaya şu çıkıyor: Depolarda yeterince ilaç yok, olan da ihtiyacı karşılamıyor. Çünkü kur ayarı bekleniyor. Kur ayarlaması yapılmadığından ilaçların yeni fiyatı belirlenemiyor. Sıkıntı şubata kadar sürecek, yani müşterinin ya da hastanın isteği yeterince karşılanamayacak.

Eczacıyla konuştukça meseleyi daha iyi anlıyoruz:

İlaçta yüzde 60 oranında dışarıya bağımlıyız. Sıkıntı buradan başlıyor. “Hangi ilaçlar?” diye sorduğumuzda isimlerini de öğreniyoruz:

“Kanser başta olmak üzere hipertansiyon, kalp ilaçları ve birtakım ağrı kesicilerini de sayarsak sıkıntının boyutunun büyüklüğü anlaşılabilir.”

Yeterli üretimi olmadığı için hastalar talep edilen ilaçları eczanelerde ilçe ilçe, il il ilaç arıyorlarmış. Telefon trafiği de bu nedenle uzun sürüyormuş. “Onun için sizinle hemen konuşamadım” diye de ekliyor.

 

DOMUZ GRİBİ

Yazının Devamını Oku

Sendikacılıkta ‘kara leke’

17 Ocak 2020
İşçilerin hak ve çıkarlarını korumak için kurulmuş olan işçi sendikaları yöneticileri arasında çürük elmalar mutlaka olmaktadır.

Bunların en ünlüsü Amerikan Kamyon Sürücüleri (Teamsters) Sendikası’nın başkanı Jimmy Hoffa’dır ve onun öyküsünü Netflix’te ‘The Irishman’ (İrlandalı) adı altında oynayan filmde seyredebilirsiniz. Hoffa, sendikanın milyon dolarlık ihtiyarlık sigortası fonlarını mafyaya ödünç vererek kendisine haksız kazanç sağlama yoluna gitmiş, sonunda mafya bu paraları geri vermemek için filmdekinin aksine Hoffa’nın ayaklarını çimento kovalarında dondurup denize atmıştır ve cesedi asla bulunamamıştır.

Bizde de işçinin sırtından nemalanmak isteyen bir sendikanın ortaya çıkması çok şaşırtıcı olmuştur. 1965 yılından beri içinde bulunduğumuz sendikacılığımızda ufak tefek yolsuzluklara tanık olmuşluğumuz vardır ama hiçbir zaman böylesi olmamıştır. 6 Ocak tarihli Sözcü gazetesinin 9. sayfasındaki haber sendikacılığımıza sürülmüş bir lekedir. İskenderun Demir Çelik Tesisleri işçilerini örgütlemiş ve toplusözleşme yetkisini almış olan Öz Çelik İş Sendikası, yaptığı toplu iş sözleşmesinin yürürlük tarihini, işverenin önerisi üzerine bir dönem, yaklaşık bir yıl ileri almayı kabul etmesi sonunda işçiler bir dönem ücret zammı alamamış. Fakat sendikaya alamadığı sendika üyelik aidatlarının karşılığı olarak, işverence 17 milyon lira bağış yapılmıştır. Bir kere sendika üyeleri istifa etmedikçe sendikasına üyelik aidatı ödemek zorundadır. Yapılan bir sözleşmenin yürürlük tarihini ileri almakla sendikanın üyelik aidatı kaybı yoktur ama işçinin ücret zamlarından yararlanamama gibi ciddi bir kaybı vardır. Bu düpedüz ‘sarı sendikacılık’, patron emrinde sendikacılık demektir ki asla kabul edilemez.

Bu olay mutlaka Aile ve Çalışma Bakanlığı tarafından araştırılmalı ve eğer doğru ise savcılığa suç duyurusunda bulunulmalıdır. İşverenden böylesine protokole bağlı bağış alınması sendikacılığımıza sürülmüş bir ‘kara leke’dir ve mutlaka bunun örnek teşkil etmesi için ciddi adımlar atılmalı, 6356 sayılı yasaya yeni hükümler konulmalıdır.

Türk sendikacılığı bu büyük ihaneti affetmemeli ve gereğini yapmalıdır.

Dr. Engin ÜNSAL  

GÜNÜN SÖZÜ

“MERKEZ Bankası felaket tellallarının sesini 5’te 5 indirimle kesti. Yüzde 5’lik büyüme hedefine de manevra alanı açtı. Kamu bankaları takdire şayan şekilde harekete geçti. Şimdi özel bankalar da daha fazla sahaya inmiş görünüyor. Önümüzdeki günlere daha güvenle bakıyoruz.”

İTO Başkanı Şekib Avdagiç

Yazının Devamını Oku

Tarıma, ormana, mera ve balık yataklarına yok edici darbe: Köylüler korumasız kaldı

16 Ocak 2020
İSTANBUL Üniversitesi Orman Fakültesi’nde 40 yıl hocalık yaptıktan sonra emekli olan toprak ilmi ve ekoloji öğretim üyesi Prof. Dr. Doğan Kantarcı çalıştaya sunduğu bildirisinin ‘sonuç’ bölümünde çarpıcı bilgiler veriyor.

Kanal İstanbul (K.İ.) ile İstanbul 3. Havalimanı’nın kaybına sebep olduğu ve olacağı tarım, orman ve otlak arazisinin, bölgedeki köylerin yaşama ve geçim kaynağı, İstanbul halkının da besin kaynağı olduğunu belirten Kantarcı, bu yanlış yapılanmanın sebep olacağı tarım alanı ve üretim kaybını bir temele oturtulup ona göre değerlendirebilmek için son 20 yıllık gelişmeyi incelediğini anlatıyor. Kantarcı, “Bilindiği gibi tarıma desteğin kesildiği ‘serbest piyasa politikası’ çiftçiye önemli bir darbe vurmuştur. Bu politika nedeniyle çiftçi korumasız kalmıştır. Bunun sonucunda da tarım alanları terkedilmeye başlanmıştır. Üretim kaybı ise kimse tarafından dikkate alınmamaktadır” diyor.

Tarım, otlak ve orman alanları yanında balık yatakları da dikkate alındığında bu darbenin ne kadar yok edici bir tablo ortaya çıkardığını dikkat çekmek istiyorum” diye ekliyor. Bu durumdan etkilenecek 10’a yakın köy halkının Selanik, Kırım, 93 harbi ve Balkan harbi göçmenleri olduğu biliniyor.

ANAYASA’YA RAĞMEN

K.İ.’nin etki alanında 8 bin kişinin yaşadığı belirtiliyor. Öte yandan satın alınan veya kamulaştırılan tarım arazisi ile devlet ormanlarını ve köy orta malı olan otlakları ‘Anayasa’nın koruyucu hükümlerine rağmen’ imara açıp yeni şehirler kurmaya kalkışmak doğru değildir. İmara açılan bu yerleri yabancı uyruklu kişi ve kuruluşlarına satmak girişimi ise ‘silahsız bir işgal’ yöntemidir.

‘YENİ ADA’ AVRUPA’YA MI ASYA’YA MI BAĞLI OLACAK?

◾ KANAL İstanbulun yapımı ile boğaz ve kanal arasında kalacak arazinin nereye bağlı olacağı da soru olarak ortaya çıktı.

Bir mühendisle konuşurken bize şöyle dedi: “Bu ada Avrupa’ya mı, Asya’ya mı bağlı olacak? Yoksa yeni bir kıta mı olacak? Ona ne ad vermeyi düşünürsünüz!” Haydi yanıtlayın!..

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

Yazının Devamını Oku

İstanbul’un nüfusu daha da artacak

15 Ocak 2020
KANAL İstanbul (Kİ) Çalıştayı ile ilgili konuşmalardan özet başlıklar çıkarmaya devam ediyoruz.

Bazı konuşmacılar “Kİ ile çevresel boyut, su ve ekoloji boğazın doğal akış dengesi bozulacaktır” derken, projenin toplumsal boyutunun göz ardı edildiği vurgulandı.

Özetlere devam ediyoruz:

◼ Projenin toplumsal boyutu göz ardı edilmiştir. Tarımsal istihdamın yok olmasına neden olacaktır. Sosyo-ekonomik yapıyı dönüştürerek bölge halkının göç etmesine neden olabilir. İnsanların başta işsizlik olmak üzere gelecek kaygısı bulunmaktadır. Var olan kent yoksulluğu daha da artacaktır

◼ “Kİ projesinin Montrö Sözleşmesi ile alakası yoktur” denemez. Boğaz geçiş ücreti kanaldan daha uygunken, kanal tercih edilir mi?

◼ Projenin yapım gerekçesi net olarak açıklanamamaktadır. Kİ bir proje değildir çünkü bir sorunu çözmemektedir. Dünyanın hiçbir yerinde boğaza alternatif bir kanal yapılmamıştır.

◼ Olası bir depremde kanal bölgesinde sıvılaşma riski yüksektir. İstanbul’un mevcut risklerini arttıracaktır. Ön çalışma aşamasında katılımcı bir süreç izlenmemiştir.

◼ Kırsal alanlar yok olacak, kentsel ısı adaları artacak ve kentin en önemli termodinamikleri, basınç farklılıkları, rüzgârları gibi özellikleri etkilenecektir. Bölgedeki mikro klimaya ve küresel ölçekte iklime etki edecektir. ÇED mevcut durum tespit raporudur, çevresel etki değerlendirmesi yapılmamıştır. Kİ hiçbir ekolojik duyarlılık taşımamaktadır.

◼ Denizlerin tuzluluk oranlarındaki farklılıklarından dolayı flora ve fauna olumsuz etkilenecektir. Sadece birkaç ilçe değil bütün coğrafya etkilenecektir. İstanbul nüfusu daha da artacak, kanalizasyon atıkları öngörülemeyecek boyutta olabilecektir.

Yazının Devamını Oku

Kanal İstanbul nedir, ne değildir? ‘Proje değil teklif’

14 Ocak 2020
Kanal İstanbul Çalıştayı 11 saat sürdü, 50’ye yakın öğretim üyesi çarpıcı konuşmalar yaptı. Size aldığımız notlardan bir özet yapmak istiyoruz. Denildi ki:

İstanbul ile ilgili hiçbir master planda yer almayan Kanal İstanbul ile ilgili süreç şeffaf değil. Tartışılabilmeli. Klasik ÇED yaklaşımı yetersiz! Dolaylı/kümülatif etkileriyle (örneğin Yenişehir) birlikte değerlendirilmeli.

Bir öğretim üyesinin “Projede döngü yönetimi yoktur, bu nedenle teklif niteliğindedir” demesi ilginç karşılandı.

Notlarımıza devam ediyoruz...

SEKİZ KÖPRÜ

Bir köprü maliyeti 3.5 milyar dolarken, proje kapsamında 8 köprü öngörülmektedir.

2009 tarihli ÇED İstanbul’un kuzeyini korumaktadır ancak kanal ile kuzeye yerleşilecektir.

Bütüncül olarak irdelenmiş bir proje değildir. Hem deniz hem de kara ulaşımında yüksek maliyetler getirecektir.

Öncelikli korunması gereken 100 ormandan biri etkilenecektir.

Yazının Devamını Oku

‘Kanal İstanbul’ milli proje mi?

10 Ocak 2020
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Ocak’taki yaptığı konuşmada söylediği “Kanal İstanbul, yerli otomobil gibi milli projedir” sözü ile ilgili olarak eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, aşağıdaki yorumu yapıyor:

 “Cumhurbaşkanı, Başbakanlığı döneminde ‘çılgın proje’ olarak ortaya attığı Kanal İstanbul ya da –doğru Türkçe isim tamlamasıyla– İstanbul Kanalı projesi, henüz kendisinin kişisel projesi niteliğindedir. ‘Milli’ olarak nitelenebilmesi için millete mal olması, milletçe benimsenmesi gerekir. Oysa bu konuda toplumsal bir istem yoktur. Tersine, bir toplumsal direniş vardır. Kamuoyu yoklaması için düşüncesi sorulan yurttaşların çok büyük çoğunluğu, böyle bir kanalın gereksiz olduğu görüşünde birleşmektedir. Ama Cumhurbaşkanı, projeyi uygulamakta kararlı görünmektedir.

Kuzey Akımı ve Türk Akımı gibi diğer yeni boru hatlarının devreye girmesiyle İstanbul Boğazı’ndan geçen tankerlerin sayısı azalacak; böylece İstanbul Kanalı için başlıca gerekçe olarak gösterilen deniz trafiğinin yoğunluğu da büyük ölçüde azalacaktır.

Özetle şunu diyorum: Bu kanalı açarak Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasına meydan vermemek gerekir. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının 84 yıldan beri uygulanagelen hukuki rejimini korumakta yarar vardır.”

Siyasi ve hukuk öğretimi yaşamında ‘titiz’ bir bilim adamı olan Prof. Türk’ün Boğazlar ve Kanal İstanbul ile ilgili en az 10 yazısını dikkatle okumak gerekiyor.

ATATÜRK VE DİN ÜZERİNE...

ATATÜRK dini değil; kimi çevrelerin din bildiklerini, halka din diye yutturdukları şeyi sevmedi.

Kısacası ne yaptıysa dini cehaletin, riyakârlığın, taassubun, din yoluyla halkı tahakküm altına alanların, sömürenlerin, soyanların elinden kurtarmak için yaptı. Çünkü dinin değil; din diye yutturulan şeyin düşmanıydı. Bu da din düşmanlığı değil, din dostluğunun ta kendisiydi.           Salim KOÇAK

YEMEK

Yazının Devamını Oku

Finike portakalına ihanet!

9 Ocak 2020
ANTALYA Finike’nin ünlü portakalının üreticilerinden Mete Apaydın “Portakalımıza ihanet edilmesin” diyor. Anlattığı sıkıntı şu:

“Finike Meyve Üreticileri Tarımsal Birliği üyeleri, Finike-Demre-Kaş ilçelerinin birbirine bağlanması amacıyla yeni bir duble yol projesinin hazırlığını öğrenmişler... Mevcut durumda yapımı 2018 yılında tamamlanmış Kumluca girişinden Finike çıkışına kadar duble bir yol bulunuyor. Fakat planda Finike ilçe sınırları içerisinde mevcut olan bu yoldan farklı bir duble yol ile Finike-Demre arasındaki açılacak tünele bağlantı planlanıyor. Projenin bu kısmında planlanan yeni duble yol Finike ovasının tam ortasından geçiyor. Bağlantı yolu bu şekilde yapıldığı takdirde, (krokide görüldüğü gibi) tamamı verimli ve dikili narenciye bahçeleri geri dönülemez bir şekilde kaybolacak. Finike’de üç kuşaktır tarımı yapılan lezzetiyle tüm Türkiye’de meşhur olan ve ‘coğrafi işaret’ ile tescillenen ‘Finike portakalı’ ilçenin önemli geçim kaynaklarından birisi...

Finike ovası üç tarafı dağlarla çevrili, güney cephesi deniz, alüvyon toprak yapısında ve ideal Ph seviyesindeki su kaynaklarıyla çok verimli bir tarım alanı olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Bölgede dünyanın en lezzetli ve sulu portakalları yetişiyor. Mükemmel mikro klima sayesinde portakallar rayihalı, minimum posalı ve üstün lezzette oluyor.

Ama... Otoyol, Finike’deki portakal bahçelerinden ortasından geçecek ve yaklaşık 800 dönüm portakal bahçesi istimlak edilerek ortalama 17 bin adet portakal ağacının sökülmesine sebebiyet verecektir. Ayrıca otoyol çevre düzenlemeleriyle birlikte toplamda 3 bin dönüm portakal bahçesi ve on binlerce ağaç yok olacaktır.

“Evet, bizler yeni yola karşıyız. Ancak yeni yol yapımı gerçekten gerekliyse burada D noktasında itibaren başlayarak yeşil hatta E noktasına bağlanmalıdır. Böylelikle sökülmesi gereken portakal ağacı sayısı en aza indirilebilir.

Cumhurbaşkanlığımızın, Tarım Bakanlığımızın, Ulaştırma Bakanlığımızın soruna ‘çözüm’ getirmesini istiyor, gelecek kuşaklarımızın da Finike portakalını tatmalarını diliyoruz.”

Karayolcuların bu insanları bu kadar üzmeye hakkı olmamalıdır.

 

Yazının Devamını Oku