ister Salvador Dali’nin uçuk soyut resimleri olsun, ister Rembrandt’ın neredeyse 4K detaylı, muazzam ışıklı yağlıboyaları, her tablo tuvale geçmeden önce sanatçının zihnindeki imgelerle şekil alır. Sonra maharetle tuvale yansır. Şimdiyse yalnızca “At bacaklı filler sırtlarında kubbeli tahtlar taşıyor” şeklinde komut vererek, elini fırçaya ya da kaleme değdirmeden tablo yaptırmanın mümkün olduğu bir çağdayız. Yapay zekânın yaptığı işlere İngilizcesinin (artificial intelligence) kısaltmasıyla ‘AI sanatı’, yapana ‘AI sanatçısı’ deniyor. Yapay zekâ sanatçısının işi sadece hayal etmek, sanattan anlamasına bile gerek yok. Ortaya çıkan işlerse pekâlâ evimizin duvarına asabileceğimiz kalitede. Hal böyle olunca “Sanat elden gidiyor” serzenişleri yükselmeye başladı. Üstüne de önceki hafta bir AI sanat işinin ABD’de resim yarışmasını kazanması bardağı taşıran son damla oldu! Gelin, son dönemin bu tartışmalı yapay zekâ marifetini örnekleriyle inceleyelim... An itibariyle dünyada en gelişmiş yapay zekâ sanat bot’ları olarak Midjourney, DALL.E2 ve Disco Diffusion kullanılıyor.
Midjourney
Sanatçılar rakip değil, müşteri...
Discord platformu üzerinden kullanılan Midjourney’ye kelimelerden ve kısa cümlelerden oluşan bir dizi komut vererek görsel sanat üretmesini sağlayabiliyorsunuz. Önden yüklediğiniz bir görseli baz alarak da soyut resimler yaratabiliyor. Foto-gerçekçi dokular barındıran Midjourney’nin işleri, özellikle dijital sanatçılar ve yapay zekâ meraklılarınca rağbet görüyor. Midjourney’nin yaratıcısı David Holz, sanatçıları platformun rakibi değil, aksine müşterileri olarak görüyor. Holz’a göre sanatçılar ve tasarımcılar saatlerce taslak hazırlamak yerine Midjourney’yle zamandan ve emeklerinden tasarruf edebiliyor, yapay zekâyla ürettikleri taslakları müşterilerine sunarak daha verimli çalışabiliyorlar. Henüz tam anlamıyla faaliyete geçmeyen ve temmuzda açık beta sürümü kullanıma açılan Midjourney, ‘freemium’ sistemiyle hizmet veriyor. Ücretsiz kullanabiliyorsunuz ancak programı hızlandırmak için üyelik ücreti ödemeniz gerekiyor. Midjourney şimdiden yatırımcıları için kârlı bir işe dönüşmüş. Haziranda Midjourney’yi haber yapan The Economist, kapak görselini yapay zekâya hazırlatarak basın tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş oldu. Ardından İtalya’nın önde gelen Corriere della Sera gazetesiyle ABD’nin efsanevi The Atlantic dergisi Midjourney tasarımlarına yer verdi. Ancak AI sanatının anaakımda yer bulması, sanatçılar ve eleştirmenler tarafından sanatın dejenere edildiği gerekçesiyle tepki gördü. Son olarak iki hafta önce Jason Allen isimli bir oyun tasarımcısı, Midjourney’ye yalnızca kelime komutları vererek yaptırdığı eserle Colorado Üniversitesi’nin düzenlediği dijital resim yarışmasında birincilik ödülü alınca tartışmalar büyüdü. Yarışmaya katıldığı eserde “James Allen via Midjourney” imzasını kullanan tasarımcı, özür dilemeyi reddederek yanlış bir şey yapmadığını savundu. Jüri üyeleriyse durumu anlamadıklarını ancak bilseler bile yine ödülü bu esere vereceklerini dile getirdiler.
DALL.E2
Salvador Dali’den ilhamla...
Microsoft’un desteklediği OpenAI tarafından geliştirilen DALL.E2, birbirinden çok farklı iki konsepti birleştirebilme özelliğiyle tanınıyor. Aklınıza gelen her tür objeyi birbiriyle görsel olarak ilişkilendirebiliyor. Motosiklet kullanan bir koala veya yağlı güreş yapan cyborg’lar hayal edebilirsiniz. DALL.E2 milyonlarca fotoğrafla eğitilmiş bir nöral network kullanıyor. Nöral network’lerin yapısı insan beyin hücrelerinin ağ yapısını örnek alıyor. Dolayısıyla insanın zihninde canlandırdığı imgelere yakın görseller çıkabiliyor. DALL.E1’inkiler daha çok karikatürize, illüstratif görsellerdi. DALL.E2 ise fotoğraf kalitesinde, yüksek detaylı ve gerçekçi imajlar üretmeye başladı. İşte bu durum, tıpkı ‘deepfake’ videolarına benzer bir risk oluşturuyor. Montaj gibi suiistimallere yol açabileceği için halkın erişimi kısıtlanmış durumda. DALL.E2 şimdilik yalnızca seçkin gruplara ve dikkatle gözetim altında tutulan beta tester’lara sunuluyor. DALL.E2’nin ismiyse, Disney Pixar animasyonu Wall-e karakteri ve ünlü ressam Salvador Dali’nin isimlerinden türetilmiş.
Bir dikili ağacı olmak… Türkçenin güzel deyimlerinden biri. Anlamlı ve hayata katkı sunan bir yaşamın önemini vurgularken insanın doğayla sürdürülebilir bağının gerekliliğini de hatırlatıyor. Peki, modern şehir insanı ve teknolojiyle büyüyen yeni nesil için dikili bir ağacının olması ne ifade eder?
Yanıtı dünyanın cennet köşelerinden birinde kurulan, metaverse bağlantılı bir ‘cangıl’ sığınağında arayabiliriz... Fiziki coğrafyayla sanal toprakları birleştiren dünyanın ilk metaverse projelerinden biri: Alóki. Kosta Rika’da 750 hektarlık bir arazi üzerinden hayata geçirilen Alóki sürdürülebilir çevre değeri yaratmayı hedefleyen bir sanal girişim. Alóki projesi, şu sıralar dijital dünyada popüler olan yenilikçi ve bağımsız teknoloji araçlarını içeriyor. Blokzincir teknolojisiyle yaratılan Alóki, metaverse ortamında oyunlaştırılmış bir sanal dünyaya açılıyor. Kosta Rika’daki yağmur ormanlarıyla doğrudan ilişkili olan Alóki henüz geliştirilmekte olan ve gerçekçi hedefleri olan bir proje. 2023’te tüm özellikleriyle hayata geçirilecek projeye şimdiden Discord kanalı üzerinden katılmak mümkün.
Ziyaret edilebilecek
Alóki’nin ilk hedefi sürdürülebilir çevreye katkıda bulunma amacıyla ağaçlandırma çalışmalarına metaverse üzerinden destek vermek. Alóki üyeleri NFT teknolojisiyle çalışan oyunu oynayarak metaverse’te bir ağaç dikmeyi başardıklarında Kosta Rika’daki bölgede de bir ağaç dikilecek. Madem ağaç dikecekler, niye dolaylı yoldan gidiyorlar diye düşünebilirsiniz... Aslında ağaç dikmek, projenin hem gerçekçi hem de sembolik bir boyutu. Küresel ısınmaya sebep olan karbon salınımı doğal yollardan azaltmanın en etkili yolu dünyayı yeniden ağaçlandırmak. Ağaçlar havadaki karbonu emip toprağın içine gömebiliyor. Bir insan vücudundan salınan yıllık karbondioksit miktarını dengelemek için yaklaşık 15 ağaç gerekiyor. İşin içine enerji ve fosil yakıtları girince, örnek olarak Amerika’nın emisyonları kişi başına bölündüğünde, her bir ABD vatandaşı için gereken ağaç sayısı 640’a yükseliyor. Yuvarlak bir hesapla, 2030’a kadar tüm dünyada 1 trilyon ağaç ekilirse ancak küresel ısınmanın önüne geçilebileceği hesaplanıyor.
Alóki’nin kurucuları arasında eski IKEA yöneticisi Bartek Lechowski de yer alıyor. IKEA’yı müşteri odaklı bir marka haline getirme başarısıyla tanınan Lechowski aynı zamanda 30 milyon dolarlık yatırımla projeyi finanse eden isim. Sadece günlük hayat öğelerini metaverse’e taşımanın, yani normal hayatı kopyalamanın yeterince anlam taşımayacağını düşünen Lechowski metaverse projelerine bir amaç yüklemenin önemli olduğunu ifade ediyor. Hatta metaverse aracılığıyla uzun vadede doğaya erişimin herkes için daha demokratik bir hale gelebileceğine inanıyor.
Alóki, bir metaverse oyun dünyası olarak gelecek yıl halka açıldığında 750 hektarlık cangılın bire bir simülasyonunu deneyimlemek mümkün olacak. Orman bölgesi üç boyutlu tarayıcılarla metaverse ortamına aktarılacak. Kosta Rika’daki özerk bölgede ortak yaşam ve çalışma alanları da yer alacak. Alóki oyuncuları, sürdürülebilir çevreye katkıları ve oyundaki başarıları neticesinde istedikleri zaman Kosta Rika’yı ziyaret edip Alóki’nin fiziki mekânlarını kullanma imkânı bulabilecek. Projeyle ilgili gelişmeleri @Alóki.io Twitter hesabından takip edebilirsiniz.
Ukrayna’nın tarihi sanal dünyaya taşınıyor
Son haftalarda sosyal medyanın toplumsal bilince hasar vermeye başladığı ve bireylerin duygularını dengesizleştirdiği yönündeki makale ve haberlerin artışını gözlemliyordum. Konuyu gündeme getirme niyetindeyken, ünlü aktör Tom Holland’ın ‘akıl sağlığını korumak’ maksadıyla Instagram’dan çekildiği haberi önümüze düştü. Görüş almak üzere başvurduğum uzman psikoloğun aynı gün terapi alan bir danışanının sosyal medya yüzünden depresif hissettiğini paylaşması da taşları yerine oturttu. Kolektif bilinçte bir şeyler açığa çıkmaya başlıyordu...
‘Örümcek Adam’ serisiyle tanıdığımız Tom Holland, 70 milyon takipçisi olan Instagram hesabından, bir süredir ortalarda görünmediği sosyal medyayı akıl sağlığına odaklanmak amacıyla bıraktığını ifşa etti. “Akıl sağlığım için sosyal medyaya ara verdim çünkü Instagram ve Twitter’ı fazla uyarıcı ve bunaltıcı buluyorum” diyen ünlü aktör, bilhassa kendisiyle ilgili paylaşımlardan etkilendiğini ifade ediyor: “Çevrimiçinde kendimle ilgili yorumlar okuduğumda bunlara tutuluyorum, çıkmaza giriyorum ve sonunda zihnime fazlasıyla zarar verdiğini hissediyorum.” Holland, örümcek hislerini dinleyerek tehlikeden uzaklaşmayı faydalı bulmuş: “Durum böyle olunca geri adım atmaya ve uygulamaları silmeye karar verdim.”
Dopamin ihtiyacı
Uygulamaları silmek herkesin harcı olmayabilir. Ancak sosyal medyayla dopamin bağımlılığımız üzerinden kurduğumuz ilişkiyi gözden geçirmenin vakti geldi. Duygusal yemek yemeyi bilirsiniz. Aç olduğundan değil de kendini iyi hissetmek için yemek... Sosyal medya ve akıllı telefonlar da benzer zihin mekanizmaları yaratıyor. Telefonu eline alınca beyin dopamin salgılıyor, kendimizi bir an mutlu hissediyoruz. Sonra dopamin seviyesi düşüyor, ardından yine telefonu elimize alıyoruz. Buna ‘dopamin ödül döngüsü’ adı veriliyor. Yıllardır bilinen bir kavram. Bugün gelinen noktaysa artık beynin sosyal medyayla dopamin ihtiyacını gideremediği, bağımlılık durumu nedeniyle dengesini yitirmeye başladığı ve tıpkı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi fenalık fazına ilerlediği şeklinde.
ABD’de hafta başında yaşanan gelişme dünyadaki her bir insanın geleceğini; havayı, suyu ve toprağı ilgilendiriyor. ABD’li Demokratlar, 34 yıllık çabaların neticesinde küresel ısınmaya karşı hazırlanan en kapsamlı yasa tasarısını senatodan geçirmeyi başardı. En az yüzde 20’lik oranla dünyanın bir numaralı ‘çevre kirleticisi ve iklim bozucusu’ olduğu bilinen ABD’nin harekete geçmesi, gezegenin geri kalanı için çok şey ifade ediyor.
NASA’nın kıdemli yöneticilerinden biliminsanı James Hansen, 1988’de senatoda bir konuşma yapmış ve o güne kadar sadece bir hipotez olan ‘küresel ısınma’nın fiilen ‘başladığı’ yönünde uyarıda bulunmuştu.
7 Ağustos’ta senatodan geçen yasa tasarısının oylama süreci ülkenin karakterini de gözler önüne koydu. 15 saat süren oylama maratonundan çıkan senato, tam anlamıyla ikiye bölündü: Demokrat senatörlerin tamamı ‘evet’ oyu verirken Cumhuriyetçilerin tamamı ret oyu kullandı. Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in oyuyla yüzde 51’lik üstünlüğe ulaşan Biden hükümeti, böylece 2030’da karbon emisyonlarını yarı yarıya düşürme hedefine yönelik önemli bir adım attı.
‘Tehlike abartılıyor’
Yasayla, ABD’de küresel ısınmayı tetikleyen tüm endüstriyel faaliyetler, tüketimler ve sosyal unsurlar kontrol altına alınacak. Karbon ve metan gazı emisyonlarının sınırlanması, vatandaşları elektrikli araçlara teşvik etmek için vergi indirimleri, yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımlar, endüstrilerin enerji kaynaklarını dönüştürmesi için destekler içeren tasarının küresel ısınmaya ayrılan bütçesi 364 milyar dolar.
tikTok’un Instagram’ın tahtını salladığını biliyorduk fakat kendi eliyle kendi temelini sarsmasını hiç beklemiyorduk. Geçen hafta olan bitenden habersiz milyonlarca kullanıcı gördüğü ‘yeni’ Instagram karşısında adeta titreme geçirdi! Bugüne kadar izlediklerinizle, takip ettiğiniz profillerle hiç bağlantısı olmayan, hatta rahatsız edici derecede alakasız ‘önerilerle’ çok sık karşılaşmış olmalısınız. Instagram’ın yeni radikal güncellemelerinin yan etkisi olan öneriler kısa sürede sosyal medyada gündem konusu oldu. Seçili gruplara gösterilen tam ekran ‘feed’ özelliği de hemen benimsenmedi. Dünyanın dört bir yanından şikâyetler yükseldi. Aynı esnada New York’ta bir grup influencer Instagram’ın kısıtlayıcı içerik politikalarına yönelik protestolar düzenledi. Sonunda Instagram CEO’su Adam Mosseri, Twitter’dan bir videoyla açıklama yapma durumunda kaldı. Güncellemelerin henüz rayına oturmadığını, geliştirmeye devam ettiklerini anlattı. “Instagram giderek daha fazla ve daha fazla videoya dönüşecek” ifadesini özellikle vurguladı ve fakat uygulamanın fotoğrafları tamamen kaldırmayacağını, ‘desteklemeye devam edeceğini’ bildirdi! Durum açık: Instagram, TikTok’a dönüşmeye çalışıyordu.
Instagram’ın bir şeylere dönüşme çabasının yeni olmadığını biliyoruz. Bugün artık bir klasik haline gelen story özelliği de Snapchat’ten bire bir kopyalanıp yapıştırılmıştı. TikTok ise ezber bozan bir platform olarak ortaya çıktı ve insanların kendilerinden çok yaptıklarını sergiledikleri, imajlarından daha fazla yaratıcılıklarıyla değer kazandıkları bir âleme dönüştü. Hiçbir şeyi umursamaz göründüğü kadar kendi belirlediği değer normlarına sımsıkı sahip çıkan Z Kuşağı’nın kendini istediği gibi ifade ettiği bir dünya yaratıldı. Bu kuşak henüz çocuk yaştayken Instagram çıkmıştı, TikTok ise kendilerini ifade etme arzularının yükseldiği çağlarına denk geldi... Dolayısıyla Instagram, marifeti TikTok’un formatında sanıyor olabilir...
Aslında çağ değişiyor, fotoğrafın tılsımını bilenler yaş alıyor. Kısa video formatı, istatistiklere göre her platformda en yüksek dikkat çekme oranına sahip. Ancak format bir amaç değil, var olanı dönüştürmeye yarayan bir ifade aracıdır yalnızca. Instagram’ın özgün formatı hayatın güzel yüzünü göstermek için biçilmiş kaftandı. Şimdi ruhunu taşımadığı bir surete dönüşürse... Bize kimin dünyasını aksettirir ve o dünyada biz kendimize dair neler buluruz, kaydırıp göreceğiz...
364 milyon takipçili Kylie Jenner da birçok influencer gibi videodan çok fotoğraf paylaşıyor. Zaten güncellemeyi eleştirdiği ‘hikâyesi’, “Instagram’ı tekrar Instagram yapın” sözleriyle başlayıp “Sadece arkadaşlarımın tatlı fotoğraflarını görmek istiyorum” diye bitiyordu.
Öneriler ‘kültür şoku’ yarattı
Yıllardır Amerika’daki en etkili Türkler arasında gösteriliyorsunuz fakat Türkiye’de anaakımda sizi yeni tanımaya başlıyoruz...
Sosyal medyada çok fazla aktif olmadığımdan... Akademisyen sanatçı kimliğimle ve yaptığım işlerle gündeme gelmeyi tercih ediyorum.
◊ Amerika maceranız nasıl başladı?
Yale Üniversitesi’nden mezun olunca Frank Gehry’nin ofisinde çalışmaya başlamıştım. Sanatın ve teknolojinin mekânlara uygulanmasını, insan deneyimine katkılarını araştırıyordum. 2012-2013 arasında Viyana’da Greg Lynn, Zaha Hadid gibi dijital dünyanın tasarıma entegrasyonunu icat etmiş insanların yanında çalıştım. Viyana’da hocalık da yaptım. Sonra UCLA’de teknoloji ve mimariyi kesiştirecek bir araştırma laboratuvarı kurmak için benimle bağlantıya geçtiler ve ABD’ye tekrar döndüm.
Kısa bir pasaj: “Yeni kitabına başlamak için heyecanlıydı... Aylarca süren düşünceler, haftalar alan taslakların ardından ilk satırları kelimelere dökmeye hazırlanıyordu... İşte, her yazarın yüzleştiği o ilk cümleyle imtihan halindeydi şimdi. Kararsızdı... Zihnindeki çekişmeyi bir anda terk edip ‘o’ndan yardım isteyebilirdi. Tedirgin parmakları ekrana uzandı. Aklındaki soru ellerini yavaşlatıyordu. Bir bilimkurgu romanı da olsa ilk cümlesini yapay zekânın yazmasını istemek... Kabul edilebilir bir şey miydi?”
Okuduğunuz pasajın köşe yazısı girizgâhı için deneysel olduğu aşikâr... Halbuki bir romanın ilk paragrafı pekâlâ olabilirdi. Hayali yazarımızın ‘ilk cümle sancısını’ aşmak için kullanmaya tereddüt ettiği yapay zekâysa yakında gerçek olacak. Gelişmiş dil modelleriyle insansı diyaloglar üreten yapay zekâlar, teknoloji trendleri arasında hızla yükseliyor. Geçen haftalarda Google mühendislerini şaşırtan, duyarlı ve kendini bilir hale geldiği iddialarıyla sansasyon yaratan LaMDA’yı hatırlarsınız. Akıcı ve mantıklı diyaloglar geliştirebilen yapay zekâ modelleri kendisini kodlayanları bile ‘acaba bilinçlendi mi’ diye ikileme düşürecek kadar ilerlemekte. Ancak bu gelişmenin biliminsanlarını endişelendiren bir yanı var. Yapay zekâların cümleleri akıcı ancak anlattıkları bilgilerin doğruluğu tam bir muamma. İnsanlar yapay zekânın sunduğu bilgileri tümden doğru kabul etmeye başlarsa, çağımızın sorunsalı bilgi kirliliğinden tutun toplumsal manipülasyona kadar uzanan riskler belirmeye başlıyor. Gelin, konuyu hem insan hem de yapay zekâ tarafından inceleyelim.
Çok yüksek hızda işlem yapabilen süper bilgisayarlar sayesinde onlarca yıllık araştırmaların meyvelerini topladığımız dönemdeyiz. Günümüzün en gelişmiş yapay zekâ modeli GPT-3, tıpkı LaMDA gibi insanlara anlamlı gelen metinler üretme konusunda üstün yetenekli. OpenAI’ın geliştirdiği GPT-3, halka sunulduğu 2020 yılında büyük ilgi toplamış ve hemen Microsoft tarafından satın alınmıştı. Dünyanın her yerinden yapay zekâ araştırmacıları, üyelik ücreti ödeyerek GPT-3 ile çalışabiliyor. GPT-3 her konuda sohbet edebiliyor, iş başvuru mektuplarından edebi hikâyelere kadar farklı metinler yaratabiliyor.
James Webb Teleskopu evrenin başlangıcı varsayılan büyük patlamaya kadar uzak geçmişten veri toplayabilecek.
Kâinatta ne kadar küçük bir yer kapladığımızı tescilleyen yeni bir enstrümanımız daha oldu: James Webb Teleskopu. Geçen salı günü NASA’nın yayımladığı yeni ve büyüleyici uzay fotoğrafları sosyal medyada neredeyse ışık hızında yayıldı. Meraklısı için nefes kesici, rastgele karşılaşanlar için bile ziyadesiyle etkileyici... Şimdiye kadar posterlerden duvar kâğıtlarına ve telefon ekranlarına kadar her yerde görmeye alıştığımız uzay görsellerinin emektar fotoğrafçısı Hubble Teleskopu’ydu. Tahtı devralan James Webb bugüne dek insanlığın gördüğü en ayrıntılı ve en uzaklardan gelen uzay fotoğraflarını Dünya’ya iletmeye başladı. 6.5 metre diyafram açıklığı sayesinde 2.4 metrelik Hubble’a oranla onlarca kat detaylı görüntü kaydedebilen James Webb Teleskopu NASA’ya toplamda 9.7 milyar dolara mal oldu. Maliyetin büyük bölümünü teleskopu taşıyan uzay aracını hazırlamak ve fırlatmak oluşturuyor.
Bu teleskopun görüntü kalitesiyle Hubble’ı geride bıraktığı doğru ancak aslında ikisi farklı türden teleskoplar... Webb çok gelişmiş bir kızılötesi mercek kullanıyor. Hubble ise morötesi, kızılötesi ve normal optik skalada görüntü alabiliyor. Hubble’ı eski model, özellikli bir kamera, Webb’i ise yüksek çözünürlüğe odaklı son model bir fotoğraf makinesi gibi düşünebilirsiniz. Bu anlamda Webb, esasında 0.8 metrelik Spitzer teleskopunun halefi olarak değerlendiriliyor. Yakın geçmişte arızalarıyla gündeme gelen ve astronotlar tarafından onarılan Hubble’ın 2030’lara kadar yörüngedeki görevine devam etmesi planlanıyor.
Dünya’dan 1.6 milyon kilometre açıkta yörüngeye yerleştirilen James Webb Teleskopu uzayın en uzak derinliklerine bakabilme kabiliyetine sahip. Bilindiği üzere; gökcisimlerinden bize ulaşan ışıklar kat ettikleri mesafeye orantılı olarak uzayın geçmişini yansıtıyor. 13.5 milyar ışık yılı öteden görüntü alabilme kapasitesiyle James Webb Teleskopu evrenin başlangıcı varsayılan Big Bang’in (büyük patlama) ilk zamanlarına kadar uzak geçmişten veri toplayabilecek. Jamess Webb Teleskopu’nun 4 temel görevi var:
* Büyük patlamadan hemen sonra oluşan yıldız ve galaksilerden gelen ışıkları araştırmak,
* Galaksilerin nasıl oluştuğunu ve evrim süreçlerini incelemek,
* Yıldız ve gezegenlerin nasıl yapılandığını anlamak,