Umut Fırat Eroğlu

Yapay zekâda ‘kendin yap’ dönemi başlıyor

12 Ocak 2025
Dünya yapay zekâ (AI) dönüşümünü hızlandırılmış biçimde yaşarken, teknoloji CEO’ları son aylarda personel alımlarının azalıp AI çalışanlarının çoğalmaya başladığından bahseder oldu. Yapay zekâya işini kaptırma endişesi gün geçtikçe daha fazla çalışanı sararken öncü AI çipi üreticisi Nvidia’dan insanlığa ‘hodri meydan’ diyen bir açıklama geldi: Yapay zekâ çalıştırabilecek bir kişisel süperbilgisayar!

Yapay zekâ geliştirmek için yeterli algoritma bilgisine sahip olmak, geniş dil modellerine erişim, veri setlerini işleyebilme ve büyük veriyle çalışabilme pratiği... Hepsi ve dahası, marifetli bir yazılımcının yapay zekâyla ‘oynamaya başlaması’ için ihtiyaç duyacağı yetiler arasında. Yine de günün sonunda tek bir şeye ihtiyacınız var: Bir süperbilgisayara. Microsoft, Apple, IBM ve Google gibi devlerin veri tarlalarında çalışan sunucuların en düşük donanımlısı bile en canavar oyun bilgisayarından 5-10 kat güce sahiptir. Düne kadar yapay zekâ geliştirmek için güçlü veri merkezlerine erişim dışında fazla bir seçenek yoktu. Şimdiyse, tarihte bir dönüm noktası yaşanıyor ve ‘kişisel süperbilgisayarlar’ hayatımıza girmeye hazırlanıyor.

Nvidia’nın deri ceketli CEO’su Jensen Huang geçen hafta ‘Digits’ adlı yeni masaüstü süperbilgisayarın tanıtımıyla Consumer Electronic Show (CES 2025) fuarında basının karşısındaydı... GB10 Grace Blackwell adlı süperçipe sahip bilgisayar, imkânı olan herkesin evinde-ofisinde yapay zekâ geliştirebileceği bir devrin kapılarını aralıyor. 3 bin dolar fiyat etiketiyle mayısta piyasaya çıkacak bilgisayarın 128 GB önbelleği ve 4 terabyte disk kapasitesi var.

Üst-orta sınıf profesyonel oyun bilgisayarlarıyla aynı fiyatlara sunulan Nvidia’nın süperbilgisayarı, 200 milyar parametrelik bir geniş dil modelini (LLM) tek başına çalıştırabilecek donanıma sahip. Wired’ın kıyaslamasına göre şu anda bu işlem gücüne ancak Microsoft gibi bir bulut sunucusundan kiralamayla erişim mümkün. Eğer iki Digits bilgisayarı yüksek hızlı bağlantıyla birbirine eşlenirse, Meta’nın açık kaynaklı Llama modelini tek başlarına çalıştırabilecek güce ulaşıyorlar. Llama, 405 milyar parametresiyle dünyadaki en kapsamlı AI veri setlerinden biri.

İŞLER HIZLANIYOR

Böylesi işlem gücünün oyun bilgisayarı bütçesiyle sunulması, yapay zekânın ilk yılları için fazlasıyla hızlandırıcı bir gelişme. Jensen Huang açılış konuşması öncesi yaptığı açıklamada “Her veribilimcinin, yapay zekâ araştırmacısının ve öğrencinin masasına bir yapay zekâ süperbilgisayarı yerleştirmek, onların yapay zekâ çağını şekillendirmelerine ve bu çağa katılmalarına olanak tanır” dedi.

En sade ifadesiyle Digits kullanan bir yazılımcı, ChatGPT-4 veya Google Gemini’ın basit kabiliyetlerine sahip bir yapay zekâ geliştirebilecek. Madalyonun diğer yüzündeyse tahmin edileceği üzere art niyetli aktörler var. Bilgisayar korsanlarının büyük veriye iştahını kabartacak olan süperbilgisayarlar, sahte kimlik oluşturma, gerçek insanların ses ve görüntülerini taklit ederek dolandırıcılık ve karmaşık sistemleri hack’leme gibi yöntemleri de yapay zekâ marifetiyle güçlendirebilecek.

Süperbilgisayarların kişisel kullanıma sunulması, bilişim sektörü için de tarihi bir ilk anlamına geliyor. Endüstride yeni bir segment başlarken AI desteğiyle yepyeni buluşlar, çözümler, kolektif yapılar ve topluma faydalı sistemler geliştirilebilirse, insanlığın önünün açılma potansiyeli de taşıyor.

Yazının Devamını Oku

İnsanlık adına yeni bir dönem

5 Ocak 2025
2025 dünyada önemli değişimlerin ve dönüşümlerin yaşanmaya başladığı yıl olacak. Maddi ve manevi olarak hazır olmamızı gerektiren bir süreç. İnsanlık kendi gelişimine ve doğaya zarar veren teknolojik eşiği artık aşmak durumunda...

Yeni girdiğimiz 2025, bilimkurgu filmlerinin sevdiği senelerden biri. Sinema ve televizyon sayesinde geleceğe dair her neslin hayalleri, hayal gücü başka başka şekillenmiş. 1960’lı yılların televizyon çocukları ‘Jetgiller’le 100 yıl sonrasının fütüristik dünyasını düşlüyordu. Bugünün dünyasına giderek benzemeye başlayan o hayal bize 1980’lerde ulaştı. 1990’ları özel yapan şeylerden biri de sinemaydı ve o harika yapımlar dönemi ‘Geleceğe Dönüş II’ (1989) ile başlamıştı. Şimdilerde dünya iyiden iyiye bir film setine dönüşürken GPT’nin (yapay zekâ modeli) yardımıyla 2025’te geçen beş bilimkurgu filmi buluyorum... Aralarında Arnold Schwarzenegger’in başrolde olduğu ‘6. Gün’ ve Tom Cruise’un ‘Yarının Sınırında’ filmi de var. Hepsi ileri teknoloji ancak beklendiği üzere pek de sevimli bir geleceği resmetmiyorlar.

Halbuki gelecek bizim için uçan kaykaylar demekti... 2062’de geçen çizgi dizi ‘Jetgiller’ gerçek bir gelecek projeksiyonuymuş meğer. 2025’e girerken uçan arabalar, etrafımızda dolaşan robotlar ve akıllı cihazlar sahiden de hayatımızda belirmeye başlıyor. Tesla’nın son model insansı Optimus robotu, nihayet Boston Robotics’in havada taklalar atabilen Atlas’ına alternatif olarak podyumdaki yerini aldı. Optimus’un hafif yokuşlu arazide otonom şekilde yürüyebildiği görülüyor. Küçük bir rampada ayağı kayınca tıpkı insan gibi toparlayıp düşmeden ayağa kalkıyor.

Gelecek sene 30 bin dolar civarında satışa sunulmaya hazırlanan Optimus, Tesla fabrikalarında işe başlamış bile. Tesla’nın ticari gücünü arkasına alan Optimus’un gelişiyle birlikte şimdiden restoranlarda görmeye başladığımız robotlar hayatımıza iyice entegre olacak. Bu günlerin geldiğine tanıklık etmek, hele yaşı 35-40’ın üzerindekiler için gerçekten ilginç... Optimus, mavi yakalı işlere talip olacak ilk humanoid’lerden (insansı robot) biri. Araştırmalar için geliştirilen görev robotu Atlas’ın hareket kabiliyetlerini yakalamasına daha var. Ancak duruşu, tasarımı ve paytak yürüyüşüyle Optimus’un insanı daha çok andırdığı bir gerçek. Gelecekte bu robotların birbirine rakip değil, iş ve takım arkadaşı olmaları yüksek ihtimal. 

Peki biz 2025’e girerken adeta bir bilimkurgu filmi olarak çağın neresindeyiz? Neyse ki ‘Jetgiller’in kutu kutu robotlarından daha şık tasarımlarımız mevcut. Yapay zekâ beklenenden hızlı ilerliyor; biliminsanları düşünceli, hükümetler temkinli, girişimciler onu sınırsızca geliştirmek, insanın zekâ seviyesini bir an önce yakalamak istiyorlar. Uçan arabalar da hayatın içinde beliriyor. Drone’ların gelişimi ve zamanın ruhuyla hızlanan hayat, her yere havadan erişme fikrini iyice yaşamın içine yerleştiriyor.

Bilgi çağına doğru...

Bir yanda teknoloji hızla evrilirken çeyrek yüzyılı geride bırakıyor olmanın farkındalığıyla insanlık adına yeni bir devrenin yaklaştığını hissedebiliyoruz. 2025 dünyada önemli değişimlerin ve dönüşümlerin yaşanmaya başladığı yıl olacak. Maddi ve manevi olarak hazır olmamızı gerektiren bir süreç. Hiçbir şeyin dünden daha kolay olmayacağını öngörmek zor değil... İnsanlık kendi gelişimine ve doğaya zarar veren teknolojik eşiği artık aşmak durumunda; vaktiyle şehirlerdeki havayı solunmaz hale getiren Sanayi Devrimi’nde olduğu gibi...

Öte yanda, bu küresel devrin tıpkı Rönesans ve yeni kıtaların keşifleri gibi çığır açan yönleri de var: Bilgi, bağlantı ve iletişim. Bilgi çağına doğru ilerliyoruz ve bilmek, aydınlanmak demek. Bilgi, enformasyondan çok daha fazlasını barındıran, hakikatte ilahi düzeyde bir kavram. Kâinatın sırrı bilgide... Ancak bilmek her zaman konfor oluşturmuyor. Yaşamın gölge yanlarını, illüzyonlarını da görebilmeyi içeriyor. Birçok ezoterik kaynak, 2024-2027 arasında dünyada köklü değişimler olmaya başlayacağını yıllar öncesinden bildiriyordu ve gidişat aksi yönde görünmüyor. Böylesi değişim ve dönüşümler insanların karanlıktan aydınlığa yani cehalet ve bilinçsizlikten, uyanış ve farkındalığa geçebilmesi için gerekli zemini hazırlayabiliyor. Numerolojiye ilgi duyanlar, 2025’in 2+0+2+5=9 değerine karşılık geldiğini fark edeceklerdir. Rakamların sonuncusu olan 9, bir üst kademeye geçişi ve boyut atlamayı ifade eder. 2025’te yaşam seviyenizi bir üst boyuta taşıyacak fırsatların açılması dileğiyle...Son beş haftada 5 binden fazla kişi uçan cisim gördüğünü bildirdi.

Dev drone’ların gizemi

Yazının Devamını Oku

Evrimde son nokta: Homo ekranyus

22 Aralık 2024
ABD’de saygın bir kuruluşun yayımladığı rapora göre 13-17 yaş arası gençlerin yüzde 73’ü zamanının çoğunu YouTube’da geçiriyor. Bir diğer veri ise neredeyse hiç durmadan internet kullananların sayısının yüzde 46’ya çıkması.

İnsanlığın evrim aşamalarını gösteren okul grafiğini hatırlamayan yoktur. 2000’li yıllarda internetin evlere girmesiyle insanın ekran başında geçirdiği süreler artmış, bilgisayarlar günlük yaşamın önemli bölümünü kaplamaya başlamıştı. O yıllarda evrim grafiği, hınzır bir tasarımcının fikriyle güncellenmiş ve son adımdaki Homo sapiens’in önüne bilgisayar başındaki insan eklenmişti. Basit, belki abartılı fakat mesajı çok açık bir grafikti. 2010’larda o mimin son halkasındaki insan değişti; yerine ‘Homo erectus’tan ‘Homo kamburus’a evrilmiş, odağı yürüdüğü yol yerine elindeki telefonda olan insan figürü geçti.

Çok yapılan espriler zamanla klişeye döner. İşin tuhafı, bu grafik klişe olsa bile her geçen yıl medeniyetimizi daha doğru yansıtmaya devam ediyor, istatistikler öyle gösteriyor.

ABD’li saygın ve bağımsız  merkez Pew Research Center geçen hafta ergenlik çağındaki gençlerin sosyal medya ve teknoloji tercihlerine dair geniş kapsamlı bir rapor yayımladı. 2024 verilerini içeren rapora göre 13-17 yaşındaki gençlerin yüzde 96’sı her gün internet kullanıyor. Şaşırtıcı değil. Dikkat çeken bir başka veri, toplumun ne yönde evrileceği konusunda düşündürücü. Bu yıl itibariyle ‘neredeyse hiç durmadan’ internet kullanan gençlerin sayısı yüzde 46’ya ulaşmış. 10 sene önceye göre yüzde 24 artış kaydedilmiş.

Yani şu anda ABD’de ergenlik çağındaki her iki gençten biri -abartısız ifadeyle- tüm gününü ekran başında ve internette geçiriyor. Veriler Amerikalılara ait fakat günümüzde küresel gençliğin hiç olmadığı kadar bağlantılı olduğunu hesaba katarsak benzer oranlara pek çok ülkede rastlayabilme olasılığı akla geliyor. Gençlerin kullandığı platformlar bu görüşü destekler nitelikte.

13-17 yaş aralığının ilk tercihi YouTube. Gençlerin yüzde 73’ü zamanının çoğunu artık televizyonun yerini alan YouTube’da geçiriyor. Neredeyse tüm gün YouTube’a takılanların oranıysa yüzde 15. İkinci sırada TikTok var. Gençlerin yüzde 57’si her gün TikTok’a en az bir kez giriyor, tüm gününü geçirenlerin oranıysa yüzde 16 seviyesinde. Listenin devamında yüzde 50 / yüzde 12 ile Instagram, yüzde 48 / yüzde13 ile Snapchat ve yüzde 20 / yüzde 3 oranıyla Facebook var. Araştırma sonuçlarına göre YouTube’u erkekler kızlardan çok kullanıyor. TikTok ve Instagram’ıysa kızlar erkeklere göre daha fazla tercih ediyor. Aralarındaki fark büyük değil, yüzde 10’u geçmiyor.

Türkiye’deki genç nesli dışarıdan gözlemlesek bile benzerliği sezmek mümkün. Amerikan insanıyla Anadolu insanı arasında karışık etnik coğrafyasından kaynaklı birçok ilginç paralellik vardır. Amerika ile ilgili verilerin Türkiye’yle ilgili verilerle benzeşmesine istatistiklerde zaman zaman rastladığım oluyor. Gençlerin internet alışkanlığında bir korelasyon olabileceğine inanıyorum.

Son 10 yılda yüzde 25 artan veriler, gençlerin şu ya da bu şekilde sanal dünyayı gerçek dünyaya tercih etmeye başladığını gösteriyor. İnsanın hayata her yönüyle hazırlandığı bir çağda, yaşamı olduğundan farklı bir şey sanarak gelişmek, gerçek hayata atılma anında daha büyük şaşkınlıklara sebep olabilir. Yaşamın ilerisi için de uyum sorunları yaratabileceği muhakkak. Öte yandan bütün nesil aynı deneyimden geçeceği için yaşantının buna göre evrilmesi olası tabii ki.

Yazının Devamını Oku

Kuantum teknolojisinde büyük eşik aşıldı

15 Aralık 2024
Henüz istediğimiz kadar ilerleyemedik ama kuantumu bilgisayar teknolojisinde nasıl kullanacağımızı biliyoruz. Geçen hafta tanıtılan Willow adlı işlemci bilgisayar çağı için önemli bir adım.

Yaşadığımız evrenin mucizelerle dolu olduğunu bildiren bilim dalına kuantum diyoruz. Kuantumun derinliğini anlama konusunda sonsuz bir okyanusun kıyılarında gibiyiz. 100 yıldan fazladır üzerinde çalışıyor olsak da kaydettiğimiz yol, diğer bilim dallarındaki gelişmelere kıyasla iki-üç arpa boyunu halen geçemiyor. Kuantum, atomik düzeyde bildiğimiz fizik yasalarının genişlediği, imkânsız diye bilinenlerin aksine göz önünde gerçekleştiği bir âlem. Öyle bir boyut düşünün ki her nesne aynı anda iki yerde birden olabiliyor, aynı anda iki yöne birden dönebiliyor, hatta istediğinde bir enerji dalgasına, istediğinde yerinde duran bir parçacığa dönüşebiliyor.

Kuantum âleminde istediğimiz tesirleri yaratacak bilgiye henüz erişmemiş olsak da önemli bir keşfimiz var; bilgisayar teknolojisinde kuantumu nasıl kullanabileceğimizi biliyoruz. Richard Feynman ve Yuri Manin gibi büyük biliminsanları, kuantum bilgisayarlara zemin olacak teorik altyapıyı 1980’lerde meydana çıkaran ilk isimlerdi. 1995’te ‘qubit’ (kübit) terimini ortaya atan Benjamin Schumacher ise bilgisayarın en küçük veri birimi ‘bit’lerin kuantum boyutunda inanılmaz yüksek işlem kapasitelerine ulaşabileceğini öngörmüştü. Aradan
30 yıl geçti ve Google, dünyanın en gelişmiş kuantum çipiyle (Willow) sadece 5 dakikada, güçlü bir bilgisayarın 10 septilyon yılda yapabileceği işlemi gerçekleştirmeyi başardı.

Kuantum bilgisayarların çalışma prensibi adına önce bit’leri anlamakta fayda var. Bir ‘bit’ bilgisayar hafızasında 0 ve 1’leri içeren megabyte, gigabyte gibi veri birimlerinin en küçüğü. Klasik bilgisayarda bit, sadece 0 veya 1 değeri alabilirken kuantum bilgisayardaki kübit, aynı anda hem 0 hem de 1 değeri alabiliyor. Bilgi işlem mimarisinde bu özellik, verilerin katlanarak artabilmesine imkân veriyor ve çok büyük oranda bilgiyi hızlıca işlemenin yolunu açıyor. Ayrıca kuantum dolanıklık (entanglement) özelliği kübitlere muazzam bir hız kazandırıyor. Aynı anda iki farklı yerde bulunabilen parçacık özelliği sayesinde kübitler birbirleriyle eşleşebiliyor; veri akışı hızdan da öte ‘anında’ sağlanıyor.

Google ve Alphabet CEO’su Sundar Pichai geçen pazartesi Willow’u kullanışlı bir kuantum bilgisayar inşa etme yolculuğumuzun önemli bir adımı olarak görüyoruz” sözleriyle tanıttı ve ilaç keşfi, füzyon enerjisi ve daha birçok alanda pratik uygulamalar yapılabileceğini paylaştı. Pichai’nin ‘teknolojinin son noktası’ dediği Willow’un performansıyla kuantum bilgisayarlara kavuşmamız yaklaşmış olabilir. Yine de büyük hayallere kapılmak için henüz erken. Çünkü elimizdeki kuantum bilgisayarlara güvenmek kolay değil; işlemciler atom altı düzeyde çalıştığından çevredeki titreşimlere, atomik gürültülere karşı çok hassaslar. Yüksek hata payı oluşturabiliyorlar. Veriler katlanarak (8, 16, 32, 64 ... 1024, 2048... şeklinde) arttığı için hatalar da aynı oranda çoğalabiliyor. Ancak Pichai’nin paylaşımına göre Willow, kübitler çoğalırken hata paylarını düşürmeyi başararak ‘30 yıllık mücadelede çığır açan’ bir seviyeye ulaşmış... Füzyonun geleceğin parlak işaretlerinden biri olduğu geçen pazarın konusuydu. Ertesi gün Pichai’nin çipi tanıtırken füzyon enerjisine değinmesi, gezegenimiz için ne kadar önemli olduğunun altını bir kez daha çiziyor.

Mucizevi âlem

Kuantum teknolojisi sayesinde büyük veriyi işlemek de kolaylaşacak. Böylece yeni ilaçların keşifleri, kişiye özel ilaçların gelişimi hızlanacak, pandemi ortamında çabucak antivirüs üretmek de mümkün olabilecek. Ayrıca iklim, hava durumu, tektonik hareketler gibi doğayla ilgili büyük veriyle çalışan tüm bilim dalları kuantumdan yararlanabilecek. Materyal teknolojisi de kuantumla gelişebileceği için çok yüksek kapasiteli piller, marifetli yüzeyler, hatta gelecekte uzayda sıçrama yapabilen korunaklı mekikler bile tasarlamak mümkün olabilir. Kuantum, kâinatın sonsuzluğu içinde, her zerrede var olan mucizevi bir evren. Adeta âlem var, âlem içinde... Kim bilir, gün gelir kâinatın gizemli sırlarını da kuantumla keşfedebiliriz...

Çoklu evrenin kanıtı olabilir

Yazının Devamını Oku

Geleceğin parlak işaretleri

8 Aralık 2024
Dünya’nın ve bizim geleceğimiz için yakın zamanda temiz enerjiye geçmemiz şart. Gelen iyi haberler bunun sandığımızdan da yakın bir zamanda mümkün olabileceğini gösteriyor.

Dünya için umudunuz var mı? Dışarıdan bakıldığında her şey her geçen gün daha da kötüye gidiyor gibi görünüyor. Bense halen ümitli olanlardanım. Romantik bir hayal ya da felsefi açıdan değil.
Bir hipotez gibi... Neticede, bundan kaç yıl sonra bilinmez, Dünya’nın iki olasılığı, kaderinin iki yönü var:
Ya insanlık bilinci evrilecek ve herkes için hayırlı, yaşaması ve gelişmesi daha kolay bir evrene dahil olacağız... Veya uzayın bir süreliğine kararmış bir köşesi olarak mahşer gününü bekleyeceğiz... İki olasılığın eşit güçte olduğunu düşünüyor ve fakat evrensel niyetin ilki yönünde desteklendiğine inanıyorum. Savım şu: Geleceğin parlak bir yer olabilmesi için bugünden belirli işaretlere ihtiyacımız var. Medeni bir geleceğin doğayla uyumlu olması gerekiyor. Hayatta kalabilmek için başka bir şans yok. Yakın zaman önce farklı gezegenler üzerine yapılan bir medeniyet simülasyonunu ilgili okurlarımız hatırlayabilir. Biliminsanları en ileri teknolojideki uzaylı medeniyetlerin bile sonunda kendi gezegenlerini yaşanamaz hale getireceğini bulmuşlardı. Yani her gezegen, üzerindeki canlılar kendi doğası dışında enerji üretmeye başlarsa, er ya da geç tükeniyor. Şayet o medeniyet, kaynaklarını ve doğasını tüketmeden enerji harcamanın yolunu keşfederse gezegenin kullanım süresi binlerce yıl uzayabiliyor.

 

GÜNEŞ ENERJİSİNE BENZİYOR

‘Aydınlık’ bir geleceğe ulaşmak için özetle, petrol yakmayı bırakmamız gerekiyor. Tamamen temiz enerjiye geçerek ilerlemekten başka çıkışımız yok sahiden... İyi haber; bunu mümkün kılabilecek teknolojiler geliştiriliyor! Teorik olarak en güçlüsü füzyon reaktörü. Yani harcadığından daha fazla enerji üretebilen bir reaktör. Hiçbir santrala gerek bırakmayacak sonsuz bir enerji kaynağı. Füzyon reaktörünün çalışma mantığını Güneş’ten biliyoruz. Atomlara çok yüksek düzeyde ısı enerjisi verdiğinizde füzyona giriyorlar, bir bakıma eriyorlar ve dönüşümleri sırasında muazzam bir enerji açığa çıkıyor. Üretilen enerji, harcanan enerjiden fazla olduğunda sonsuz enerji kaynağına dönüşüyor. Son yıllarda füzyon reaktörleri için birbiri ardına girişimler, saygın üniversitelere bağlı start-up’lar ortaya çıktı. Japonya, Yeni Zelanda, ABD ve Çin, füzyon reaktörü geliştirme konusunda ilerleme kaydeden ülkeler.

Japonya’da FAST adlı yeni bir projeyle füzyon reaktörlerinin en önemli bileşeni olan tokamak çemberine farklı bir yaklaşım getiriliyor. Yeni sistem başarılı olursa, 2030’lu yıllarda füzyon enerjisi üretilebilecek. Tokamak çemberi kalın simit şeklinde bir mıknatıs. Yüksek ısıl enerji uygulanan atomları orta boşluğunda sıkıştırarak füzyona girmelerine olanak sağlıyor. Fusion by Advanced Superconducting Tokamak (Gelişmiş Süperiletken Tokamak ile Füzyon) projesi sayesinde ‘Her zaman 30 yıl sonra’ erişilebileceği düşünülen teknolojiye 10 yıl sonra varabileceğimiz iddia ediliyor.

Yazının Devamını Oku

ARAMA 2.0 yükleniyor...

1 Aralık 2024
İnternette köklü bir değişim yaşanacak. Uzun zamandır bilgiye ‘Google’layarak’ ulaşıyoruz. Yakın gelecekte bu değişebilir. Yapay zekâ ajanları bilgiye, yani çevrimiçi içeriklere ulaşma alışkanlıklarımızı tamamen değiştirecek.

İnternet büyük bir değişime hazırlanıyor. Geçmişte Web 2.0’nun sabit internet sitelerini bugün kullandığımız dinamik arayüzlere dönüştürerek sosyal medyanın önünü açması kadar köklü bir değişim. En yaygın internet fonksiyonu olan ‘arama’ bir üst seviyeye taşınmaya hazırlanıyor: AI Agents. Jenerik markaların ürünün ismi haline dönüşmesi gibi teknoloji dünyasında da markalar yükleme dönüşebiliyor, ‘Google’lamak’ örneğin... Uzun yıllar bilgi arama ihtiyacı belirince ilk aklımıza gelen Google’lamak oluyordu. Yeni adı ‘AI’lamak’ olur mu bilemiyorum çünkü AI giderek yaşamın her açısından başka bir kavramı ifade etmeye başlayacak. Fakat AI Agents şeklinde anılan yapay zekâ ajanları bilgiye ulaşma alışkanlığımızı kökten değiştirecek. Yapay zekâ ajanlarını ‘dijital aracılarımız olarak otonom uygulamalar’ şeklinde tanımlayan Sandy Carter, Forbes’a yazdığı makalede bu değişimin sadece teknolojik bir ilerleme değil, online yani çevrimiçi içeriklerle nasıl etkileşime girdiğimizi, nasıl tükettiğimizi ve keşfettiğimizi yeniden düşünmeyi gerektiren bir devrim ol-
duğunu savunuyor.

MSN’in ilk 10 girişimcileri arasında gösterilen Unstoppable Domains COO’su Sandy Carter’ın tespitine hem katılıyor hem de sunduğu ayrıntılardan etkileniyorum. ChatGPT ilk çıktığı günlerde, gelecekte bir gün arama alışkanlığının yerini alabilme potansiyelinden bahsetmiştim. Gelecek beklediğimden çabuk geldi. Şaşırtıcı olansa Carter’ın internet siteleriyle ilgili öngörüleri. Fakat önce AI ajanlarının (aracı demek daha doğru, ajan dile kolay) çalışma mantığını düşünmekte fayda var. Tahayyül ediyorum... Google’a bilgiyi sorduğumuzda bize linkler sunuyor. ChatGPT ise bir hikâye anlatıyor. AI ajanlarının, bu ikisinin arasında bir yerde durması lazım. İnternet sitelerinden çektiği bilgiyi basit ve etkili biçimde süzerek; görselleri, videoları ve bağlantılarıyla kullanışlı şekilde konumlandıran bir arayüz düşünün. Arka planında yapay zekâ sorduğunuz soruyla en alakalı bilgileri farklı sitelerden süzerek birleşik bir kontent (içerik) haline getirebilir ve kaliteli bir arayüzle buluşturabilir. Geleceğin bilgiye ulaşma alışkanlığının böyle bir forma bürünmesi çok mümkün...

Peki, internet sitelerinin akıbeti nasıl olacak? “Gelecek 24 ay içinde AI ajanları interneti karıştırarak aradığımız bilgiyi bulacak ve hatta görevler bile yerine getirebilecek. İnsanların internet sitelerine ihtiyacı kalmayacak” diyen Silikon Vadisi’nin tanınmış yatırımcılarından Jeremiah Owyang’ın sözlerini alıntılayan Carter’a göreyse internet siteleri var olmaya devam edecek. Ancak yapay zekâyı kucaklayan yeni donanımları olacak. Kendi adıma insanların internet sitesi ihtiyaçlarının devam edeceğini düşünüyorum, çünkü iyi bir tasarım her zaman hikâyenin anlatımına katkıda bulunur. Aksi halde kitabevleri renksiz, tektip kitaplarla ve dergilerle dolu olurdu. Teknoloji start-up’larının öte yandan bazı internet sitelerinin yalnızca içerik ve kaynak oluşturmaktan ileri gidemeyeceği bir gerçek. Diğer yanda yapay zekânın internet sitesi tasarlamada giderek iyileştiği gerçeği var. Sanırım bir noktada yapay zekânın içinde kendimiz çalıp kendimiz oynayacağız. Tam burası, insan dokunuşunun, rehberliğinin ve insan gözünün, kulağının önem kazanmaya başladığı yer. Eminim internette bir resme bakıp “Bu gerçek mi, AI mı” diye sorduğunuz oluyordur. AI olduğunu görünce soğuyoruz hani bazen...
Bu iyi bir şey; insan dokunuşunun ve yaratımının kıymetini koruyor.

Yaşasın yeni Google’lama!

“Google’lama öldü! Yaşasın yeni Google’lama!” Bu sözler Dmitry Shapiro’ya ait. Shapiro, Google’ın geçmişteki önemli isimlerinden, üç şirketiyle 140 milyon dolar toplamış, deneyimli bir girişimci ve duayen. Bugün Mindstuido.ai’ın CEO’su olan Shapiro “Google’lamanın kesinlikle sayılı günleri kaldı, her geçen gün daha fazla insan GPT ve diğer modellerle sorularına yanıt arıyor, buna ‘Yeni Google’lama diyoruz’ sözlerinin yanı sıra “Google halen domine bir güç, dünyanın bilgisini organize ediyor ve mevcut olanın en kapsamlı ve eşzamanlı bilgisini içermeye devam ediyor” diyerek hakkını veriyor.

Kıyaslama ve birleştirme yapıyor

Yazının Devamını Oku

Trump sonrası büyük teknoloji şirketlerini neler bekliyor?

24 Kasım 2024
Elimizden bırakamadığımız teknolojik ürünleri ve uygulamaları geliştiren büyük şirketlere ‘big tech’ deniyor. Apple, Microsoft, Google, OpenAI, Facebook, TikTok, Instagram, X, Samsung ve Nvidia’nın ilk 10’da olduğu büyük teknoloji şirketleri, aynı zamanda günlük yaşamın dinamizmini oluşturan markalara dönüştüler. Elon Musk’ı birinci danışmanı olarak yanına alan ABD’nin yeni başkanı Trump’ın big tech için neler yapacağı merak konusu...

Kült olma yolunda ilerleyen büyük teknoloji markaları hayatımızın akışı üzerinde öyle bir güç sahibi ki ister istemez onları Antik Yunan ve Kelt mitolojisindeki pagan tanrılara benzetiyorum. Sundukları servislerle halka türlü türlü kolaylıklar, nimetler bahşederken karşılığında sonsuz bir bedel alıyorlar. Aralarındaki çekişme, güç ve hâkimiyet savaşı asla sona ermiyor, bilakis varoluşlarını besliyor. Verilen nimetlere alışan fanilerse büyük bir hevesle içerik üreterek tanrılarına adaklar adamayı, sunaklar sunmayı sürdürüyor…

Post-fütüristik bir mitoloji evreninde yaşıyorsak şayet, orada bir de tanrılar tanrısı, bir Zeus bulunmalı ya… Sonunda o da geldi!

Elon Musk düşlerinde big tech’in Zeus’u olarak kendini görebilirdi. Ancak seçili başkan Donald Trump’ın olduğu yerde başka bir Zeus’tan söz etmek abes kaçacaktır. İşin gerçeği de öyle; Donald Trump önceki dönemde Big Tech şirketlerinin tekele dönüşmesini önlemek için ciddi girişimlerde bulunmuş
ve yaptırımlar tasarlamıştı.

 

LİBERALLERİN BASKISI

Trump 50 yılda hiçbir ABD başkanının yakalayamadığı avantajlarla yönetimi yeniden devralmaya hazırlanıyor. Nihayet ABD’nin başına büyük bir patronun geçmesiyse elbette tesadüf değil. “Amerika’nın işi iştir” (America’s business is business) diye bir söz var… Amerikan halkının kolektif inancına göre, büyük bir şirketi yönetebilen kişi, ülkeyi de yönetebilir. Şimdiyse, ABD hükümetinin dev bir işletmeye dönüşme ihtimali söz konusu…

Yazının Devamını Oku

Evrenin DNA’sı keşfedildi!

17 Kasım 2024
DNA deyince gözümüzün önüne gelen sarmala aşinayız. Şimdi yeni bir sarmalımız daha var. Uzayın da tıpkı insan kromozomlarındaki DNA sarmalları gibi yapısal bir geometriye sahip olduğu ortaya çıktı.

DNA kelimesi adeta helezon şekliyle eşanlamlıdır. DNA’yı düşününce aklımıza gelen sarmal formuysa aslında yalnızca bir metafor. DNA’nın bir sarmal olduğuna dair güçlü kanıtlar ve gözlemler mevcut ancak gözle görmek mümkün olmadığı için tam anlamıyla ispatı hiçbir zaman mümkün olmayabilir. Varlığından bu kadar emin olduğumuz halde onu hiç göremeyecek olmayı ilham verici buluyorum; gözün görmediği realitelerin varlığını somutlaştırması yönüyle... DNA helezonlarının boyu 2 nanometre, yani metrenin milyarda ikisi kadar olduğu için ışığın görülebilir fayı içerisinde olmuyor. Işık değip yansıyamadığı için en güçlü mikroskoplarla bile görülemiyor. Şimdiyse biliminsanları, evrenin yani uzay-zaman bütünlüğünün kozmik kumaşı içinde, tıpkı insan kromozomlarındaki DNA sarmalı gibi yapısal bir geometri olduğunu keşfettiler.

Teori düzeyinde sunulan ve matematik formülleriyle kanıtsal ifadelere ulaşılan konsepte göre evrenin kumaşı sayılabilecek iki elektromanyetik güç, uzayda birbirleriyle sarmal haldeler. Sonsuzluğa uzanan sarmallar, birbirleriyle de sarmal şekilde birleşerek, tıpkı ipliklerin yünleri, yünlerin de kumaşı oluşturması gibi bir doku haline geliyorlar. Çalışmayı yürüten ekibin başında Madrid Saint Louis Üniversitesi’nden matematikçi Robert Monjo var.

Evrenin dokusundaki çift sarmal yapıyı keşfettiğine inanan Monjo “Yaptığımız çalışmalar Einstein’ın yerçekimi ve elektromanyetizma güçlerini aynı geometrik teoride ilişkilendirme çabasını tamamlıyor” diyor. Fizik ve moleküler biyoloji arasındaki ilişkiyi geometrik formlarda görmenin her zaman mümkün olduğunu vurgulayan matematikçiye göre evrenin güçleri arasındaki bağlantı, insan DNA’sıyla önemli bir benzerliğe sahip. Einstein’ın çözmek için 10 yılını harcadığı yerçekimi dalgalarının varlığı son yıllarda keşfedilmişti.

Evrenin dokusunu oluşturan, bir anlamda her şeyi yerli yerinde tutan yerçekimi dalgalarının yanı sıra elektromanyetik kuvvetlerin varlığı biliniyor. Elektromanyetik kuvvetse maddenin kendi alanına saçılan, aurası olarak düşünülebilecek enerji gücünü ifade ediyor. Bir anlamda her şeyden yayılan güç. Monjo’ya göre Einstein bileşim teoremiyle -unification- bu ikisinin ilişkisini ispatlamaya çalışmıştı. Görecelik teorisi de bu ilişkiyle bağlantılıydı. Robert Monjo ve akademisyen arkadaşları, bugüne kadar yapılan çalışmaları baz alarak karmaşık matematiksel formülleri yerlerine oturtmak suretiyle bu iki gücün sarmal halinde var olduklarını gösterebilmiş.

Hücrelerimizin milyonda biri kadar küçük olan yapıtaşımız DNA, varoluşumuzun kumaşını, bir anlamda o kumaşın ipliklerini oluşturuyor. Kendisinden sonsuz kat büyük olan evrenin dokusunda, akıl sır almayan iki kuvvetin aynı şekilde sarmalanması, evren için birliğin ve hareketin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hayatın dokusu böyle ilmek ilmek akıyorsa peki, dokuyan kim ya da kimler?

DNA sarmalını ‘uçuk profesör’ buldu

Gözümüzün çok aşina olduğu sarmal formunun hikâyesi ilginç. 1950’lerde psikoaktif maddelerin yeni keşfedilmesiyle, bilinç durumunu değiştiren bu maddeler doktorların ve biliminsanlarının dikkatini çekmişti. Mikro dozda kullanıldığında zihin kapasitesini arttıran ve daha geniş düşünebilmeyi sağlayan psikoaktif maddelerle çalışan isimlerden Francis Crick, Britanya’nın ünlü biliminsanlarından biri. Tüm canlılığı içinde barındıran bir moleküler yapı üzerinde çalışan Crick, alanında çok önemli başarı kaydetmişti. Liserjik asit maddesiyle bir ‘düşünme aracı’ olarak çalışan Crick, psikoaktif tesir altındayken DNA’nın sarmal formunu bir vizyon olarak görmüş ve çalışmadaki tüm taşlar yerine oturmuştu. Işık fayına giremeyecek kadar küçük olduğundan dolayı görmek mümkün olmayan tekli DNA’ların bir araya konulduğunda kendi aralarında sarmallar oluşturduğu ilerleyen yıllarda kristal X-ışını teknolojisiyle gözlenebildi.

Bilimin gizemli konusu: Yerçekimi

Yazının Devamını Oku