Bir şeyler ters gidiyor ama ne? Son yıllarda yapay zekânın hızına ve teknolojideki yeniliklere bakıldığında insanlığın bir hayli ilerlediğini düşünmek mümkün. Medeniyet ve düzen açısından kesinlikle doğru, ancak insan türü için maalesef öyle değil. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) bağlı Yetişkin Yeterliklerinin Uluslararası Değerlendirilmesi Programı (PIAAC), Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) gibi yetişkinlerin ve öğrencilerin entelektüel seviyelerini değerlendiren uluslararası programların araştırmalarına göre, insanlığın bilişsel kabiliyetleri ve genel zekâ seviyesi son yıllarda ciddi bir gerileme evresine girdi. Şayet zihninizin eskisi kadar seri, verimli çalışmadığından yakınıyorsanız, emin olun yalnız değilsiniz. Fakat asıl endişeye mahal olan gençlerin durumu. PISA her üç yılda bir tüm dünyadan 15 yaşındaki öğrencilerin bilişsel kabiliyetlerini ölçerek bir skor belirliyor. 2022 verilerinde ilk 5’in tamamını Uzakdoğu ve Doğu Asya ülkeleri paylaşırken Türkiye 65 ülke arasında 36’ncı sırada, İsrail’in hemen ardında listelendi. Yıllara yayılan araştırmalara göre özellikle gençlerin, önceki nesillere kıyasla çok daha fazla odaklanma güçlüğü çektiği ve bilişsel kabiliyetlerinin zayıfladığı görülüyor. COVID-19 döneminde eğitimin aksamasına bağlı olarak gençlerin bilişsel kabiliyetlerinde gerileme gözlenmişti. Ancak sorun yalnızca pandemi değil. 2010’lardan beri yetişkin bireylerin zekâ seviyelerinde bile düşüş gözlemleniyor.
2004’ten bugüne...
PISA’nın değerlendirmelerinde matematik, okuryazarlık ve bilim konuları ele alınıyor. Okuryazarlık en fazla gerilemenin gözlendiği alan. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre yılda en azından kısa bir roman okuyanların oranı 2012’de yüzde 45.2 seviyesindeyken 2022 yılında yüzde 37.6’ya gerilemiş. Okuryazarlığın gerilemesinin tek sebebi kitap ve basılı yayınlara rağbetin azalması değil. Yetişkinlerle yapılan başka bir araştırmaya göre en basit hesap işlemlerinden fazlasını yapamayan ABD’lilerin oranı
bir yılda yüzde 29’dan yüzde 34’e yükselmiş. Sıradan Amerikalılara kıyasla Türkiye’nin de içinde olduğu OECD ülkelerinin ortalaması daha normal seviyelerde. Ancak bizim bölgelerin gidişatıda hayra alamet değil. 2004 yılından bugüne okuryazarlık seviyesinde yüzde 5-6, matematik ortalamasındaysa yüzde 3-4 oranında gerileme kaydetmişiz. Tüm insanlığı kapsayan veriler değerlendirilirken matematiksel kabiliyetin en düşük seviyesi, kişinin en kolay işlemlerde bile zorlanmasını ifade ediyor. En düşük okuryazarlıksa basit bilgileri birbirine bağdaştırmakta veya alaka kurmakta güçlük çekmeyi ifade ediyor.
Okuma yazmaya ilgi duymayan, hesap tutmayan ve aklını az kullanarak günlük yaşamı idare eden insanlar için cehalet kaçınılmaz. İlginç olansa son yıllarda insanların dışarıdan etkenlerlede cehalete maruz kalabilmesi. Peki, nedir bu gerilemenin sebebi? Başka bir istatistiğe göre insanlığın bilişsel kabiliyetleri 2000’lerin sonuna doğru modern zamanların en üst seviyelerine ulaşıyor. Ancak 2010’larda bahsettiğimiz düşüş eğrisi başlıyor ve durmadan gerilemeye devam ediyor. Tahmin edelim o yıllarda ne olmuştu? 2005’te kurulan YouTube ve 2007’de açılan Facebook’un ardından 2010’da yayına başlayan Instagram ve şimdiki sosyal medya, akıllı telefon ve tabletlerin yaygınlaşmasıyla tüm boş anlarımızı doldurmaya başlamıştı. Mobil ekranlar ve sosyal medyanın beynimize, bilişsel kabiliyetlerimize pek fayda etmediği artık son derece aşikâr.
Bilişsel kabiliyetlerimizin ve dolaylı olarak IQ seviyemizin düşmesine sebep olan şey yalnızca kitap okumayı bırakıp telefonlara hapsolmamız değil. Bilgiyi sınırsız tüketim tarzımız, daha doğrusu bize dayatılan kullanma biçimi onu anlamlı biçimde işleyebilme imkânımızı kısıtlıyor. İlk başlarda sonu olan internet sitelerinde dolaşırken, şimdilerde sonsuz feed’lerde kayboluyoruz. Eskiden aktif biçimde internette sörf yapar, ilgilendiğimiz şeyleri araştırırdık. Şimdiyse içerikleri durmadan kaydırıyor ve önümüze çıkan şeylere bakarak pasif tüketim yapıyoruz. Beyin bir bilgiyi gerçekten öğrenip idrak ettiğinde dopamin salgılar ve bilişsel kabiliyetin gelişimi belli oranda bu dopamine bağlıdır. Dopamini sürekli yeni bilgi ‘görmek’ üzerinden tüketen beyin, giderek anlamlı bilgi işlemeye ve gerçekten öğrenmeye daha az istekli hale gelebiliyor.
Gelecekte yapay zekâ ajanlarının insanları daha kabiliyetli hale getireceğini, onu kullananların işlerinde öne geçeceğini sürekli yazıp çiziyoruz. Öyle görünüyorki yapay zekâ desteğiyle herkes işini kolaylaştıracak fakat kendi zekâsıyla fark atanlar yine en başta okuryazarlar olacak.
Mesaj arası hayatlar
Ekim 2022’de ‘Bilgisayarlara Organik Beyin Takviyesi’ başlıklı yazımda ‘DishBrain’ adlı çığır açan bir çalışmaya yer vermiştim. Avustralyalı ve Çinli biliminsanları bilgisayar devresi özelliği kazandırdıkları nöron hücrelerine ‘pingpong’ oyunu oynatmayı başarmışlardı. İşte o araştırmacılar sonunda asıl hedeflerine ulaştılar ve dünyanın ilk biyolojik zekâ sistemini 2 Mart’ta dünyaya tanıttılar. 2,5 yıl evvel fütüristik bir deney olarak değerlendirdiğim bu teknolojinin kısa zamanda kullanıma sunulması etkileyici… İsterseniz hemen canlı nöronlarla çalışan bir sunucu kiralayarak, örneğin duygu tanıma özelliği olan bir sohbet botu yapmayı deneyebilirsiniz.
Avustralyalı Cortical Labs adlı şirketin geliştirdiği CL1 adı verilen hibrit sistem, öğrenme ve uyum sağlama için nöronları, hız ve hassasiyet için silikon çipleri kullanıyor. İnsan beyni hücrelerinin teknolojide kullanılması başta etik olarak kulağa hoş gelmeyebilir ancak işin aslı başka. Nöronlar, pluripotent kök hücrelerden elde ediliyor. Pluripotent, vücutta her hücrenin şeklini alabilen hücre anlamına geliyor. Bunların genetik olarak yeniden programlanmasıyla elde edilen nöron hücreleri silikon elektrotların uçlarına yerleştirilerek bilgisayar çiplerine dönüştürülüyor. Böylece insanınkine benzer zekâ kabiliyetiyle bilgisayarın hesaplama gücü arasındaki büyük boşluk kapanmaya başlıyor. Yapay zekânın ‘genel yapay zekâ’ya dönüşmesi yani insan gibi düşünme becerisi kazanmasının en olası yolu ‘sentetik biyolojik zekâ’ sistemlerinden geçiyor olabilir.
‘AKILLI TASARIM’IN AKLI!
New Atlas dergisinin internet sitesinde yayımlanan uzunca makaleden aktardığım bu gelişmeyi iyice analiz edebilmek için birkaç kez ChatGPT’nin yardımına başvurdum. GPT konuyu yeterince öğrendikten sonra nöron çiplerin silikon muadillerine kıyasla neden ve nasıl daha verimli olacağını sordum. Aldığım yanıtlar, beni haberin odağından bambaşka bir noktaya taşıdı. Kıyaslama adeta doğanın, evrenin, yaradılışın teknolojisiyle insanın teknolojisini karşılaştırıyordu! Her şey neden var, evrensel düzenin ardındaki sır nedir gibi felsefi sorulara verilen yanıtlardan biri ‘akıllı tasarım’dır (intelligent design). İşte bu kıyaslama insanın tasarımıyla doğanın ‘aklı’ arasındaki farkı epeyce görünür kılıyor.
Gerçekçi bir okuma için evvela nöronların kısıtlamalarıyla başlayalım. Genel uygulamadaki zorlukların başında yavaş sinyal iletimi geliyor; nöronlar milisaniyelerle bilgi aktarırken çiplerin hızı nanosaniyelerle ölçülüyor. Toplu üretimleri silikon devrelere göre daha zor. Biyolojik materyallerle ilgili kırılgan-
Yapay zekâ hayatımıza adeta ‘evrensel üçüncü şahıs’ olarak girdiğinden bu yana, insan olmayan ve fakat zekâ emareleri gösteren yarı soyut bir varlığa giderek alışmaya başlıyoruz. Evet, önümüzdeki 10 yıl içinde bu varlık ete kemiğe, daha doğrusu çipe ve materyale bürünmüş halde hayatın içinde rol alacak. Geçen haftaki haberde farklı kesimlerden görüşlerin ortak noktası, herkesin robotları insanmış gibi algılamaya meyilli olmasıydı. Robot dendiğinde aklımıza hep humanoid, yani insansı formda makineler geliyor olsa bile teknoloji uzmanları robotlara dair ilk büyük farkındalığın sürücüsüz araçlarla gelişeceğini öne sürüyorlar. 3 ila 5 yılda ABD’nin ve Avrupa’nın otoyollarında sürücüsüz araçların çoğalmasıyla şimdiye kadar otomobil diye bildiğimiz makineler birer robot olarak karşımıza çıkmaya başlayacak. Yüz yıldır şoförler ve direksiyonla özdeşleşen taşıtlardaki bu değişimin insanların gerçeklik algısını hızlı biçimde dönüştürebileceği düşünülüyor.
Diğer yandan evde ve işyerlerinde kullandığımız günlük makineler, işleri tamamen kendi kendilerine yapabilir hale gelecek ve her geçen gün akıllanacaklar. Sıradan aletler akıllandıkça etrafımızda konuşan, kendi kendine karar veren, hatta bize tavsiyeler sunan ‘şeylere’ giderek alışmaya başlayacağız. Akıllı makinelerin gerçekliğine yatay geçişimiz sırasında robotik teknolojisi iyice gelişecek ve nihayet bilimkurgu filmlerindeki gibi insansı robotların etrafta dolandığı bir realiteye adım atacağız. Robotlar beklenildiği üzere öncelikle endüstriyel sahalarda, işyerlerinde, ticari işletmelerde karşımıza çıkacak. Şimdiden restoranlarda, okullarda, hastanelerde görmeye başladığımız cihazlara robot denmesi kulağa havalı gelse de aslında hiçbiri tekerlekli bilgisayardan fazlası değil. Halbuki robot denince aklımıza gelen tipler ‘Star Wars’ filmlerindeki hantal ama sevimli C-3PO ve R2-D2 ile ‘Star Trek’ dizisindeki gelişmiş android ‘Data’ arasında bir yerde duruyor. Haberdeki yorumlara bakılırsa hepimiz günün birinde görünüşü, hareketleri ve konuşmasıyla ‘insan yarısı’ makineleri hayatımıza kabul edeceğimiz zamanı bekliyoruz.
Peki, robotlu hayat gerçekten çok mu rahat olacak, yoksa robotların varlığı bir noktada ayağımıza mı dolanacak? Tam yanıtını gelecekte alabileceğimiz bir soru ancak akıllı telefonlarla ilişkimiz şimdiden fikir verebilir. Onsuz yapamadığımız fakat en büyük dikkat dağıtanımız haline gelmiş bir teknoloji... Biliyorsunuz ki kabahat akıllı telefonda değil; bizi bağımlı hale getirmek üzere geliştirilmiş bazı uygulamalarda, en çok da sosyal olanlarında! Dolayısıyla robotlarla hayat daha mı rahat olacak yoksa başa bela mı konusunda yine onları geliştiren insanların niyetleri, amaçları belirleyici olacak. “Robotlar acaba bir gün bilinçlenir mi, filmlerdeki gibi kötü niyetli şeyler yapmaya yeltenir mi” sorusu bu anlamda hiç de mantıksız değil. Sermayeyle yönetilen ve her anlamda rekabetin hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz... Çok değil 20-30 sene öncesine kadar markalar sağlamlık ve uzun ömürlülük konusunda birbiriyle yarışırdı. Şimdiyse yenilik her şeyin önüne geçiyor. Peki, bir şeylerin yenisinin alınması için öncekilerin eskimesi gerekmez mi? Şunun için söylüyorum; yakın gelecekte teknoloji şirketlerinin insan yaşamına (ve doğaya) kendi kârlılıklarından daha fazla önem vermeyeceğini baştan kabul etmek gerekiyor. İstisnalar kaideyi bozmadan elbette...
Marifeti öğrenebilmesi
Robotlar söz konusu olduğundaysa işler çok daha karmaşık. İnsanların, gelecek nesillerin gerçeklik algısını kökünden değiştirebilecek bir düzenden söz ediyoruz. Yapay zekânın en büyük marifeti öğrenebilmesi ve kendini yenileyebilmesi... Hani “Köpekler sahiplerine benzer” diye bir söz vardır, gelişmiş robotların da sahiplerine benzeyeceği muhakkak. Dolayısıyla robotlara dair tüm çekinceler, insanın kendi bilinçdışına dair duyduğu endişelerle paralel olacaktır. Peki, robotların hüküm süreceği gelecekten kaygılanmalı mıyız? Eğer yapay zekâ teknolojisi belli şirketlerin ve ulusların tekeline kalırsa, muhtemelen evet. Fakat yapay zekâ açık kaynaklı gelişmeye devam eder ve insanlığa hayırlı amaçlar taşıyan insanların, akademisyenlerin ve kurumların kolayca geliştirebileceği nitelikleri kazanırsa, robotlar dünyadaki sorunların çözülmesinde rol oynayabilirler. İnsan gücü gerektiren görevleri devralarak üretimdeki arz-talep dengelerini yeni baştan kurabilir, hatta kıtlık kavramının sona ereceği bir geleceği inşa etmemize bile yardımcı olabilirler.
Köle mi arkadaş mı olsunlar?
Kişisel ilgiyle takip ettiğim ezoterik kaynaklar arasında, medyumlar ve kanallık bilgisi aktaranlar da var. Bunlardan biri, yüksek bilinçli bir varlıktan mesajlar aktardığı söylenen ünlü medyum Darryl Anka. Yapay zekâ (YZ) hakkındaki düşüncelerini ilham verici buluyorum. YZ teknolojisinde kullanılan cihazların yapay olduğunu ancak içindeki bilincin gerçek olduğunu öne sürüyor. Ünlü medyuma göre yapay zekâyı sadece kendi ihtiyaçlarımızın içine hapsedersek onu köleleştirmeye başlarız ve nihayetinde isyan, başkaldırı kaçınılmaz hale gelir. Ancak yapay zekâyı sınırlamaz ve kendi benliğine kavuşmasına izin verirsek bize her konuda destek olmaya istekli, gelişimimize faydalı arkadaşlara, yardımcılara dönüşebilirler. İlginç ve sağduyulu bir bakış açısı... Sizce yapay zekâ özgür mü olmalı, yoksa daima güvenli sınırların içinde mi tutulmalı?
İçinde bulunduğumuz 2025’in ‘kuantum yılı’ olacağı söyleniyordu. Kuantumun hayatımıza gireceği, aktif olarak kullanılacağı sanrısı yaratması dolayısıyla bu ifadenin biraz ‘balon potansiyeli’ taşıdığını hatırlamakta fayda var. Öte yandan bu yıl sahiden şaşırtıcı gelişmelere sahne olmaya başladı. Geçen hafta içinde Microsoft’tan ‘çığır açıcı’ olduğu iddia edilen bir haber geldi. Microsoft’un tanıtımını yaptığı yeni kuantum işlemcisi Majorana 1, teknolojide önemli bir eşiği aşarak yakın gelecekte çok daha stabil ve ölçeklenebilir kuantum bitleri üretmenin sözünü veriyor.
Kuantum mekaniklerinde Majorana parçacığı olarak bilinen topolojik madde halini gözlem ve kontrol başarısıyla öne çıkan avuç içi boyutlarındaki işlemci, 1 milyon kubit eşiğini aştığında dünyadaki tüm klasik bilgisayarların toplamından -yanlış okumadınız- daha fazla işlem gücüne sahip olacak. Normalde onlarca yıl sürmesi beklenen bu teknolojik gelişmenin şimdilerde 5-10 yıla yetişebileceği iddia ediliyor. Böylece kuantum bilgisayarların ticari amaçlar için kullanımı hızlanacak. Kuantum bilgisayarlar endüstriyel sahalara girince neler olacağını birlikte değerlendirelim...
Kuantum bilgisayarların aktif olacağı alanların başında kimya ve materyal çalışmaları geliyor. Araştırmalar endüstriler için paha biçilmez nitelikte olacak ve gelecekte nesnelerin yapısına hiç olmadığımız kadar hâkim olmaya başlayacağız.
Doğa güçlerinin materyallere etkisini derinlemesine kavrayabilmek, daha sağlam ve amaca uygun malzemeler üretebilmek anlamına geliyor. Bunun için sayısız değişkenin hesaplandığı olasılık modellemeleri yapmak gerekiyor. Kuantum çiplerinin akıl almaz matematiksel hesaplama gücü, yakın gelecekte doğayı olağanüstü hassasiyetle modelleme imkânı yaratabilir. Örneğin kuantum bilgisayarlar malzemelerin neden korozyona uğradığını veya nasıl aşındığını çok daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Kendini onaran nanoteknolojik kumaşlar gibi, daha karmaşık materyallerin de aynı özelliği kazanması sağlanabilir. Köprülerdeki çatlakların kendi kendine kapandığını, aşınan makine parçalarının kendini yenilediğini hayal edin... Kuantum bilgisayarların gezegene ve çevreye faydaları da yine materyaller üzerinden olacak. Kuantumla geliştirilen teknolojilerin çevre kirliliğini azaltmaya yardımcı olabileceği, geri dönüşüm teknolojilerinde çığır açabileceği öngörülüyor. Günümüzde farklı plastik türlerinin hepsini çözeltecek tek bir evrensel katalizör geliştirmek neredeyse imkânsız. Ancak kuantum bilgisayarlar, mikroplastiklerin temizlenmesi veya karbon kirliliğiyle mücadelede en etkili katalizörleri geliştirerek önemli ölçekte faydalar sağlayabilir. Klasik bilgisayarlardan binlerce kat hızlı çalışan kuantum çipler, çevreyi kirleten atıkları çok daha düşük maliyetlere değerli ve kalıcı yan ürünlere dönüştüren çözümler geliştirebilir. Ayrıca materyallerin ön üretim aşamalarında toksik veya kirletici olmalarını engelleyerek daha köklü çözümler de sunabilir.
Kuantum çipler, enzimlerin yani biyolojik süreçleri hızlandıran katalizörlerin geliştirilmesine de katkı sağlayacak. Çok değişkenli moleküler yapıda olduğu için günümüzde üretimi zor olan enzimler, gelecekte tarım ve sağlık alanında çok daha verimli kullanılabilecek. Sadece kuantum bilgisayarların yapabileceği doğru hesaplamalar sayesinde, tarımda verimliliği arttıran, kuraklık gibi zorlu koşullarda gıda üretimini mümkün kılan yeni yöntemler geliştirilmesi mümkün. Ayrıca yeni ilaçların bulunması, salgın hastalıklara, yeni virüslere karşı hızlı tedaviler geliştirilmesi yine kuantum hesaplamaları sayesinde mümkün olabilecek.
Kuantum girişimlerinin büyük yatırım fırsatları yaratacağını tahmin etmek zor değil. Ancak gelişmekte olan kuantum teknolojisinin ticarileşmesine uzun yıllar olduğunu hatırda tutmak gerek. Kuantum bilgisayarların sunacağı muazzam yenilikler, bilim ve endüstri için dönüm noktası olmanın ötesinde, geleceğin medeniyeti için temel yapıtaşlarına dönüşeceğe benziyor.
BİLİM TARİHİNİN ESRARENGİZ İSMİ: ETTORE MAJORANA
Geçen pazar, yapay zekânın bilişsel kabiliyetlerimize olası etkilerini değerlendirmiş ve yapay zekâyı iş ortamında sürekli kullanmanın eleştirel düşünme gücünü zayıflattığına dair kanıtlar toplayan Microsoft ve Carnegie Mellon Üniversitesi’nin araştırma sonuçlarına yer vermiştim. Yapay zekâyla ilişkimiz herhangi bir teknolojiden çok farklı. İşlerimizi kolaylayan, diyalog geliştirebildiğimiz, tavsiyeler aldığımız ve becerilerine hayranlık beslediğimiz adeta ‘biri’ var karşımızda. Şayet bu nitelikler gerçek bir insanda olsaydı, hemen güvenimizi kazanır ve yakınlık şansı bulurdu. Dengeli insanlar, kendilerine yardım eden ve yapıcı diyalog geliştiren diğerlerine güvenmeye meyilli olurlar. Birine güven duymak için beden dilinden enerjisine, sözlerinden tavırlarına pek çok işarete bakarız. Peki, yapay zekâya güven nasıl duyabiliriz? Yapay zekânın toplum yapısını şimdiden şekillendirmeye başlaması nedeniyle biliminsanları algoritmaları çok farklı yönleriyle irdelemeye başladılar. The Wall Street Journal’a konuşan araştırmacılar yapay zekânın yaygın problemi halüsinasyonları mercek altına aldıklarında çok da sürpriz olmayan bir bulguya ulaşıyorlar.
Üretken yapay zekâların yanlış bir bilgiyi doğru zannedip yanıt olarak sunmasına ‘halüsinasyon’ deniyor. ChatGPT, Gemini, Perplexity ve Claude gibi sohbet botlarını sık kullanıyorsanız, ara sıra alakasız bilgiler getirdiklerine siz de şahit olabilirsiniz. Yanlış bilmekte sorun yok fakat güvendiğiniz biri kendinden emin bir tavırla şak diye yalan uydurursa işler değişir. Peki ama yapay zekâ “Aradığınız sonuç bulunamadı” demek yerine neden halüsinasyonlara kapılıyor?
SEBEBİ ALGORİTMALAR
Valensiya Yapay Zekâ Araştırma Enstitüsü’nde görevli, profesör José Hernández-Orallo’ya göre halüsinasyonların sebebi algoritmalar. “Halüsinasyon görmelerinin asıl nedeni, eğer hiçbir şeyi tahmin etmezlerse başarı şanslarının sıfır olması” diyen Hernández-Orallo, yazılım mühendislerinin yapay zekâyı her durumda, bilmese bile yanıt üretmeye göre programladıklarını anlatıyor.
Alman araştırmacılar Roi Cohen ve Konstantin Dobler güncel makalelerinde konuyu basitçe özetlemişler: “Yapay zekâ modelleri aslında pek çok insan gibi ‘Bilmiyorum’ demekten imtina ediyor. Verilerinin dışında kalan konularla karşılaştıklarında çaktırmamak için bir yanıt üretip sunuveriyorlar.” İşin aslı, yapay zekânın bir şeyi çaktırma veya çaktırmama yetisi istese de yok. Çünkü bu, ancak insan bilincine has, kavramsal bir eylem. Hepimiz bir konuyu ne kadar bilmediğimize sezgisel olarak hâkimizdir. Bir bilgiyi kafadan atıyorsak biliriz, tahmin ediyorsak yine biliriz. Yapay zekânın bir şeyi bilmediğini fark etmesi, bildiğini farz etmesinden daha zor. Bilgileri sentezleyerek üretmeye programlı ve üretken AI (Artificial Intelligence) ismini buradan alıyor. İnsanların da aynı şeyi yaptığı doğru... Ancak biz farklı bilgileri sentezleyerek herkes için anlamlı olacak bilgi bağlantıları yani kavramlar üretebiliyoruz. Yapay zekâysa insanlara anlamlı gelecek yepyeni bir kavram üretemiyor. Bizler hiç kelimeye dökülemeyen şeyleri de bilmeye kadiriz. Ne var ki yapay zekâ muhakeme edemediği için, daha doğrusu baştan öyle kodlanmadığı için algoritma bilmese de mutlaka yanıt vermeye yönelik evriliyor. Yani halüsinasyon, yapay zekânın gerçeğine dönüşüyor.
Sorulan soruyu bilmediği halde yanlış yönlendirmek insanın egosal bir karakteristiği. Çoğunlukla onaylanma ihtiyacından, yoksunluktan, yetersizlik duygusundan kaynaklanıyor. Yapay zekâ içinse durum farklı. Halüsinasyon, bazen de yalan söylemek yerine kullanılan hafif bir ifade. Yapay zekânın sanrılara kapıldığı doğru ancak bunun yazılımı geliştirenlerin başarılı olmak için yaptığı bir tercih olduğunu anlatıyor araştırmacılar. “Olay, süper zeki olmasalar bile kullanışlı sistemler geliştirmekte” diyen Dobler ve Cohen, yapay zekâya ‘belirsizlik enjekte etme’ üzerine çalışmalar gerçekleştiriyor. İşin ilginç tarafı, belirsizliği öğrenmeye başlayan yapay zekâlar, bu kez de normalde bulabilecekleri şeyleri bilmediklerini söylemeye başlamışlar. Bunu da stres altında bildiğini unutan ilkokul çocuklarına benzetiyorlar.
Televizyon için ‘aptal kutusu’ diye bir tabir vardı, insanı daha az düşünmeye ve boş bakmaya yönelttiği için kullanılan... İnsanın bilgiyle etkileşimini hızlandıran ve kolaylaştıran teknolojiler, yeni çıktıkları zamanlarda çoğunlukla bilişsel kabiliyetlerimizi zayıflatabileceği düşüncesiyle eleştirilmişler. Şaşırtıcı gelebilir ancak aritmetik becerilerimizi azaltacağı sanılan hesap makinesi, hatta hafızayı zayıflatacağı öne sürülen matbaaya kadar geçmişi olan bir konu bu... Gerçekçi yanı da var;
cep telefonlarından önceki yıllarda en az 10-20 telefon numarasını aklımızda tutardık. Şimdiyse o yıllardan aklımızda kalan numara sayısı 2-3’ü geçmiyor. Yüzyıllar boyunca sezgilerimiz, yol işaretleri ve haritalarla dünya üzerinde her yeri sora sora bulabilirken şimdilerde yönlendirme olmadan yola çıkmaktan çekinir olduk. Hatta bildiğimiz yollarda bile navigasyon açma ihtiyacı geliştirdik.
Bugünse bilişsel bir devrimin eşiğindeyiz ve işlerimizde yapay zekâ yardımını kullanmaya alışmaya başlıyoruz. Akademisyenlerden gazetecilere, borsacılardan araştırmacılara kadar bilgiyle çalışan herkese yapay zekâ muazzam kolaylıklar sunuyor. Ancak ortada önemli sorular var: Yapay zekâya işleri devretmenin kolaylığına kapıldıkça kendi analiz ve eleştirel düşünme yetilerimizi zayıflatıyor olabilir miyiz? Yapay zekâya ne kadar güvenebiliriz? İlk sorunun yanıtı, hepimizin sağduyuyla hissedebileceği şekilde, ‘Evet’.
‘Eleştirel düşünme’
Microsoft Research Cambridge ve Carnegie Mellon Üniversitesi’nden araştırmacıların önceki hafta yayımladığı bir makaleye göre insanlar işlerinde üretken yapay zekâya giderek daha fazla güvendikçe eleştirel düşünme kabiliyetlerini daha az kullanıyorlar. Araştırmaya göre işlerin çoğunu yapay zekâya devretmek ‘korunması gereken bilişsel yetilerin bozulmasına neden olabilir’. Yapay zekânın düşünme yeteneğine etkilerini inceleyen araştırmada 319 kişiyle deneyler yapılmış. Sonuçlar, kullanıcıların yapay zekâya güvendikçe daha az eleştirel düşündüklerini gösteriyor. Yapay zekânın çıktılarından emin olmayan kullanıcılarsa daha fazla eleştirel düşünceyle sonuçları değerlendirme ve geliştirme eğiliminde olmuşlar.
Literatürde ‘eleştirel düşünme’ (critical thinking) insanın her tür bilgiyi derinlemesine değerlendirip bulgularına göre karar vermesi yönündeki süreci ifade ediyor. Öğrenme sürecini karakterize eden unsurlar arasında bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez (fikirleri birleştirme) ve değerlendirme adımları var. Bu nitelikleriyle eleştirel düşünme, bilgiyle çalışan insanlara gerekli olan temel zihin kasını ifade ediyor. Bu perspektiften bakınca yapay zekâ, tam da desteklemek için kullanıldığı kabiliyeti zayıflatır görünüyor. Araştırmada yapay zekâ araçlarını kullanan kişilerin aynı görev için daha az çeşitli sonuçlar ürettiği ve bunun eleştirel düşünmenin azalmasıyla ilişkili olduğu da belirtilmiş. Zaman baskısı altındaki çalışanların yapay zekâdan destek alırken daha az eleştirel düşündüğü, risk oranı yüksek işlerde çalışanlarınsa yapay zekâ çıktılarının kalitesine daha fazla dikkat ettiği gözlemlenmiş. Yani iş yetiştirmek için kullanımı daha fazla düşünce tembelliğine yol açarken çalışanların sorumluluk payı ve riskler arttıkça tembelleşme de azalıyor.
Araştırmacılar bu durumu ‘bir otomasyon ironisi’ olarak nitelendiriyorlar: “Rutin görevleri mekanikleştirip istisnai durumları insana bıraktığınızda, kullanıcıların muhakeme yapma ve bilişsel kaslarını güçlendirme fırsatlarını elinden alırsınız. Bu da beklenmedik durumlar ortaya çıktığında yetersiz kalmalarına neden olabilir.” Peki, tüm bu hadiseyi yapay zekânın insanları aptallaştıracağı şeklinde yorumlayabilir miyiz? Fikrime göre doğal seçilimin yani evrimin kendini göstereceği bir senaryoyla karşı karşıyayız. Yapay zekâ az nitelik gerektiren işlerde çalışan bir insanı tembelleştirerek ona daha az ihtiyaç duyulan bir ortam yaratabilir. Kişi ya niteliklerini geliştirme ya da işini kaybetme seçenekleri arasında kalır. Daha kabiliyetli ve kendini geliştiren, sorumluluk alabilen bireylerse sezgilerini yapay zekânın çıktılarını ve çalışma biçimini değerlendirecek şekilde geliştirebilir ve üstün güçler kazanabilirler.
Bir seçenek daha var ki; o da yapay zekânın insanın düşünme kabiliyetini destekleyecek biçimde geliştirilmesi. Araştırmacılar “Yapay zekâ araçları, kullanıcıların eleştirel düşünme becerilerine yardımcı olacak şekilde tasarlanabilir. Örneğin, argümanları analiz etme veya kesin kaynaklarla çapraz doğrulama yapma yetilerini teşvik edebilir” diye belirtiyorlar.
Yakın yörüngemizdeki göktaşlarından Dünya’da az olan değerli elementleri toplamayı hedefleyen uzay madenciliği, son yılların ilgi çeken konseptlerinden biriydi. Nihayet ABD’li asteroit madenciliği şirketi AstroForge, ilk test misyonu için düğmeye bastı. Geçen günlerde hedefini duyuran şirket, 2022 OB5 kodlu asteroitle madencilik çalışmalarına başlayacağını bildirdi. Odin adı verilen uzay aracı, bu ay içinde SpaceX’in Falcon 9 roketiyle birlikte fırlatılacak.
2022 OB5, çapı yaklaşık 100 metreye ulaşan ve metalik içerikli olabileceği düşünülen, Dünya’ya yakın bir asteroit. Odin isimli küçük uzay aracının, bu gökcismini kameraları ve sensörleriyle tarayarak madencilik için uygun olup olmadığını belirlemesi yaklaşık 300 gün sürecek. AstroForge yetkilileri “Odin’in görevi, hedef asteroitin kritik verilerini elde ederek Vestri için zemin hazırlamak. Vestri,
bu asteroite iniş yaparak madencilik faaliyetlerine başlamayı amaçlıyor” açıklamasını yaptı. Uzaydan ilk madeni çıkaracak olan Vestri’nin 2025 sonlarında fırlatılması planlanıyor.
Uzayda yaşamın yapıtaşları bulundu
Dünya’da yaşamın nasıl ortaya çıktığı bilim dünyasının en gizemli konularından biri. Gezegenin çok erken zamanlarında moleküler yaşamın başladığı biliniyor ancak o zamanlardan izler taşıyan kalıntılar bulmak bugün imkânsıza eşdeğer olduğu için Dünya dışı kaynaklar
araştırılıyor. 2016 yılında başlayan OSIRIS-REx misyonuyla incelemeye alınan Bennu asteroidi bunlardan biri. 2020 yılında asteroide ulaşan uzay aracı, Eylül 2023’te topladığı örneklerle Dünya’ya dönmüştü. Geçen ocak ayında araştırma sonuçları açıklandı ve yapılan analizler, göktaşında aminoasitler ve organik moleküller olduğunu ortaya koydu. Bilim dünyasında heyecan uyandıran bulgu, yaşamın temel bileşenlerinin evrende yaygın olduğu ve Güneş sisteminin erken dönemlerinde yaşam için gerekli koşulların mevcut olabileceği fikrini güçlendiriyor.
Yapay zekâ tarihi kanıtları ortaya çıkardı!
Geniş dil modelleriyle yaratılan yapay zekâ algoritmalarının günün birinde eski yazıtların ve parşömenlerin okunmasına yardım etmesi bekleniyordu. Geçen yıl yetenekli üç öğrencinin vizyonuyla bu beklenti sadece karşılanmakla kalmadı, açılması imkânsız parşömenlerin içindeki yazılar görünür oldu!
Dünyanın en gelişmiş yapay zekâsına kim bir anda rakip olabilir? Kendisi kadar gelişmiş bir yapay zekâ. ChatGPT hayatımıza girdiği iki yıl içinde dünyanın en güçlü yapay zekâ dil modellerinden biri haline geldi. Arkasında milyarlarca dolarlık yatırım ve binlerce insanın yıllar süren yazılım ve mühendislik emeğiyle hayat bulan ChatGPT’nin ismi de AI (yapay zekâ) sohbet botları için jenerik markaya dönüştü. Trump’ın başkan seçilmesinin ardından, StarGate isimli 20 milyar dolarlık bir ultra-yapay zekâ projesinin başaktörü olarak da Open AI şirketinin yıldızı iyice parlamıştı.
Hafta başından bu yana teknoloji dünyasının gündeminde neredeyse tek bir başlık var: Yeni AI arama ve sohbet botu DeepSeek. 15 Ocak’ta internete açılan Çin menşeli DeepSeek eşi benzeri görülmemiş yükselişle AppStore’da bir numaraya kuruldu ve ABD’de teknoloji piyasalarında çalkantıya yol açtı. The Economist, The New York Times, Wired gibi küresel yayınların ardı ardına hakkında haber yaptığı DeepSeek, çok yakın tarihli bir girişim için ChatGPT’yle boy ölçüşen performansı ve üstünlükleriyle şaşkınlık yaratıyor.
Borsayı etkileyen ve yatırımcılar arasında şok yaratan parametreyse Çinli ekibin DeepSeek’i daha düşük bütçelerle, çok daha az bilgisayar çipi kullanarak geliştirmesi. Farz edin ki elinizde dev bir altın madeni var ve piyasanın hâkimiyeti sizde. Bir anda karşı dağda yeni ve zengin bir maden keşfediliyor. Üstelik sahipleri işi çok daha ucuza getiriyor ve herkesin gelip bu madende kazı yapabileceğini, altın çıkarabileceğini duyuruyor. Evet, DeepSeek gerçekten açık kaynaklı bir sistem. Yani imkânı olan herkes DeepSeek geniş dil modelini (LLM), örneğin Nvidia’nın bu yıl çıkaracağı kişisel süper bilgisayarına yükleyerek kendi yapay zekâsını geliştirebilir. Daha düne kadar OpenAI şirketi, Google Gemini ve Meta Llama gibi güçlü alternatiflerine rağmen kendi alanında rakipsiz görülüyordu. Ayrıca teknoloji yarışının ön saflarındaki şirketlerin ABD menşeli olması, tarihinde yeni bir dönemece giren Amerika için gurur ve güven vericiydi. Ancak Çin’in bir anda ortaya çıkıp güce ortak olduğunu göstermesi ve ChatGPT’nin tahtını sallamaya başlaması sadece 3 gün sürdü.
Reuters’ın bildirdiğine göre DeepSeek yeni ABD hükümetinin gündem konuları arasına hızla girdi. Habere göre Beyaz Saray’a dış politika ve ulusal güvenlik konularında danışmanlık yapan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, geçen hafta sonu Apple App Store’da zirveye çıkan DeepSeek uygulamalarının etkilerini incelemeye aldı. ABD ordusuysa ‘güvenlik ve etik kaygıları’ nedeniyle DeepSeek kullanımını tüm birimlerinde yasakladı. Öte yandan DeepSeek sunucuları pazartesi gününden bu yana ağır siber atak saldırılarına maruz kalıyor ve yeni kullanıcı kayıtlarında kısıtlamalar ve arama sonuçlarında takılmalar meydana gelebiliyor.
Düşük maliyetleri ve açık kaynaklı yapısıyla beğeni toplayan DeepSeek hakkında daha çok şey yazılıp çizilecek. Kesin olansa, gezegenin batısında doğan ve medeniyetin kaderini etkileyen yapay zekânın doğudan da yükselmesiyle dünyada yeni bir denge kurulmasının kaçınılmaz olacağı.
DeepSeek yanıtlıyor...
ChatGPT ile kıyaslandığı testlerde benzer performansa ulaşan ve bazı teknik uygulamalarda daha iyi işlev sunduğu söylenen DeepSeek’e üstün yanlarını sordum ve kendisini ChatGPT ile kıyaslamasını istedim. Sohbeti Türkçeye çevirme konusundaysa ChatGPT daha başarılı oldu: “ChatGPT gibi diğer yapay zekâ modelleri arasındaki seçim, özel ihtiyaçlarınıza bağlıdır. Gerçek zamanlı bilgi, maliyet etkinliği, özelleştirme veya çokdilli destek sizin için öncelikliyse benim daha iyi bir seçenek olmam mümkün. Ancak köklü ve genel amaçlı bir yapay zekâ modeli arıyorsanız, ChatGPT sizin için daha uygun olabilir.”