Uğur Vardan

‘Yazdık açık alınla...’

26 Ekim 2024
‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’ ilk yerli operamız ‘Özsoy’un mucizevi bir zaman diliminde (26 gün) yazılma, bestelenme ve sahneye konma sürecini anlatıyor. Yağız Alp Akaydın imzasını taşıyan filmde ana karakter Ahmed Adnan Saygun’u Salih Bademci, Atatürk’ü Ertan Saban, Münir Hayri Egeli’yi Ahmet Rıfat Şungar, Nimet Vahid’i Birce Akalay ve Zeki Üngör’ü de Okan Yalabık canlandırmış.

BİR CUMHURİYET ŞARKISI

◊ Yönetmen:
Yağız Alp Akaydın
◊ Oyuncular:
Salih Bademci, Ertan Saban, Ahmet Rıfat Şungar,
Birce Akalay, Melis Sezen, Şifanur Gül, Okan Yalabık, Mehmet Özgür, Burak Bilgili, Emre Karayel, Bensu Soral
Türkiye yapımı

DİKKAT ÇEKEN TARZ

Yazının Devamını Oku

Katilleri anlamak zorunda mıyız?

19 Ekim 2024
Adana Altın Koza Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan başkanlığındaki jüriden ‘En İyi Yönetmen’, ‘Jüri Özel Ödülü’ ve ‘En İyi Sanat Yönetmeni’ gibi ödüllerle taçlandırılan ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ huzurlarımızda. Burak Çevik imzalı yapım 1978’de yedi öğrencinin öldürüldüğü ‘Bahçelievler katliamı’ndan yola çıkarak inancı üzerine öldürmek ve ölmek meselesini masaya taşımayı hedefliyor.

Türkiye’nin her tarafına yayılmış bir ‘terör’ gerçeğinin hemen herkesin kapısına dayandığı, öğrencisinden biliminsanına, siyasetçisinden gazetecisine birçok değerin bu yolda hayatını yitirdiği o karanlık dönemde gerçekleştirilen vahşet dolu sayfalardan biriydi ‘Bahçelievler katliamı’. 8 Ekim 1978’de yedi Türkiye İşçi Partili genç, Ankara-Bahçelievler semtindeki evleri basılarak acımasız bir şekilde öldürüldü. Eylemi gerçekleştirenler ölüm cezasına mahkûm edildi. Fakat ölüm cezasının kaldırılması dolayısıyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası aldılar. Faillerden bir kısmı yakalandı, biri yurtdışında olduğu için adalet önüne çıkamadı. Kimi süreç içinde hayatını kaybetti, bazıları da belli sürelerde hapis yattı, sonrasında ilan edilen af yasalarına paralel olarak tahliye edildi. Olan hayatlarına kıyılan o gencecik insanlara oldu ve geride kalan yakınları, sevenleri, dava arkadaşları acılarıyla yaşamlarını sürdürmek durumunda kaldılar.

‘Tuzdan Kaide’, ‘Aidiyet’, ‘Unutma Biçimleri’ gibi yapıtlarıyla tanıdığımız genç kuşak yönetmenlerden Burak Çevik son çalışması ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’le bu tarihsel acıyı kurgusal bir yapımla perdeye taşımış. Film 1978 yılının Türkiye’sinde hem çıkardıkları derginin yeni sayısı için editöryal bir toplantı yapmak hem de içlerinden birinin doğum gününü kutlamak amacıyla buluşan beş solcu gencin kendi aralarındaki ideolojik tartışmalarıyla açılıyor. Topluluğun konuşmaları, sağın silahla mücadelesini sürdürdüğü bir düzlemde sadece yazılı ve sözlü siyaset yaparak karşı koyma üzerine bir minvalde ilerliyor. Derken içlerinden biri bakkala gittikten sonra kapı çalıyor ve içeri giren iki ülkücü, evdekileri esir alarak önce sözel bir hesaplaşmaya girişiyor. Sonra biri dışarıdaki ‘Reis’ lakaplı şeflerinden icazet almaya gidiyor ve dönüşte de
dört genç öldürülüyor.

Konusu kısaca böyle özetlenebilecek ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’i Türkiye’deki ilk gösteriminin yapıldığı Adana Altın Koza Film Festivali’nde izledim. Gösterim sonrası yapılan söyleşide yönetmen Burak Çevik genel olarak bu filmi çekme motivasyonunun, bir insanın inancı uğruna öldürmesi ve ölmesi meselesi üzerine eğilmek olduğunu belirtti (ki T24’te yayımlanan röportajında da aynı noktanın altını çizmiş). Tek plan formunda, tek bir mekânda çekilen film kimi kamera hamleleriyle anlatıyı ikiye bölüyor. İlk kısmında teorik tartışmalar eşliğinde ülkeyi ve dünyayı kurtarmaya çabalayan solcu gençler arasında geziniyoruz. İkinci bölümdeyse dava arkadaşlarının intikamını alma gerekçesiyle mekân basan ülkücüleri izliyor ve onların iç hesaplaşmalarına dalıyoruz.

‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ politik tarihimizin en kanlı katliamlarından birini alıyor ve yönetmeni, ‘kurgusal’ dokunuşlarla (başta öldürülen öğrenci sayısının yediden dörde indirilmesi gibi) bu acı sayfadan yeni bir okuma inşa etmeye çalışıyor. Böyle bir hakkı var mı? Eğer aynı tarih diliminde gezinen bağımsız bir öykü anlatsa ve filmine kendi söyleşileri kanalıyla ‘Bahçelievler katliamı’ notunu düşürmese etik açıdan daha doğru bir işe imza atmış olurdu diye düşünüyorum. Bunca insanın katledildiği bir vakayı katilin psikolojisini anlamak ya da aktarmak adına kimi oynamalarla perdeye taşımak bana doğru bir hareket noktası gibi gelmiyor. Çünkü film meseleyi sosyolojik ve tarihsel bir perspektife de tam olarak oturtmuyor. Şöyle ki bu katliam tek başına bir eylem değildi. Sinema yazarı arkadaşım Şenay Aydemir’in yazısında da belirttiği gibi Çorum ve Maraş katliamlarını kapsayan, 12 Eylül’e uzanan, sonrasında Sivas katliamlarında da sahaya sürülen, ‘Gladyo yapılanması’ adıyla tanımlanacak büyük bir duvar içindeki kanlı tuğlalardan biriydi bu olay.

KENDİME YAKIN HİSSETMEDİM

Anlatım ikiye ayrılmak suretiyle cinayetleri işleyen kanada da söz hakkı veriyor ve yönetmenin ‘katilin psikolojisi’ne eğilme hedefini yerine getiriyor. Bence işte bu noktalarda da problem başlıyor. Bizim gerçekten onca masumun kanına giren katilleri anlamaya ihtiyacımız var mı? Siyasal tarihimize baktığımızda aynı suçları işleyen onca, ‘insan’ demeye dilim varmayan mahlukatı biz niye anlamaya çalışalım? Bu profiller kendi ideolojileri doğrultusunda karşıt görüşten olanları yok etmek için hareket etti ve çoğu da sonradan ortaya çıktığı gibi ülkeyi germek, insanları birbirine düşürmek için çabalayanların maşası olarak kullanıldı. Cezasızlık hali ve sırtlarının sıvazlanması gibi motivasyonlarla da bütün bu suçlara hakları olduğu kanısıyla hareket ettiler. Bu topraklarda çok uzun süredir hâkim olan ‘öteki’ye, kendinden olmayana nefret ve bu nefretin şiddete dönüşmesi bence çok da derin anlamlar barındırmıyor. Zaten bütün bu saiklerden beslenen refleksler süreç içinde kadına, çocuğa, hayvana şiddeti gündelik hayatımızın bir parçasına dönüştürdü.

Yazının Devamını Oku

Karanlık bir dünyaya atılan yumruklar

12 Ekim 2024
‘Dengeler’ bir sokak boksörü olan Ferit Kamacı’nın ayakta kalmak için çabalarken mafyanın hedefi olmasını ve bir intikam mücadelesine girmesini anlatıyor. Süleyman Mert Özdemir imzalı yapım dinamik bir anlatıma ve kurguya sahip.

Doğumu sırasında annesi vefat ettiği için babasıyla her daim mesafeli bir ilişkisi olan Ferit Kamacı, profesyonel boksör olmak istemiş ama bu hedefini gerçekleştirememiş bir gençtir. Ama bu spora olan tutkusunu zaman zaman sokaklarda, illegal ortamlarda boks yaparak tatmin eder. Öte yandan eşi hamile olan taksici abisine de yardım amacıyla geceleri çalışır. Lakin yeni bir gece kulübünün açılışı dolayısıyla gösteri maçı yapmak için çıktığı ringde profesyonel bir boksörü yenince karışıklık yaşanır. Ferit’in yenilmesi üzerine para yatıran mafya şefi sonuca isyan eder, ortalık kana bulanır. Peşi sıra yakın dönemli bir hesabı kapatmak isteyen kulüp sahibinin hamlesi ailesine büyük bir acı yaşatır. Ferit sevdiği kadınla birlikte hem kendi geleceğini kurtarmak hem de intikam almak durumundadır.

GAİN adlı platformda gösterilen ve çok tutulan bir dizinin (Dengeler: Biri Olmak) sinema versiyonu olan ‘Dengeler’in konusu özetle böyle. Yönetmenliğini Süleyman Mert Özdemir’in üstlendiği yapıma dinamik bir anlatım ve kurgu hâkim. Öykü aynı zaman düzleminde üç ayrı karakterin; Ferit’in, küçük çaplı mafya şefi İlyas’ın ve Ferit’in ‘Alamancı’ akrabası Babür’ün cephesinden anlatılıyor. Nihayetinde bu üçlü aktarım, ana arterde birleşiyor ve parçalar tamamlanıyor.

Film, arka planında sınıfsal olarak toplumsal piramidin alt noktalarında seyrederken hayata dürüstlük ve inanç bağlamında tutunan insanları perdeye taşıyor. Onların karanlık bir dünyanın içine çekilmesine ait bir hikâye anlatıyor. Genel manzara itibariyle İngiliz suç filmlerini andıran ‘Dengeler’, aksiyona itibar eden bir anlayış ve hüzünlü görünen ama ilk elde hemen silaha başvuran, başvurmak zorunda kalan karakterlerle ilerliyor. Bu açıdan izlenmesi yer yer zevkli. Fakat ben öykünün bağlandığı yeri, genel gidişata göre pek mantıklı ve manalı bulmadığımı belirtmeliyim.

DENGELER

◊ Yönetmen:

Yazının Devamını Oku

‘Palyaço’ gerçek yüzüyle hesaplaşırken

5 Ekim 2024
İlki çok ses getiren ve başrol oyuncusu Joaquin Phoenix’e En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar kazandıran 2019 tarihli ‘Joker’ın devamı ‘Joker: İkili Delilik’te kimi müzikal dokunuşlar eşliğinde hem bir aşk hikâyesi anlatılıyor hem de ana karakterin Mesih mi katil mi olduğuna dair sorunun cevabı aranıyor. Filmde Phoenix’e Lady Gaga eşlik ediyor.

Acımasız bir dünya içinde kıyıda kalmış, ezilmiş, yıpranmış, yok sayılmış bir tutunamayan. Şiddetin sarıp sarmaladığı bir yapı karşısında nihayet o da sahne alır, elini kana bular ve beş kişinin canına kıyar. ‘Batman evreni’nin en belirgin kötüsü olarak bildiğimiz Joker’ı farklı bir profil eşliğinde sunan 2019 yapımı Todd Phillips imzalı film büyük ilgi görmüş hatta ana karakteri canlandıran Joaquin Phoenix, En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar’a uzanmıştı.

Beş yıl sonra gelen devamı ‘Joker: İkili Delilik’te (Joker: Folie à Deux) öykü Joker ya da gerçek adıyla Arthur Fleck’in akıl hastalarının bulunduğu Arkham Eyalet Hastanesi’nde müşahade altında tutulurken cinayetlere ilişkin yargılamayı bekleme sürecine ve hâkim karşısına çıkma aşamasına odaklanıyor. İlkinde olduğu gibi yönetmen Phillips’le birlikte Scott Silver’ın kaleme aldıkları senaryoda hem bir aşk hikâyesi hem de ilk filmde sunulan profile ilişkin hesaplaşma var. İlk adımda başarısız bir palyaço olan Fleck nihayet kendisini ezen sisteme başkaldırıp bir anlamda eylemlerine destek olanlarla birlikte dünyayı yakıyordu! Ama asıl problemi sonsuz yalnızlığıydı. Bu kez hastanedeki müzik terapi sınıfında daha ilk görüşte ilgisini çeken Lee Quinzel’a karşı derin bir aşk besliyor ve böylece hem yalnızlığına son veriyor hem de dünyayı yakarken yanına son derece sadık bir partner alıyor.

 

AHLAKEN DOĞRU YERDE

Film ‘Belleville’de Randevu’suyla tanıdığımız Sylvain Chomet imzalı eski usul bir çizgi filmle açılıyor. Burada Joker’e ilişkin ‘çıkan kısmın özeti’ tadında bir bölüm izliyoruz. Sonrasında canlı aksiyona geçildiğinde Jackie Sullivan adlı başgardiyan yönetimindeki grubun Arthur’a her fırsatta mezalim yaptığı hastane ortamına dahil oluyoruz. Öte yandan avukatı Maryanne Stewart ise savunusunu kişilik  ölünmesi üzerine kurmaya çalışıyor ve bütün cinayetleri Joker’ın işlediğini, Arthur’un suçsuz oldu-
ğunu kanıtlamayı hedefliyor. Bu denklem için de müvekkilini iknaya çabalıyor. Başsavcı Harvey Dent kanadıysa ortada bir delilik olmadığı kanısında ve verilecek cezanın idam olmasını istiyor. Arthur ise aşkı bulmanın coşkusu içinde yeni bir umut ve yaşam sevinciyle mahkemenin yolunu tutuyor.

‘Joker: İkili Delilik’ başlarda Milos Forman’ın klasiği ‘Guguk Kuşu’nu çağrıştıran hastane ortamından kesitler sunarken sonrasında tanıklar, cinayetlerin hatırlatılması, doktor görüşü vs. yanlarıyla bir mahkeme salonu dramasına dönüşüyor. Kamerasını bu türden hukuki dinamikler üzerine yönelten filmlerin giderek sıkıcılaşma olasılığı yüksektir. Phillips, böylesi bir tehlikenin filmini bütünüyle olmasa da yer yer ‘müzikal’ bir havayla donatarak üstesinden gelmiş sanki. Birçoğu popüler romantik şarkılardan oluşan repertuvar Arthur ve Lee tarafından seslendirilirken hem ikili arasındaki ilişki derinleştirilmiş hem de genel gidişattan koparılarak kostümler eşliğinde çekilen kurgusal sahneler filme özel bir renk, hava ve ruh katmış… Kabare gösterilerini ve geçmişin varyete programlarını andıran şovlar cabası…

Yazının Devamını Oku

Roma bir günde yıkılmadı!

28 Eylül 2024
Francis Ford Coppola’nın 40 yıllık hayalinin ifadesi olan ‘Megalopolis’ iktidar tutkusu, ihtiraslar, yozlaşma, halktan kopma, her tarafı saran bir çürüme gibi unsurlar eşliğinde eski Roma göndermeleri üzerinden insanlığın şimdiki zamandaki çıkışsızlığına ve aynı zamanda geçmişten alınamayan derslere vurgu yapıyor. Film etkileyici görselliğine rağmen öykü bazında didaktik olmanın ötesine geçemiyor.

İsmi itibariyle Antik Roma’ya selam gönderen ve modern bir silüete sahip, fazlasıyla New York’u andıran bir şehir… Belediye Başkanı Franklyn Cicero’nun yönetimindeki kent çürümenin, yozlaşmanın ifadesine dönüşmüş. Mimar Cesar Catilina, ‘Megalon’ adlı gizemli bir madde keşfetmiştir ve buluşuyla yepyeni bir şehrin inşasına dair bir çabaya soyunur. Cicero, bu hamleye karşı dururken kızı Julia, Cesar’a âşık olmuş ve adeta cephe değiştirmiştir…

‘Megalopolis’ sinemanın yaşayan efsanelerinden Francis Ford Coppola’nın üzerinde yaklaşık 40 yıldır çalıştığı bir projenin nihayetinde sinemada vücut bulmuş hali. 120 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen söz konusu çalışma, distopik bir ortamda geçen ve ütopik bir çabayla birlikte gidişatın değiştirilmesi yönündeki bir ana karakter eşliğinde ilerliyor. Cesar’ın amcası Hamilton Crassus III yörenin en zengini ve yeğeniyle gizli bir ilişki yaşayan ihtiraslı TV sunucusu Wow Platinum’la evlilik hazırlıklarında. Ayrıca sinsi bir karaktere sahip kuzen Clodio Pulcher de bir yandan gözünü iktidara dikmiş belediye başkanını devirmenin hem de yeteneklerini kıskandığı Cesar’ın yolunu kesmenin derdinde.

Coppola, eski Roma’nın ihtişamlı görüntüsüne rağmen nihayetinde yıkılıp tarih sahnesinden silinmesinden yola çıkarken bu sona doğru ilerleyen sürecin (halkını göz önüne almayan yönetici sınıf, onca yoksulluğa rağmen partilerle, şenliklerle gününü gün edenler, sokaklarda giderek kabaran öfke, isyan vs. gibi) dinamikleriyle donattığı öyküsünde referansları geçmişten alınmış modern bir insanlık dramı anlatmaya çalışmış.

Film görsel açıdan son derece ışıltılı lakin anlattıkları çok eski. Hoş bu eskilikte bir sorun yok. Çünkü insanlığın uygarlık yürüyüşünde yeni durakların sayısı ne yazık ki çok az ve aynı sularda debelenip duruyoruz. İktidarı ele geçirenler koltuğa oturduktan bir süre sonra ezen ve ezilen denklemindeki yerlerini alıyor ve öncekilerden pek farklı olmadıklarını gösteriyorlar. Hele ki iktadardaki süreler uzayınca bütün defolar ortaya çıkıyor.

Coppala sinemayla ilgisi olan herkesin mutlaka uğradığı bir büyük noktadır. Mesela ‘Baba’ (The Godfather) üçlemesinin en azından ilkini seyretmemiş olan var mıdır? Daha ileri gidelim; Onun ‘Kıyamet’ (Apocalypse Now), ‘The Conversation’, ‘The Rain People’, ‘Yürekten Biri’ (One from the Heart), ‘Sokaktakiler’ (The Outsiders). ‘Siyam Balığı’ (Rumble Fish), ‘Taş Bahçeler’ (Gardens of Stone), ‘Bram Stoker’s Dracula’ gibi yapıtlarından mahrum bir sinema tarihi ne kadar da eksik görünürdü. Ve fakat ‘Megalopolis’ 40 yıllık bir bekleyişi pek de karşılayabilecek bir yapıt değil. Yukarıda bahsettiğim gibi eski fikirleri yeniden inşa ederek çekilmiş bu ‘kıssadan hisse’, görsel açıdan üst noktalarda gezinirken ne yazık ki metin alabildiğine didaktik ve mesajları da sığ olmuş. The Guardian yazarı ‘üstat’ Peter Brad-
shaw’ın da altını çizdiği gibi ‘Megalopolis’, ‘tutkusu olmayan bir tutku projesi’ çizgisinin ötesine geçememiş.

Cesar’ı Adam Driver’ın, Başkan Cicero’yu Giancarlo Esposito’nun, kızı Julia’yı Nathalie Emmanuel’in, sunucu Wow Platinum’u Aubrey Plaza’nın, Clodio Pulcher’i Shia LaBeouf’un, zengin Crassus’u Jon Voight’un canlandırdığı yapımda Laurence Fishburne, Talia Shire, Dustin Hoffman gibi isimler rol alıyor. Ne var ki bu göz alıcı kadro yönetmenin tercihleri nedeniyle genel anlamda karikatürize performanslar sunmaktan öteye gidemiyor.

Yazının Devamını Oku

Adana’da film şöleni başlıyor

23 Eylül 2024
Çukurova’da şenlik bugün başlıyor. Bu yıl 31’incisi düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali dolayısıyla 22 ülkeden 125 yönetmenin toplam 117 filmi sinemaseverlerle buluşacak. 29 Eylül’e kadar sürecek organizasyonun en dikkat çekici bölümü olan ‘Ulusal Uzun Film Yarışması’na katılan yapıtları Nuri Bilge Ceylan başkanlığındaki jüri değerlendirecek.

Festival rüzgârı önce Ayvalık’la start almıştı, bugün itibarıyla da ülkemizin en köklü sinema şenliklerinden Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali başlıyor.
Bu 31’inci kez gerçekleştirilecek organizasyon boyunca 22 ülkeden 125 yönetmenin toplam 117 filmini sinemaseverlerin karşısına çıkacak.
Festivalin bu yılki ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ Polonyalı usta yönetmen Jerzy Skolimowski’ye verilecek.
‘Onur Ödülleri’ sinema ve tiyatro oyuncuları Demet Akbağ ve Uğur Polat’a, ‘Orhan Kemal Onur Ödülü’ de sinemamızın üç emekçisine; Muzaffer Hiçdurmaz, Güler Ökten ve Mazlum Kiper’e takdim edilecek.
Ödüller bu gece saat 20.00’de başlayacak ‘Açılış töreni’nde sahipleriyle buluşurken Merkez Park’ta töreni Volkan Severcan sunacak ve gece Nilüfer’in vereceği konserle sonlanacak.



Yazının Devamını Oku

'Yeryüzünde yalnız gezen yıldızlar'

21 Eylül 2024
‘En Sevdiğim Pastam’ yıllardır yalnız bir hayat sürdüren 70 yaşındaki bir kadının, tesadüfen farkına vardığı aynı yaştaki bir taksiciyle birlikte bir gece boyunca gelişen ilişkisini anlatıyor. Maryam Moghadam-Behtash Sanaeeha ikilisinin ortak imzasını taşıyan yapım mutluluk, aşk arayışı, yaşlılığın kendine özgü zorlukları gibi konularda dolaşırken arka planında da İran’daki molla rejiminin halkına reva gördüğü zulmü, kadınların hayatlarına yönelik baskıları da perdeye taşıyor.

Eşini 30 yıl önce kaybetmiş emekli hemşire Mahin’in çocukları ve torunları yurtdışındadır. Geceleri onu uyku tutmaz, sabahları ısrarla erkenden arayan arkadaşını azarlar, kızıyla görüntülü konuşur, çok sevdiği bahçesini sık sık sular, pazara gider, kendi yaş kuşağından arkadaşlarını evine davet eder, onların erkekler ve kendi sağlık problemlerine ilişkin laflamalarına katılır, espri yapar vs. Günleri bu rutin içinde geçen 70 yaşındaki bu kadın birdenbire yalnızlığı kırma yolunda hamle yapmaya karar verir. Önce parka giderek oradaki görevliden yaşlı erkeklerin spor yapma zamanını öğrenmeye çalışır. Sonra ordudan emekli olma karşılığında kendisine verilen kuponları kullanmak üzere uğradığı lokantadaki masalardan birinde yapılan muhabbette yalnız olduğunu öğrendiği adamın peşine takılır. Bu kişi yaklaşık 20 yıldır taksicilik yapan Faramarz’dır. Mahin onu işi bitene kadar taksi durağında bekler ve akşama doğru döndüğünde de evine bırakmasını ister. Yolculuk esnasında kartlarını açar ve iki yalnız olarak yeni bir dostluğun kapısını aralama yolunda adımlar atar. Faramarz da karşıdan gelen teklifi kırmaz ve nihayetinde aynı yaşlardaki bu iki insan için o gece başlayan sımsıcak bir ilişki gelecek adına sağlam bir hale doğru evrilmektedir. Ama derken…

Maryam Moghadam-Behtash Sanaeeha ikilisinin bu yıl ilk kez Berlin’de seyirciyle buluşan yapıtları ‘En Sevdiğim Pastam’ (Keyke Mahboobe Man) İran sinemasından gelen, son derece içten duygularla yoğrulmuş, gözlem gücü yüksek bir çalışma. Film uzun süre ana karakteri Mahin’in kurduğu yalnızlık kozasını yine kendi azmiyle delmesini, yıllardır geriye çekilerek kaçırdığı ya da uzak durduğu mutluluğu inşa etme çabasını, başarılı bir tempo, ritim ve matematiği güçlü bir senaryoyla yansıtıyor. Filmin ana ekseninde elbette saadet, huzur, aşk arayışı, yaşlılığın kendine özgü zorlukları, insana yüklediği sınırlar var. Ama bence filmin en önemli yanlarından biri, arka plandan yansıyan İran’daki bireylerin özgürlüklerini, temel haklarını kısıtlayıcı, insanlığın ortak değerlere ket vuran faşizan zulüm sistemi.

Hikâyenin ilk kısmında parka giden Mahin, burada saçının uçları göründüğü için ahlak polisi tarafından gözaltına alınan genç bir kızı kurtarmak için hamle yapar. Polisin sert tutumu, diğer kızların yalvarması derken gözaltı sayısının ekip otosunun haddini aşmasıyla kurtarmaya çalıştığı kız serbest kalır. Burada Mahin kendisinin de yeni yeni farkına vardığı bir şeyi yanındaki gence aktarır: “Ne kadar itaatkâr olursan seni o kadar baskıda tutarlar.” Ve daha önemlisi, mendebur bir rejime ilişkin bir başka noktanın altını çizer: “Ne zaman rahat bırakacaklar bizi?”

 

EN SEVDİĞİM PASTAM

◊ Yönetmen:

Yazının Devamını Oku

Sonbahar demek festival demek...

17 Eylül 2024
Sonbaharla birlikte yüzünü gösteren festivaller serisinin ilki yarın Ayvalık’ta başlıyor. 22 Eylül’e kadar sürecek etkinlikte birçok yapım seyirciyle buluşurken film ekipleriyle söyleşiler gerçekleştirilecek, paneller ve atölye çalışmalarıyla yedinci sanatla dolu günler yaşanacak. Festival dahilinde Francis Ford Coppola’nın ‘Megalopolis’i dahil 20 film Türkiye’de ilk kez Ayvalık’ta izleyici karşısına çıkacak.

Malum, sonbaharla birlikte film festivalleri de gün yüzüne çıkar... Bu yıl da aynı heyecanlı ve zevkli takvimin ilk startı bugün itibarıyla veriliyor.
Takvimin ilk basamağında Ayvalık var.
Seyir Derneği tarafından Ayvalık Belediyesi iş birliğiyle düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali seyircisiyle buluşmaya hazır.
Bu akşam Ayvalık Belediyesi Büyük Park Amfitiyatro’da düzenlenecek açılış gecesiyle başlayacak etkinlik 22 Eylül’e kadar sürecek...
Kadın hikâyelerinin ağırlıkta olduğu, zorunlu göçmenliğin, gönüllü göçmenliğin, yerinden edilmenin, geri dönmenin,
anne-baba ile bitmeyen ilişkinin dikkat çektiği bu yılki festivaldeki bölüm başlıkları şöyle:
‘Doğulmaz-Olunur’, ‘Farklı Gözle Bakanlar’, ‘Sinemanın Yazarları’, ‘Büyükler İçin Animasyon’, ‘Gidecek Yer Yok’, ‘Gitmesek de Görmesek de...’, ‘Doğa Diye Bir Şey Kalmadı’.

Yazının Devamını Oku