Uğur Gürses

Hazine sistemden para çekerken faiz düşer mi?

24 Haziran 2017
SON dönemde Ankara’dan bankalara faizleri düşürmeleri konusunda uyarıcı bir ‘telkin’ geldi. Uyarıcı telkin dediysek “bu son çağrı” denilerek, ‘aba altından sopa’ gösterilerek. Bunun arkasında şöyle bir zihinsel mekanizma olmalı; ‘kredi faizleri düşmek bir tarafa yükseliyor, bunun kaynağı da mevduat. O zaman bankalar, mevduat faizlerini düşürsünler ki kredi faizleri de düşsün’.

Başbakan Binali Yıldırım, “Bu hareketten önce son çağrıdır. Tren kalkıyor hareketten önce son çağrıyı yapıyorum. Ya adam gibi makul bir faiz oranını benimsersiniz ya da bunun da tedbirini alırız. Bankacılarımız tehdit olarak algılamasın. Elimizde araçlarımız var” diyerek bankalara ‘uyarıcı telkini’ yaptı. Nitekim 24 saati dolmadan devlet elindeki kurumların ‘sopası’ hatırlatıldı. Rekabet Kurumu’nun devreye alınabileceği, bankalara ceza yazılması potansiyeli “aba altındaki araçlar” olarak hatırlatıldı. 

Hükümet gıda fiyatları artıyor diye gıda üreticilerini ‘dövmeye’ kalksa nasıl olurdu? Ekonomiyi yönetmeleri beklenen siyasetçiler, önceleri arz ve talepte ne olduğuna bakmadan, dağıtım kanallarındaki tıkanıklık ve kayıpların ne olduğuna eğilmeden gıdadaki fiyat artışlarını ‘bir takım spekülatörlerin işi’ diye tanımlanıyordu, sonra ithalat yaparak arz eksiğini kapatmak ve fiyatların gerilemesini sağlama peşine düştüler.

Ama nedense mevduat ve kredi faizleri söz konusu olduğunda, finansal sistem için “acaba arz mı (mevduat) yetersiz, talep (kredi) görece çok hızlı mı arttı? Kaynak açığı mı var? Devlet hazinesinin etkisi var mı?” diye sorulmuyor.

Ekonomi politikası uzun vadeli bir açıyla yönetilmiyorsa ortaya çıkan sorunlarda bir “düşman” yaratıp “dövmek”, “sürücünün” sorumluluğu azaltmıyor.

Son 6 ayın hikayesi basitçe şöyle; kredi artışı sağlayacak tüm kamusal politikalar yürürlüğe konuldu, devlet garantileri sağlandı ve bankalar teşvik edildi. Sonuç da alındı. Krediler hızla arttı. Sayılar şöyle: Yılbaşından 16 Haziran haftasına kadar olan dönemde TL krediler 160.7 milyar TL artmış. Artış hızı yüzde 14.5 olmuş. Aynı dönemde TL mevduatlar 37 milyar artarken, oranı ise yüzde 4.4 olmuş. Yani mevduat artışı kısa kalmış.

“Ekonomiye giriş” dersine henüz gelmeden basit aritmetik bize söylüyor zaten; arz açığı, arz eksiği olan, arzı yavaş artan ürünün fiyatı yükselir. Ankara siyaseti bankalara “kredide doludizgin koşun” derken, kaynağının nereden geleceğini düşünmüş müydü? Ayrıca Ankara’dan bankalara sopa gösteren siyasetçi olsaydım; önce Hazine bakanına sorardım: “Bizim hiç mi günahımız yok bu faizlerde?” diye.

Ankara bankalara sopa gösterirken, kamu finansmanında da benzer biçimde nakit harcamalar hızla artarken, nakit gelir aynı hızda artmıyor. Çok belirgin biçimde kamu borçlanması hızlı artıyor. Kamu iç borçlanmalarının iç borç anapara geri ödemelerine oranına bakılırsa mevduat faizlerinin neden yüksek olduğu da görülebilir.

Yazının Devamını Oku

‘Altın’da ne var?

21 Haziran 2017
Altın ihracat ve ithalatında yaşananlar dikkat çekici. Birleşik Arap Emirlikleri’ne son bir yılda Türkiye’den yapılan altın ihracatı yaklaşık 95 tona ulaştı. İthalat ise 122 tona. Nisan 2017 baz alınırsa son 12 ayda 122 ton ithalat ve 95 ton ihracatın 70 tonluk bölümü Trump’ın kazandığı kasımdan bu yana yapıldı.

TÜRKİYE’nin altın ticaretinde tuhaf bir tablo belirdi yine; Kasım 2016’dan bu yana Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yapılan külçe altın ihracatı ve ithalatı bu tuhaflığın tam da odağında.

Mayıs ortasında ekonomi gazetecisi Zülfikar Doğan, Al-Monitor sitesinde dikkat çekmişti. Ardından da önceki gün Dünya’da Alaattin Aktaş yazdı. Doğrusu birkaç aylık veriyi bekleyip bunun bir eğilime işaret edip etmediğini bekleme eğilimindeydim. Ancak geçen hafta TÜİK nisan ayına ait dış ticaret ayrıntılarını yayınlayınca elzem oldu.

Ne olduğundan önce kısa bir altın bağlantılı arka planı anımsatalım. ABD ve AB tarafından İran’a 2010’da ticaret ambargosuyla başlayıp, 2012’deki uluslararası ödeme sistemi Swift’e uzanan bir blokaj uygulanmıştı. Ne ödeme kabul edip, ne de ödeme yapamayan İran, altın sevkiyatı ile bunu aşarak ambargoları delmeye çalışmıştı. Bir merkez Türkiye iken, diğer merkez de Birleşik Arap Emirlikleri olmuştu. ABD 2013 Temmuz ayından itibaren İran’a altın ihracatı ambargosu koyunca, hareket bitmiş görünmüştü.

Tuhaflık şurada; Türkiye’ye bir yandan külçe altın ithalatı yapılırken, diğer yandan külçe altın ihracatı yapılıyor. Nereden? Yine Birleşik Arap Emirlikleri’nden.

Külçe altın ihtiyacının üç temel kaynağı var; biri mücevher imalatı, diğeri ise değer saklama. Üçüncü yolu ise yakın zamandan biliyoruz; bir ödeme aracı olarak kullanmak.

TÜİK verilerinden hesapladığım hali ile;  Temmuz 2013’ten Nisan 2017’ye kadar olan 45 ayda Türkiye’nin külçe altın ithalatı kabaca 630 ton. Aynı dönemdeki külçe altın ihracatı ise 556 ton. Yani net ithalat kabaca 75 ton.

Bu altın hareketinin önemli bir bölümü BAE ile yapılmış; aynı dönemde 256 ton ithalata karşılık, 135 ton ihracat yapılmış. BAE ile net ithalat kabaca 122 ton: Yaklaşık 3 milyar dolar.

Yazının Devamını Oku

Merkez altın almaya başladı

17 Haziran 2017
25 yıldır kendi mülkiyetinde olan altın rezervini 116.1 ton seviyesinde tutan Merkez Bankası, mayıs ayının ortasından itibaren altın almaya başladı. Merkez Bankası, ardı ardına 5 haftada toplam 450 milyon dolarlık altın aldı ve kendi mülkiyetindeki altını 127 tona çıkardı.

 MERKEZ Bankası’nın ‘kendi mülkiyetinde’ olan altın rezervi neredeyse çeyrek yüzyılı bulan bir süredir hiç değişmedi; 116 ton 103 kilo uluslararası standartta külçe altın miktarı olduğu gibi korundu. Bu altınların bir bölümü yurtdışı merkez bankalarında, bir bölümü yurtiçinde tutuluyor.
Kendi mülkiyetinde olmayan kısmı, bankalarca yatırılması gereken zorunlu karşılıklar yerine altın getirme olanağı sağladığı için, bankalar tarafından Merkez Bankası’na yatırılan kabaca 320 ton civarındaki altınlardan oluşuyor. Böylece bankanın toplam altın rezervi bilançosunda 440 tona yakın görünüyordu. Ama kendi mülkiyetinde olan bölümü sadece 116.1 tondu. Merkez Bankası mayıs ortasından itibaren çeyrek yüzyıllık rezerv politikasını değiştirmiş görünüyor. Kendi mülkiyetinde olan uluslararası standarttaki altın rezervlerini, 116.1 tondan, 127 tona çıkardı. Mayıs ortasından itibaren her hafta 1-3 ton arası altın satın alarak rezervlerini artırıyor.

Merkez Bankası 12 Mayıs haftasında 3.6 ton altın alarak başladığı alım operasyonunu, ardı ardına 5 haftadır sürdürüyor. En son 9 Haziran haftası satın aldığı ilave 3 ton altınla; 5 haftada toplamda 11 ton altını rezervine eklemiş oldu. Böylece kendi mülkiyetinde olan altın rezervlerini 127 tona çıkarmış oldu. Bu, kendi mülkiyetinde olan altın rezervlerini kabaca yüzde 10 artırması demek. İlave satın aldığı altınların değeri yaklaşık 450 milyon dolar.

5.2 MİLYAR DOLAR EDİYOR

Banka döviz varlıklarını azaltarak yerine altın alabilir, ya da tersini yapabilir. Bankanın brüt altın rezervi 18.1 milyar dolar, swaplar dahil brüt döviz rezervi de 94.8 milyar dolar. Bankanın yükümlülükleri (borçları) düşülürse net rezervleri şöyle: 9 Haziran itibariyle banka mülkiyetinde olan net 116.1 ton altının değeri 5.2 milyar dolar iken, net döviz rezervi de swaplar dahil 28.4 milyar dolar seviyesinde. İşte banka bu 28.4 milyar dolarlık net döviz varlıklarından bir bölümünü şimdi altına kaydırıyor.

Merkez Bankası’nın rezervinde tuttuğu ve yaklaşık 20 yılı aşkındır değiştirmediği altın miktarını artırması, arızi bir durum değilse rezerv politikasında değişiklik anlamına geliyor. Altın rezervi artırım kararının jeopolitik risklerin artacağı varsayımı ile yapılıp yapılmadığı soru işareti.

Yazının Devamını Oku

Fed sıkılaşırken Merkez durdu

16 Haziran 2017
MERKEZ Bankası 5 aydır faizleri değiştirmeden ama ‘geçici’ bir pencerede yüksek tuttuğu faizlere dokunmadı dün. Açıklamada özetle şunu söylüyor; iktisadi faaliyette toparlanma güçleniyor ama enflasyonda “gıda fiyatlarında beklenen kısmi düzeltmeninin sınırlayıcı etkisine rağmen” enflasyonun bulunduğu yüksek seviye fiyatlama davranışına ilişkin risk oluşturuyor. Bu yüzden sıkı para politikası duruşu korunacak.

Merkez Bankası gevşetme öncesinde mi temkinli, yoksa Fed’in önceki gün açıkladığı bilanço daraltma planının getireceği dalgaya ‘bekle gör’ temkininde mi? Anlaşılmıyor.

İşin doğrusu şu; Merkez Bankası enflasyon hangi seviyeye kadar düşerse sıkı para politikası duruşunu gevşeteceğini bize söylemiyor. “Enflasyonda belirgin bir iyileşme sağlanana kadar” ne demek? Yıllık yüzde 12’den yüzde 8’e gerilemesi mi? Bu geçmişte de öyleydi. Enflasyon hedefi yüzde 5 olan Merkez Bankası, geçmişte de çekirdek enflasyon yüzde 9.50’den yüzde 7’ye kadar inerken faiz indiriyordu. Bu bazı temel kabul edip, sonra da gıda fiyatlarındaki dalgalanma ile enflasyonun çift haneye vurmasıyla,  enflasyonda gıda fiyatlarındaki artışı öne çıkarıyordu.

Asıl hikayeyi, bir yandan önceki gün faiz artıran Fed ilan etti. Fed gümbür gümbür geliyor; bilanço küçültmeye başlayacak. Olasılıkla eylül ayında başlanacak. Ne mi olacak? Fed faizi yıl sonuna kadar en az bir 0.25 puan daha artıracak görünüyor. Ama en ‘acı plan’, Fed’in bilanço küçültme planını beklenenden önce ortaya sermesi oldu.

Asıl bizim gibi hem ödemeler dengesinde döviz açığı olan, finansmanını da kısa vadeli girişlerle yapan, son 10 yılda yüksek döviz borcu yığan özel kesimi olan bir ülke için böyle bir yüksek bir enflasyonla Fed’in eylül manevrasını karşılamak “Alice harikalar diyarında” dedirtiyor.

Fed şundan önemli; 4.5 trilyon dolara ulaşan bilançosunu küçültme planına bu yıl başlayacak. Bilançosundaki kağıtları ilk üç ayda aylık 10’ar milyar dolar azaltarak başlayacak, bu azaltılan tutara her üç ayda 10’ar milyar dolar eklenerek aylık 50 milyar dolara ulaşana kadar devam edecek. Bir yılda 300 milyar dolarlık kağıt azaltacak demek. Yani Fed eylülden itibaren bir yıllık sürede piyasadan 300 milyar dolar likidite çekecek. İzleyen 12 ayda ise bu 600 milyar dolara çıkacak. Herhangi bir değişiklik olmazsa iki yılda Fed’in 4.5 trilyon dolarlık kağıt portföyünden yaklaşık 900 milyar dolar azalacak. Fed bilançosunun uzun vadede 1-1.5 trilyon dolara gerileyeceği varsayılırsa ilk bir yılda, azaltılacak miktar kabaca varlıkların yüzde 10’u demek. Özetle, aşırı düzeydeki küresel likidite bolluğu katlı biçimde azalacak.

Bizim gibi ülkeleri etkileyecek olan, faizden çok miktar daraltması olacak; zira uzun vadeli faizi de etkileyecek olan piyasadaki dolar likiditesindeki azalma olacak.

Merkez Bankası’nın bırakın ‘fırsatını bulduğunda’ faiz indirmesi, bu gelecek tablosu içinde tersine dün faizleri yükseltmeye devam etmesi gerekiyordu.

Bugünkü faizleri bile yüksek bulup, potansiyel bir artışa da “faizleri artırırsak büyümeyi vururuz” diye düşünenlere de şunu anımsatmak gerekiyor; geçen yıl ilk çeyrekte Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği paranın ortalama faizi yüzde 8.98’miş, bu yıl ilk çeyrekte yüzde 10.1 olmuş. Yani kabaca 1 puanlık bir artış olmuş. TÜİK sayılarına göre; geçen yıl ilk çeyrekte yüzde 0.7’lik bir hane halkı tüketimi artışı olurken, bu yıl hane halkı tüketimi yüzde 5.1 artmış. Oysa sorun enflasyonda; geçen yılın aynı dönemindeki toplam çekirdek enflasyon yüzde 0.7 iken, bu yıl 2.5 puanlık bir çekirdek enflasyon var.

Yazının Devamını Oku

Büyüme neden şaşırtıyor?

14 Haziran 2017
PAZARTESİ günü ilk çeyreğin büyüme oranı açıklandığında doğru tanımlama “şaşırtan büyüme” idi.

Şaşırtıcı olmasının iki boyutu var; birincisi ekonomist ve analistlerin beklentilerinin ötesinde yüksek gelmesi. İkinci boyutu ise ekonomideki diğer verilere bakınca “nasıl oluyor da büyüme bu kadar yüksek çıkıyor?” sorusunu sordurması.

Verilere bakınca ilk akla gelen şuydu; “büyümeyi doğru ölçüyor muyuz?”. Yüzde 5’lik ilk çeyrek büyümesinin kaynaklarına bakarak sorular çoğaltılabilir.
Örneğin farklı bir seri olan sanayi üretimi verilerine bakarsanız yılın ilk üç ayındaki sanayi üretim artışı ortalaması yüzde 1.7 iken pazartesi açıklanan birinci çeyrekteki sanayi sektörü katma değer artışı yüzde 5.3 olmuş. Kaldı ki sanayide ihracata çalışan şirketlerin payının büyük olduğu çok açık.

Bir başka örnek; milli gelir içinde yüzde 21 gibi en yüksek ağırlığı olan hizmetler kesiminin katma değer artışı yüzde 5.2 olmuş. Bu büyüme oranı, 2016’nın birinci çeyreğindeki yüzde 2’lik büyümeye göre hatırı sayılır bir büyüme. Bu sektör kategorisi içinde; toptan ve perakende ticaret, ulaştırma ve depolama, konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetleri yer alıyor. Dükkanların kapandığı, turizmin en kötü dönemini yaşadığı bir dönemdeki katma değer artışının yüzde 5.3 olması tabii ki şaşırtıcı geliyor.

Yazının Devamını Oku

Rehavetin ‘meyveleri’ bitmez

10 Haziran 2017
EYLÜL ayında kredi dereceleme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin kredi notunu yatırım sınıfından spekülatif sınıfa indirince, Ankara’dan gelen tepkilerden biri “vız gelir tırıs gider” olmuştu. Oysa göstere göstere gelen bir indirim varken, buna karşı adım atılması gerekiyordu; umursanmadı. Şimdi sonuçlarını, yani “meyvelerini” topluyoruz.

Basit bir hesapla; 2016 Eylül ayında not indiriminin yapıldığı günden, 2017 Mayıs sonuna kadar kur artışı kabaca yüzde 20 oldu. Öyle pek de “vız gelip tırıs gitmemişti”; Ocak ayında kur artışı, faiz artışı öncesine kadar yüzde 30’a vurmuştu. En başta yapılacak olan, sona bırakılınca yeniden başa dönülemiyor. Nitekim öyle de oldu. Elde yüzde 20’lik bir kur artışı kalakaldı.

Peki fiyatlara nasıl yansıdı?

Eylül 2016-Mayıs 2017 arası 10 aylık dönemde, tüketici fiyatlarını ölçen endeks (TÜFE) yüzde 10 arttı. Hane halkının tüketim harcamalarını baz alarak, en fazla harcama yapılan, en yüksek ağırlığı olan kalemlerdeki artışlar şöyle; konut ve kirada yüzde 6, gıda ve içecekte yüzde 14, ulaştırmada yüzde 15. Bu artışların 10 aylık dönemde olduğunu anımsatalım. Bir de, gelir gruplarına göre en düşük yüzde 20’lik kesimin, harcama sepetlerinde gıdaya ayırdıkları payın yüzde 30 olduğunu da anımsatalım.

Tüketici tarafında en büyük ‘sopayı’ yoksulların yediği ortada. “Aman faizlere ellemeyelim” derken, fatura yoksullara gönderildi. Yine aynı retorik; “enflasyonun nedeni gıda fiyat artışı” diyerek dışsal bir neden varmış gibi sorunu öteleme çabası. Yapısal nedenlerin olduğu doğru; bunlara hala çözüm bulunamadığı, durmadan gıda komitesi toplantıları yapıldığı da biliniyor. Ama benzinin yüzde 17, LGP’nin ve mazot fiyatının yüzde 20 arttığı bir dönemde nasıl bir gıda fiyatlamasının olması bekleniyordu? En büyük tüketim merkezi İstanbul’da bir yakadan diğer yakaya kamyon, TIR geçişlerinin yeni ve çok pahalı bir köprüye zorunlu kılınarak yönlendirilmesi, bu köprüye gitmek için geçilecek otobanın da zorunlu olarak ücret ödenmesine ‘gıda komiteleri’ ne diyor acaba?

Üretim tarafında da bu kur artışlarının yansımayacağı mı düşünülüyordu acaba? Ara malı fiyat artışı hala yüzde 20’li oranda, dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarında fiyat tırmanışı devam ediyor; bu mallarda üretimden çıkış fiyatlarındaki artış sırasıyla yıllık yüzde 14.7 ve yüzde 10.2’ye yükselmiş.

Döviz kurunun ve bekleyişlerin ne kadar önemli olduğunu şuradan biçelim; eylül-ocak arası dönemde yüzde 30 artan dolar kuru, ocak sonrasında yüzde 7 düşüş göstermesine karşın, fiyatlamaların bu eğilimde olmadığı görülüyor.

Gelecek hafta perşembe günü Merkez Bankası’nın karar alıcı kurulu olan Para Politikası Kurulu (PPK) toplanıyor. Neredeyse altı aydır, arızi durumlarda kullanılan ve öncü alarm göstergesi sayılan bir pencere olan Geç Likidite Penceresi kalıcı bir araç olarak kullanıldı. Eylülden bu yana son 10 aylık görünümde, hem faizi yükseltmekte geç kaldı, hem de geç yükselttiğinde de her an “düşürecekmiş gibi” bir duruş sergiledi.

İşte bu duruş; bir taraftan her döviz kuru düşüşünde döviz alanlara zemin oluştururken, diğer taraftan da fiyatlama davranışına

Yazının Devamını Oku

Yatırımda pay kaybettik

8 Haziran 2017
Küresel Yatırım Raporu’na göre Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırım 2016’da yüzde 31 geriledi ve 17.2 milyar dolardan 11.9 milyar dolara indi. Aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası doğrudan yatırımlardan aldığı pay da yüzde 2.3’ten yüzde 1.9’a düştü.

2008 krizi dünyada doğrudan yatırımları da vurdu. Her alanda olduğu gibi likit kalma, uzun vadeli yatırımlarda da temkinlilik getirdi. 2014 sonrasında biraz güven geldi ama sonra yeniden 2016’da duruldu; küresel doğrudan yatırım girişlerinde 2015’teki yüzde 40’lık artıştan sonra 2016 yılında yüzde 2’lik bir düşüş olduğu görülüyor.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNCTAD’ın dün açıkladığı Küresel Yatırım Raporu’na göre, doğrudan yabancı yatırımlar küresel çapta yüzde 2 gerileyerek 1 trilyon 746 milyar dolara geriledi. Gelişen ülkelere giren yatırımlar ise yüzde 14’lük düşüşle 646 milyar dolar oldu. Bu seviye 2010’daki seviyenin biraz üzerinde.

UNCTAD’ın raporuna göre Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırımları 2016’da yüzde 31 geriledi. 2015’te 17.2 milyar dolar olan girişler, 2016’da 11.9 milyar dolara geriledi. Bu tutar da 2010’daki 9 milyar dolardan bu yana en düşük değer. Asıl çarpıcı olanı şu; Türkiye’ye giren doğrudan yatırımların gelişen ülkelere giren yatırımlar içinde aldığı payda gerilemenin sürmesi. Bu pay, 2015’teki yüzde 2.3’ten yüzde 1.9’a geriledi. Ki bu seviye de 2010’daki yüzde 1.5’luk paydan sonra en düşük oran demek. Ancak belirgin olan şu; 2004 sonrasında AB hikayesinin ekonomiye yansıdığı dönemdeki gibi yüzde 3-5 oranından uzaklaştık. Türkiye AB değerlerinden uzaklaştıkça yatırımlar da uzaklaşıyor.

Rapor, doğrudan yabancı yatırım girişinde 2016’daki düşüşün, petrol fiyatlarındaki dalgalanmaya, ülkenin politik istikrarına gölge düşüren darbe girişimine ve sekteye uğrayan ekonomik büyüme nedeniyle olduğunu not ediyor.

Raporda, Türkiye’deki yabancı yatırım stokunun 2015’teki 145.4 milyar dolarlık değerden, 132.8 milyar dolarlık değere gerilediği görülüyor. Bunda kur artışının etkisi dikkate alınmalı.

Türkiye yurttaşlarının yurtdışında yaptığı yatırımlar ise 2015’teki 4.8 milyar dolardan 2016’da 2.8 milyar dolara gerilerken; yurtdışındaki yatırım stoku da 2015’teki 44.6 milyar dolardan 2016’da 28 milyar dolara düştü.

ILIMLI TOPARLANMA

UNCTAD, 2017 ve 2018’de küresel doğrudan yatırımlarda ılımlı bir toparlama olacağını tahmin ediyor. Bunun da 2007’deki tavan değerlerin biraz altı olarak öngörüldüğü anlatılıyor. Raporda, küresel doğrudan yatırımların 2017’de 1.8 trilyon dolara, 2018’de ise 1.85 trilyon dolara ulaşacağı tahmin edilmiş.

Yazının Devamını Oku

Ölmez ağacına baca

3 Haziran 2017
MECLİS’te bir yasa görüşülüyor; adı “üretim reform paketi”. Birkaç gündür koştur koştur şu konu komisyondan geçirildi: Zeytinlik alanlarına “kamu yararı kararı alınmış yatırım” yapılabilmesi.

Özü şu maddede saklı, “Alternatif alan bulunmaması ve kurulun uygun görmesi şartıyla bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış yatırımlar için zeytinlik sahalarında yatırım yapılmasına Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından izin verilebilir” deniliyor.

Belli ki çok acelesi var hükümetin; zeytin alanları ile kaygısını ifade eden vergi mükellefi Tarkan’ın Twitter mesajına Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün “Tarkan’ın ne işi var? Tarkan’ın zeytinlikleri mi varmış, ne yapacakmış zeytinlikleri? Tarkan’ın şarkılarını seviyoruz. Tarkan şarkılarını söylesin” demesi, demokratik bir toplumda yaşamadığımızı hatırlatmak demek.  Meclis komisyonunda bu konu tartışılırken, zeytinlikleri olup da orada bulunan meslek örgütlerinin konuşmasına da yeterince izin verilmediği, kısa kestirildiği, söz verilmediği, Bakanın da “politika yapıyorsunuz” diye haşladığı da tutanaklara geçmiş. Rahatlıkla görebiliyor ki “adrese teslim” bir hükümet tasarısı, yasama çalışması olduğu çok açık.

Neden mi? Komisyonda yasa tasarısını hararetle savunan  Bakan Özlü’ye soruluyor; “kim talep ediyor bu değişikliği?” Yanıt çok muğlak. Bakan Özlü sanayi parseli bulamayan yatırımcılardan bahsediyor. Ama karşı çıkanlar ortada iken savunan bir kesim yok ortada. Peki bu hangi somut ihtiyaçtan ortaya çıktı? Hangi zorunluluk, hangi “kamu yararı” zeytinliklerin ortasına “yatırım” tesisi kurmayı, maden açmayı gerektiriyor? Yanıtı yok.

Kamuoyunda tepki ortaya çıkınca, hükümet tasarıda taktik değişiklik yapıyor; iki madde çekiliyor. Ama Ankara’dan verilecek bir direktifle, alınacak bir “kamu yararı” kararı ile koskoca zeytinliklerin ortasına maden açmayı, termik santral kurmayı sağlayacak madde geçiyor.

Göstermelik bir “havuç” veriliyor; bu yatırımlara uygunluk verecek olan zeytinlik sahaları koruma kurullarına yerel ticaret borsaları, sanayi ve ticaret odaları gibi kuruluşlar da üye olarak ilave ediliyor. O da tamamen yatırım odaklı bir açı. Gerisi yok. Bu 9 kişilik kurulun 6’sı valinin ve dolayısıyla Ankara’nın direktiflerine bakan kişiler. Belediyeler, ilgili sivil toplum kuruluşları gibi yerel halkın temsilcileri yok. Kararı alacak kişiler, o kararın alındığı yerde uzun süre yaşamayacaklar; ne ekonomik, ne toplumsal, ne çevre bakımından sorunlarını, ne kendileri ne de torunları yaşamayacak. Bu kararın sonuçları nedeniyle o yörenin insanın yüzüne bakarak uzun bir süre o yörede yaşamayacak kişiler.

“Yatırım tesisini” ya da maden ocağını zeytinlik alanlarına kuracak şirketler ‘bilimsel’ rapor hazırlatacaklar ve bu “emir kulu” kurul da bir ayda karar vermek zorunda olacak.

Belli bir bölgede mi bilmiyoruz? Hangi zeytinlik alanlara kim nasıl gözünü kestirdi ise konut ve turistik tesis yapılır endişelerini bertaraf etmek için bu konuda önleyici hükümler yerleştiriliyor yasa tasarısına. Yeter ki maden, termik santral gibi kurulum yapılabilsin zeytinliklere.

Komisyonda İstanbul milletvekili

Yazının Devamını Oku