Tayfun Timoçin

Üzerinize bir şey alın uzayda yürüyüşe çıkıyoruz

22 Şubat 2020
Gelecekteki yuvalarımızı biraz yakından tanımak lazım.

Şu güzelim dünyayı cehenneme çevirmeden yaşamayı becersek ya artık. Nasıl olsa bir gün onun da sonu gelecek. ◊ Foto: Pietro De Grandi

BBC’de ‘Güneş Sistemi’nin Sonu’ başlıklı belgeseli izleyince içim bir tuhaf oldu. Sevgili Güneş’imiz, önce Dünya’yı yaşanmaz kılacak, ardından yok edecekmiş. Yani, o kadar uğraş uğraş uygarlık kur, bir sürü kitap yaz, müzik yap, sonra Güneş gelip hepsini yaksın! Olacak iş mi? Gerçi bunun olmasına 3 milyar yıl falan varmış ama olsun, içim yine de bir acayip oldu. Beethoven’in Ay Işığı diye sonradan isimlendirilmiş o muhteşem sonatını bir daha hiçbir canlının duyamayacak olması ne kötü! ‘Ay ışığı’ demişken, Ay da yok olacakmış tabii, o niye kalsın. Zaten bize fantezi kurdurmak, romantizme sebebiyet vermek, bu sayede nüfus artışına katkıda bulunmaktan gayrı pek de bir işe yaradığı söylenemez. ‘Kendi çapında’ dönüp duruyor işte gariban!

O GÜNLERİ DE Mİ GÖRECEĞİZ?

Ama yine de, belki, bir ihtimal, gelecekte kafayı ve teknolojiyi kullanan içimizden birileri, o şahane müzikleri dinlemeyi, birbirinden lezzetli kitapları okumayı sürdürüyor olabilir. Ama başka bir gezegende. Çünkü bu gezegen, güzeller güzeli Dünya’mız, artık olmayacak. Venüs’e benzeyecekmiş. Kupkuru bir zemin, saatte 500 kilometreden daha hızlı esen rüzgârlar ve yüzeyde 425 derece santigrattan yüksek sıcaklık! Ama uzmanlar diyor ki, “Birkaç milyar yıl kadar önce bizimki gibi güzel bir gezegen olmadığını söyleyemeyiz.”

YAŞANABİLİR BÖLGE

Konu şu: Güneş, tıpkı diğer yıldızlar gibi bir yıldız ve tüm diğerleri gibi o da yaşıyor, yaşlanıyor, yaşlandıkça daha parlak hale geliyor. Bu da giderek daha sıcak hale geleceği anlamına geliyor. Gezegenimiz Dünya, şu anda ‘yaşanabilir bölge’ denen halkanın içinde. Güneş ısındıkça ve ‘büyüdükçe’ bu halka daha ileriye gidecek ve artık yeni gezegenler ‘yaşanabilir’ olacak. Sizin için ellerimle hazırladığım ve orantısızlıktan nereye kaçacağını bilemeyen grafikten de anlaşılacağı gibi, yeşil hat, sözünü ettiğimiz yaşanabilir bölge. Bunun Güneş’e daha yakın tarafı yaşamak için fazla sıcak, dış tarafı ise malum, fazla soğuk. Yaşamaya en uygun bölge, şu an gezegenimizin yörüngesinin bulunduğu bölge. İşte Güneş yaşlandıkça bu yeşil hat da genişleyecek ve Güneş’ten uzağa doğru yol alacak. Bu sırada bizim gezegenimiz de ‘çok sıcak’ bölgede kalacak ve artık üzerinde hiçbir şey yaşamayacak.

DAHA ÇOK VAR AMA OLACAK

Fakat paniğe gerek yok. Bu söylediğimiz olay, neredeyse Dünya’nın yaşı kadar zaman sonra olacak. Dünya, 4,5 milyar yaşında. Düşünsenize, dinozorlar 250 milyon yıl dünyaya egemen oldular ve biz hiçbirini görmedik bile. İnsan, sadece 2 milyon yıldır var. Bu sürenin ‘insanlık’ diyebileceğimiz kısmı ise çok çok daha az. 13 bin yıllık Göbeklitepe’yi bulduk da tarihe bakışımız değişti. İnsanın varlığı, Dünya’nın yaşının binde 4’ü kadar. Ve bu süre içinde kim bilir kaç bin tane nesil değişti. Her şey değişti. Değişmeyen tek şey, dünyanın en lezzetli yiyeceğinin Adana Kebabı olması.

Yazının Devamını Oku

Sevgililer Günü’nün kurtlu öyküsü

15 Şubat 2020
Hayır kurtlanmış anlamında değil, içinde gerçek kurt var!

Tarihi Roma. Bu tarihsel değerlerini koruyor olmaları ne güzel.

Doğrusunu söylemek gerekirse Sevgililer Günü pek inandığım bir şey değildir.İnsanın sevgilisi varsa, gözü ne gün görür ne de gece. Aşk zaten bir delilik halidir ve eğer bu deliliğe kapılmışsa kişi, gün de anlamını yitirir gece de. Eğer konu hediye almaya gelirse, o zaman sanılanın tam tersine ekonomik de olabilir böyle bir gün. Durmadan hediye almak yerine, “Hayatım sevgililer günü var ya, o zaman alacağım sana hediye zaten” diyerek tasarruf sağlanabilir. Eğer siz de, “Emperyalizmin oyunları bunlar. Böyle bir gün mü olurmuş. Dükkanlar para kazansın diye uydurulmuş bir şey” diye düşünenlerdenseniz, lütfen okumayı sürdürünüz çünkü öyle değil. Ama öyle bile olsa, Sevgililer Günü, Anneler Günü gibi özel günlerde çiçekçilerin, kuyumcuların daha fazla kazanması kötü bir şey de sayılmaz.

AYIP OLABİLİR Mİ?

Aşktan konuşmak için takvimlere özel bir gün eklenmiş olmasına hiç gerek yok. İstediğimiz zaman konuşabiliriz çünkü insana dairdir ve insana dair olan hiçbir şey tabu değildir. Cinsellik mesela. ‘Ayıp’ kabul edilir toplumumuzda genel olarak değil mi? Görmüş olma olasılığınız çok yüksek, bir video var sosyal medyada, şurada burada dolaşıyor, bir amcaya mikrofon uzatıyorlar, “Sizce mutluluk nedir?” diyorlar, amca kızıyor, “Siz onu ne bileceksiniz, onu hanımla ben biliriz” diyor. Artık mutluluğu ne olarak biliyorsa... Belli ki cinsellikle ilişkili kafasındaki mutluluk. Onun için de kızıyor. Kimse amcaya eşinin detaylarını sorduğu da yok ama konunun içinde cinsellik olduğunu zannettiği için sinirleniyor, “Konuşulacak şey mi bu canım, sana ne!” der gibisinden kestirip atıyor. Oysa şu yaşlı dünyada, cinsellik olmadan var olmuş bir tek canlı yok. Her insan, ana-babasının cinsellik deneyimiyle dünyaya geldi. Diyeceksiniz ki, “Sevgililer Günü anlatacaktın, cinsellikten söz ediyorsun. Ne alakası var?” E dediğiniz gibi, Sevgililer Günü. Yok mu yani alakası? Hem ben cinsellik değil, tabu üzerinde duruyorum şu an. Yani, durdum, bitti.

KUTLAMALAR ESKİYE GİDER

Gelelim mi 14 Şubat’a? Gelelim ama yolda bir iki yere uğramamız lazım. Malum, bugün uluslararası özel günler takvimindeki çoğu etkinliğin kökü, çok ama çok daha eskilerde atılmış tohumlardan çıkıyor. Daha önce bu sayfada hakkında konuşmuştuk, nevruz, nartugan, ilkbaharın ilk günleri, sonbahar, kışın ortası, yazın ortası derken birçok gün, bugünün takvimlerine girmeden çok daha önce, pagan dönemlerde de vardı. Belirli bir tarihte belirli bir şeyi kutlamaya alışmış insanlar, inançları değişince bile aynı tarihte birşeyleri kutlamayı sürdürdüler ama bu kez ayıp olmasın diye kutladıkları şeyin adını değiştirmiş oluyorlardı. İşte 14 Şubat Sevgililer Günü de böyle sonradan duruma uygun hale getirilmiş günlerden biri.

Yazının Devamını Oku

Hangi insanlık?

8 Şubat 2020
Önce bütün çocuklar gülecek. Sonra bir bakmışız bütün insanlık gülüyor.

Önce bütün çocuklar gülecek. Sonra bir bakmışız bütün insanlık gülüyor. Foto:Trevor Cole.

Her şeyden önce insanlık derken, ‘insanoğlu ne büyük aşamalar kaydetti’örnek cümlesinde kastedilen “insan soyunu” ifade ettiğimi belirtmek isterim; insanoğlu sözcüğünü, cinsiyet problemi nedeniyle kullanmak istemiyorum. Çünkü, Erkek Denizinde Kadın Gemiler kitabımda da döne döne vurguladığım gibi, dünyanın yarısı erkek, diğer yarısı da kadınken, bir yarının diğer yarıyı yok sayması kadar ahmakça bir şeyi kabul etmek mümkün değil. Evet artık başlayabiliriz.

YENİ BİR BOYUT EKLİYORUZ

Bakalım dünyadaki her çocuk ne zaman gülecek böyle. Foto: Ben White.

Bu sayfayı takip edenlerin çok iyi bildikleri gibi, sözcüklerin, kavramların ve olguların izini sürerken tarih içinde hızlı yolculuklar yapıyoruz; buna çok geniş coğrafyalarda oradan oraya koşturmalar da eklenince yolculuklarımız daha da keyifli hale geliyor. Zamanda ve mekânda yaptığımız bu yolculuklar, bize bugün neyin nereden, nasıl geldiğini, şeylerin isimlerinin kaynağını ve daha pek çok değerli bilgiyi öğrenmemizi sağlıyor. Bugün, zaman ve mekân yolculuklarımıza, yeni bir boyut daha ekleyeceğiz: Toplumsal boyut.

GEMİ TASVİRLERİ ANLATIYOR

Yazının Devamını Oku

Burjuvadan Burgazada’ya...

1 Şubat 2020
Burçtan burca zıplayıp gezelim bugün.Görelim bakalım burjuva neler yapmış bunca zamandır.

Burgazadası ve Sait Faik’in tabiriyle, ‘tersine dönmüş kaşık gibi’ görünen Kaşıkadası.

“Küçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır” der Maksim Gorki.

Siyasi literatürün artık biraz naftalin kokulu sayfalarında kalmış bir laftır burjuva. Günümüz gençliği için pek bir şey ifade etmeyeceği açık. Ama gençler bazen gazete sayfalarında görebilirler bu sözcüğü. Mesela, birkaç ay önceydi sanırım, bir siyasetçi, başka bir siyasetçiye, ‘Sen burjuva artığısın!’ diye söylenmişti.
Burada sözcüğün siyasi anlamı ve geçmişi üzerinde duracak değiliz ama neden burjuva üzerinde kötü bir algı olduğuna da değinmeden geçmek olmaz. Aslında bu sayfada sıkça sözünü ettiğimiz ‘insanın uygarlaşma süreci’, hem bu sözcüğün, hem de başka sözcük ve bağlı kavramların perde arkasında yatan süreç.

Yine feodal bir kale. Almanya’dan Burg Hohenstein.

ÜTÜN ÖYKÜ ŞEHİRLEŞME SÜRECİNDE GİZLİ

Yazının Devamını Oku

Dört kitabın mânâsı denizlerde mi gizli?

25 Ocak 2020
Bir damla su, her yerde bir damla sudur. Ama bize ona bazen Atlas Okyanusu deriz, bazen Hint Okyanusu.

Bir damla su, hayatın anlamını açıklıyor olabilir. Foto Jimmy Chang.

Bildiğimiz okyanusları sayalım mı birlikte?
Atlantik (Atlas Okyanusu)
Pasifik (Büyük Okyanus)
Hint Okyanusu
*

Yazının Devamını Oku

Issız bir adaya düşseniz...

18 Ocak 2020
Ne diye düşesiniz ki? Ama ya düşerseniz?

Antiller'de sevimli bir ada. Çekmez mi insanın canı şimdi bunu

“Issız bir adaya düşseniz, yanınıza alacağınız üç şey nedir?” diye bir soru var ya… Niye var? Ne biçim soru bu? Bir kere neden ıssız bir adaya düşüyoruz? Ne ara düşebiliriz ki? İşe gidip gelirken kaçımız Pasifik Okyanusu’nun üzerinden geçiyoruz da uçağımız düşecek? Hadi geçtik ve uçağımız da düştü diyelim… Uçak düşünce biz neden hayatta kalıyoruz ki? Uçakların en büyük özelliği düşünce herkesin icabına adil bir şekilde bakmaları değil midir? Hadi, “Öldürmeyen Allah öldürmedi” diyelim, binlerce metre yükseklikten düşerken hangi ara yanımıza üç şey almayı akıl edeceğiz? Hadi ettik diyelim, bu nasıl becerebileceğiz? Her şeyimiz bagajda değil mi? Hadi becerdik diyelim… Neden üç şey? Neden dört veya beş veya iki değil de üç? Deli saçması…

HEPİMİZİ CEZBETMEZ Mİ?

Evet bu soru bir deli saçması olabilir ama lütfen şimdi herkes elini vicdanına koysun. (Kimileri “neredeydi ulan benim vicdanım” diye bulmakta zorlanabilir, en son nerede kullandılarsa oraya bakmaları önerilir. Onu bile hatırlamıyorlarsa, taksiratları affolunur inşallah.) Evet elimizi vicdanımıza koyduk ve düşünüyoruz: Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz bu soru karşısında (ıssız bir adaya düşsek sorusu…) hangimiz gerçekten de durup düşünmedik? Kaçımız sahiden de ıssız bir adada bulunmayı bir an için hayal etmedi? Daha başka söyleyelim: “Issız bir ada” fikri, kaçımız için bir şey ifade etmez?

FANTEZİLERİMİZ STOKLARLA SINIRLI DEĞİLDİR

Ada, hiç ada görmemiş, bırakın adayı, hiç deniz dahi görmemiş insanlar için bile bir şey ifade eden nadir nesnelerdendir. Bu kadar çok şey (bunlara değineceğiz birazdan) ifade ettiği için de, cins isimden çok daha fazlasıdır “ada”, kavramdır.

Yazının Devamını Oku

Adalar uyarıyor!

11 Ocak 2020
Dört ana elementten havayı, suyu ve toprağı fena kirlettik. Kirletemediğimiz ateş mi alıyor acaba intikamı?

Avustralya’nın her yanı böyle yanıyor.

Dünya haritasını açıp bakan kim olursa olsun, “ora”nın dışında yaşayan herkes için tam anlamıyla en uzak diyardır Avustralya. Dünyanın öteki ucudur. Sanki yalnızmış, dünyanın kalanından soyutlanmış, denizlerin ortasında bir başına kalmış gibi hüzünlü durur dünya haritasının genellikle sağ alt köşesinde. Etrafı, dünyanın en tehlikeli köpekbalıkları ve tuzlu su timsahları ile doludur. İçinde zıp zıp zıplayan, kanguru adını verdiğimiz keseli ve sevimli hayvanlar cirit atar. Yeryüzünün en sevimli canlılarından biri olan koalalar, gün boyu tembel tembel yaprak atıştırırlar.
Biz kışı yaşarken Avustralyalılar yaz mevsimindedirler; gördükleri yıldızlar da farklıdır bizimkilerden. Dünyanın büyük kısmının zihninde yeni yıl, kar yağışı ile ilişkilidir ya, orada kumsal, mayo, bikini demektir yılbaşı. Biz buralarda kumdan kale yaparken onlar da kardan adam yapmaya koyulurlar.

AVRUPA’DAN BÜYÜK BİR ADA, YANİ KITA

Avustralya, çok büyük bir adadır. Çok büyük olduğu için de ada yerine kıta sözcüğüyle tanımlanır. İçinde tek bir ülke olması bazen kafa karıştırabilir ama olsun, tek bir kıta, tek bir ülke, bir tek Avustralya’ya özgüdür. Yaklaşık 7,7 milyon kilometrekare alana sahiptir; bu özelliğiyle de Rusya, Kanada, Çin, ABD ve Brezilya’dan sonra dünyanın altıncı en büyük ülkesidir. Avrupa’dan büyüktür. Karşılaştırabilmemiz için yapılan resimde, Ankara’dan İrlanda’ya kadar gidersek, ancak Avustralya’nın doğusundan batısına gitmiş olacağımız anlaşılıyor.

YANIYOR KOCA KITA

Yazının Devamını Oku

Oryantal Güneş

4 Ocak 2020
Bütün yön duygumuzun kaynağı güneştir ve güneş doğudan yükselir.

Her yönden tek bir noktaya yüz dönme. Kıblenin ta kendisi...

İşyerİnİzde oryantasyon eğitimi aldınız mı hiç? Siz almadıysanız bile alanları duymuşsunuzdur, eşiniz dostunuz almıştır başka işyerlerinde mutlaka. İlla ki duymuşsunuzdur. Bugüne kadar hiç duymamış olanlar için kısaca söyleyelim: Oryantasyon, işe yeni başlayanlara verilen, işyerine ve göreve uyumu sağlayan, belirli kurallar ve işleyişle ilgili bilgilerin verildiği belirli süreli eğitim ya da süreçtir.
Daha önce çalıştığım bir kurumda, yeni gelenlere de verilirdi oryantasyon eğitimi. Sorardık arkadaşlara, “Aldınız mı oryantasyon eğitimi?” diye, içlerinden bazıları da akılları sıra şaka yaparlardı: “Yok oryantasyon değil oryantal eğitimi aldık, göbek atacağız ofiste.” Lüzumsuz bir şaka olmakla birlikte, çok da ‘ilgisiz’ sayılmaz. İkisi de aynı yerden gelir: Doğudan.

KÂBE’YE DÖNEREK...

Tahmin ettiğiniz gibi doğuya yolculuk var. Ama doğudan önce ‘kıbleye’ gideceğiz. Şu kıblenin neresi olduğuna iyice bir bakalım, sonra doğuyu anlarız.
Kıble, kesinlikle İslâmî bir terimdir (Arapça kabul sözcüğünden gelir, rıza gösterme, yüzünü dönme gibi anlamları vardır) ama sırf Türkler özelinde ‘güney’ anlamına gelir. Bunun nedeni belli zaten, namaz kılarken yüz çevrilen yön Kâbe’nin olduğu yerdir ve o da belirli bir coğrafyadaki Türkler için güneydir. Türkler Anadolu’da batıya doğru ilerledikçe kıblenin güneyliği bozulmuş ama bunu pek önemsememişiz zira genel olarak güney, bizim için kıble olmuş bile çoktan.

TÜRKLERİN YÖNLERİ

Yazının Devamını Oku