Tayfun Timoçin

Tüm dünyaya şifa dağıtan yılan

18 Nisan 2020
Herkesin çekindiği bir hayvan olan yılan, tıbbın sembolü olmayı nasıl başardı acaba?

Beden ve ruh gibi düşünülebilir belki yılanın kendisi ve derisi

Aslında zaten hep çok değerliydiler. Hem de binlerce yıldır. Onların değerlerinde değişen bir şey yok, olan şu: Biz değerlerini anladık! Kimden söz ettiğimi biliyorsunuz elbette: Sağlık çalışanlarından. K.Ö. (yani koronadan önce) sadece hastalanıp onlara ihtiyaç duyanlar (onların da bir kısmı) değerlerini anlıyor gibi oluyordu. K.S. ise (anladınız siz onu) bütün dünya, onların vazgeçilemez olduğunu kavradı. Vazgeçilemez olmaları bir yana, öyle büyük fedakarlıklarla çalışıyor, hastaları hayata döndürmeye ve hastalığı yok etmeye öyle zor koşullarda uğraşıyorlar ki, hepsi, tek tek her biri gözümüzde ve yüreğimizde devleşiyorlar.

AMA BABA BEN SENİ ÇOK SEVİYOYUM!

Geçen gün haberleri izlerken tutamadım kendimi. Kahramanmaraş’ta babası yoğun bakım görevlisi olduğu için 25 gündür evine gidemeyen (ismini kullanmak için izin almadım ama hoş görecektir sanırım) Abdülkadir Ateş, evine şöyle bir uğramış, 3,5 yaşındaki kızı hüngür hüngür, babasına sarılmak istiyor. Babası, “Kızım hastalık olabilir, sana da bulaştırmayayım. Bu işler bitince sarılacağım sana” diyor, minik Elif Zümra da “Ama baba ben seni çoook seviyoyum” diyor. Baba çaresiz sarılamadan görevine giderken Elifçik, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Evet çok daha acı şeyler izliyor olabiliriz ama ana-babalar beni anlayacaktır, bu çok ama çok zor bir şey. Sigarayı bırakırsın, uyuşturucu tedavisi olursun, her türlü sıkıntıya alışır veya onları defedersin ama canından çok sevdiğin yavrun gözünün önünde ona sarılmanı istiyorken sarılamamak, tüm irade sınırlarının ötesinde bir şey olmalı. Sizi bilemem, bana çok dokundu. İzlememiş olanlar için YouTube’da var. Arama kutusuna Elif Zümra yazın çıkar. Kim bilir kaç evde yaşanıyor böyle sahneler.

TEŞEKKÜRLER TÜM ÇALIŞANLARA

Kutsalın bile tanımı değişiyor olabilir şu sıralar. Mesela deva arayan eller kutsaldır artık. Zaten öyledir de, artık iyice öyledir herhalde. Foto ThisisEngineering

Yazının Devamını Oku

Ne elmaymış arkadaş!

11 Nisan 2020
Küçücük bir meyve bu kadar yükü nasıl taşıyor binlerce yıldır?

Asterix’in yaratıcısı Albert Uderzo

Dünyanın en güzel meyvelerinden değil midir elma? Kırmızısı ayrı, yeşili ayrı, sarısı ayrı, mayhoşu başka, tatlısı, sulusu… Antik çağın en iyi bilinen ve en çok tüketilen meyvelerinden biri elma. Elma, Anadolu kökenli. Yani dünyanın ilk elması, bizim güzel vatanımızın meyvesi. Fakat tabii Avrupa’ya da yabani olarak yayılmış. Belki bir kuşun midesinde giden çekirdek, belki bir atın veya ineğin yediği bir elmayla… Ama yayılmış işte. Öylesine yayılmış ve sevilmiş ki, daha ortada yazı falan yokken Galyalılar (hani geçtiğimiz Mart ayında 92 yaşında yitirdiğimiz çizer Albert Uderzo’nun yarattığı meşhur Asterix’in diyarı) şarabını üretmeye başlamışlar. Fransa’nın meşhur Kalvados’u bir tesadüf veya deneme-yanılma ürünü değil yani. Şu anki verilere göre dünyada muz ve üzümden sonra en çok üretilen üçüncü meyve. Ülkeler bazında baktığımızda ise Çin, en büyük üretici. (BM Gıda ve Tarım Organizasyonu FAO 2018 verilerine göre.) Onu Avrupa Birliği takip ediyor, sonra ABD geliyor ve sonra da anavatınında, yani Türkiye’de en çok üretiliyor. Türkiye, dünya elma üreticileri arasında hep ilk 5’in içinde. İlaç niyetine ürün veren zeytinlikleri giderek yok ediyoruz, umarım aynı şey elmanın başına gelmez. Neyse…KIZIL ELMA
Anadolu ve Türk kültüründe de elma çok çeşitli anlamlar ifade eder. Etmelidir de, ne de olsa anavatanı burası. Pek çok sembolik anlamı vardır olmasına ama herhalde Türklüğün ülküleri bütününü oluşturan Kızıl Elma kadar ünlü değildir hiçbiri. Türk mitolojisinde yeri olan ve özellikle de Oğuzlarca “gidilecek, fethedilecek diyarları” sembolize eden Kızıl Elma, Ziya Gökalp tarafından Turan ülküsü ile birleştirilmiştir. Bir dönem, yanılmıyorsam Fatih ile Kanuni dönemleri arasında Kızıl Elma’nın İtalya ve Roma olduğu da söylenir. Ama tabii hiçbiri kesin değildir, soyut kavramlardır ne de olsa. Biz, elmanın etnik değil evrensel anlamlarına bakalım. 

SEMBOLİK ANLAMLAR

Elma kesimleri farklı algılar da ortaya çıkartıyor. Doğa mucizelerle ve şaşırtıcı geometrilerle dolu ama biz ille de anlam yüklemeye çalışıyoruz işte. Foto Phillip Larking.

Bu kadar sevilen bir meyve, elbette zamanın akışı içinde pek çok sembolle donanmış. Biz insanlar, anlam üstüne anlam yüklemişiz güzelim elmaya. “Bilginin meyvesi” de demişiz, “Cennetin yasak meyvesi” de. En tuhaflarından biri kuşkusuz “Anlaşmazlık meyvesi” dememiz. Acaba neden anlaşmazlıkla eşleştirilmiş bu güzellik?   Yunan mitolojisine zaman zaman başvuruyoruz birlikte. Bu kadar tuhaf şeyler de hep oradan çıkıyor diye düşünülebilir. Yanlış değil ama ne hor görür ne ötekileştiririz. Çünkü hem buna hakkımız yoktur hem de insanlığın tüm kültürel üretimi, hepimize mirastır, saygıyla koruruz. Diğer yandan, hangi toplumun hayal gücü acayip şeyler üretmemiştir ki zaten? Devam edelim. 

Yazının Devamını Oku

Üç harfli̇ler!

4 Nisan 2020
Hayır ‘Çin’liler değil ‘cin’ler

Cinnet filminde Jack Nicholson.

Eskiden, yani teknoloji bu kadar çok oyuncak sunmamışken bizlere, mesela televizyon ve hatta radyo bile yokken, evlerde aile üyeleri bir araya gelince sohbet ederlermiş! Yaa… Düşünün, o kadar eski zamanlardan söz ediyorum. Bazen, aileden biri, herkese belirli bir kitaptan belirli bir bölüm okurmuş. Vakit geç olup çocuklar uykuya gidince de kalanlar birbirlerine hafif korkulu öyküler anlatırmış. Korku dolu öykülerin başkahramanları da üç harfliler olurmuş. Efendim? Çinliler mi dediniz? Hayır kardeşim, o zamanlar korona falan yok, Çinliler niye korkutucu olsun? Cinlerden söz ediyoruz. Bazen isimlerini anmanın bile yasak olduğu olurmuş, bu nedenle onlara “üç harfliler” denmiş ya. Cinlerin musallat olduğu insan öyküleri pek revaçtaymış. Anlatan da korkarmış, dinleyen de. İyi ama, kimsenin görmediği, neye benzediklerine dair en küçük bir fikirlerinin olmadığı bu “varlık”lar, neyin nesiymiş? (Küçük bir not: Yazıyı kaleme aldığım sırada, yani bana göre bir iki dakika önce, şöyle bir haber bildirimi geldi: Kars’ta ortaya çıkan Çinli, kentte panik yarattı! Gel de gülme. Tarihte bu kadar olay yaratan cin olmamıştır herhalde.)

CEP DE DEĞİL

Gelin, son zamanlarda bize musallat olmuş diğer üç harflileri, yani “cep”leri bir tarafa bırakalım (aslında galiba onlara musallat olan biziz), çünkü bir cinin musallat olduğu insan, cep telefonuna musallat olmuş insan kadar kopmuyordu herhalde hayattan ve bu cin mevzuunu, inanç boyutuyla değil bilgi boyutuyla, yani bu sayfanın alışkanlığı olduğu üzere, sözcük anlam ve kökeniyle (etimolojisiyle) uğraşalım bugün. İnanç boyutuyla ele almayacağız çünkü öncelikle inanç kişiseldir, isteyen istediğine inanır; bunun da ötesinde, bu sözcük ve kavramların ortaya çıktığı zamanlarda tek tanrılı dinlerin hiçbiri yoktu. Bence güzel bir sohbet konusu. Hem de bize akşam yemeğinden sonra konuşacak bir şey çıkar. Hâlâ kendi arasında sohbet eden aileler için söylüyorum tabii.

İMPARATORUN MUHTEŞEM BAHÇESİ

Pers İmparatorluğu’nun başkenti, görkemli Persepolis’in hâlâ görkemli kalıntıları

Yazının Devamını Oku

Doğu-Batı halleri... Çatışma mı, etkileşim mi?

28 Mart 2020
Batıdaki doğuya, doğudaki de batıya yürüdü, hepsi bu. Ama karşılaşmaları çatışma mı yoksa etkileşim mi, bunu bize bakış açımız söyler.

Haçlı Seferleri’nden bir sahne. Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Guy de Lusignan’dan teslim alıyor.

Böyle bir çatışma olduğu söylenir hep. Doğru mudur acaba? Gerçekten doğu-batı çatışması var mıdır? Söyleyeyim: Hem vardır hem de yoktur! Doğuda ortaya çıkan bir virüs Batı dâhil bütün dünyayı korkudan tir tir titretiyorsa, bunun hiçbir önemi yoktur çünkü. Sen istediğin kadar çatış, virüsler serbest dolaşımda olduktan sonra ne kıymeti var? Neyse, gelin doğu-batı kavgasına bakalım birlikte. Nasıl olsa evdeyiz, vaktimiz bol.

GİDECEK YERİM Mİ VAR?

Bir kere en baştan ortaya koymamız gereken bir gerçek var: Doğu, kendi doğusunda okyanus olduğu için batıya genişlemek zorundaydı, Batı da batısında okyanus olduğu için doğuya… İki kere iki! Eh, gidecek başka yerleri olmadığı için batıdaki doğuya, doğudaki batıya doğru ilerlerken çatışmanın ortaya çıkmasından daha doğal ne olabilir?
Evet insanlık tarihi savaşlarla ve kanla doludur dolu olmasına ama şöyle bir mercek tutacak olursak, söz konusu kanın “doğu-batı”dan ziyade, batının batıyla, doğunun doğuyla olan kavgasında daha çok aktığı görülecektir.

DİNSEL DEĞİL Kİ

Çoğunlukla zannedilir ki Doğu-Batı çatışması Hıristiyanlık-İslâmiyet çatışmasıdır. Bunun en büyük örneği olarak da Haçlı Seferleri verilir. 1095-1291 yılları arasına tarihlenen Haçlı Seferleri, hayatını “maddi” açıdan kurtarmak amacıyla sefere katılan garibanlar dışındaki odaklar için “ekonomik” değer taşır. Elbette ruhani takıntıları olan pek çok odak da vardır ama seferler, karşılıklı akan onca kana rağmen hem Hıristiyan hem de Müslüman çok sayıda kişiyi zengin eder. Yani işin aslı, dinsel bir çatışmadan çok uzaktır.

Yazının Devamını Oku

Meğer hepimiz Dünyalıymışız

21 Mart 2020
Binlerce yıldır birbirimizi ötekileştirip duruyoruz ama küçücük virüsle anladık ki meğer hepimiz dünyalıymışız.

Hepimiz burada yaşıyoruz. Başka evimiz yok. Birbirimizden başka kimsemiz de yok. Foto New York Halk Kütüphanesi.

Sanki bir filmin içindeyiz. Gerçek değilmiş gibi ama gerçek. Ölenler var ve ölüm bizim genlerimize işlemiş tek gerçeğimiz. Ama gerçeküstü bir bilim kurgu filmi senaryosuna benziyor olan biten. Olayı daha da inanılmaz kılan, bütün dünyanın aynı anda, aynı dertle boğuşuyor olması. Bütün dünya eve kapandı. Yeryüzündeki bütün insanlar aynı derecede korku içinde. Ama bir yandan da aynı kayıtsızlık, aynı dalga geçme çabası var. Korkulu durumları gülerek atlatmak daha kolay çünkü. Ecele faydası olmayan korkuya gülmenin faydası var: Azaltıyor!

BÜCÜRE BAK SEN!

TV’nin karşısına geçip haberleri dolaştığımızda Pakistan İslamabat’taki insanlarla ABD New York’takilerin aynı şeyden söz ettiğini duymak biraz şaşırtıcı ve hatta çılgınca. Sokaklara çıkmak tehlikeli hale geldi. Bu tehlikeyi yaratan ise ne bir canavar, ne dünyadışı bir yaratık sürüsü, ne de zombiler… Sadece mikroskopla görülebilen bir virüs. Çıplak gözle göremediğimiz bir bücür, bütün dünyayı dize getirdi!

Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS)

UYDURUK GEREKÇELER UYGARLIĞI

Yazının Devamını Oku

Son çırpınış çorbası!

14 Mart 2020
Geçen hafta Trakya’da deniz kırmızılandı, domates çorbası dökülmüş gibi oldu. Bazı basın organlarında, adı sanı olmayan ‘uzmanlar’, durumun normal olduğunu açıkladılar. Oysa adı sanı olan bir uzman, Hidrobiyolog Levent Artüz, ‘Bunlar Marmara’nın son çırpınışları’ diyor.

Birkaç gün önce Tekirdağ sahilleri, kırmızı-turuncu bir arası renge boyandı. Denize kazanlar dolusu domates çorbası atılmış gibiydi. Arada sırada denizde benzer görüntülerle karşılaştığımızda hepimiz rahatsız oluruz, zira denizin mavi olması ve kalması gerektiğini düşünürüz. Ama bu düşünce doğru mu, yoksa arada böyle şeyler olması normal mi, bir anormallik varsa nedir, kötü bir şey mi olmaktadır?.. Kafamızda pek çok soruyla merak eder dururuz. Ta ki birileri açıklama yapana kadar. Yapılan açıklama rahatlatıcı mı, yoksa huzursuzluğumuzu arttıracak türden midir, orası da ayrı konu. Ama bir de açıklamayı yapanın kimliğine bakmak lazım. Tabii bakılabilirse! Ne demek istediğim birazdan ortaya çıkacak.
Tekirdağ sahillerindeki bu domates çorbası ortaya çıktıktan bir iki gün sonra gazete ve haber sitelerinde birbirinin aynısı olan bir açıklama çıktı. Belli ki kopyala-yapıştır yöntemi kullanılmış, açıklama her nereden yapılmışsa, olduğu gibi alınmış, bir başka bilene de sorulmamıştı. Açıklamaya göre paniğe kapılmaya gerek yoktu. Açıklamayı yapan kimdi peki? Orasını yazının daha da ilerleyen bölümlerinde tekrar soralım.

LEVENT ARTÜZ KİMDİR?

Fakat ben az sonra sözü, tanıdığım, bildiğim, gerçek bir uzmana, Hidrobiyolog Levent Artüz’e bırakacağım. Sayın Artüz, kısa adı MAREM olan Marmara Environmental Monitoring Project / Marmara Çevresel İzleme Projesi’nin lideri. 1954’te faaliyete geçen MAREM, bugün, Sevinç-Erdal İnönü Vakfı’nın kanatları altında yürütülmekte. Levent Artüz, gecesini gündüzüne katarak yıllardır Marmara’nın kirliliğine dikkat çekmek, bundan kurtulmak için alınabilecek önlemleri ilgililere sunmak için canla başla çalışan bir kadronun yöneticisi ve sözcüsü. Daha önce de bu sayfanın konuğu olmuştu. (bkz. : “Ergene’nin Karası Marmara’yı Karartmasın”, 29 Haziran 2018, https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/ergenenin-karasi-marmarayi-karartmasin-40880958)

SÖZ ÖNCE GERÇEK UZMANDA

Şimdi sözü, bu değerli bilim insanına, Hidrobiyolog Levent Artüz’e bırakıyorum, sonra tekrar alacağım elbette:

Yazının Devamını Oku

Kadınların baş belası pabucumun kahramanları!

7 Mart 2020
Bütün işi kadınlar yapar, alkışı erkekler toplar! Bunun adı Argonotlar Efsanesi’dir. Ya da “asalak erkeklerin peşini toplayan kadınlar!

Argonotların en olası rotası

Bu pazar Dünya Kadınlar Günü. Daha önce, “Şunun günü, bunun günü pek ilgimi çekmez” dediğimi elbette hatırlıyorum ama Kadınlar Günü onlardan değil, çünkü bize bir şey anlatır. 20. yüzyılın başında, ABD’de, günde 16 saat çalıştırılıp erkeklerden “çok daha az” para verilen kadın tekstil işçilerinden 129’unun çıkan fabrika yangınında hayatlarını kaybetmesi vardır bu özel günün arkasında. “Eşit işe eşit ücret ve insan gibi çalışmak” taleplerini sermaye sahiplerine ileten ama seslerini duyuramayıp hayatlarını kaybeden kadınların dramının, aslında dünya genelindeki çalışan veya çalışmak isteyen ama çalıştırılmayan kadınların durumuna tercüman olması vardır. Fakat ben size bugün bu tekstil işçilerinden ve yangınlardan söz etmeyeceğim. Pazar günü pek çok gazete, bu konuda bilgilendirici yazılarla dolu olacaktır.
Ben size bugün, “erkeklerin zavallılıkları” üzerine ama yine tarihten, yine mitolojiden bir acayip sayfa planladım. Bütün işi kadınların yaptığı ve erkeklerin, kadının başarısının üzerine yattığı, yatmakla kalmayıp çirkefleştiği bir efsaneyi anlatacağım.

KARAKTERSİZLİKLE BAŞLAYIP BİTEN EFSANE!

Herhalde dünyanın en iyi bilinen, en çok aktarılanlarından biridir Argonotlar Efsanesi. Bu köşede birkaç kez şöyle bir değindiğimi hatırlıyorum ama siz hatırlamak zorunda olmadığınız için genel hatlarıyla hatırlatmak görevim. Ama söyleyeyim, asırlardır “çok normalmiş, olması gereken bir şeymiş” gibi anlatılan bu efsane, erkek karaktersizliği ile başlar ve erkek karaktersizliği ile biter. Bazı videoların başında, “Görüntüler şiddet ve korku içermektedir. Kalp rahatsızlığı olanların, çocukların ve şunun bunun izlemesi sakıncalı olabilir” gibi uyarılar çıkar ya hani, hah, işte ben de öyle uyarayım ki, yüreği yetmeyecek olanlar okumayı şimdiden bıraksın.

ALTIN POSTLU KOÇ

Yazının Devamını Oku

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

29 Şubat 2020
Can yeleğinizi takın lütfen zira tavla oynayacağız! İşin ucunda batmak da var.

Foçalı büyüklerimizin kurduğu Marsilya limanı. Ki zaten ismi liman kenti demek.

Genel kabul görmüş bilgileri tersyüz etmeyi, ‘Ya yanlışsa? Ya doğrusu başkaysa?’ diyerek tekere çomak sokmayı seviyorum. Zira bana göre ilerlemenin, doğrunun hem tek olanına hem de göreceli olanına ulaşmanın biricik yolu sorgulamaktan geçiyor. Doğru tahmin ettiniz, bu yazıda da birşeyler sorgulanacak ve bugüne kadar kabul görmüş bilgilere kafa tutulacak. Ama bence yine hoş bir yolculuk bekliyor bizi.
Efendim, geçen hafta, gezegenlerin isimleri hakkında konuşurken, Dünya’dan sonraki yuvamız olmasını planladığımız Mars’ın, Roma panteonu tanrılarından birinin adı olduğunu vurgulamış, daha önceki başka bir yazıda da mart ayının isminin yine bu tanrıdan geldiğini söylemiştim. Mars, Yunan panteonundaki savaş tanrısı Ares’in Roma uygarlığındaki versiyonuydu. (Hatırlamayanlar için adres verelim: https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/uzerinize-bir-sey-alin-uzayda-yuruyuse-cikiyoruz-41452143)

YOLA ÇIKALIM ARTIK

Şimdi bütün o Roma’ydı, takvimdi, gezegendi, kalsın bir yerde. Lütfen gazete sayfasının bir tarafına doğru süpürün onları. Ve can yeleğinizi takın. Çünkü tavla oynayacağız! İşin ucunda batmak da var. Kızıldeniz haritasına baktınız veya daha iyisi oraya gittiniz mi hiç? Ben gitmedim ama haritasına çok baktım. Hayır gün içinde durup dururken bakmıyorum elbette, konusu geldikçe açıp bakar, nerede ne var öğrenmeye çalışırım. Zevklidir haritaya dalıp gitmek. Kızıldeniz de önemli bir yer elbette. Hele Hz. Musa asasıyla ikiye ayırıp içinden koskoca kavmini geçirdikten sonra dünya kamuoyunda Kızıldeniz’in popülaritesi artmış olmalı.

MARSA FALAN, PORT FİLAN

Yazının Devamını Oku