EMRE Mor; Galatasaray’ın yeşil zemine sürebildiği sayıları 2-3’ü geçmeyen ender yerli (Türk) oyuncularından birisi. Ama gelin görün ki, arkadaşımız sahada ‘yerli’, mikrofon başında ‘yabancı’! Tercümana ve tercümeye muhtaç. Bahsettiğimiz çocuk da Türk oğlu Türk. Sonradan olanlardan değil, doğumdan. Hadi Danimarka’da doğdun büyüdün, 2016’dan bu yana giydiğin ay yıldızlı forma uğruna o ay yıldızın ‘diline’ de değer versen ya!
Fatih hocanın İtalyancası kadar Emre’nin Türkçesinin olmaması açıkçası insanın içini acıtıyor. Hadi İstiklal Marşımız’ı ezberleyemedin. Hadi marşımız söylenirken heyecanını yenmek için sakız çiğnedin; peki be çocuk, belli ki öğrenmeye de gayretin olmadığı o marşımız söylenirken bari playback yapabilsen... Ona da mı ‘cık’!..
Bugüne dek 15 kez Türk Milli Takımı formasını giymiş, ekmeğini Türkiye’de kazanan ve Türk kimliğinin nimetlerinden faydalanan bu çocuğun, bizim lisanımız yerine başka lisanlar tercih etmesi düşündürücüdür. Kaldı ki, bugün 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nu 11. Maddesi’nde yer alan vatandaşlık için aranan şartlarından birinin “Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek” olduğu yerde ‘doğuştan’ Türk vatandaşı olan Emre Mor’un Türkçe ‘merhabadan’ öteye gidememesi düşündürücü olduğu kadar kanunun ana felsefesine de terstir.
<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiI1d3VjcUVtTSIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9"></script>
EMRE BELÖZOĞLU’NUN BiBER SÜRÜLESi DUDAKLARI!
BUNDAN 9 hafta öncesiydi; F.Bahçe-Gazişehir karşılaşması sonrası maçın ekstra gündemi Emre Belözoğlu’nun ekranlara yansıyan küfürü oldu. Emre’nin, rakibi Tetteh’e yönelik söylemleri hakem ve TFF tarafından işleme tâbi tutulmadı. Aradan 9 hafta geçti, bu defa Kayseri maçı sonrası sahnede yine Emre’nin rakibi Abdennour’a yönelik küfür içerikli sözleri var. Enteresan olan; iki maçın da hakemi Arda Kardeşler. Bıraktım sokaktakini, medyadaki bazı arkadaşlarımız bile talimatlardan bihaber Emre’yi çoktan PFDK’ya göndermişler bile. O gün söyledim, tekrar söylüyorum; talimat VAR sisteminin uygulandığı maçlarda sözlü ihlallerle ilgili görüntüden sevke izin vermiyor. (Bkz. Futbol Disiplin Talimatı, Madde 76). Tabii böyle olması da haliyle insanın içini acıtıyor. Açıkçası bu konu talimatta ivedilikle bir revize istiyor sayın federasyon yetkilileri...
TERiM’iN KARTI VE HAKEME DOKUNUŞU!
Geçen hafta bu köşeden ”Erkan Zengin hocalık yapamaz” demiştik. Demiştik de, peki sonra ne oldu? O yazımız ve ikazımız üzerine çiçeği burnunda teknik direktörümüz (!) Erkan Zengin apar-topar görevinden alındı. Çünkü Erkan Zengin gibi takım için çok şey ifade eden o futbolcu basit bir ihmalle bir yıl men tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştı. Neyse ki, onu hem futbolcu hem de teknik direktör yaparken Talimat’a bakmayı ihmal edenler, yazımız üzerine bu konuda resmi yayın organlarından yaptığı (bizim zamanında birer kopyasını aldığımız) bütün resmi açıklamaları uçurmayı ihmal etmedi. Ve Karagümrük Kulübü 16 Ekim 2019 günü kulübün resmi organlarından yaptığı, “Bir buçuk yıldır takımımızın kaptanlığını başarıyla üstlenen Erkan Zengin, oyunculuğunun yanında aynı zamanda teknik direktörlük görevini de üstlenecektir” açıklamasını kaldırmak mecburiyetinde kaldı. Bu ve bununla ilgili özellikle sosyal medya hesabından yapılan bütün paylaşımlar (metin ve resimler) o günün sabahı geride hiçbir iz bırakmayacak şekilde silindi. Çünkü aynı saatlerde Futbol Federasyonu cephesi de harekete geçmişti. Ancak Karagümrük cephesinin erken davranması bu konuda soruşturma başlatan TFF Hukuk Müşavirliği’ne koz verilmesini engelledi. Riva cephesi de kulübün Erkan Zengin’in teknik direktörlük görevini üstlendiğine dair bütün ‘belgeleri’ ortadan kaldırması üzerine ‘delil yetersizliğinden’ açtığı dosyayı kapatmak zorunda kaldı. Ne diyelim, Erkan Zengin adına sevindik!
FENERBAHÇE’Yİ HÜKMEN YENİLGİDEN KURTARAN O HABER...
Tabii konu ‘hukuki ihmal’ filan olunca, bu alanda yaşanan ‘tarihi skandalı’ hatırlamamam mümkün mü? Bundan yaklaşık 15 yıl öncesiydi. Değil Fenerbahçe tarihine, Türk futbol tarihine geçecek bir skandal yine bizim böyle bir haberimiz üzerine direkten dönmüştü. Bu defa ihmale imza atan taraf dönemin Levent Bıçakcı federasyonuydu. Tarihler 7 Eylül 2005’i gösterdiğinde, bir gün sonra Şampiyonlar Ligindeki ikinci maçı için evinde PSV’yi ağırlayacak olan Fenerbahçe Kulübü resmi hesaplarından o dönem TFF tarafından ‘lisansı askıya alınan’ Deniz Barış’ın PSV maçında forma giyebileceğini duyurmuştu. Peki bu duruma nasıl gelinmişti? Fenerbahçe Kulübü bu maç öncesi TFF’ye başvurmuş ve Türkiye Ligi’nde forma giyemeyen Deniz Barış’ın Şampiyonlar Liginde forma giyip giyemeyeceğini resmi bir yazı ile sormuştu. O Bıçakcı federasyonunun hukukçuları da hiç tereddüt etmeden “Burası başka orası başka” diyerek Fenerbahçe’ye resmi yazıyla “Oynayabilir” müsaadesini vermişti. Kaynak sağlam(!) olunca Fenerbahçe Kulübü de hiç tereddüt etmeden Deniz Barış’ı PSV maçı kadrosuna almış ve maça da 24 saat kalmıştı. Bize çok mantıklı gelmeyen bu durumla ilgili sayfalarını karıştırdığımız ‘Şampiyonlar Ligi statüsü’ Deniz Barış için açık ve net bir şekilde ‘oynayamaz’ diyordu. ‘Futbolcuların uygunluğu’ başlığı altındaki maddede ‘futbolcunun lisansının aktif olması’ şartı vardı. Şaşırtıcıydı. Ve bunun üzerine gece geç saatlerde, o gün çalıştığım Türkiye Gazetesi’nin sayfasını yıkmış ve manşetini ‘Yapma Fener’ haberiyle değiştirmiştik. Her şey belgeliydi de. Peki sonra ne oldu? Fenerbahçe ve TFF cephesi şoktaydı. Maç sabahı çıkan haberimizi yöneticileri ile birlikte yurt dışı seyahati öncesi havaalanında öğrenen TFF Başkanı ve yöneticileri konuyu UEFA kaynaklarından da teyit etmesinin ardından Fenerbahçe Kulübü’ne bu defa “Deniz Barış’ı oynatmayın” yazısını göndermek zorunda kalmıştı. Deniz Barış bunun üzerine kamptan ayrılmış ve maç günü evinin yolunu tutmuştu. O gün PSV’yi 3-0 mağlup eden Fenerbahçe neredeyse tarihi bir ihmal yüzünden 3-0 hükmen mağlubiyetle karşı karşıya kalacaktı. Türk futbol tarihine de kara bir leke olarak geçecek olan bu durum, neyse ki bizlerin de katkısıyla engellenmiş oldu. Tıpkı Erkan Zengin vakasında olduğu gibi.. Bu tip vakalar, görüldüğü üzere böyle on yılda on beş yılda bir oluyor. Biz de yeri geldi paylaşalım istedik...
MUSTAFA CENGİZ İÇİN GELDİ MURAT SANCAK İÇİN GİTTİ
Geçen sezon sonuna doğru federasyonumuz Disiplin Talimatı’nda ani bir değişikliğe gitti. Değişikliğin sebebi de, 150 gün hak mahrumiyeti cezası aldığı için maçlara gidemeyen Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz’in, protokol tribünü olmasa da en azından locaya, stada, girebilmesini sağlamaktı. Nitekim ilgili maddeye bir cümle eklenerek cezalı kulüp başkanlarına statlara protokol harici giriş izni verildi. Sonra bakın ne oldu? TFF yargı organları tarafından cezaya çarptırılan Adana Demirspor Başkanı Murat Sancak tıpkı diğer başkanlar gibi talimatın kendisine tanıdığı bu haktan yararlanarak cezalı olduğu dönemde stada girip maçını izlemeyi sürdürdü. Ve bundan iki hafta önce yine cezalı olarak girebildiği Menemenspor maçı sonrası yaşanan olaylardan dolayı saha içine giren kulüp başkanı o Sancak, cezalıyken akredite alana girmekten ekstra 300 günlük bir cezaya daha çarptırıldı. Haliyle kulüp başkanı buna “Arkadaş siz bana sadece protokolü yasakladınız, diğer alanları değil” diyerek itiraz etti. Mantıken haklıydı. Nitekim TFF yargısını da adeta ortadan ikiye bölen bu durum federasyonu yeni bir değişikliğe gitmeye itti ve geçen sezon sonunda Mustafa Cengiz için getirilen o ‘ek maddeyi’ Murat Sancak krizini çözmek için ortadan kaldırdı. İşte siz o Talimat’la, birilerinin istek ve arzularına göre(!) durmadan oynarsanız böyle işin içinden çıkılmaz hale gelir ve birkaç ay önce koyduğunuz talimatı birkaç ay sonra kaldırmak zorunda kalırsınız
Süleyman Hurma, başarısı bir yana, yaptığı enteresan işlerle de adından sıkça bahsettiriyor. Bunlardan biri belki de en enteresanı futbolcusu olan Erkan Zengin’i aynı zamanda takımın teknik direktörlük görevine getirmesi oldu. Ardından da, Teknik Direktör Erkan Zengin ilk çıktığı resmi maçında kendi attığı iki golle hocalık hayatına üç puanla start verdi!
9. MADDEYE DİKKAT
Hal böyle olunca birkaç gün önce ‘T.D.’ olan o Erkan, bir anda sosyal medyada TT oluverdi! Bu Türk futbolunda bir ilkti... Peki TFF talimatlarına göre bir futbolcu aynı zamanda teknik direktör olabilir miydi? Daha kimse birbirine bunu sormadı. Cevap çok net: “O-la-maz” Talimat kimlerin teknik direktör olup olamayacağını ‘Teknik Adamların Statüsü ve Çalışma Talimatı’nda belirlemiş. Burada kulüplerin kimlerle çalışabileceğinin çerçevesi çizilmiş. O talimatın 9. Maddesi’nde de, “Bu talimatta belirtilen esaslar dışında hiç kimse, bir kulüpte bir teknik adamın görevini üstlenemez” denmiş. Bu kadar açık ve net. Geçtik, teknik adamlık lisansının veya kulüple imzalanan teknik direktörlük sözleşmesinin TFF’ye ibraz edilme zorunluluğunu, talimatta açıkça “Hiç kimse ilgili takımın statüsüne uygun kategorideki teknik adam lisansı, TFF’ye tescil edilmiş bir sözleşmesi olmaksızın, bir futbol takımını fiilen müsabakaya hazırlayamaz, yönetemez ve yönlendiremez” denmiş. Ve hemen alt satırında da son noktayı koymuş : “Bu fıkra hükümlerini ihlal eden kişiler 1 yıl hak mahrumiyeti cezasıyla cezalandırılır.” Ayıkla şimdi pirincin taşını Erkan hoca! Durum bu kadar net iken; hangi hukuk kafası o kulübü ve böyle bir futbolcuyu ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bırakır anlamış değilim. Tabii bugünkü Nihat Özdemir federasyonunun yeni olması ve iş bilmezliği (!) Erkan ve kulübü için bir şans! Çünkü işi bilen bir hukuk kadrosu olsaydı o Erkan da, kulübü de, bu talimat çerçevesinde çoktaaan PFDK’ya sevk edilmişlerdi. Tabii bu işin bir başka boyutu da, IFAB tarafından yürürlüğe sokulan teknik adamlara da kart gösterilmesi... Hadi diyelim Erkan hoca olarak kaldı. Kalamaz da... Mesela, maça kenarda teknik direktör olarak başlayan Erkan Zengin itirazlar neticesinde gördüğü sarı kartın sonrasında maçın ilerleyen dakikasında futbolcu olarak oyuna girdikten sonra bir sarı kart daha görürse ne olur? Mesela, oyuncu olarak kırmızı kart gören Erkan Zengin futbolcu olarak cezalı olduğu bir maçta kenarda teknik direktör olarak görev alabilir mi? Böyle kalırsa bak cümbüşe...
TEKNİK ADAMLARA KÖTÜ HABER!
IFAB’ın sezon başında uygulamaya soktuğu değişikliklerden biri de teknik adamları da tıpkı futbolcular gibi kart uygulaması içine sokmak oldu. Ama her ne kadar ‘teknik adamları da futbolcularla aynı kefeye koyuyoruz’ deseler de uygulamada ciddi bir farklılığın olduğu ortaya çıktı. O da teknik adamların aynı maç içinde gördükleri çift sarı kartın dışında gördükleri sarı kartların çöp olması. Oysa futbolcuların farklı zamanlarda gördüğü dört sarı kartın o futbolcuyu cezalı duruma düşürmesi teknik adamlar için söz konusu değildi. Neyse ki; MHK bu konuda bir rapor hazırlayarak TFF yönetimine sunmuş. İstekleri de teknik adamlar da gördükleri dört sarı kartla tıpkı oyuncular gibi cezalı duruma düşmeleri. Sanırım yakında bir düzenlemeye gidilecek.
TFF’DEN FLAŞ İSTİFA!
Bizde futbol, ne yazık ki kâhir ekseriyette hakemler ve TFF yargısı üzerinden yürüyor! Buradaki taşların yerinden oynaması futbolumuz adına büyük handikap olabilir. Duydum ki, TFF Baş Hukuk Müşaviri Av.duygu Yaşar ani bir kararla görevinden istifa etmiş. Açıkçası TFF adına ciddi bir kayıp olmuş. Umarım yeri tez zamanda doldurulur. 7-8 yıllık bir tecrübenin yerini doldurmak kolay değil... 8 yıllık emek filan demişken, onca süre o kuruma hizmet etmiş olan birine en azından resmi siteden iki satır bir teşekkür edilmeliydi.
Derler ya ‘haklıyken haksız duruma düşmek’ diye. Bizimkisi de neredeyse öyle. Mesele; UEFA’nın Arnavutluk ve Fransa ile oynadığımız maçlarda oyuncularımızın asker selamı vermesiyle ilgili soruşturma açması. Gerekçe de, olayın ‘provokatif politik’ davranış olarak görülmesi. Milletçe bunu ‘skandal’ olarak karşıladık. Tüm ülke ayağa kalktı. Peki kalkarken ne yaptık? Griezmann’ın 2018 Dünya Kupası ödül töreninde ve Elysse Sarayı’ndaki törende karşısındaki Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a selam çaktığı enstantaneyi ortaya koyarak “Ey UEFA peki bu ne?” diye hesap sormaya kalktık. En basitinden UEFA’ya, FIFA’nın uhtesindeki bir olayı emsal yapmaya kalktık! Kalktık, Ronaldo’yu temsil eden PES oyunundaki gol sevincini kendimize savunma yaptık. Olmayacak ne kadar emsal varsa ortaya koyduk. Elma ile armudu karıştır
dık. Nedeni basit; tembellik ve iş bilmemezlik... Ve bugün başımızdaki federasyonumuzun acemiliği. En tepedekilerin kabahati yok, çünkü onları yönlendirenler bunlar. Eğri oturup doğru konuşalım; UEFA’ya karşı yapacağımız savunmada ne Griezmann’ın Macron’a selamı ne de PES oyunundaki Ronaldo sevinci iş yapar. Daha ilk dakikada yazdım; “Endişeye gerek yok, en kötü ihtimalle para cezası çıkar” diye. Arnavutluk maçını bilmem ama UEFA’nın Paris’teki Fransa maçıyla ilgili soruşturmanın başlatması sürpriz gelmedi bana. Çünkü bizim sınırda teröristlere karşı yaptığımız harekatı anlamak istemeyenler bu Avrupa’daki kafalar değil mi? Bu UEFA’daki kafa kimin kafası?..
GRIEZMANN’I BIRAK KOLAROV VE TARASOV’A BAK
Şimdi size geçmişten bize emsal olabilecek birkaç vakadan bahsedeceğim... FIFA ve UEFA’nın yasakladığı ‘provokatif politik’ eylemlerle ilgili en son örnek 2018 Dünya Kupası’ndaki İsviçre-Sırbistan maçında yaşandı. İsviçre’nin Kosova ve Arnavutluk asıllı iki futbolcusu Xhaka ile Shaqiri, Sırbistan maçında attıkları gollerden sonra elleriyle Arnavutluk’un sembolü olan ‘çift kartal’ işaretini yaparak sevindi. FIFA, aynı gerekçeyle soruşturma başlattı ve iki oyuncuya 10’ar bin İsviçre Frankı para ceza kesti. Öncesinde bu kez UEFA’nın organizasyonu olan EURO 2016 elemelerinde oynanan Sırbistan-Arnavutluk karşılaşmasının, Arnavut taraftarların saha üzerinde drone ile ‘Büyük Arnavutluk’ bayrağı uçurması ile başlayan süreçte bayrakların yakılması, tezahüratlar ve çıkan olaylardan dolayı İngiliz hakem Martin Atkinson tarafından maçın tatil edilmesi. UEFA Sırbistan’ı hükmen mağlup ederek üç puanını sildi ve iki ülke federasyonuna ceza verdi. Yine Avrupa Şampiyonası elemelerinde Sırbistan’ın Arnavutluk’u 2-0 yendiği maçta 90+1’de golü atan Kolarov’un attığı gol sonrası Tosic’in çetnik selamının yine UEFA tarafından işleme tabi tutulması. Türkiye’de forma giyen Fenerbahçeli Mateja Kezman ve Galatasaraylı Sasa Ilic’in, Bosna Hersek ile oynanan bir maçta Sırp milliyetçiliğinin sembolü çetnik selamını yapmalarının ne burada ne UEFA’da bir yaptırımı olmadı. UEFA’nın yine benzer konuda soruşturma başlattığı ve fatura kestiği olaylardan biri de 2016 yılında Kadıköy’de Fenerbahçe ile Lokomotiv Moskova arasında oynanan UEFA Avrupa Ligi müsabakasında yaşandı. Rusya’nın sınır bölgemizde uçağının düşürülmesi dönemine denk gelen süreçte Lokomotiv’in futbolcusu Dmitriy Tarasov, üzerinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in fotoğrafının olduğu tişörtünü göstermişti. UEFA benzer gerekçe ile Rus futbolcuyu 5 bin Euro para cezasına çarptırmıştı. Peki ya FIFA’nın 2018 Dünya Kupası’nda Sırbistan’ın Kosta Rika ile oynadığı maçtan sonra attığı firikik golünün ardından Kolarov’un çetnik selamı vermesini es geçmesine ne diyeceksiniz. Hani o Bosna’da soykırım yapan Sırp Kasabı Arkan ve adamlarının kullandığı ‘selam’ı. Hem Kosta Rika hem de Brezilya maçları sonrası Sırp futbolcunun o üç parmak işareti yaparak tüm dünyaya gösterdiği çetnik selamını... Bunu siyasi içerikli bulmayan zihniyet (FIFA) ve kardeşi (UEFA) bugün Türkiye’ye ‘Sen spora siyaset bulaştırdın arkadaş’ diyebiliyor.
PES DEDİRTEN SAVUNMA!
Bu noktada sorarım size... Bir halkın, askerini selamlayarak bağrına basmasının siyasetle, provokasyonla ne alakası var? Sırbistan maçında Arnavutluk’un sembolü olan çift kartal işaretinde bir politik provokatiflik görebilirsiniz. Yine Sırbistan karşısında forma giyen İsviçre Milli Takımı futbolcularının kramponlarındaki Arnavutluk/Kosova bayraklarında benzer çıkarım yapabilirsiniz. Türkiye-Rusya geriliminin yaşandığı sırada formasını kaldırıp taraftarlara Putin’li tişörtün gösterilmesini de bu sınıfa koyabilirsiniz. Ama siz Dünya Kupası’nda çetnik selamı veren Kolarov’u es geçtiğiniz, ‘politik provokatif’ bulmadığınız yerde benim oyuncuma hele hele Arnavutluk maçında ‘Asker selamı vererek provoke ettin’ diyemezsiniz. Öyle değil mi sayın Servet Yardımcı!.. ‘UEFA Yönetim Kurulu’nda sizin varlığınıza rağmen nasıl böyle bir soruşturma başlatılıyor?” diye sormak istiyorum. Ve ayrıca, yukarıda saydığım emsal olayları savunmanızda kullanacak mısınız? Biz, o PES oyununundaki Ronaldo’nun gol sevincindeki selamını ve karşısındaki ülkesinin cumhurbaşkanını selamlayan Griezmann’ı bırakarak bu gerçekçi emsallere bakmalıyız. O UEFA’ya ‘Bu çocukların yaptığı ülkesinin askerine gösterdiği sevgi ve destekten başka bir şey değildir, bu spora siyaset bulaştırmak değildir’ demeliyiz.
Unutmayın, o ruhtur bizi bu yolda muzaffer kılan. Arnavutluk maçında da, Fransa’da da oyuncularımıza doping olan. Şükürler olsun bitirdik işi, evvel Allah İzlanda maçıyla çekeriz fişi.
Merih’e baksanıza... Sanki komando tatbikatında. Adeta, “Her Türk asker doğar” dercesine haykırıyor, selam çakışında. Müthişsin be çocuk. Yok böyle bir konsantrasyon.
Mehmetçiğin sayesinde, dünün komando yürüyüşü klasiği; “Her Türk Asker Doğar”, bugünün artık EURO 2020 yürüyüşü klasiğimiz haline geldi. Yürüyün evlatlar!
Onlar da bizim yeşil sahadaki askerlerimizdir artık. Her asker gibi birliklerine (maça) omuzlarda gönderilip, omuzlarda karşılanmalı. Hem de davullu zurnalı. Vatanına, milletine, ailesine, sevdiklerine en başta sınırdaki o Mehmetçiğe Paris’ten selam çakan o askerlerimizi, millet olarak bizler de asker gibi omuzlarda karşılayabilsek, ne iyi olurdu değil mi, Nihat abi...
Şükürler olsun, “yabancılaşan” takımlarımızla moralimizin bozulduğu dönemde sahada “Türk’ün gücünü gösterip” bizlere moral olan o aslan yürekli futbolcularımıza, teknik heyetimize, başındaki idarecilere sonsuz teşekkürler. Tabii ki bu teşekkür onlarla sınırlı kalmamalı. Bugünkü mirasını bizlere bırakan bu değişimi başlatan, geçmiş Federasyon Başkanı Yıldırım Demirören ve yönetimine de, o değişim sancısı yaşadığımız günlerde yerden yere vurduğumuz Lucescu’ya da o cesaret ve sabırlarından dolayı teşekkür etmeliyiz.
Bu arada, son Dünya Şampiyonu Fransa’dan iki maçta dört puan alan milli takımımız hocası o Şenol Güneş’in, PSG’ye evinde 1-0 mağlup olan Galatasaray’ın hocası kadar övgü alamamış olmasını da es geçemeyiz. Öyle değil mi?
Milli Takımımızın genç lejyonerlerini izliyoruz...
<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiJoTjBPU1dRRiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9"></script>
Sorarım size; olaysız, tartışmasız, huzur içinde, yaşı gereği mesleğini noktalamış kaç hakem hatırlıyorsunuz? Veya “En son jübile yapan hakemimiz kimdi?” diye... Hatırlar mısınız? Google amcaya sormadan bir çırpıda söyleyebilir misiniz? Elbette ki hayır! Çünkü ta yıllar öncesine dayanır o mutluluk fotoğrafları... O da fotoğrafların neredeyse siyah-beyaz olduğu yıllara denk gelir!.. Sayıları da bir elin parmaklarını geçmez sanırım... Mesela son 25-30 yılda kariyerini tamamlamış hakemlere “Mesleğinizi nasıl noktaladınız?” diye sorsanız... Eminim, alacağınız ortak cevap aşağı yukarı, “Ben bırakmadım, bıraktırıldım” olacaktır. Şöyle geçmiş yılları bir hatırlayın... Federasyonların, MHK’ların her değiştiğinde topluma güven verme adına (!) yaptıkları hakem operasyonlarını... Futbolumuzun tek kirli yeri orasıymışçasına, adını ‘temizlik operasyonu’ koydukları o kelle avcılığını... Genelde bir önceki federasyon döneminin prenslerinin bir sonraki federasyonun erken rezervasyonlu yolcuları olduklarını! Peki, bugün Süper Lig seviyesinde düdük çalmak için bu mesleğe 25-30 yılını vermiş, üç maçından birini anasına avradına küfür yiyerek geçirmiş, ekranlarda, sosyal medyada doğranmış, adeta diken üstünde ömür tüketmiş o hakemlere reva mıdır bu hayat? Hiç değilse bir maç olsun omuzlara alınmak, çay tabağı kadar da olsa bir plaketle uğurlanmak... Ama artık onlar için hayal oldu o fotoğraf... 90’lı yıllarda jübile ile bu onurlu mesleği sonlandıran Yusuf Namoğlu’ndan, Özcan Oal’dan bu yana sadece bir-iki hakeme nasip olmuş, yeşil sahalara omuzlarda veda etmek... Gerisi hep tu kaka! Hakemlerin kaderi bu olmuş... Tıpkı bugün Bülent Yıldırım’a, Serkan Çınar’a, Suat Arslanboğa’ya olduğu gibi...
ARSLANBOĞA VE ÖZKAHYA NE KONUŞTU
Sıra Suat Arslanboğa’ya gelmişti. Kimse, “Profesyonel sözleşmesi feshedildi, hakemliği bitirilmedi” demesin... Haysiyeti yerle bir edilen o Suat’a bu saatten sonra ne bir maç verebilirsiniz, verseniz de toplum kabul etmez. Hak etmediği bir ceza verildi. Ve başkalarını kurtarma adına (!) kamuoyunu da yanlış bilgilendirmişlerdir. Aksini iddia edenler, VAR kayıtlarını açıklar. Beşiktaşlı Douglas’ın pozisyonuyla ilgili, VAR’daki Halis Özkahya ile sahadaki Suat Arslanboğa’nın diyaloğu kamuoyuna aksettirildiği gibi midir? Gerçekten Halis bu pozisyonla ilgili Suat’ı uyarmış ancak o bunu kulak arkası mı etmiştir? Kural hatasına bakan (!) TFF, buna da bakabilir. VAR incelemesinde, müdahale hakkı olmayan Hakan Yemişken’in iki-üç tekrarla “Hücum faul var hocam” şeklindeki yanıltıcı uyarısını... İtiraz eden oyunculara Arslanboğa’nın “Az sabırlı olun, VAR var” diyerek sakinleştirme çabasını... O sırada VAR’daki Özkahya’dan bir ses gelmeyince Arslanboğa’nın, “Halis Hocam ne yapalım, var mı bir şey, içeri gireyim mi, bekleyeyim mi?” sorusuna Özkahya’nın “Girebilirsin hocam” cevabını... Bunun üzerine Arslanboğa’nın bitiş düdüğünü çalarak devre arasına girdiğini duyarsanız ne yaparsınız? Ljajic’in pozisyonuna hakemin rencide edilişi olarak baktı... Oysa, Arslanboğa, Caner’e sarı göstermek için koşarken çarptığı Ljajic’ten, elini oyuncunun göğsüne getirerek özür diliyor... Bu sırada gözü taç çizgisindeki faul pozisyonunda olduğu için Ljajic’in tepkisini tam anlayamıyor. Hatadır, ceza gerektirir. Ama 30 yıllık kariyeri bitiremez! Geçen sezon G.Saray maçında F.Bahçeli Soldodo’nun Bülent Yıldırım’ın, öncesinde de Başakşehir forması giyerken Emre Belözoğlu’nun Ali Palabıyık’ın eline yaptıkları vuruşların kartsız geçiştirilmesi. Ve Soldado da Emre de hakemlerle ‘yüz yüze’ bakarken işlemişlerdi bu fiilleri...
OTORİTE SADECE ELLE Mi SARSILIR?
Elbette ki bu tip fiili müdahalelerin karşılığı kırmızı kart olmalı. Cezasız bırakılmamalı. İtirazımız yok. Nedeni, hakemin onurunu korumak kollamak. Onun zedelenmesine izin vermemek. Hakemin otoritesinin sarsılmasının önüne geçmek. Peki, sorarım size... Bu onur ve otorite sadece elle mi sarsılıyor? Dille sarsılmıyor mu mesela? Hakeme horoz gibi diklenildiğinde, parmak sallandığında, yumruk sıkıp gösterildiğinde, ağzının içine girildiğinde, salya sümük olunduğunda, Verdiği karara karşılık hakemin gözünün içine bakarak art arda “has....tir” diye kol sallandığında ‘kartsız geçilen’ yüzlerce örnekteki hakem arkadaşlarımızı aynı kefeye koymayacak mıyız? Hakemin otoritesinin ve onurunun bu kadar önem arz ettiği bu konuda; soyunma odası kapısını tekmeleyen, her türlü hakareti yağdıran başkan ve yöneticilerin cezasız bırakıldığı bir ortamda, MHK da ‘müessesenin onurunu’ kurtarma adına Arslanboğa’dan beklediğine benzer paralellikte bir karşılık vermeyecek mi? Mesela, bir kulüp başkanının çıkıp hakemlerine “Kaşarlanmış bunlar” demesinin, koridorlarda, ekranda, basın toplantılarında hakemine her türlü sözlü hakaretin, tehdidin yapıldığı, yem edildiği ama buna karşılık TFF yargı organları tarafından yaptırımsız bırakıldığı yerlerde. Beyler, bu ve bunun gibilere karşı MHK olarak ortaya bir tavır koymamak, Suat Arslanboğa’nın kırmızı yerine sarı kullanarak yaptığı hatadan kat be kat daha fazla hakemlerin onurunu zedeler, otoritesini sarsar...
Düne kadar büyüklerimiz; Süper Ligimiz’den bahsederken, ‘Avrupa’nın en değerli altıncı ligi’ filan açılımı yapar, sözlerine öyle start verirlerdi! Neyse ki; sezon başında, yayıncı kuruluşla yaşanan o krizde; Süper Ligimiz’in ‘ne denli değerli bir lig’ olduğunu gördük! Yayıncısına “N’olur abi, bizi bırakma” noktasına geldiğini de... Kulüplerimizin ve federasyonumuzun çabasının yetmediği krizi, TFF Başkanımızın da itiraf ettiği gibi, Spor Bakanımız’ın gayreti ile çözebildiğimizi de... Ve sonunda da; her geçen yıl aramıza katılan yeni yeni ‘Holding’lerle, o ‘Süper Lig’imizin adeta ‘şirketler ligine’ döndüğünü de gördük! Düne kadar 2. ve 3. Lig puan cetvelinde rastladığımız ‘o manzara’nın bugün futbolumuzun en değerli markası olan Süper Ligimiz’e yansıdığını da... Çok değil; üç beş sezon öncesi sadece bir iki takımın şirket ismiyle birlikte anıldığı Süper Ligimiz’de, bugün gelinen noktada, ne yazık ki 18 takımın tam yarısının o şekle büründüğü günleri de gördük...
ADETA BLOOMBERG TV
Pazar günü 15.00 sularındaki İstikbal Mobilya Kayseri-İttifak Holding Konya mücadelesiyle beIN Sport’umuzun adeta Bloomberg TV’ye döndüğünü de gördük... O Konyaspor’un önce ‘Kombassan’ ardından ‘Torku’ sonrasında Atiker ve şimdi de ‘İttifak Holding Konyaspor’ olması gibi... O Malatyaspor’un, Evkur Yeni Malatyaspor’a ardından, BTC Türk Yeni Malatyaspor’a dönüştürülmesi gibi... Medicana Sivasspor’dan Demir Grup Sivasspor’a gelindiği gibi... Medipol Hastanesi’nden, Medical Park’a... İstikbal Mobilya’dan Teleset’e.... Yukatel’den Aytemiz’e... beINsport spikerlerini düşünmesem LC Wakiki’yi de Gençlerbirliği için ayarlayacağım! Bak... ‘Şampiyon Kokoreç’ de cuk oturur yani! Düşünsenize federasyonumuzun, takımlarımız için bir fuar düzenlediğini... Hayal edemiyorum o stantları! Hani Türk futbolunun marka değeri? Hani o kulüplerin markası? Şu her sezon forma değiştirir gibi kulüp ismi değiştirmek niye? Nerede TFF? Atlet değiştirir gibi tabela değiştirmek serbest mi? Var mı bunun bir benzeri, herhangi bir Avrupa Ligi’nde? İşte bizim futbolumuzun marka değeri... Derdimiz markalar değil, kulüplerimizin markası, futbolumuzun markasının korunması... Git İspanya’ya, Almanya’ya, Fransa’ya... Bastır çuvalla parayı, değiştirebiliyor musun bak bakalım, o tabelayı? Hele buradaki gibi 8 aylığına, 2 yıllığına, 3 yıllığına... Yok orada öyle yağma. Hiç düşündünüz mü; o UEFA, o Avrupa ülkeleri bu isim kirliliğine neden yasak getirdiler diye?
KURAL İHLALİ, MÜTEAHHİTE Mİ KALDI?
Son iki haftanın başlıca konusu kural ihlali iddiası ve bu konuda yapılan itirazdı. Nitekim son söz söylendi: Kural İhlali yok! Peki neye göre: IFAB’ın futbol oyun kurullarına göre. Peki kime göre? TFF Yönetim Kurulu’na göre! Son ve nihai sözü söylemeye yetkili makam, Nihat Özdemir başkanlığındaki yönetim kurulu. Yani içinde hiçbir ‘hakemlik vasfı olmayan’, çoğunluk müteahhitin, armatörün, futbolcunun, konfeksiyoncunun, turizimcinin vs. meslek sahibi olan kişilerin bulunduğu o topluluk! Çünkü talimat öyle diyor... Son sözü; futbol oyun kurullarıyla yatıp kalkan o Merkez Hakem Kurulu’nun ‘uzman kadrosu’ değil, ‘onlar’ söyleyebilir! Öyle ki, işin ehli o Hakem Kurulu “Yok” deyip, o işin ehli olmayan yönetim kurulu üyeleri “Var” diyebilir. Tıpkı 15 Aralık 2013’deki Kasımpaşa-Beşiktaş maçıyla ilgili dönemin MHK’sinin “Yok” görüşünün aksine dönemin yönetim kurulunun “Var” diyerek maçı tekrarlattığı gibi... Olacak iş mi? Ama oluyor, daha olur da!
MHK BAŞKANI’NIN GÖRÜŞÜ İHSAS-I REY MİDİR?
Peki ya ortada böyle bir talimat varken MHK başkanı Zekeriya Alp’in o maç sonrası “Bana göre kural ihlali yoktur” açıklamasını ihsas-ı reye bağlayanlara ne demeli? Kaldı ki daha ortada Fenerbahçe Kulübü’nün kural ihlali konusunda herhangi bir girişim filan yokken yaptığı bu açıklama için... Talimat net: “MHK’den görüş alınır ama kararı vermeye yetkili makam TFF yönetim kuruludur.” Bunu TFF Başkanı deseydi ihsası rey-i anlardım... Söyledik, tekrar söylüyorum TFF’nin MHK’nin görüşüne uyma gibi bir zorunluğu yok. Zekeriya Alp’e karar öncesi görüşünü açıkladığı için kızan arkadaşlara, yine Alp’in MHK başkanı olduğu dönemde, yine karar öncesi “Kural ihlali yok” görüşünü deklare ettiği Kasımpaşa maçıyla ilgili dönemin TFF Yönetim Kurulu’nun aksine karar alarak maçta “kural ihlali var” dediğini hatırlatmak isterim. Siz onu filan bırakın, bu kural ihlali işleri o müteahhitlere mi kaldı onu sorgulayın!
TFF YARGISI S.O.S VERİYOR!
Ben de, bu talimatlarla ‘şiddetin, düzensizliğin’ önüne geçeceğim, öyle mi!..
Güya, ‘sporda şiddet veya düzensizliği teşvik edici, taraftar eylemlerine sebebiyet verebilecek, tarafları rencide edebilecek ya da husumet duyulmasına sebep olabilecek, şekilde açıklama yapmak’ yasak.
Bunun için de, futbolcusuna, teknik adamına, idarecisine verilecek cezalar belirlenmiş... Mesela ‘İdareciler’ kısmına ‘En az 45 gün stada giremezsin arkadaş’ denmiş.
Denmiş ama kime?.. Kulüp başkanı haricindekilere! Niyesi… TFF’nin geçen sezon sonlarına doğru ‘gördüğü lüzum üzerine’ (!) talimata yaptığı ekle, stadyumlara giriş yasağından kulüp başkanlarını muaf tutması… Onlar için yasağın sadece protokol tribünü ile sınırlandırılması.
Zaten oranın meraklısı da kalmamıştı! Bugün sayın Koç’a değil 30 gün 330 gün de ceza kesseniz fark etmeyecek o yine locasında oturmaya devam edecek.
Düşünebiliyor musunuz; bugün 6222 Sayılı Kanun’a göre kulüp başkanı ve yöneticileri için yaptırımı neredeyse ‘o kişileri futboldan men edecek’ benzer suçun, TFF talimatlarındaki karşılığı, işte bu !!
Çünkü talimatları belirleyen ‘onlar’... Yani kulüp başkanları. Tıpkı; düne kadar ‘onlara da’ stada girişi yasaklayan bu talimatın, 150 gün ceza almış Galatasaray Kulübü Başkanı’nın arzusuyla (!) başkanları muaf tutan hâle dönüştürülmesi gibi.
Tıpkı geçmişte, ‘x kulübün’ elinden çıkartamadığı bir futbolcu için 6 olan yabancı kontenjanını, hem de transferin bitimine bir hafta kala 6+1’e dönüştüren... Bir yıl sonrası bu defa ‘y kulübü’ için aynı gerekçe ile kontenjanı artıran... Cezalı kulüp başkanının kupa töreninde bulunması için, talimatını ona göre revize eden, federasyonu; siz hâlâ Riva’dakilerin mi yönettiğini sanıyorsunuz ?!