Eğer ABD’nin YPG’ye desteğini kesmesi, Rakka operasyonunu da YPG ile değil Türkiye ile yapması bekleniyorsa başarısız demek gerekir.
Fakat böyle bir beklenti, böyle bir ölçü yanlıştı çünkü gerçekçi değildir.
Yaklaşık üç yıldır DAİŞ’e karşı YPG’yi destekleyen ABD’nin bir görüşmeyle fikir değiştirmesi mümkün müydü?
İşte, bizzat Cumhurbaşkanı gazetecilere yaptığı açıklamada bunu kendisi de söylüyor:
ABD’nin YPG’ye destek kararından vazgeçmesini beklemek gerçekçi olmazdı.
Ben üç noktayı önemli buluyorum.
- Bu silahların PKK’ya geçmesinin engellenmesi,
- Türkiye’ye karşı kullanılmasının önlenmesi,
- Rakka DAİŞ’in elinden kurtarıldığında yönetiminin PYD'ye değil, Rakka halkına bırakılması.
Bu üç konuda teminat alınır ve denetimde Türkiye’nin de söz sahibi olması sağlanırsa, Fetullah Gülen’in iadesi konusunda idari süreç hızlandırılırsa görüşme iyi geçmiş demektir.
Hamasi duygularla meydan okuma psikolojisine kapılmadan rasyonel düşünmeliyiz.
RASYONEL NE DEMEK?
Temennimiz elbette görüşmenin başarılı geçmesi ve Suriye siyasetinde Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlık konularında çözüm perspektiflerinin geliştirilmesidir.
Bu kritik görüşme beklenirken, Almanya ile “İncirlik krizi”nin patlak vermesi iyi olmadı; üstelik DAİŞ’le ilgili bir konuda!
İncirlik’te DAİŞ’le mücadele için Alman Tornado keşif uçakları ve 260 kadar Alman askeri personeli bulunuyor; 5 ülkenin uçakları ve askerleri var böyle...
Bunları ziyaret etmek isteyen Alman parlamenterlere Ankara’nın izin vermemesi üzerine, Merkel, uçakları ve personeli “Ürdün’e taşımaktan” bahsetti!
Hatta Almanya’nın bir süredir İncirlik yerine başka alternatifleri araştırdığı, Güney Kıbrıs ve Kuveyt’in de düşünüldüğü açıklandı.
“En iyi teklifi Ürdün verdi” diye haberler var.
Ürdün’ün aklı yok mu?
DAİ
67. yıldönümündeyiz.
En korkunç siyasi hastalığımız olan kutuplaşma maalesef tarihe bakışımıza da hükmediyor. Tarihimizin bütün önemli kişi ve olayları gibi 14 Mayıs’a ve Demokrat Parti’ye bakışımız da kutuplaşmıştır.
Bir kesim için 1950 yani hür seçimler karşı devrimdir! Hatta “karşı devrim” şablonunu 1938 yılının 10 Kasım’ında başlatanlar bile var.
Demokrat Parti döneminde ezanın asli diliyle okunmasının serbest bırakılması, din öğretimi üzerindeki yasakların kalkması bazılarınca “irticaya taviz”dir!
Öbür tarafın şablonuna göre ise Demokrat Parti’nin hiç önemli hataları olmadı, İsmet Paşa darbeyi kışkırttı, asker darbe yaptı, idam sehpaları kuruldu...
TEK PARTİ DÖNEMİ
Tarihin hiçbir dönemi böyle birkaç olayla basite indirgenemez. Demokrasiyi siyasi modernleşmenin bir gereği olarak göreceksek, ilk defa 1950’de ülkemizde serbest seçimlerin yapılması elbette son derece pozitif bir gelişmedir.
Bu cüretkâr soruyu sormamın sebebi, hem ABD’nin hem Rusya’nın PYD’yi desteklemesidir. PYD siyasi bir faktör haline gelmiştir bile!
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, hem de uçak krizinden önce, 15 Ekim 2015’te PYD’ye silah yardımı yaptıklarını açıklamıştı.
Uçak krizi sırasında Putin de Türkiye’yi DAİŞ’e yardım etmekle suçlamış, PYD’yi övmüştü.
PKK ve PYD’nin Moskova’da siyasi büroları var. PYD’nin yönetimindeki Afrin’de Rus bayrağı dalgalanıyor.
Atatürk’ün annesi ile manevi kızı Prof. Afet İnan hakkında söylenen iğrenç ve tamamen uydurma sözlerden bahsediyorum tabii.
Hiç önemsememek mi lazım acaba?
Fakat bu iğrenç sözler siyasi kültürümüzdeki iki hastalığın dışavurumu olduğu için önemlidir.
- Biri, nefret ve hakaret dilidir, temelinde araştırma ve anlama melekesinden yoksun hastalıklı önyargılar vardır.
- Öbürü, tarihe de böyle bakmaktır. Karmaşık gerçekleri araştırmak yerine nefret veya sevda halindeki önyargılarımızı doğrulamak için tarihi tahrif etmektir.
Bizde rasyonel analitik düşünce yeni gelişmekte olduğu için, bu ikisi de yaygındır maalesef.
Ama terbiyesizlik başlı başına bir ayıptır, utançtır.
Tabii her uzun konuşma gibi doğruların yanında tartışmaya açık yönleri de vardı.
Ben Sayın Başkan’ın konuşmasındaki iki konu üzerinde durmak istiyorum.
- 16 Nisan referandumunda kabul edilen yeni sistemle kuvvetler ayrılığının güçlendiğini belirtti.
- OHAL kararnamelerinin terör örgütü mensuplarından devlet kurumlarını arındırmak ve demokrasiyi korumak amacıyla çıkarıldığını, kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmediğini söyledi.
Evvela milletin yüzde 48.6’sının hayır, yüzde 51.4’ünün evet dediği, tartışmaların hâlâ sürdüğü bir konuda Danıştay Başkanı’nın “taraflı” beyanda bulunmasını yadırgadım.
İkincisi KHK’lar hakkındaki sözlerini de “ihsas-ı rey” olarak görüyorum.
HÂKİMLER VE SAVCILAR KURULU
Elbette yeni sistem hukuken geçerlidir. Fakat kuvvetler ayrılığını güçlendirdiği mi yoksa zayıflattığı mı konusu hem siyaseten hem hukuken tartışılıyor.
Şu bölümü sizlerle paylaşıyorum:
“Tarihi, coğrafi ve kültürel olarak yüzyıllardır Avrupa’nın bir parçası olan ülkemiz, stratejik hedef olarak gördüğü AB üyelik sürecini karşılıklı saygı, eşitlik ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde devam ettirmek arzusundadır.”
Umarım devamlılık ve kararlılıkla bu çizgi sürdürülür.
Doğrusu budur ve benim yıllardan beri desteklediğim üslup ve politika da budur. Tanzimat ve bütün Cumhuriyet hükümetlerinin de politikaları bu doğrultuda oldu.
İKİ ÜSLUP
Erdoğan’ın bu rasyonel açıklaması, bir süredir kullandığı üsluptan ne kadar farklı değil mi?
Mesela referandum sürecinde şöyle konuşmuştu:
“Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Vatikan’da bir araya geldiler. Papa’nın huzurunda niye bir araya geldiniz. Papa ne zamandan beri AB üyesi oldu? Haçlı ittifakı kendini eninde sonunda gösterdi.”