Sıtkı Şükürer

Bürokratlaşan bakanlar

4 Kasım 2014

DEVLET olmanın gereği bazı kurumlar bürokratiktir.
Nüfus idaresi, tapu gibi yapılar her zaman ciddi, tavizsiz ve katı olmak durumundadır.
Ancak bazı kamu görevleri vardır ki, bürokrasinin o sahalarında makul ve rasyonel olmaları icap eder.
Bürokrat, netice itibariyle devletin hizmet görevlisidir.
Şüphesiz kamu menfaati korur, kollar.
Ancak bürokrasi, maalesef meselelerin olmazlarına sarılmak, çözmek yerine kilitlemek, çok sıkışınca da yargıya havale etmek şeklinde tecelli ediyor.
Belediyeden maliyeye, SPK’dan vatandaşa servis vermesi gereken tüm kamu kurumlarına, sıkışan, tıkanan insanların son çare olarak başvurdukları yer, bürokratik kurumun en tepesindeki yetkili (!) siyasilerdir.

Yazının Devamını Oku

Kol kırılsa da yen hep içeride

26 Ekim 2014

YURDUM insanı nezdinde, acaba sayın Cumhurbaşkanı ile sayın Başbakan arasında bir gerilim yaşanır mı sorusu çok sık tartışılıyor.
Uygulanacak temel politikalarda farklı yaklaşımlar söz konusu olmazsa, geriye çekişme nedeni olarak sadece “egolar” kalır.
Temel politikalar derken daha ziyade siyasi konuları kastediyoruz.
Zira ekonomik konular zaten Ali Babacan ve ekibine (iyi ki) terk edilmiş durumda.
Sayın Davutoğlu barış sürecini konjoktürel değil, tarihi bir perspektiften değerlendirdiklerini söylüyor.
Yani Ortadoğu coğrafyasında etkin bir Türk varlığının, evvelemirde uyumlu bir Kürt birlikteliğinden geçeceğine işaret ediyor.
Onun dış politikaya dair görüşleri, derinlikli yaklaşımları, çok yazıldı, çizildi, tartışıldı.

Yazının Devamını Oku

Laik olmak

12 Ekim 2014

Esasında laik düzeni savunmak dindar olmayı reddetmek değildir. Zaten mesele dindarlık da değildir. Demokrasi kültürünün yerleşmediği toplumlarda Sünni, Alevi, Kürt olmak, kendini sadece bir alt kimlik üzerinden ifade etmek, bilindik bir durumdur. İnsanların kendilerini var edebilmeleri, ötekilere karşı saflaşmadan geçtiğinden, alt kimlikler giderek abartılı hal almakta ve birbirine tahammülsüz parçalı bir toplum yapısı ortaya çıkmaktadır.

Özgürce yaşayabilmek

Hayat bize göstermiştir ki, hele 21. yüzyılda, kimse diğerlerini kendine benzetemez, sürgit tabi kılamaz. O halde makul olan, herkesin kendini ait hissettiği alt kimliğini, özgürce, kısıtlanmadan “doya doya” yaşayabileceği bir çerçeve oluşturabilmektir. İşte laik olmak, farklılıkların bir arada yaşamasında mutabık kalmaktır aslında. Din ve vicdan özgürlüğünü içselleştirilmiş herhangi bir dindar, bu anlamıyla gerçek laiktir. Dindar ya da farklı etnik kimliklere tahammülsüz ortalama bir kıyı insanı da, yine bu anlamıyla, bırakın laikliği, bir başka tür köktencidir.

Ülkemiz savruluyor

Tüm mesele, hayat tarzlarımızı özgürce yaşamamızın dokunulmaz hakkımız olduğu bilinciyle, madem aynı devlet çatısı altında yaşamaya mecburuz, o halde asgari mutabakatlarımızı acilen tesis edebilmeyi başarmaktır. “Ben imam hatip’e kızımı başı kapalı göndermek isterim”, “Ben mahalledeki camide müezzinin sabahın kör saatinde ezan okumasını istemiyorum.” gibi talepler demokratik kabule imkan sağlayabilmelidir. Hani Amerikan toplumu, en başından özgürlük tohumlarıyla serpildiği için kendi demokrasisinde şiddet ve nefret içermeyen her talebi “tolere” edebiliyor ve kapalı yaşam biçimlerine müdahale etmemeyi becerebiliyor. Bizim ülkemizde böylesi bir demokrasi kültürü yok. Ve yine bizim ülkemiz parçalı, kutuplu bir yapıya süratle savruluyor.

Ağır ağır sağduyuya

Oysa kesin ve açık olan bir gerçek var. Hiçbirimiz, diğerlerinden kopuk, alakasız, onların etkilerine kapalı, steril, özgün falan değiliz. Herkes, kendi zannettiğinden daha fazla birbirinden içinde. Herhangi birimizin bir talebi, diğerlerine sürpriz değil, anlaşılmaz değil, çünkü herkesin içinde, bir parçasında “o” var. Öngörümüz odur ki, bu toplum ve bağlı olarak siyasi partilerimiz, ağır ağır bir sağduyu çizgisine gelecek. Demokrasiyi hep birlikte öğreniyoruz. Hele bir de birbirimize dair stresi azaltsak, zaten makuliyeti zorlayan marjinal talepler giderek azalacaktır.

Demokrasi teslimiyetçilik değildir

Yazının Devamını Oku

Mutsuz sonbahar

6 Ekim 2014

İKTİDARLARIN yeni hedefler, yeni kavramlar icat ederek heyecan tazelemesi bilindik bir uygulamadır.
AK Parti’nin de “2023 hedefleri” ve “Yeni Türkiye” söylemleri biraz böyle bir şey.
Vaat edileni hatırlayın, 2023 yılında 2 trilyon dolar milli gelirimiz olacak, kişi başı gelir 25 bin dolar, ihracat ise 500 milyar dolara ulaşacak.
Hani, ABD’de dolar enflasyonu çılgın yükselmez ise bu hedefler şimdiden “çöp” oldu.
Bakın, borç alarak harcama yaptığınızda, yani cari açıkla ekonominizi finanse etme zorunda olduğunuzda, duvara toslamamak için, harcayacağınız her kuruş dövizin verimli yatırımlara yönlenmesini gözetmeniz, katma değeri yüksek bir üretim anlayışını desteklemeniz gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Yırtık vasat

28 Eylül 2014

FIRIL fırıl zekalarıyla, başlangıç sermayesi sadece sevimlilik ve sempati olanlar bu özelliklerini kurnazca pazarlamayı becerseler de, ilave bir donanım oluşturamazlarsa, kaçınılmaz olarak aldıkları mesafeyi kaybeder, karaya otururlar.
İş dünyasından medyaya, siyasetten sivil toplumculuğa bu hallerin yaygın örneklerine hep şahit olduk, oluyoruz.
Bu gözlemimizi lütfen seçkincilik addetmeyin. Kifayetsiz muhterislerdir karşı çıktığımız.
Şüphesiz kimse anasının karnından “kifayetli” doğmuyor.
Ancak bir yerlere talip olduğunuzda, kalıcı olmak hedefleniyorsa mutlaka bir alt yapı gerekiyor.
Aşağıda son zamanlarda çok sık karşılaştığımız bir tiplemeyi anlatmaya çalıştık.
“Mahallenin delikanlısıdır. Herkes sever, fırlamanın önde gidenidir” diye bahsederler.

Yazının Devamını Oku

İzmirya

22 Eylül 2014

İlk defa Ertuğrul Özkök’ün kullandığı bir kavramdır “İzmirya.”
İki hafta önce demokrasilerin olmazsa olmazı olan güçlü yerel yönetim anlayışını savunan yazılar yazmıştık bu sütunlarda.
Evrensel olabilmenin bireyselliğin derinleşmesinden geçtiğini, insanların özgür iradesinin kendisi ve yakın çevresi için en optimumu tespit edebilme yetkinliğine sahip olduğunu ve bu sebeple merkezdeki uzak aklın bizim adımıza her şeye karar vermesine karşı çıkılması gerektiğini belirtmiştik.
Pek tabii bu tip konularda kalem oynatmak, mayınlı arazide gezmeye benziyor.
Komik olmaya çalışmayan herkes bilir ki, abartılı anlamlar yüklenmiş ve ülke genelinden soyutlanmış “İzmirli” diye bir kavram (sınıf, statü...) yok.

Büyük bir ülkedeyiz
Hele bazı ilkel zihinlerin Anadolu’dan göç yoluyla gelenlere mesafelenerek, sebebi kendinden menkul bazı tasniflemelerle, itici, öteleyici, tepeden bakan, faşistik tınılar içeren yaklaşımlarına hiçbir şekilde yüz vermek mümkün değil.

Yazının Devamını Oku

Önce Türkçüler sonra kıyılar çözülür

14 Eylül 2014

Hem koyu milliyetçi, hem de koyu dindar olabilir misiniz?
Hani biliyoruz ki, muhafazakar İslami anlayış, milliyetçiliği “kavmiyetçilik” addeder, muteber kılmaz.
Onlara göre aslolan ümmetdir, diğer anlatımla din kardeşliğidir.
Buna rağmen bu topraklarda, özellikle de İç ve Doğu Anadolu’yla Karadeniz’de Türklük duygusu İslam kimliğiyle öylesine bir iç içe geçmişlik hali sergilemektedir ki adeta Müslümanlık, Türklük üzerinden ifade edilir haldedir.
Vaka İsmet Özel, “Arap olmayan Müslüman’a Türk denir” demek suretiyle bu yaklaşımı formüle etmeye çalışmıştır.
Hatta bu amaca hizmet eden birçok siyasi parti de kurulmuştur.
Ancak Türkçülük ve İslamcılık iki ayrı ve farklı ana arterdir.

Yazının Devamını Oku

İzmirya tavırlanması

8 Eylül 2014

AK Parti, ağırlık olarak muhafazakarların oy verdiği bir siyasi parti.
Muhafazakar oylar bu ülkede tek başına iktidar olmaya yetiyor.
Türkiye üniter bir yapı. Nüfus yaklaşık 80 milyon.
Erzurum’daki kişinin hükümetiyle İzmir’dekininki aynı.
Ne var ki İzmirli mesela Erzurumlu kadar muhafazakar değil.
Bağlı olarak, azınlık kalıyor ve arzu ettiği siyasi parti iktidar olamıyor.
Üniter bir yapıda, hele merkeziyetçi bir anlayış varsa demokrasi daima çoğunluğu mutlu eden bir sonuç yaratıyor.

Yazının Devamını Oku