Sıtkı Şükürer

Yalansız dünya yalan

28 Aralık 2014

Geçenlerde Milliyet Ege’nin başarılı genç kuşak yazarlarından Sezin Sivri bundan sonraki yaşamında, beyaz ve pembe olanları da dahil, hiçbir şekilde yalana yer vermeyeceğini yazdı. Sıfır yalanlı yaşam bir ideal olarak benimsenebilir mi? Gençliğimizde “Doğrucu Davut” diye bir çizgi roman kahramanı vardı. Dümdüz, eğip bükmeden bir kişilik yapısı ortaya koymak, hiç şüphesiz “naturaldir” , ama “sosyal” olduğu pek söylenemez. Yanlışlıkla farklı bir otel odasına giren İngiliz turist banyoda yıkanan bir kadınla çakışınca, “kusura bakmayın beyefendi, kaybettiğim gözlüklerimi arıyorum” dermiş. İngiliz centilmenliğini bir beyaz yalan üzerinden izah eden bu örnek “yalansız hallerimizin” bizleri ne denli zor duruma düşürebileceğini göstermiyor mu?

KÖTÜ BİR ŞEY DEĞİL
Beyaz yalanlardan arınmış bir kişilik tercihi sadece gergin dünyalar vaat eder. Hani, en yumuşatılmış ifadesi ile başlangıçta “dangalak” olarak nitelendirilir, bilahare “içi kurumuş limon” rollerde dışlanan bir insana süratle dönüşürsünüz. Diyeceğimiz, hangi amaca hizmet ettiği veya ne sonuç doğurduğuna göre “yalan” kötü bir şey değildir, insanlığımızın vazgeçilmezidir, ötesinde lezzeti, rengi, keyfidir. Bu vesile ile 1960 – 70’li yıllarımızın Karşıyaka’sının efsanevi tiplerinden ‘Palavra Servet ’i hayırla yad ediyorum. Beyaz ve pembe yalanlarla örülmüş muhabbetiyle o dönemlerde herkesin sevgilisiydi. Yani, Sezin kardeşimiz, kararını gözden geçirmeni tavsiye ediyoruz.

TEDİRGİNLİKLER ARTIYOR
Liberal demokratlar AK Parti iktidarına önyargılı yanaşmadı. “Beyanları esastır”, “niyet okumak ayıptır” diye düşünüldü. Ancak özellikle üçüncü dönemlerinden itibaren cumhuriyetin yapısı değişmeye başladı. Cumhurbaşkanı artık kendini saklamıyor. Oysa, toplumun büyük kısmı çok uzun bir süre telaş göstermemişti. Zira durmuş, oturmuş bir devlet yapımız vardı. Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir bürokrasi ve detaylı bir mevzuat ağına sahiptik. Dolayısıyla kişiler veya partilerin sistem karşısında nitelik değiştirici etkisinin olamayacağını düşünürdük. Geçmişte Atatürk tamam, herşeyi yıkıp yeniden yapabilmişti. “10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” diye bir marş sözü yazılabiliyor ve toplumu yeniden biçimlendirdik iddiası dile getiriliyordu. Şimdilerde herkes sayın Cumhurbaşkanı’mızın gücünün sınırlarını konuşuyor. Devletin tüm aygıtları tartışmasız bir şekilde otoritesine uyum gösteriyor. AK Parti, iktidarının 12’nci yılında.

Yazının Devamını Oku

İş dünyası vekil adayları

21 Aralık 2014

HAZİRAN ayında genel seçim var.
Sizi temin ederim ki, İzmir’de en az beş bin kişi gönlünden milletvekili olmayı geçiriyor, keşfedilmeyi bekliyor, geleceğinden emin olduğu teklifi nasıl nazlanarak kabul edeceğinin senaryosunu yazıyor.
CHP önseçim yapacağını duyurdu.
Şüphesiz merkezden belirlemeye göre daha demokratik bir yöntem.
Ancak Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları’nın da demokratik kaliteyi sağlar hale getirilmesi gerekiyor.
Biz, açıkça, hele İzmir’de önseçim yönteminin uygulanacağına çok fazla ihtimal vermiyoruz.
AK Parti’ye gelince;

Yazının Devamını Oku

Devrimciler tarih başlatmayı sever

14 Aralık 2014

Suni gündem, Osmanlıca tartışması.
Esasında suni demek de haksızlık. Bu neviden pek çok hususun üstü örtülmüştür ve cumhuriyet nesillerinin bilgi ve ilgisine girmesi adeta yasaklamıştır.
Cumhuriyet, belirli bir dünya görüşü olan, bu görüşlerine paralel ülke tasavvurları olan ve yüzleri Batı’ya dönük bir kadronun iktidara hakim olmalarıyla başlamış bir projedir.
Sonuçları itibariyle artıları çok çok fazla olmuştur.

Sürpriz değilAncak her devrim gibi katı ve köşeli uygulamaları bazı tahribatlara da yol açmıştır.
Bunlardan bir tanesi de harf devrimi nedeniyle geçmişle yaşanan kopukluktur.
Esasında harf devrimiyle Osmanlıca’dan vazgeçilmemiştir. Değişen, Arap alfabesi yerine latin alfabesinin kabul edilmiş olmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Kadın dişidir

7 Aralık 2014

MEHMET Altan bir yazısında, “Entellektüelitesi ve seksüalitesinin farkında olan özgür dişidir” diye tariflemişti modern kadını.
Kendi cinsinin farklılığının ayırdında olmak, erkeğe göre eşit haklara sahip olma bilincinin de ötesinde bir durumdur.
Bu anlamıyla, aynı zihinsel kapasiteye sahip bir türün iki cinsinin birbirilerine karşı konumları doğal olarak farklı olacaktır.
Kadın her türlü beşeri yüklemenin evvelinde, her şeyden önce “dişidir.”
Bir türün seksüel gerçeklik ifade eden diğer bir tarafıdır.
Dolayısıyla, günah veya kaba eşitlikçi duruş (marjinal feminist) gibi telakkilerle cinselliğini perdelemeye kalktığında “fıtratına” gol atmış olur.
Ha bu tercihtir, “özgür” dişi bu farklılığını umumla paylaşmak istemeyebilir.

Yazının Devamını Oku

Edirne Valisi

30 Kasım 2014

ERMENİ tehciri ve mübadele olmasaydı bugün en az 20 milyon Ortodoks Hristiyan bu topraklarda yaşıyor olacaktı. Bu rakama, şayet dışlanmasalardı, en az 2 milyon Süryani de dahil edebilirsiniz.
İttihatçı gelenek Türklük ve Müslümanlık üzerinden bir konsolidasyon planladı.
Bağlı olarak sistematik bir ideolojik tutumla sadece Hristiyanları değil, Yahudi nüfusu da seyreltti.
Bakiye Müslümanlara yaklaşırken de seçici davrandı.
Kürtlerin kimliğini baskıladı. Asimile edebilmek için ülkenin batısına göç fedakarlığı, dahil elden gelen her imkanı zorladı.
Alevileri suspus etti. İnsanlar Alevi kimliğini bugün dahi perdeleme baskısındadır. Yine bugün bile Dersim’e dair hak aramak kolay değildir.
Sünnileri kendi çizdiği çerçeveyle biçimlemeye çalıştı. Kabullenmeyenler tıpkı diğerleri gibi zulümden payını aldı.

Yazının Devamını Oku

Seküler fatiha

25 Kasım 2014

BU memlekette temel ideolojik yarılma 1800’lü yılların ilk çeyreğinden başlar.
Batılılaşma hareketleri diye özetleyeceğimiz eğilim, günümüzde de etkisini göstermektedir.
Bir tarafta Arap kültürüne sempati ile bakan, Sünni mezhebinin gereklerine duyarlı kitleler.
Diğer tarafta Aleviler, gayrimüslimler, cumhuriyet değerleriyle yetişmiş ve Batı değerlerine özenmiş insanlar.
Kürtler her iki kesime de göz kırpmamakla birlikte, PKK’nın seküler karakteri nedeniyle, en azından ona sempatiyle bakanlar itibariyle ikinci kanada daha yakındır.
Cumhuriyet, milliyetçi yapısı nedeniyle gayrimüslimlere ve Kürtlere iyi gelmemiştir. Ayrıca, Diyanet denetimli Sünniliği tercih ettiğinden Alevileri de mutlu etmemiştir.
Buna rağmen bugün bu kitleler Sünniliğin baskın karakterinden tedirgindir ve hiçbir ideolojik tutarlılık kaygısı taşımadan saflaşma eğilimindedir.

Yazının Devamını Oku

10 Kasım’lar kutsallaşıyor

16 Kasım 2014

CHP, büyük ölçüde yoğun dindarların partisi değildir.
AK Parti’ye oy verenlerin idolünün de Atatürk olduğu söylenemez.
Ancak her iki parti de Türkiye’nin geleceğinin şekillenmesinde dini duyarlılıklara sıcak yaklaşmanın ve Atatürk’çü olmanın aynı anda, biri için diğerinden vazgeçmeden çok önemli olduğunun farkında.
Dolayısıyla Atatürk de giderek kutsallarımıza dahil olmaya başladı.
10 Kasım ritüelleri bu durumun kanıtı gibi.
Artık her kesim Atatürk’ü eleştirirken son derece dikkatli olma durumunda.
Mustafa Kemal’in bu ülkede kalıcı ve derin bir köke dönüştüğünü muhafazakarlar da her geçen gün daha fazla kavrıyor.

Yazının Devamını Oku

Kral Abidin

9 Kasım 2014

UNUTULMAZ bir fotoğraf karesidir. Bir protokol sofrasında “ebedi şef” Atatürk ve “Milli Şef” İsmet İnönü “frak” şıklığında yemek yerlerken, ikisinin arasında ve yine benzer şıklıkta servis yapan “şef garson”. Ertesi gün gazetelerde “üç şef birarada” alt yazısıyla servis edilen fotoğrafın tek parti dönemi için tehlikeli bir espri olduğu söylenebilir. Esasında meslek tarifi gereği daima bir adım geride kalan şef garsonlar, bulundukları iş ortamının birinci derecede düzenleyicisidir. Bilmiyorum farkında mısınız, son dönemlerde iddialı restoranlarda sadece aşçılar ön plana çıkıyor. Gazete sütunlarında, TV’lerde hep Michelin yıldızlı şefler, göklere çıkarılıyor. Her nedense “garsonun adı yok”. Şüphesiz iyi bir restoran, iyi bir servisten soyutlanamaz. Lezzet, ambiyans, hijyen hepsi bir arada tıkır tıkır işleyen bir garson hizmetiyle anlamlanır, değer kazanır. Bir restoranı restoran yapan gizli kahramanların başında, sanki biraz ihmal ettiğimiz “garsonlara” bir hak teslim etme ihtiyacıdır bize bu yazıyı yazdıran. Bu cümleden hareketle, sıklıkla gittiğimiz Çeşme’deki efsane garsonlara selam yollamak boynumuzun borcudur. Kimler mi? İlk anda akla gelenler; Rahmi Koç’un gözdesi Abidin. (halen Levent’in yerinde) Cevat’ın Yeri’nin çoğu 30’u yılı aşmış kıdemleriyle Yılmaz, Lider, Sedat, Sabo ve diğerleri Ildır, Feti’ni Yeri’nde Bestami, Ferdi Baba’da Yaşar, Yılların eskitemediği duayen Latif Amca (Orfoz Latif) ve daha pek çok uzun yol emekçisi. Onlar, her gittiğinizde hep oradadır. Her zaman güleryüzlü, enerjik ve çalışkandır. Sevgili dostlarımıza saygılar sunuyoruz. “Beraberce yaşlanmaya devam” diyoruz.

Barış tek seçenektir

“Para isteme benden, buz gibi soğurum senden” İNSAN ilişkileri rutin biçimde akıp giderken, bazen ani bir şoklamaya uğrar. İyi hallerimiz mülkiyet sahamıza bir tecavüz vaki olduğunda, rengini koyu kahverengiye dönüştürür. Hepimizin içinde sakladığımız bir “bencil” öz vardır. Medenileşmeye çalıştıkça bu yönümüzü perdelemeye çalışırız. Bu anlamıyla medenileşme, sürekli vermektir aslında. Vermek, hiç şüphesiz çoğalmaktır. Ancak yeni geldiğinde “alabilme” rahatlığını hissetmeniz koşuluyla. Ancak vermenin bir sınırı vardır. Devletin gazabı “Senin iki evin var, birini bana ver” diyen yakın arkadaş talebi, tabii ki sizi ikna etmez mesela. “Derviş duruşu” ya da felsefik konsantrasyonla “yumuşamış hallerimizi”, muhtemelen içgüdüsel olan mülkiyet duygusuyla pek karşılaştırmamak gerektiğini hep biliriz. Bu, Şeyh Bedrettin için “yar yanağı”dır, Devlet sahibi milletler yönünden “toprak”. Evrensel demokrasi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, kültür, dil farkı, bunların hemen hepsi... Kürtler, “Biz Türkiye Devleti’nden ayrılmak istiyoruz” dediklerinde, tüm diğer entelektüel ezberler gibi bir anda şaşırır, “niye, neden, ne hakla, kolay mı” soruları önce tepkiye sonra tahrike, tehdide, savaşa ve kana savrulur. Bu coğrafya ne İskoçya’dır ne de İspanya. Aklın çaresiz ve mazlum olduğu, geri planda bekletildiği, hiç şüphesiz herkesin kaybettiği bir Türkiye’nin, bu toprakların kaderinden ırak olması, önce insan diyen herkesin temennisidir. Dikkatli, çok dikkatli olmalıyız. Barış süreci mutlaka başarıya ulaşmalıdır. Aksi halde, “Bu devletin gazabı” diye politika geliştirenlerin önünde durmak imkansız hale gelecektir zira.

Ticari liman kalmalı

İZMİR ticari limandan kolayına vazgeçemez. Bu kentin tarihi kimliğiyle liman özdeştir çünkü. İzmir denkleminden “limanı” çıkarın, geriye sıradan bir şehir kalır. Limanın göreli azalmasıyla kentin makus talihinin sönükleşmesi arasındaki doğrusal ilişkiyi geçmişten bugüne pek çok ekonomik parametreyle saptayabilirsiniz. Efendim, liman nedeniyle trafik şıkışabilirmiş ya da kentin kuzeyinde pek çok seçenek oluşturulmuş. Tamam hepsi doğru. Ancak Türkiye limancılığa bambaşka bir uluslararası vizyon kazandırabilirse ve pilot uygulama İzmir Limanı üzerinden yoğunlaştırılabilirse zaten bu noktadan yayılan sinerji kuzey limanları da doldurur, doyurur. Ha, bu işler kolay mı? Değil tabii. Ancak, azlığı, yokluğu paylaştırma adına İzmir’den ticari limanı çıkartmak, kimse kusura bakmasın pek kabul edilebilir bir şey değil. Durduk yerde İzmir “suyu çekilmiş değirmene” döndürülemez.

Yazının Devamını Oku