Yaşarken böylesi insanları bilinçli olarak göz önünde tutmaya çalışmaz toplum, bir bildiği varmış gibi. Kadirşinaslık onları daima popüler kılmak değildir zira. Derinlerimizde yer etmişlerdir. O sebepten bir yerlerde, kuytularda, özellerinde yaşarlar. Adı konulmayan, tarife gelmez bir ilişkisi vardır onlarla insanlarımızın. Usul usul iftihar eder 77 milyon, onur duyar, “yıpratılabilme menzillerinin” çok dışına taşır. Yaşar Kemal’lerden söz ediyoruz. Sayıları çokta da fazla olmayan gizli değerlerimiz, saklı kıymetlerimizden. Esasında, çekip gitmesi bu dünyadan, inanın pek fark etmiyor, etmedi. Yaşarken ölümsüz olmak fiziken çok önceden “paydos” etmek, erken ölmektir aslında.. Basit bir formalite gerçekleşti. Sevgimizin bitmeyecek ısısıyla huzur içinde uyu, Büyük Usta...
YEPYENİ TÜRKİYE'YE DOĞRU
Şehitler, gaziler, milli duygular... Tüm bunları katıla katıla hissetmemek mümkün değil. Ama beri yandan ezilen, yok varsayılan bir kültür, bir etnik kimlik, bir dil vardı. Mücadele ettiler ve şimdilerde bir yerlere gelindi. Belki başlangıçta onlar da farkında değildi. Kendi haklarını münferiden kotarmaya çalışmak bu ülkede birlikte, bir arada yaşamaya hiçbir şekilde kifayet etmez. Herkese, hepimize gereken şey “Demokrasi”. 10 maddelik metin, dikkat ettiyseniz “etnik kör”. Sadece evrensel demokratik ilkeler. Buradan memleketimizin diğer yörelerine de bir “vazife” çıkıyor. Daha kaliteli bir demokrasi, daha inisiyatif talep eden yerel anlayışlar, insanı önceleyen tutumlar, her koşulda medeni tavırlar, yepyeni bir Türkiye çabası... Evet, özellikle İzmir ve Ege’yi kastediyoruz. “Demokrasi fişeği” öyle lafla olmuyor, olmaz.
BAHAR ZALİM MEVSİMDİRTamam, memleketin yarıdan fazlası ya Fenerli, ya da Cimbomlu. Ama yine de bu yıl Beşiktaş’a farklı sempati duyuyoruz. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin “yorgunu” olduk biz. Sanki “eski kaşar” tadına ara vermek istiyoruz. Benzer duygular siyasi partilerimiz için de geçerli. Çoğumuz AK Parti ’liyiz, CHP ’liyiz, MHP’ liyiz. Ama yine farklı gerekçelerle de olsa Selahattin Demirtaş ’tan övgüyle söz edenlerimiz hayli çoğaldı. Tüm bunlar bir değişim isteğine işaret ediyor. Mart, Nisan, Mayıs... Her biri silkinme çivisidir. Taze başlangıçlar mevsimine hoşgeldik.
KASABA MUHAFAZAKARLIĞISeçimlere ilişkin bir “ithal aday asla istemeyiz” teranesidir sürüp gidiyor. Yahu, kentimize “muhtar” seçmiyoruz. Efendim, Kemeraltı’nı bilmeyen milletvekili olmasınmış. Yani adamın mahallesinin muteberi olması yeterli, dünyayı bilmese de olur. Hele bir de bu garip ısrar İzmir için yapılmıyor mu, dumura uğramamak mümkün değil. Hem, “İzmir metropoldür, Anadolu’nun diğer kentlerine benzemez” diyeceksiniz, hem de özgüvensiz “kasaba muhafazakarlığını” savunacaksınız Güçlendirilmiş yerel yönetimleri arzulamak dost, ahbap, akraba kayırmacılığı ile mebus seçmek değildir. İzmir, tarihi, mevcudu, geleceğiyle Türkiye özetidir. Takribi yılda 80 milyar dolar katma değer yaratır. Bağlı olarak, milletvekili liyakatının “mahalleli” olmanın ötesinde bir şey olduğunun idraki icap etmektedir.
“YA var ya... Dolar 2.50 olduğunda elimdekileri satıp TL’ye dönseydim, sonra 2.42 olduğunda yine dolar alsaydım, efendim 2.49’da tekrar elden çıkarıp, ters hareket ettikleri için borsa endeksine oynasaydım, çifte kavrulmuş kazançlar elde ederdim...”
Bakın, bu muhabbeti muhtemelen kendi aklınızdan da geçirmişsinizdir, yakın çevrenizden de dinlemişsinizdir.
Peki bu işler bu kadar kolay mıdır?
Açık söyleyelim.
Böyle bir dünya yok.
Bu işi sürekli becereni, hele hiç yok.
O yüzden bu sıkıcı geyiğe muhatap olduğunuzda, tavsiyemiz kafanızı sallayarak dinleyin ve içinizden “üfff” deyin.
LAİK kesimin tüyleri, “Başkanlık Sistemi” denilince diken diken oluyor.
Niye?
Cevabı yok.
Atatürk ve İnönü ülkenin başkanıydı.
Özal’dan Demirel’e, geçmiş dönem muktedirleri başkanlık sistemini istemiştir.
Hani daha bir geçmişe gidersek Osmanlı ya da Selçukluların parlamenter sistemle yönetildiği söylenemez.
O halde bu direnç neden?
HERKES kendi hakkını, hukukunu kişisel olarak takip etme eğilimi göstermeye başladı.
Bu iyi bir şey değil.
Trabzon başkanı hakemi bizzat arıyor, Aziz Yıldırım, “Fenerbahçe menfaati için hakem odasını basmaktan çekinmem” diyor.
Kılıçdaroğlu “direnme hakkını” seslendiriyor.
HDP hafta geçmiyor ki “ayar” veriyor.
Hülasa, güven veren, sağlam bir zemin üzerinde olduğunuzu hissettiren asgari hukuk standardı yalpalayıp duruyor.
Pek tabii bu oluşum bize göre AK Parti ile başlayan dönemin bilinçli tercihi.
ALİ Babacan, “Beş yıldır kişi başı geliri 10 bin dolardan 11 bine çıkartamadık” diyorsa,
İhracat, yine aynı dönemde dar bir bantta, 150 milyar dolar seviyesinde patinaj yapıp duruyorsa,
“Orta gelir tuzağına düştük, düşüyoruz” çığlıkları ekonomi haberlerinde birinci sırayı işgal ediyorsa,
Brookings Enstitüsü ile JB Morgan Chase’nin geçenlerde yayınlanan 2014 yılı raporunu lütfen fazla abartmayın.
Malum, rapora göre dünyanın en hızlı gelişen kent sıralamasına 4 Türk kenti girmiş.
İzmir ikinci sırada.
İzmir’in potansiyeline inanmayan kronik kötümserlere hep kızarız.
GELENEK toplumu olmanın bambaşka bir ağırlığı vardır.
Gelenek, yerleşikliğin, köklerini her daim hissetmenin, bu sebeplerle kendini, yerini yurdunu sevmenin gerekçesidir.
Bizler, İzmir’e hala daha tam hakkını veremiyoruz.
Esasında şaşıracak bir şey yok. Mesela, kaçta kaçımızın dedesi İzmir’de doğmuştur?
Kentimizin en kıdemlileri, Musevi ve Lavanten vatandaşlarımız hariç, mübadeleyle gelenler.
Anadolu’dan göç edenler, 1960’lı yılların sonrasının yerleşikleri.
“Dedemin dedesi burada yaşamıştı, torunumun torunu da burada ölecek” duygusu içimize yerleşince bir başka özen gelişecek yaşadığımız yerlere.
ATASÖZLERİ yaşadığımız coğrafyanın kadim tecrübesinden süzülerek ifade bulmuş özlü anlatımlardır.
Atasözlerinin neyi kastettiği, hangi bağlama işaret ettiği, öğütlediği önem taşır.
Örneğin, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” denildiğinde, madrabaz olmayı ya da sürekli yalan söylemeyi tavsiye ettiği gibi bir sonuç çıkarılamaz.
Aynı durum İslam dini için de geçerlidir.
İslam dininin temel kaynağı Kur’andır.
Kur’an 6666 ayettir ve hayli uzun bir metindir.
Kutsal kitabımız inanç, ahlak ve davranışlarla ilgili detaylı hükümler içerdiği gibi ekonomik, siyasi, sosyal pek çok belirlemelere de sahiptir.
MAGNA Carta’nın 800’ncü yıldönümü 2015.
Kralın yetkilerini sınırlayan ilk toplumsal kontrattır bu.
Esasında iktidar savaşları, temelde halktan toplanan vergileri kimin harcayacağıyla ilgili mücadelelerin tarihidir.
Ülkemizde de tüm tantana bu yetki için kopuyor.
Yılda takribi 200 milyar dolarlık vergi topluyor devlet aygıtı.
Hükümet olan, iktidarda bulunan bu paranın patronu oluyor.
Demokrasinin gelişmesi, bu paranın “kim” tarafından değil “nasıl” yönetileceğiyle ilgili kurallar manzumesinin oturtulması demek.