Sıtkı Şükürer

Gizli favori yavaş mı?

18 Ağustos 2024
TÜRKİYE başkanlık sistemi ile yönetiliyor.

Öyle anlaşılıyor ki, herhangi bir siyasi parti kendisini iktidara daha yakın hissediyorsa, bu sistemin değişmesine soğuk bakacaktır. Başkanlık rejimini AK Parti getirmişti. Tayyip Erdoğan'ın halk nezdinde karşılığı yüksekti. Nitekim uzun zamandır tek yetkili olarak ülkeyi yönetiyor. Bu süreçte muhalefet “parlamenter sistemi” ısrarla savunuyordu. Şimdi siyasi dengeler değişme emareleri göstermeye ve bu tutumlarını esnetmeye başladılar. Gerek Ekrem İmamoğlu, gerekse Mansur Yavaş’ın anketlerde karşılıklarının oluşu, otoritenin tartışılmadığı bu sistemi, onlara cazip kılıyor. Neticede Başkan’ın bir padişah yetkilerine sahip olduğu bir sistemden söz ediyoruz. Dolayısıyla o makama gelen, partisinin Genel Başkanı dahil, hiyerarşinin en üstüne geliyor. Bu yüzden Özgür Özel cumhurbaşkanı adayı olamaz ise, parlamenter sistemi istemesi, kendi siyasi kariyeri açısından daha anlamlıdır. Zira parlamenter düzende, bilindiği üzere kuvvetli pozisyon başbakanlıktır ve genelde bu görev parti genel başkanlarına verilir.

Pek tabii siyasette köprünün altından daha çok sular akacaktır. Özgür Bey de cumhurbaşkanı adayı olabilir. Bu takdirde o da başkanlık sisteminin devamını ister. Ekrem İmamoğlu, an itibariyle partisinden aday gösterilme garantisini almak istiyor.

Özgür Özel’den alamadığı net işareti temin için arayış içinde. Bu sebeple eylül kurultayı adeta bir satranca dönüştü. Seçimsiz kurultay sonrasında, siyasetin doğası gereği Özgür Özel daha bir “karar verici” ağırlığa kavuşacaktır. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu kritik bir karar eşiğinde. Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmeler yapıldığı medyaya yansıdı. Partinin trendi yükselirken yeni birlikteliklerin kamuoyuna nasıl yansıyacağının da iyi tartılması gerekiyor. Ancak görünen gerçeklik, Ekrem Bey için bu kurultay belki de “köprüden önceki son çıkış.”

Benzer “zamanlama” hesabı yapan bir kişi de Mansur Yavaş. Mansur Bey ülkücü gelenekten gelen birisi. Siyasette duruşu “konuşmama esası üzerinden primlenme” olarak şekilleniyor. Bu tarzıyla da umulmadık bir halk teveccühü oluşturmuş durumda. Anketlerde hep birinci çıkıyor. Özellikle Orta Anadolu seçmeni nezdinde yüksek bir itibarı var. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, kentin demografik yapısı yönünden Mansur Bey gibi bir profili gerektiriyordu. Ama mevzu cumhurbaşkanlığı olunca, CHP ona bu imkânı vermeyebilir. Mansur Yavaş da bu gerçeği biliyor ve hesabını ona göre yapıyordur. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, galip ihtimal bir “yol ayrımı” yaşanabilir. Kendisi de bu makamı istediğini açıkça ifade ediyor. Muhtemelen ilerleyen zamanlarda merkez sağ veya bambaşka bir oluşumun adayı olarak vitrine çıkacaktır. Mansur Yavaş’ın bu yarışta kazanma şansı, bir bakış açısıyla herkesten yüksektir. Zira; Tayyip Erdoğan ve CHP adayının (Özgür Özel veya Ekrem İmamoğlu) yanında bir üçlü mücadele yaşanır ve seçim ikinci tura kalırsa, ki bu durum çok muhtemeldir; bu takdirde ikinci turda Tayyip Erdoğan'la yarıştığında CHP'liler, CHP'li adayla yarıştığında Ak Parti’liler ona oy vereceklerdir. Böylesi bir durumda ipi göğüslemesi zor olmaz.

Son olarak; İmamoğlu-Özel ikilisi tarafından el konulan “politik mirasına” tepkisini dindirmeyen Kılıçdaroğlu cephesinde yeni bir oluşum söz konusu olabilir. Adaylık sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi tarafından “dışlanmış” bir Mansur Yavaş’la yakınlaşması kimseyi şaşırtmaz. Esasında CHP'nin Türkiye sosyolojisi göz önüne alındığında ulaşabileceği “oy sınırı” bellidir. Bu anlamıyla onların parlamenter sistemi savunmaları gerekir. Demokratik tutarlılık adına da bu beklenen ve saygı uyandıran bir duruş olur.

Yazının Devamını Oku

CHP’de güç savaşları

11 Ağustos 2024
CHP’nin iç siyasetinde bir büyük fırtına yaklaşıyor. Sözü edilen çekişmenin iki boyutu var. Birincisi Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili. Kemal Bey, her ne kadar çok sayıda seçim yenilgisi yaşayan bir genel başkan olmuşsa da, neticede “6’lı masa” sürecinde ilmik ilmik ördüğü siyasi yol haritasında, tam meyveleri toplayacakken erkene aldığı bir Kurultay’la parti başkanlığını kaybetti. Kılıçdaroğlu bahse konu süreçte partiyi sağ seçmen nezdinde “umacı” olmaktan çıkartan politikalar uyguluyordu. Ülkücülerden muhafazakarlara, helallik istemelerden kurt başları yapmaya, ez cümle; geçmişin sıkıntılı bagajlarını sıfırlamaya ve nihayet Alevi kimliğin bir olumsuzluk sebebi olamayacağını geniş kitlelere geçirmeye başlamıştı.

 

Parti içinde, delege dengeleri itibarıyla kendini çok güçlü hissettiği bir anda erkene aldırdığı Kurultay’da, Ekrem İmamoğlu’nun; biraz rüzgarı, daha çok imkanları sebebiyle Genel Başkanlık seçimlerini kaybetti. Ekrem Bey, yol arkadaşı olarak Özgür Özel’le ittifak yapmıştı. Planlarına göre; Ekrem Bey ilk etapta İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimlerini kazanacak, daha sonra 2028 seçimlerinde partinin cumhurbaşkanı adayı olarak açıklanacaktı. Özgür Özel de ona bu yolu açan ve mutabakata uyumlu bir Genel Başkan olacaktı. Ancak işler umulduğu gibi gelişmedi.

Kılıçdaroğlu tarafından olgunlaştırılmış politik mirasa bir anlamda konan yeni ekip seçim başarısı kazanınca, Özgür Özel bu sonucun değişimi ısrarla sloganlaştıran yaklaşımından kaynaklandığını değerlendirme eğilimine girdi. Hemen sonrasında da Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Ekrem İmamoğlu’nu rahatlatacak bir açıklama yapmak yerine, muğlak ifadelerle onu tedirgin etmeyi tercih etti.

An itibari ile Kılıçdaroğlu cephesinde kurultayın haksız bir şekilde kaybedildiği kanaati hakim. Bu çerçevede parti içi mücadeleye devam edileceği izlenimini veriyor.  Kılıçdaroğlu’nun hali hazırda toplam 1200 delegenin 500’ünü kontrol ettiği ifade ediliyor. Kemal Beyin, halen partinin Alevi ve Kürt kanatları üzerinde ağırlığını sürdürdüğü biliniyor. Buna rağmen Kılıçdaroğlu’nun parti içinde eski konumuna gelmesi, ancak yeni ittifak dengeleri kurmasından geçiyor.

 

TECRÜBELİ BİR SİYASETÇİ

Diğer yandan Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel’in genel başkanlık makamının getirdiği avantajlarla pozisyonunu giderek güçlendirdiğini tecrübeli bir siyasetçi olarak görebiliyor. Bu trendin Özgür Bey’i giderek vazgeçilmez ve tek seçici konumuna getirmesi siyasetin doğal mecrasında bilinen bir olgu. Bu sebeple eylül ayında yapılacak kurultay, şayet seçimli hale dönüştürülürse gerek İmamoğlu gerekse Kılıçdaroğlu tarafından, Özgür Özel’in önlenemez yükselişinin kesilmesinin son fırsatı olarak değerlendiriliyor. Bu durum, zihinlerde bir Kılıçdaroğlu – İmamoğlu yakınlaşmasını akla getiriyor. Ancak böylesi bir birlikteliğin önündeki en büyük engelin Kılıçdaroğlu’nun tekrar Genel Başkanlık ısrarı olabileceği konuşuluyor. Makul bir değerlendirmede böylesi bir geriye dönüşün mümkün olamayacağı açık. Kılıçdaroğlu’na gelinen noktada yakışanın partinin onursal başkanlığı olduğu söyleniyor.

 

Yazının Devamını Oku

Karşıyaka üzerine

2 Ağustos 2024
PINAR Karşıyaka basketbol liginin fenomen takımlarındandır. Bu sene Kulüp, Pınar Grubu ile yollarını ayırdıklarını açıkladı. Zihnimizde iç içe geçmiş bu sportif klişe, yani  Pınar  Karşıyaka, artık olmayacak.

 

Pınar, bilindiği üzere bir Yaşar Holding kuruluşudur. Yaşar Holding’in KSK ile ilişkisinin çok derin ve uzun geçmişi vardır. Kulübün son 70 yılında, diğer deyişle “tarihsel kodlarında” Yaşar ismi yazılıdır. Herkes bilir ki, Selçuk Yaşar ve Ailesi geçmişten bugüne yüz milyon doların üstünde kulübe destek olmuştur. Şayet bahse konu ayrılık parasal bir meseleye dayanıyorsa, açık söyleyelim, kulüp yönetimi açısından büyük bir yanlış, hatta “had aşımı” söz konusudur. Yaşar Holding ile maddiyat üzerinden ilişkiyi askıya alma iması ile pazarlık yapmak bile ayıptır. Yaşar Ailesi her yönüyle KSK ile bütünleşmiş, bir anlamda camianın manevi sorumluluğunu da üstlenmiş ve bu sahiplenme duygusunu Karşıyakalılara geçirmiş bir özel KSK şansıdır. Bu ayrılık, onlara rağmen, onları üzerek olmuşsa çok yazık.

Selçuk Bey çok farklı bir iş insanıydı. Pek çoğu Türkiye için ilk olan sınai yatırımlarının yanında, İzmir’in kültür ve sanat hayatına her zaman kucaklayıcı ve cömert yaklaşmıştır. Bugün maalesef kulübümüz için, imkanları olsa da bu yaklaşımda olanlara pek rastlayamıyoruz. Selçuk Yaşar'ın KSK tutkusu yelken sporcusu olduğu çok genç yaşlarda başlamış ve bir an bile soluklanmamıştır. Aynı şekilde, ailesi de Selçuk Bey'in vasiyetini samimi olarak sahiplenmeye devam etmektedir. “Pınar” ismi, tabii ki bir ticari yarar üretirken, kulübün bu branşının her daim iddialı olmasına da imkân sağlamıştır. Holding ekonominin en daraldığı dönemlerde dahi, KSK'nin “mecburcusu” olarak görülmüş, işin enteresanı bu talepkâr tavrı da kendi vecibesi olarak addetmiştir. Holding’den yapılan açıklamada, bu ayrılık yılında bile basketbol takımına 1-1,5 milyon dolar destek olunacağı camiaya duyurulmuştur.

Diyeceğimiz, bu kulüpte yönetimler gelir geçer. Hiçbir yönetim, mevzu Yaşar ailesi ise hassas çizgiyi aşmaya yeltenmemesi gerekirdi. İhtimal, bu yaşananlar aile tarafından acı bir tebessümle karşılanıyordur. Ancak onların sahiplenme duygusunun güncel gelişmelerden etkilenmeyeceği bilinir. Holding olgun ve vakur tavrını korurken, gelen bilgilere göre muhtelif kuruluşlarla isim hakkı üzerinden sponsorluk görüşmeleri sürdürülüyormuş. Bahse konu firmalar keşke futbol branşına yaklaşım gösterse. Neyse.. böylesi bir anda ortaya çıkan sponsorlar ne ölçüde kalıcıdır, geçmiş tecrübelerden biliyoruz. 

Son söz; anlık cazibeler tarihi kulüpler için tek başına ikna edici bir gerekçe olamaz. Zamanında Galatasaray Kulübü, şu anda yurt dışında kaçak olan bir iş insanının müthiş tekliflerinin yüzüne dahi bakmamıştı. 1912 yılından gelen KSK, tüm Türkiye'deki Karşıyaka’lıların gözbebeğidir. Küstüremeyeceklerini bilseler de, Yaşar ailesine ve Selçuk Bey'in vefasına haksızlık yapılmasına asla müsaade etmezler. Camianın akil insanlarından; başta Hasan Denizkurdu, Sait Gürsoy, Cenk Karace , Mehmet Ali Kasalı olmak üzere lütfen bu vahim hatayı düzeltmek üzere ağırlıklarınızı koyunuz.

Yazının Devamını Oku

Fiyatlama arsızları

27 Temmuz 2024
ÜLKEDE fiyatlama davranışları tamamen bozuldu. Hiçbir maddi temele dayanmadan talep edilen bedeller, dönüp bu arsızlığı yapanları da vurmaya başladı. En fazla tepki turizm sektöründe. Örneğin Bozburun’un her daim sezonda tıklım tıklım olan butik otellerinde günlük konaklama 25.000 TL. Bir vesile bu otellerden birisine giden dostumuz, doluluk oranının bu ve benzeri otellerde yüzde 20'lerin altında olduğunu gözlemiş. Az katlı bir inşaat, birkaç şık mobilya ve otantik süslemelerden nasıl böylesi fiyatlara ulaşılıyor, bir insaf kalıbına sokmak mümkün değil.

 

Dünyada benzer beldelerde bu fiyatların üçte biri söz konusu. Medyada okuyorsunuz, popüler turistik yerlerin tamamında çok kötü bir sezon geçiriliyor. Ancak hala bir “akıllanma” belirtisi yok. Geçenlerde Çeşme Ilıca'da tek kişi bir porsiyon sade kıymalı pide ve ayran siparişi verdim. Gelen hesap 430 TL. Hani, sıradan pideciden söz ediyorum, beach mekânı falan değil. Yerin sahibi vergi rekortmeni olarak haberlere konu olmuştu.  Abartılı maliyet hesabı yapıldığında, ki dükkânın kirası da yok, maliyet 50 TL'yi zor bulur.  Bu arada çalışanların da bahşişler nedeniyle asgari ücrete razı olduklarını tahmin ediyorum.  Bereket, hiç olmazsa fişini tam kesiyor ki, rekortmen olmuş.

Yine bilinen bir pastanesinde bir top dondurma için 90 TL isteniyor. Sahilde gezinirken tur tekneleri gözüme çarptı.  Bazıları takribi 100 kişilikti. Günlük gezi bedeli tabelada kişi başı 1500 TL yazıyor.  Kısa metraj bir iki koy ve Eşek Adası’na gidiş ve son derece vasat bir menü ile her halde maliyetin on- on beş katı para isteniyor. Lüks restoranlar bahsine hiç girmiyorum. Ancak orada da ne kadar temkinli sipariş verirseniz verin, 3-5 bin liradan aşağıya kurtulmanız zor duruyor. Beach’lerden söz bile edilemiyor. Giriş ücreti yetmediği gibi, asgari harcama limitleri şart koşuluyor, minimum rakamlar birkaç binler mertebesinde.

 Tüm bu masrafa kalkışanlar, üst gelir seviyesinde olanlar. Orta ve alt gelirliler zaten evlerinden dışarı çıkamıyor, pek çoğu adeta “ölü taklidi” yapıyor. Türk lirasının endazesinin kaçması, şüphesiz bu konularla sınırlı değil.  Elektrik, su, ulaşım, ev ve dükkân kiraları, temel gıda, okul ücretleri, kreş, servis, kozmetik… Aklınıza ne gelirse, rakamlar tutturabildiğine şekillendiriliyor. Bahse konu ekonomik program, sanki asgari ücretlilerden fedakârlık üzerine inşa edilmiş. Mevsimsel şartlar daha da zorlaşınca tepkiler, feryada dönüşecektir. Umarız ahlaki erozyon ve hemen arkasından sosyal barış kontrol dışına taşmaz. Ücretlerin, talebin ve döviz kurunun bu denli baskılanması ekonomiyi giderek sıkıntıya sokmaya başladı. Yakında kapanan iş yerleri, bağlı olarak işsizlik kendini kaçınılmaz olarak daha bir gösterecektir. Tünelin sonunda vaat edilen ışığa kavuşulamaz ise, bu yaşananlar tüm siyasi partilere (merkezi ya da yerel) çok büyük fatura çıkartır.

Yazının Devamını Oku

Despina Vandi konser gecesinin iç yüzü

21 Temmuz 2024
HER şey planlandığı şekilde, yolunda gidiyordu. Ülkenin belki de en kurumsal vakfı olan Türk Eğitim Vakfı (TEV) ve İzmirli yardımsever insanların birlikteliği ile “eğitime destek fonu” oluşturulacaktı. Bir dünya starı olan Yunanistan’ın Diva sanatçısı Despina Vandi ile anlaşıldı. Gerekli aşamalar geçilmiş, bağışların yanı sıra bilet satışları tamamlanmış, heyecanla Çeşme Açıkhava Tiyatrosu’nda 17 Temmuz gecesi bekleniyordu.

 

Sanatçımız ve 21 kişilik müzisyen ekibi aynı gün İzmir'e gelmişlerdi. Konser gecesi saat 20.30'dan itibaren açıkhava tiyatrosu dolmaya başlamıştı. Sahnenin arkasına  yerleştirilmişti. TEV bu amblemleri her etkinliğinde kullanılır. Derken, konser mahalline önceden gelen Yunanlı menajer ve orkestra elemanları bahse konu posterlere itiraz ettiler. Haklı olarak, sahnede dengeleyici bir figür olarak Yunan bayrağının da yer alması gerektiğini ifade ettiler. Bu mümkün değilse Atatürk posterinin kaldırılmasını, aksi halde konsere çıkamayacaklarını belirttiler. Despina Vandi kaldığı otelden, kendisinin Pontus Rumları kökeninden geldiğini, böyle bir dekor altında sahne almasının kariyerini dahi bitirebileceğini, bekleyen konser sözleşmelerinin anında iptale uğrayacağını, bu şartlarda konser veremeyeceğini, net bir şekilde ortaya koyarak iletti.

TEV yetkilileri birkaç küçük ebatlı Yunan bayrağı bulmalarına rağmen, bunların sahneye yerleştirilmesi sağlanamadı. Neticede kriz aşılamadı ve TEV İzmir Şube Başkanı Gülnur Soybayraktar gayet soğukkanlı ve kelimeleri iyi seçilmiş bir söylemle konserin iptal kararını anons etti. Hemen arkasından konserin sunuculuğunu üstlenen Berna Laçin, benzer bir yaklaşımla, “siyaseti ilgilendiren bir pürüzün aşılamadığını” belirttikten sonra, aynı konsere aylardır hazırlanan TEV Eğitime Destek Korosu ile geceye devam edileceğini belirtti. Tabii ki bu arada satılan biletlerin parasının iade edileceği de söylendi.

Ortam nispeten sakinleşmişti. Yardımsever Kadınlar Korosu şarkılarını icra ediyordu ki, olayı duyan Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli konser mahalline hışımla geldi. Muhtemelen eksik malumatla, mikrofonu eline alarak, hamaset dozu oldukça yüksek bir konuşma yaptı. Ve ne acıdır ki Despina Vandi’ye derhal Çeşme’yi terk etme çağrısı yaptı.

Onun bu tutumu, aklı selim izleyiciler tarafından olumlu karşılanmadı.

Hiç şüphesiz, genç siyasetçilerin önü açılırken, beklenti, onların “barıştan” yana, “önce insan” mottosunu esas alan, “evrensel demokratik ilkeleri” sindirmiş kişiler olacağı hayal ediliyordu. Lal Denizli, maalesef eski tip politikacıları aratmadı. Onun Yunan sanatçı konuklarımızı itibarsızlaştıran konuşması, beraberinde bir “marş serisini” tetikledi. Amacı hasıl olmuştu. Seyircilerle birlikte Onuncu yıl, İzmir, Parla marşları söylendi. Lal Hanım görevini yapmış insanların iç huzuru ile tiyatroyu terk etti. Akabinde insanlar sakin hallerine döndüler. Belediye başkanının “derhal terk et” açıklaması üzerine, sanatçının kaldığı otele 5 dakika sonra emniyet koruma amaçlı memurlar gönderdi.  Despina gece yarısı polis korumasında önce İstanbul’a, oradan Atina’ya ulaştırıldı. Diğer müzisyenler, her ne kadar tedirgin olmuş olsalar da bir sorun yaşanmadı. Onlar da sabah ilk feribotla Sakız adasına geçtiler. Ne diyelim, genç Başkan büyük bir sıkıntıya sebep oldu.

Konsere dönersek...

Bu olaya dair bir “öz eleştiri” yapmak icap ederse; bu etkinliği düzenleyenlerin daha duyarlı davranması gerektiğini söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz bir kasıtları yoktu. Sanatçı tercihinin amacı, aynı zamanda iki yaka insanlarının kardeşliğini köpürtmek, yanı sıra uluslararası dev bir sanatçı İzmirlilere tanıtmaktı. Yönetim, Yürütme Kurulu ve bizler gibi harici destek verenlerin niyetleri her daim halisdi, ancak acemisi olduğumuz bir konuda empati notumuz biraz düşük kaldı. Son söz olarak, iyi niyetli bir organizasyon maalesef umulduğu gibi neticelenemedi.

Yazının Devamını Oku

Devlet alacağına şahin…

14 Temmuz 2024
Son dönemlerin yüksek enflasyonu sabit gelirlileri çok olumsuz etkiledi.

 

Ülkemizin gelir dağılımı giderek bozuluyor.

Nüfusumuzun ilk yüzde 1’lik diliminin aldığı pay yüzde 14'lere kadar yükseldi.

Emeklilerin durumu içler acısı.

Bugün 10 bin lira (olursa 12 bin lira) ile nasıl geçinilir, herhalde sadece yaşayan bilir.

Ücretlilerde de durum, nispi anlamda devlet memurları hariç, pek farklı değil.

Yayınlanan bir araştırmada ortalama ücretlerin beyaz yakalılar dahil, 27 bin lira civarında olduğu belirtiliyor.

Asgari ücretlerin toplam içindeki payı DİSK-AR verilerine göre yüzde 50'ler mertebesinde.

Yazının Devamını Oku

Acı reçete

6 Temmuz 2024
İZMİR Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener ve Ak Parti İzmir Milletvekili Hamza Dağ’ın asgari ücretin artırılmamasına dair açıklamalar yapmaları, muhalif eleştirilerle sersemlemiş ekonomi yönetimine bir nebze destek olmuştur. Bu netameli konuda hiç sesini çıkartmayıp, ölü taklidi yapmak işin kolayıdır. Zira bu konunun “iki ucu...” da sıkıntılıdır. Bir yandan artacak ücret maliyetlerinin iş dünyasına olumsuz etkisinin ifade edilmesi, diğer yandan pahalılık altında ezilen kitlelere duyarsız izlenim verme pahasına doğru bildiğini seslendirme. Ancak net olan gerçek; geçmişin hataları bugün “acı reçeteyi” gerektiriyor.

 

Bu tünelden disiplinli bir program uygulayarak çıkılabilir. Tabii ki asgari ücretle geçinenlerden fedakârlık beklenmesi izahı ve izanı zor bir konudur ama işler bu noktaya gelmişse böylesi bir tedbirler manzumesi bir mecburiyete dönüşmüştür. Bu hale düşülmesinin sebebi hiç kuşkusuz emekçiler ve dar gelirliler değil. Ancak şu aşamada suçlu arama tartışmalarından öte bir durum söz konusu. Sebep olanlar zaten siyasi bedel ödediler. Konumuza dönersek; asgari ücret artırıldığı zaman enflasyonist tetiklemeye yol açıyor. Zira bu gelir seviyesinde harcamaların tamamı tüketime yöneliyor, haliyle tasarruf söz konusu olamıyor.  Diğer faktör ise, asgari ücret artışı, her seviyedeki ücretlerin yanı sıra, mal ve hizmetlerde de yeniden fiyat ayarlamalarına vesile kılınıyor ve enflasyon sarmalı besleniyor. Bunun yanında; imkânı olan özel sektör kuruluşları yaşanan enflasyona çalışanları ezdirmemek veya kritik önemdeki personellerini muhafaza etmek adına ara zammı tercih ediyorlar. Mamafih böyle işletme sayısı ne kadardır, bilemiyoruz.

Asgari ücret halen net 515 dolar mertebesinde. Giydirilmiş haliyle bu rakamın brüt tutarı, kıdem tazminat payı da dahil 1000 dolarlara yaklaşmaktadır. Bu seviye Mehmet Şimşek’in de ifade ettiği üzere gelişmekte olan ülkeler skalasında en üstlerdedir. Temel mesele, asgari ücretin yetersizliğinden ziyade fiyatlama davranışlarının tamamen bozulmuş olmasıdır. Yüksek faizle baskılanan döviz fiyatı esasında asgari ücreti de döviz bazında olduğundan daha yüksek göstermektedir.

Türk Lirası’nın endaze kaybı, asgari ücretin iki katını dahi makul bir semtte bir ev kirası bedeli için bile yeterli kılmıyor. Piyasa oyuncularının fırsatçı tutumlarla fiyatlarını arttırdığı bir ortamda, ekonomik istikrarın sağlanması ancak sıkılaştırıcı bir program uygulamasıyla mümkün olabilir. Bu çerçevede asgari ücrete ara zam bu geliri elde edenlerin refahına bir katkı olmayacaktır.  Pek tabii enflasyonun günah keçisi sadece bu zam olgusu değildir. Kamunun elektrikten köprü ve otoyol ücretlerine yaptığı zamlar enflasyon programıyla ne ölçüde uyumludur, bu husus da ayrı bir tartışma konusudur.

Özetle; tüm yollar, beklentilerin düzeleceği bir ekonomik istikrar programının disiplinli uygulanması gereğine çıkmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Mehmet Şimşek rest çekebilmeli  

29 Haziran 2024
BU aralar ekonomik hayatın en önemli gündem maddelerinden biri de yeni vergisel düzenlemeler. Mehmet Şimşek ve ekibi ekonominin dümenine geçtikten sonra birtakım rasyonel tedbirler peşi sıra alınmaya başladı. İlk etapta TCMB faizleri 50 baz puan seviyesine çıkartıldı. Döviz rezervleri güçlendirildi. Kısa vadeli yurt dışı fonların ülkeye kısmen de olsa akımı sağlandı. Yerleşikler de bu faizleri görünce dövizlerini bozdurdu. Ancak bunlar kalıcı çözüm getirmiyor, asıl olanın yapısal önlemler olduğunu herkes biliyor. Nitekim; bu gerekliliğin ilk adımı olarak da kapsamlı vergi çalışmaları başlatıldı. Medyaya sızan 104 sahifelik ilk taslakta hakikaten çok ciddi öneriler yer alıyordu.

Parlamentoya sunulacak, hatta Meclis’ten geçecek kanun hükümleri haliyle daha pek çok revizyona uğrayacaktır. Taslak metinde, “atılan taş ürküttüğü kurbağaya değmeli” kabilinden lüzumsuz gürültü kopartan maddeler de söz konusuydu.

Sonradan bunların çıkartıldığı açıklandı. Vergi ile ilgili bunca verimli ve boş bırakılmış alanlar dururken, “garson bahşişi, kuryecinin geliri...” gibi unsurları vergilemeye çalışmak işi sulandırıyordu. Oysa taslakta, hani tam servet beyanı esası gibi bir düzenleme olmasa da, ona yakın “gelir-harcama mukayesesini” öngören ve kayıt dışını endirekt yolla kavramayı hedefleyen hükümler de vardı. Yine bu ülkenin vergisel anlamda en bakir alanı olan gayrimenkul rantları için gerçek değer esası gibi bir müessese ile birlikte istisna daraltıcı düzenlemeler öngörülüyordu. Medyaya yansıdığı kadarıyla bu iki düzenlemeden de vazgeçilmiş.

Esasında devlet, hele bu çağda her türlü otomasyon imkanına sahip. Belirli büyüklükteki işlemlerin finansal sistem içinde yürümesi mecbur kılınması halinde vergi kayıp ve kaçağı mevcut teknolojilerle bu mevzuat seviyesinde dahi minimum düzeye indirilebilir. Maalesef vergi toplama iradesi ne ölçüde samimi, onu göremiyoruz. Hal böyle olunca, “vergi ödeme namusu”, diğer deyişle “vergi ahlakı” aşırı derecede bozuluyor.  Sürekli çıkartılan vergi afları da tuzu biberi oluyor.

Ülkemizde “doğrudan vergilerde” randıman alınamadığı için işin kolayına kaçılıp, adil olmayan dolaylı vergilere gidiliyor. Vergisini ödeyen hep “enayi” oldu. Yük; kurumsal firmalar, bordro mahkumları ve dolaysız (harcama) vergilerini çaresiz üstlenenlere yıkılmış durumda. Bu durum vergi adaletini yerle bir ediyor. Güncel çalışmalara dönersek; görünen o ki 104 sahifelik metin “tırpanlana tırpanlana” öngörülen amaçtan uzaklaştırılıyor. Dağ yine fare doğuracak.

Mehmet Şimşek kariyerini ortaya koydu. Bu çerçevede, gerekirse “rest” çekebilirse, bir şeylerin değişebileceğine dair bir umut ışığı belirmiş demektir.

Yazının Devamını Oku